14 Nisan 2022 Perşembe günü yitirdiğimiz Balkan Naci İslimyeli’nin ardından, kardeşi (Oya İslimyeli Ulutin) ile dost ve arkadaşları (Sevim Eti, Hakkı Sevand, Gürbüz Doğan Ekşioğlu, Nedret Öztokat Kılıçeri, Erkan Doğanay, Ayşe Sarısayın, Eva Şarlak, Yalın Alpay, Adil Yalçın, Gündüz Vassaf, Halim Bulutoğlu) Adalı Dergisi için yazdılar.
Huzurla uyu canım ağabeyim
Sizin hiç ağabeyiniz oldu mu?
Elini omzunuza koyduğunda verdiği gücü, güneş gibi aydınlık ve sıcacık enerjiyi bilir misiniz?…
Ben bilirim. Hayattaki en kıymetli şansınızdır. O varken dağları delersiniz.
Ağabeyimle çocukluğumdan bu yana o kadar kıymetli anlarımız, anılarımız var ki birini anlatsam diğerlerine haksızlık olur. Emeği çoktur bende ve hayallerimde. Bazen uzun uzun konuşur, bazen de gözlerimizle anlaşır, ortak zevklerimizin heyecanını yaşardık keyifle.
Ayrılmazdık; çok sever, çok özlerdik göremesek birbirimizi.
Hep bağlı, hep sımsıkıydı yüreklerimiz. Bilgeliği, öğretileri, eğitimciliği, vizyonerliği, merhametli kişiliği, hayvan ve insan sevgisi, hayata karşı ilkeli ve tevazu dolu duruşu bambaşkaydı. Müthiş bir kılavuzdu. 68 kuşağının onur kaynaklarından biriydi.
Çağdaş Türk ve Dünya Sanatındaki öneminden, edebiyat, şiir ve sinema tutkularından söz etmeyeceğim bile. Hepimiz biliyoruz zira.
Sanat bir yaşam biçimiyse Balkan Naci buna en hakiki, en güçlü örnektir.
Sizin hiç ağabeyiniz öldü mü?…
Elini omzunuza koyduğunda verdiği gücü, güneş gibi aydınlık ve sıcacık enerjiyi bilir misiniz?…
İşte ben hem ağabeyimi, hem babamı, hem can dostumu kaybettim.
O, son anına kadar üretti, ben son anına kadar hep yanında oldum, onun deyimiyle meleklerinden biri oldum.
Ama Yunus Emre’nin dediği gibi “Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil…”
O hep bizimle. Sezen’imiz ise ondan kalan en büyük yadigar. Huzurla uyu canım ağabeyim, ellerim seninle, kolun kanadın yine üzerimde…
Oya islimyeli Ulutin
Hiçbir yetkili, yıllar önce olduğu gibi, radyo ya da televizyonlarda, “teslim ol” diye adını anons edemeyecek!
Resimlerindeki, enstelasyonlarındaki eleştirel vurgulamaların için seni hiç kimse eleştirip ürkütemeyecek!
Hatırlıyor musun? 1971 yılında, Sezen’le birlikte bizim evde, ikinci aranılmanda teslim olmaya gitmek üzere hazırlanırken, pantalon kemerini çıkarıp masanın üzerine bırakmıştın. Neden diye sorduğumda “dövüyorlar hocam” diye cevaplamıştın..
Yıllar sonra suçsuzluğun kanıtlandı, çılgınlar gibi çalıştın, resim yaptın, mükemmel bir eğitimci, öğretici oldun… Yazdın, resimsel protestolar yaptın, özgürlük adına, kendi kesik başını, kendi kollarında yastık üstünde sundun!
Prof. olmak pek de önemli değildi senin için. Ama, özgürlük ve demokrasi uğruna, yırtındığın değerler adına yarattığın, çok özel görsellerinin, ağır vuruşlarına gerçekten erişilemez!
Huzur içinde uyu!
Sevim Eti
Spor derslerinde kullanılan eşyaların konduğu barakanın kapısı açıktı. Kapıdan giren ışık ön tarafta hafif bir aydınlık huzmesi oluşturuyordu. Yarı aydınlık alanın ortasında tabureye ilişmiş bir genç vardı. Elindeki resim fırçasını büyük bir dikkatle sehpadaki tuvale dokundurmaya hazırlanıyordu. “İçeri gel, gölge yapıyorsun,” diye seslendi. Arkasına geçip yaptığı resmi görmek için başımı uzattım. Önümde siyaha boyanmış bir tuval duruyordu. Şaşırdığımı hatırlıyorum. Tuvalin üst kısmını daha koyu bir siyah ile boyamaya devam etti. Dokunacağı her nokta için en doğru yeri arar gibi bir hali vardı. “Çok karanlık bir resim”, dediğimi hatırlıyorum. “Sol tarafıma geçip bak, oradan daha iyi görürsün,” dedi. Dediğini yaptım. Resim yine karanlıktı. Ama gözlerim alışmaya başlayınca alt kısımda, kapıdan giren ışığın hafifçe aydınlattığı alanda, siyahlı, grili tonlar arasında, acılı bir kadın yüzünün belirdiğini görür gibi olmuştum. “Kadın kendisini saran karanlıktan kurtulmaya çalışıyor,” dediğimi hatırlıyorum. Biraz geri çekilerek yapmakta olduğu resme dikkatlice bakmış; “Böyle de denebilir, eğer sen böyle görüyorsan,” demişti.
Aydın Lisesi’nde okuyorduk. Sınıflarımız ve arkadaş çevrelerimiz farklıydı. Üniversite sınavları için kimin nereye girmek istediği konuşulurken ondan “Balkan Naci ressam olacakmış,” diye söz edilirdi. Bazı hocalar derse girmek yerine barakada resim yapmasına izin veriyorlardı.
Barakada gördüğüm resim o sıralar okumakta olduğum Dava kitabını çağrıştırmıştı. Muhtemelen kapağı simsiyah olduğu için. Kafka’nın Dava’sı Kamuran Şipal çevirisiyle, 1964 yılında yayımlanmıştı. Bu vesileyle daha önceleri Vedat Günyol tarafından çevrilerek “Değişim” adıyla Yeni Ufuklar dergisinde yayımlanmış olan “Metamorfoz” öyküsüne olan ilgi de canlanmıştı. Sözcüğün doğru karşılığının “Değişim” mi, “Dönüşüm” mü yoksa “Başkalaşım” mı olduğu konusunda başlayan tartışmaların yirmi yıl kadar öncesiydi. İzleyebildiğim edebiyat yazılarında “kendini anlamak için yaşamak”, “sistemin istediği insan olmamak”, “düzenin insanı ezen çarkları”, “bilinç”, “yanlış bilinç”, “kapitalist düzen ve yabancılaşma” gibi ifadeler çeşitli görüşleri savunan cümleler içinde boy göstermeye başlamıştı. Arkadaş çevremde kitabı okumaya niyetlenen birkaç kişi çok sıkıcı bularak vazgeçmişti. Daha sonraları bir gün, okul dönüşü, yolda Naci’ye Kafka hakkında ne düşündüğünü sormuştum. “Çok önemli bir yazar, derin bir acısı olmalı,” demişti. Sonra da düzenin insanları nasıl ele geçirip, dönüştürdüğünü konuşmuştuk. Babası Cemal Nadir’in öğrencisi imiş, Amcabey dergisinde karikatürleri çıkmış. Babasının görevi nedeniyle (Nüfus Müdürü idi) suya sabuna dokunmayan konularda çizmek zorunda kaldığı için mutsuzluk çektiğini anlatmıştı. Kafka konusunda yalnız olmaktan kurtulduğum için sevindiğimi hatırlıyorum.
“Resimlerinde okuduğun romanların etkisi oluyor mu?” diye sormuştum daha sonraları. Adalet Ağaoğlu’nun Ölmeye Yatmak romanı üzerine konuşmuştuk. Adalet’i hep çok sevmişti, öncelikle insan olarak. “Benim üzerimde evet, ama resimlerimin etkilendiğini sanmıyorum. Tuval karşısında resim beni yönetiyor,” demişti. 1970’lerde açtığı sergilerinden birisinde.
Toplumsal yaşamımızın üstü örtülmüş öykülerinden, bu öykülerde yer alan nesnelerin izlerinden yola çıkarak pentimentolar’a, oradan da çok geniş kapsamda yakın tarihimizin toplumsal arkeolojisine uzanacak bir yolda ilerlemekte olduğunu o sıralar bilmiyordum doğal olarak. Muhtemelen genç Balkan Naci de bilmiyordu.
2019 yılında, bir söyleşide, resimlerindeki ışık kullanımı konusunda şunları söylemiş: “Ben, ışığın en temel yaratıcı öğe olduğunu düşünüyorum. Görsel sanatlarda aydınlık ve karanlık arasındaki ikilemin dünyayı biçimlendiren bir zenginlik olduğunu düşünüyorum.”
Hakkı Sevand
Balkan Naci İslimyeli tanrının özel yarattığı eşsiz bir insan, büyük bir sanatçı, kıymetli bir dost olmasının dışında, benim ve binlerce öğrencinin hocasıdır. 1975 yılında Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’nda Temel Sanat Eğitimi dersinde hocam olmasının dışında, yaşam boyu ilham aldığım hocam olarak kalmıştır. Bugün uluslararası bir grafik sanatçısıysam, bunda Balkan Naci İslimyeli hocamın güzel sanatlar yolculuğumun ilk başında verdiği eğitim ve gösterdiği yönün payı çok fazladır.
Balkan Naci İslimyeli sadece hoca, sanatçı olarak değil, ilkeli yaşamı, aile bağlarına verdiği önem ile de bana örnek olmuştur. Balkan Naci İslimyeli ve kıymetli eşi Sezen İslimyeli (Sezen ablamız) iki ayrı insanın tek vücutda bir olmasının en güzel örneklerinden biridir.
Balkan Naci İslimyeli hocamın ürettiği binlerce eseri, yazıları, şiirleriyle, yetiştirdiği öğrencileriyle sonsuza kadar yaşamaya devam edecektir.
Onu rahmetle, sevgiyle, saygıyla ve özlemle anıyorum.
Gürbüz Doğan Ekşioğlu
Balkan Naci İslimyeli adını seksenlerin başında sanat dergilerinde, sevdiğimiz yazarların kitap kapağında ve Maçka’da açtığı sergilerden bilen kuşaktanım. Kişiliğiyle, insan değerleriyle, sanata bakışıyla -ve tabii Sezen ile- tanışmamı ise 1994 Aksanat’taki “Söz” sergisine borçluyum. Konuşma balonlarına dönüştürülmüş tuvallerle ve sergi mekânının dört duvarını boydan boya geçen cümlelerle dilsel malzemeyi yeniden kurmuştu Balkan Naci. Dil’in söz ile ilişkisine buradan baksam ne olur, diye içimden yükselen soru beni Gösteri’de yayımlanacak bir makaleye götürdü. Bir sabah henüz altı-yedi aylık olan kızımı anneannesine bırakarak fakülteye gitmek üzere evden çıkarken telefon çaldı. Eşim kızımla arabaya inmiş, bense üzerimde pardösü, kapıyı kilitleyecektim. Son derece saygılı bir ses bana makalemi okuduğunu ve yararlandığım yöntem olan dilbilim/göstergebilim, her ne ise, bu yaklaşımı anlamak istediğini, beni tanımak istediğini söylüyordu. Arabaya indiğimdeki sevincim, coşkum, onun sakin sakin konuşan sesi gibi hâlâ aklımda.
Zaman içinde hepimiz tanıştık Balkan Naci ve Sezen İslimyeli’yle; eşim ve kızım annem-babam, öğrencilerim ve meslektaşlarım. Alçakgönüllü, nazik, sanatın yaratmak ve kendini tekrarlamamak olduğunun alabildiğine bilincinde, üretimlerini izleyenlere müthiş saygılı, yeniliklere açık bu çok yönlü insan, bana edebiyattan resme giden yolu açtı. Doktorama odaklandığım dönemde, görsel çalışmalara açılmaya cesaretlendirdi. 1995’ten başlayarak Suç’un analizi derken, Suret’e sunuş yazısı yazmaya, ardından daha nice yazıya, yeni ortak çalışmalara, televizyon programlarına, konferanslara uzanan bir yol oldu.
O sanatıyla bir anlam dünyası kuruyordu, ben yapıtından yansıyabilecek anlamları okumaya çalışıyordum. “Anlamın ardında” yirmi altı yılı bulan bir dostluk örüldü; nazik, içten bir saygıyla Cihangir’den Ada’ya, Safranbolu’dan Kalamış’a, sofralarda, gezintilerde, müzelerde, sergilerde, bilimsel toplantılarda buluştuk.
Sezen İslimyeli ile birlikte sevgi, anlayış, dostluk, sanata adanmışlık ve insan değerleriyle kurdukları o büyülü dünyaya onun tabloları ve enstalasyonlarıyla girmiştim; şimdi eserleriyle ve Sezen’in sevgisinde onunla buluşacak olmanın karışık duygularıyla anısı önünde saygıyla eğilme zamanı.
Nedret Öztokat Kılıçeri
27.04.2022
Bu cümleyi öylesine gelişi güzel yazmıyorum. Sevgili abim Balkan Naci İslimyeli, Türkiye sanat ortamında yeri doldurulamayacak biridir. Bu sınırlı alanda kısaca bazı özelliklerini sıralamaya çalıştığımda sığdıramadığım ne kadar çok şey kalıyormuş geride…
O öncelikle evrensel nitelikte ve netlikte entellektüel bir birikime sahipti; yalnızca yanıbaşında cereyan eden olaylara değil dünyanın başka coğrafyalarında da yaşanan bütün olumsuzluklara karşı duyarsız kalamayıp erdemli ve vicdanlı düsturuyla tepkisini ortaya koyardı.
Multidisipliner bir sanatçıydı; resimden heykele, fotoğraftan videoya, edebiyattan tiyatro oyununa, sinemadan sanat yönetmenliğine pek çok alanda yapıtlar üretti. Bu üretimleri geleneksel yöntem ve tekniklerin dışında her türden malzemeyi adeta bir orkestra şefi gibi yöneterek genç sanatçı adaylarının takip ettiği bir öncü oldu.
İçinde biriktirdiği insani duygularını naif kelimelerle buluşturan hassas bir şairdi; duyduğu bir haber ya da yaşadığı bir olay, sevdiği birilerinin ya da kedisinin kaybı, ezilenler, ötekileştirilenler, kadınlar, çocuklar, haksızlıklar hukuksuzluklar onun dizelerinde sanatsal bir eyleme dönüştü.
Bilginin paylaşımına inanan bir eğitimciydi; öğrencileriyle kurmuş olduğu samimi iletişim diliyle “onlara öğretmenlik yapan adam” rolü oynamak değil, gerçek bir arkadaşlık, rehberlik yaparak usta-çırak ilişkisi modeliyle bütün tecrübesini aktardı. Gerek okulda, gerek atölyesinde, sanat projelerinde, yayınlarda, hatta sosyal medya hesaplarında bilgi akışına devam eden, onları destekleyen, cesaretlendiren, sanat hayatına hazırlayan bir usta’ydı.
Kültürel birikime inanan bir koleksiyonerdi. Yaşanmışlığı olan objeler, eşyalar, fotoğraflar, kostümler, biblolar, heykeller, camaltları, hatlar ve daha pek çok başlıkta biriktirdikleri ile gerek kendi, gerekse toplumsal geçmişin izlerini sürebildiği hikayeleri bugüne ve yarına taşımayı görev edinmişti.
Kısacası yalnızca bir insanı kaybetmedik, Balkan Naci İslimyeli’nin aramızdan ayrılması ile iyi bir dostu, iyi bir arkadaşı, iyi bir rehberi, iyi bir arşivciyi, iyi bir entellektüeli, iyi bir sanatçıyı kaybettik.
Erkan DOĞANAY
Kimi insanlar vardır ki, seyrek görüşsek de yakın olduğumuzu hissederiz. Araya aylar, yıllar girmesinin önemi yoktur; her buluşmada bıraktığımız yerden devam ederiz, daha dün ayrılmışız gibi. Dostluk kavramının açılımıdır bu türden ilişkiler; sevgi, güven, yakın arkadaşlık, gönüldaşlık anlamındadır.
Kimi sanatçılar vardır ki, sanatın her alanıyla ilgilenirler. Yaşadıkları ülkenin, hatta dünyanın siyasî ya da toplumsal sorunlarına kafa yorar, kendi içlerine bakmakla yetinmeyip yaratıcılıklarını farklı kanallardan besleyerek sürekli geliştirirler.
Sanatı “doğa karşısındaki çaresizliğimiz”, “varoluşun en çetin sorusu” olarak tanımlayan çok yönlü sanat insanı Balkan Naci İslimyeli, tanımaktan onur duyduğum değerli bir ressam olmasının yanı sıra gönüldaş hissettiğim bir dosttu benim için.
80’li yıllarda ortak arkadaşlarımız Sibel ve Erol’un evlerinde, bir akşam yemeğinde tanışmıştık Balkan Naci ve eşi, can yoldaşı Sezen’le. Ardından başka buluşmalar: Burgazada’da neşeli bir yaş günü kutlaması, Heybeliada’da Sezen’in güzel sesiyle daha da güzelleşen mehtaplı bir gece, bir kır lokantası, Safranbolu’da beklenmedik bir karşılaşma… Okuduğumuz yazarlara, izlediğimiz filmlere ilişkin paylaşımlar ve sergiler elbette! Çağrılmaktan mutluluk duyduğum, her seferinde sevinçle gittiğim sergiler…
Ölümü incelikli şiirlerinden birinin son dizeleriyle birlikte düştü önüme: “derken, / bir gün, ansızın, / onun haberi gelir.” Kim bilir, belki de gitmeden önce kendi ölümünü dile getirmişti “Sonra bir haber gelir…” adlı şiiriyle.
Sözcüklerle uğraşmayı seven, şiirler ve ders niteliğinde metinler kaleme alan Balkan Naci, “Genç sanatçılara sanatla birlikte yaşama önerileri” başlıklı metninde şöyle diyordu: “Nasıl hatırlanmak istediğiniz, nasıl yaşamak istediğinizden daha önemli değildir. Sanat hayatınızın dürüst bir kanıtı olsun.”
“Ey dünya; / burada kalacağımı sanma / geçerken uğradım sana / yalnızca.” dizeleriyle seslendiği bu dünyadan iyi ki geçti, geçerken unutulmaz izler, eserler bıraktı ve sanatı hayatının dürüst bir kanıtı oldu.
Ayşe Sarısayın
27 Nisan 2022,
14 Nisan günü zaman durdu haberi aldığımda. Havaalanında uçağın beklediği kapıya yöneldiğimde yürüyen banda ters bindiğimi ancak düştüğümde fark ettim ve acı gerçek o an yüzüme çarptı. Görsel dünya yolculuğumdaki bir kültürel bellek kompozitörü elimden kayıp gitmişti. Oysa bitmemişti duyumsal alışverişi bu evrenle. Sanatının yanı sıra çok sevdiği sinema için yazdığı yorumlarıyla, insanı, bedeni, ruhu sorgulayan şiirleriyle, dünyanın, toplumumuzun travmalarına tanıklık etmemizi sağlayan insanlığın ortak öyküsünü ve insan aklının evrimini okuduk ürettiği yapıtları üzerinden yıllardır. Doğaya bakışı bir kutlama biçimini yansıtırken kozmik döngünün de ritmini o kadar iyi tanımlıyordu ki ürettikleriyle.
Henüz üniversite yıllarımda ismini defalarca duyup onu ulaşılmaz yapan bilge çıktıları teker teker hafızamda Sanat Devi Balkan Naci İslimyeli’nin. Hafızamdaki mekânda gezinirken bir gün çıkıverdi karşıma ve buluşuverdik Işık Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde, aniden, ancak daimî.
Balkan Hocamla çalışabilme onurunu bahşettiği için büyük bir teşekkür borçluyum yaşama. Dekanlığım süresince birlikte çalışabilme katma değerini ölçmekte zorlanmaktayım. Bir gün onlarca renk renk model, model gözlüklerinden birini takarak dünyaya onun gözlüklerinden bakayım dedim. Onun bilge kişiliğine ulaşmaktı amacım sessizce belki de. Nazik, zarif bir dünya ve düşün insanına. Oysa o kadar zordu ki!
Amsterdam Moco Müzesi’ndeki sergide gözüme takılan iki cümle de Senin İçin Umudumuz Olsun. Sevgili Balkan ‘Art Can Change The World’, ‘Sanat Dünyayı Değiştirebilir’, ‘We Trust in Art’, ‘Sanata Güveniyoruz’ Çünkü ‘Sanatın Ruhu Öldü, Beyin Ölümü Gerçekleşmek Üzere’ tümcen kulaklarımda çınlasa da asla ve asla senin gibi Sanatçılar ölmez.
‘Burada kalacağım sanma geçerken uğradım sana’ diye haykırmıştın dünyaya ‘Geçerken’ şiirinde. Nereden bilebilirdin ki dünyaya haykırışına inat burada bizimle kalacağını ve dünyaca yaşayacağımız travmalara tanıklık etmeye devam edeceğini…
Hasret ve sevgiyle…
Eva Şarlak
Hayatın her alanında yan yana olduğu herkese sevgisini cömertçe, bazen kelimelere ihtiyaç duymadan yansıtan, bilgeliğin vücut bulmuş haliydi benim için Balkan Hocam. Kuşkusuz evrensel değerlerle donanmış, erişilmez, çok katmanlı bir sanatçı olarak, bu düzeyde çok az sanatçıda görünen hoşgörülü, mütevazı duruşun ve tüm canlılara şefkatin unutulmaz.
45. sanat yılı sergisi için beraber yaptığımız 45 yıllık serüvenini anlattığı, sanatçı olarak ilkeli duruşunun yansıması olan “Hatırla” filmini, her yıl sinema öğrencilerime “sanat nedir” sorusunun karşılığı olarak göstermek, seyreden gençlerin bilinçlerinde yeni, aydınlık kapılar açtığını mutlulukla görmek, onu tanımanın beraber iş üretmenin gururunu yaşattı hep.
Çeşitli zamanlarda Belgesel film festivallerinde seçici kurulda beraber bulunduğumuz dönemlerde, sanatın bütün disiplinlerine tutarlı yaklaşımı gibi sinemayı da “uyarıcı dozu yüksek bir alan” olarak tanımlaması sinemaya derin ilgisini gösteriyordu. Sinemacıları “ürkütücü yanları, sanatın bu güne dek özenle geliştirdiği pek çok silahı özgürce kullanarak söylem oluşturabilmeleri ve sinemanın içinde barındırdığı çok katmanlı sanat dilinin gerçek sahipleri olmalarıdır,” tespiti ile çeşitli zamanlarda film yapma isteğini dile getirmesi, sinemacı olarak Balkan Hocam ile beraber film projesinde çalışmak, benim gibi bir sürü sinemacı arkadaşımı da heyecanlandıran bir fikirdi. Bu sessiz gidiş keşkelerimizi büyüterek çoğalttı.
Her gün; elinde asası ile derviş gibi kendi deyişi ile kendi sanatının yol hikâyesini anlattığı “Nothing is Everyting” resmine bakarak bu erken gidişin acısını yüreğimizde hissediyoruz, sanatsal duruşun, bizim de hayatta yol alışımıza rehber olacaktır.
Gerçek bir aydın olarak egemenlerin değil halkın, haklının, mazlumun, horlanmış “güzel insanların” yanında yer alan düşüncelerini, yeni kuşaklara taşımak seni tanıyan her aydının görevidir diye algılayıp, yol alacağız.
M. Adil Yalçın
Prof. Balkan Naci İslimyeli ile en son 20 Ekim 2021’de sabah 11:33’te konuşmuşuz. Telefon kayıtları bu tarihi veriyor. Oysa ben çok daha yakın bir zamanda konuşmuşuz gibi anımsıyorum. Karizmatikliğin sıcak ve içten şekilde de dolaşıma sokulabildiğini bir kez daha deneyimlettiği konuşmamızda, kendisine rektörünün yakın bir dostum olduğu bir üniversitenin güzel sanatlar fakültesi için dekanlık teklifini iletmiştim.
Balkan Hoca konuşmaya her zamanki neşesiyle başlamış, teklifi duyunca belli belirsiz mutluluk semptomlarını da içeren bir red yanıtını hızlı vermiş, beni biraz şaşırtmıştı. Sözcüklerinde ve onları dile getirme biçiminde memnuniyet ve memnuniyetsizlik birbirlerinin içine karışıyor, hangisinin baskın olduğu anlaşılmıyor, bir vurgu memnuniyete doğru meylediyorsa, o sözcük memnuniyetsizliğe işaret ediyor, sözcük memnuniyete göz kırpıyorsa, vurgu olumsuzlamaya yaklaşıyordu. Işık Üniversitesi’ndeki hocalığını yaptığı sınıfları mezun edip, akademiden ayrılacağını, Burgazada’ya kapanacağını ve kendisini yeni sergi projelerine vereceğini söylüyordu. Birlikte bir proje yapmamız hep gündemdeydi fakat bir türlü yapamamıştık. O konuşmayı da projemize yakında başlama temennileriyle bitirdik.
Balkan Hoca’nın teklifi geri çevirebilme ihtimalini tahmin ediyordum. Fakat belli belirsiz bir memnuniyetsizliğin bu geri çevirmeye dahil olabileceğini düşünmemiştim. Nedenini ancak 14 Nisan 2022’deki şok edici vefat haberi aldığımda anladım: Balkan Hoca kanserdi. Yapmak istediklerini artık bir sıralamaya sokmuş, yarım kalan işlerine odaklanmış ve onları tamamlamasının ardından da en yapmak istediği sergileri gerçekleştirmeyi hedeflemişti. Dekanlık bu sıralamanın içerisinde atıl kalıyor, hedeflerini geciktirecek bir ayak bağına dönüşüyordu.
İki büyük aşkı vardı: eşi Sezen Hanım ve Sanat. Bu ikili, yaşamla kurduğu ilişkideki her şeyin imtiyazlılarıydı.
Dünyanın isabetli biçimde kavranabilmek için çok karmaşık olduğunu, akıl, duyu ya da duygularla bu kavramanın yapılamadığını, bu yüzden ne yapılması gerektiğine ilişkin güvenilir ve sadık kalınabilecek bir yolun olmadığını düşünürdü. Balkan Naci İslimyeli için her şey her an her türlü sonuca açıktı. Bu yaklaşım, sanattaki her çalışmasını ucu açık bir tasarılar silsilesine genişletti. Aklına gelen fikirleri fikri temasını koruyarak fakat her türlü tesadüflere de yer bırakarak resmetmeye girişir, yoğun üretim dönemlerinde birden çok resmi eşzamanlı olarak üretirdi. Beş altı aylık yoğun çalışma temposunun ardından fiziksel, zihinsel ve duygusal olarak neredeyse tükenir, kendisini nekahate bırakır, aklını yeni bir fikir kurcalayıncaya değin üretime ara vererek enerjisini geri toplardı. Resimlerinde gizlenmiş, örtülmüş, saklanmış, sır olarak kalmış kavramlara eğilmeyi sever, onları yakalamayı amaçlardı. Bununla beraber resimleri birer deşifrasyon olmazdı, sanatın herkesin dokunabileceği bir ölçeğe indirgenmesini istemezdi. Sanatın izleyicisini bir labirentin içine bırakması gerektiğini düşünürdü.
Sanatsal üretimi, kavramsal ve düşünsel bağlamda dünya çapındadır. Yakışıklılığı, nezaketi, karizması, bilgisi, görgüsü, yeteneği, çalışkanlığı, özverililiği, samimiyeti, eğitimi, deneyimleri çok sayıdaki niteliğinden ilk akla gelenleri. Belki projeleri yarım kaldı ama bize tamamlanmış bir Balkan Naci İslimyeli bıraktı.
Yalın Alpay
Mektup yazacaktım
Adresin,
Telefon edecektim
Numaran yok.
Diyecektim ki,
Yazarken Caravaggio kitabımı
Ekranda sesinden duyuverdim
Gözlerinde gördüm
400 yıl ötesinden
Bir ressam
Bir ressamı nasıl yaşarmış.
Senin gibi!
Zor olanda da o
Yarında yenilenirken
Yarınlarla yetinmemek
Bir çocuk gibi
Yarını bilmeden
Gülüşünle
Sesinle
Kendini her sefer
Yenilediğin resminle
Genç kalabilmek.
Senin gibi genç kalsın
Gençliklerini yaşattığın
Öğrencilerinle Sezen’in.
Gündüz Vassaf
Brighton, 23 Nisan, 2022
Balkan Naci’yi eserlerinden önce tanıdığımı itiraf etmeliyim. Sanırım bir çoğunuz için tersi olmuştur.
Eserlerini, bu ilk tanışmadan sonra gittiğim sergilerde gördüm. İlki Nişantaşı galerilerinden birindeydi, yanlış hatırlamıyorsam. Sonra hiçbir sergisini kaçırmadık. 2017’de Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Tophane-i Amire Kültür Sanat Merkezinin Beş Kubbe ve Tek Kubbe’den oluşan o güzel atmosferinde açılan “Hatırla” sergisi ise tüm yaşamına ve eserlerine bir resmi geçit gibiydi.
O ilk sergiden 2017’ye yolculukta dikkatimizi çekenlerden biri, Balkan’ın kendi bedeni ve yüzünü bir tuval gibi büyük bir cesaret ve özgüvenle eserlerinde kullanması olmuştu. Seval ile bunu aramızda çok konuştuğumuzu hatırlıyorum. Bedenini ve yüzünü seviyordu, bunu biliyorduk. Bakımına, giyimine özen gösterirdi. Neredeyse 20 yılı aşkın her mevsim buluşmalarımız, uzun ve kısa yolculuklarımız ya da bir Mavi Yolculuk teknesinde geçirdiğimiz daracık zamanlar, tanığımız. Her sanatçı biraz narsisttir diye konuşurduk. Ama sanatçının kendi yüzünü, bedenini sanatının objesi haline getirmesi, bir beğeniden ibaret olabilir miydi yalnızca? Hele Balkan’ı tanıdıkça. O olağanüstü üretim yeteneğine, bir tanrı vergisi de sayılabilecek estetik anlayışına, sadece plastik sanatlar değil, şiirden edebiyata, değme film eleştirmenlerine taş çıkartacak görsel sanatlar birikimine şahitlik edip, bir o kadar da mütevazı, sorumluluk ve toplumsal duyarlılığı yüksek yaşam anlayışına tanık olduktan sonra…
“Hatırla” sergisini kurgularken 45 yıllık üretiminden seçtiği ve büyük bölümü kendi koleksiyonunda olan eserlerini, 10 tema üzerinden bir araya getirmişti. O temaların tamamı, Balkan’ı ve sanatını tanımak için de bir rehber aslında. İlk tema, “Onlar artık burada yaşamıyor.” Yani sürgün, yerinden etme gibi çağımızın en önemli sorunlarından biri. Kendisi de bir sürgün çocuğu, yerinden edilmiş bir ailenin ferdi olmasına rağmen, çubuğu tersine bükme cesareti ve duyarlılığı gösterir bu temayı tanımlarken. “Her giden, bizden bir parça da götürür” diyerek. “Her suç bizim suçumuzdur”, “Her bakış, bir yansımadır”, “Yazımız, yargımızdır”, “Her yol, kendimize çıkar”, “Her yüz, bizim yüzümüzdür”… Temalar uzar gider.
Ve serginin merkezine de, iki omuzunda kalın halatlarla bağlanmış iki kalın defter olan bir insan bedenini koyar. Birinde sevap, ötekinde günahların yazılı olduğu.
O sergiyi gezdikten sonra, yapıtlarına bedeni ve yüzünü yerleştirme cesaretinin ardında, işte bu temalarda da ifadesini bulan duyarlılık ve sorumluluk anlayışının yattığını anladım.
Hiçbir şeyden, olan biten hiçbir gelişmeden kendini bağımsız kılmama, azade tutmama, suça da, günaha da, sevaba da ortak etme anlayışı. Tüm yükü omuzlarında hissedebilme duyarlılığı…
Hele de içinde yaşadığımız bugünlerde nasıl da ihtiyacımız var böylesine.
İyi ki Sezen’le yollarımız kesişmiş. Benim 20 yıllık koro arkadaşım. Her buluşmamızda, her sofrada birlikte çalıp söyledik. Balkan’ı Sezenle tanıdık. Sesi de güzeldi Balkan’ın. Şarkı repertuvarı da bayağı sıkıydı. Güzel günler geçirdik. İyi yaşadı. Son günlerine kadar. Eminim pamuklar içinde.
Son yüz yüze buluşmamız 2020 yazıydı, Burgaz’da. Son meyhane buluşmamız ise Beyoğlu Hasır’da.
Bir yıldır uzaktık. O kadar yakın olmamıza rağmen. Hastalığını herkesten saklamışlardı Sezenle. En yakınlarından bile. Hissediyorduk. Sorularımıza doyurucu karşılık bulamıyorduk. Ama kondurmuyorduk da; kondurmak istemiyorduk belki. İstanbul’dan güneye yola çıktığımız gün, direksiyon başında düştü o elim haber önümüze.
Bir tokat gibi.
Bu dünyadan bir Balkan geçti…
Halim Bulutoğlu
Yayınlanma Tarihi: 04 Mayıs 2022 / Son Güncellenme: 05 Mayıs 2022
Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.
Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.
Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.