Paylaş
Tüm Sayılar      2025      Sayı 244 – Ekim 2025      Beş Bin Yıl Önce Başlayan Kesintisiz Seyir: Rüzgârın Sırrı

Beş Bin Yıl Önce Başlayan Kesintisiz Seyir: Rüzgârın Sırrı


Deniz, sınırları olmayan, sonsuzluk hissi veren ve kaybolmuşu yutmaya hazır bir boşluktur.

Günümüzden binlerce yıl önce denizciler, bu bilinmezlikte yollarını nasıl buluyorlardı? Neydi onları bunca zorluğa rağmen denizlere çeken? Seyirlere durgun sularda başladılar; yüzen kütükler ve şişirilmiş hayvan tulumlarıyla. Sonra kürek çekmeye başladılar ve karalardan biraz daha uzaklaşmak mümkün oldu. Ve nihayet yelken keşfedildi. Bu keşif, denizciliği tarihin en önemli belirleyicisi hâline getirdi. İnsanlar, ilk kez kendi kas güçlerinden başka bir güce kumanda etmeyi başardılar: Rüzgârı kullanarak ufukta görünmeyeni keşfetmek üzere limanlardan demir aldılar. Bu öyle bir keşifti ki, binlerce yıl boyunca kesintisiz bir şekilde, insanları, kültürleri, malları ve tabii ki aşkları en uzak limanlara taşıdı. Braudel’in de dediği gibi, denizleri birer sıvı ova hâline getirdi.

360 DERECE TARİH ARAŞTIRMALARI DERNEĞİ

Arkeologlar, tarihçiler, denizciler, mühendisler, tekne ustaları ve deniz gönüllülerinden oluşan 360 Derece Tarih Araştırmaları Derneği 2004 yılında İzmir-Urla’da kuruldu ve ülkemizin zengin tarihini kendi insanımıza ve dünyaya tanıtmak amacıyla deniz tarihi, deniz arkeolojisiyle ilgili araştırmaları ‘’Deneysel Arkeoloji’’ başlığı ile yapmayı sürdürüyor. Dernek bu araştırmalar ile ortaya çıkan sonuçları, yeniden canlandırma projeleri, belgesel film, sergi, yayın, panel, konferans gibi etkinliklerle sunuyor.

“Neden Deneysel Arkeoloji?

Gerek dünyada gerekse ülkemizde, klasik arkeolojiye kıyasla daha yeni bir disiplin olan deniz arkeolojisi, son yıllarda gelişmeye başlamıştır. Bu alanla ilgili uygulamalar, deneysel arkeoloji, arkeoloji ve insan arasındaki bağları ortaya çıkararak, bizlere ortak çalışabileceğimiz bir çerçeve sunmuştur. Ne var ki, bugün üniversitelerimizde bu alana özgü bölümlerin olmayışı ve yetişmiş uzmanların azlığı, bizleri akademik kurumların dışında, bir dernek çatısı altında bir araya getirmiştir. Modern tarih yazımında, farklı bilimsel disiplinlerden gelen uzmanların ve meraklı kişilerin oluşturduğu ekipler önemli bir yer tutmaktadır. Bizler de benzer bir yaklaşım izleyerek, aynı tutkuyu paylaşan bir ekibi oluşturma yoluna gittik. İşte bu ihtiyaç ve arayış, 360 Derece Tarih Araştırmaları Derneği’nin yirmi bir yıl önce kurulmasına vesile oldu.”

‘’Nautic’’ kavramının dilimizde tam karşılığı yok. İçeriği itibarı ile bakıldığında, denizin kendisi dahil olmak üzere, antik tekneler, batıklar, antik tekne yapım teknolojileri, antik navigasyon (yön bulma, sevk ve idare) dönemin yürütücü gücü olan yelken ve kürekler, antik limanlar, antik rotalar, gemi yükleri, kaptanlar, tayfalar, dönemin gemi yaşamı bu terimin kapsamını oluşturuyor ve tüm bunlar insanlığın dönem içindeki bağlarını konu ediyor ve bizi bilinen klasik kara arkeolojisinden farklı bir yere götürüyor. Bu terimler, yaklaşık son otuz beş-kırk yıldır, bilimsel bir yapılanma içinde daha çok “sualtı arkeolojisi” kavramı altında ele alınmıştır. Yani, terminolojiye ‘’sualtı’’ kelimesi hâkim oldu.  Gemilerin bir zaman yüzdüğü, insanlık kültürünün en önemli alışverişlerinin yapıldığı limanların varlığı bugün bile yapılması zor olan açık deniz rotaları ve navigasyon teknikleri büyük oranda göz ardı edildi.  Genellikle yayınlarda göze çarpan, ‘’yıldızlara bakarak yön buluyorlardı, yelkenlerini açıyorlardı, gidiyorlardı’’   şeklinde ifadelerdi.

Deneysel arkeoloji olayın bu boyutunda devreye girdi. Denemek artık bir gereklilik idi. Hem yukarıda saydığımız, aslında çok daha fazla olan nedenden ve hem de arkeolojinin tarih ve diğer sosyal bilimlerle olan direk ilişkisinden ki biz buna insan bağları diyoruz, deneysellik bir özellik olmaktan çıkıp, artık arkeolojinin kendisi oldu. Deney ve sonuç ilişkisinin, bilimsel bilginin temelini oluşturması ve bu konudaki gerekliliği ve vazgeçilmezliği bunu zorunlu kıldı.

Önümüze çıkan bir ana kavram da çok disiplinliliktir.  Özellikle deniz arkeolojisinde, örneğin antik tekne yapım teknolojilerini incelerken tekne imalatçıları ve mühendislerle, antik navigasyon bilgilerinde astrofizik ve uzay bilimcilerle, antik rotaları incelerken oşinograf ve denizcilerle görüşmeden, (bu örnekler daha çoğalabilir) onların bilgilerine başvurmadan bu konuda tez geliştirmek, sonuçlara varmaya çalışmak son derece hatalı olacaktı. Bu anlayış tarih yazımını da etkilediğinde ciddi bilimsel hatalar ortaya çıkacaktı. Yani artık eskinin aksine uzmanlardan kurulu bir ekip olmak kaçınılmazdı.

Ve bu anlayış çerçevesinde yirmi bir yıldır 360 Derece Tarih Araştırmaları Derneği bir çok çalışma yaptı.

 

  • Uluburun II Reanimasyon Projesi
  • Foça-Marsilya Tarihe Yolculuk Projesi
  • İzmir Kayıkları Projesi
  • Kiklad Kayıkları Projesi
  • Antik Dönemde Çıpalar ve Demirleme
  • Saz Tekne
  • Kütük Tekne
  • Kaş Sualtı Arkeoparkı
  • Mordoğan Yapay Resif ve Sualtı Arkeoparkı
  • Andriake Limanı Canlandırma Projesi (Likya Medeniyetleri Müzesi)
  • Alanya Tersanesi Canlandırma Projesi
  • Fenike Tekneleri Canlandırma Projesi
  • www.360derece.info

SON PROJEMİZ FENİKE TEKNELERİ

CANLANDIRMA PROJESİ

Homeros’un Rüzgarıyla Tarihe Yolculuk

Desen Osman Erkurt

360 Derece Tarih Araştırmaları Derneği, Homeros’un Odysseia destanında anlatılan epik deniz yolculuğunu, antik çağ teknikleriyle yeniden inşa edilen bir gemiyle hayata geçirdi. Bu özgün proje, yalnızca mitolojik bir güzergâhı takip etmekle kalmıyor, aynı zamanda tarih, kültür ve sürdürülebilirliğin buluştuğu çok katmanlı bir anlatı sunuyor. Kavela-zıvana tekniğiyle, hiç çivi kullanılmadan inşa edilen bu geleneksel tekne; başındaki at figürüyle ayrışan, rüzgârla süzülen yelkeniyle insanlığın ortak mirasını taşıyor.  Ege Denizi’nde başlayan bu yolculuk, geçmişin izlerini günümüzle buluşturmayı amaçlıyor. On yıl süren Truva Savaşı’nın ardından Akdeniz uygarlıkları için karanlık çağlar başlamış, yazı unutulmuş, medeniyet çöküşün eşiğine gelmişti. İşte bu dönemde, Homeros’un hayalinde bir yolculuk doğdu: Truva’ya, Bozcaada’ya giderek büyük savaşı yerinde anlamak, ozanlardan dinlemek ve bu hikâyeyi ölümsüzleştirmek. Dünya edebiyatının temellerini atacak olan bu epik anlatı, bir tekneye ihtiyaç duyuyordu. Ama herhangi bir tekneye değil. Başında barışı simgeleyen at başı figürü olan, hem yelkenle hem kürekle yol alabilen, alfabenin taşıyıcısı bir tekneye.

Bu yolculuk yalnızca tarihsel bir canlandırma değil, aynı zamanda geçmişin mirasıyla geleceğin vizyonunu birleştiren bir çağrıdır. Savaşın karanlığından barışın ve bilginin ışığına yapılan bir geçiştir. İlyada Destanı’nda anlatılan ve Atinalılar tarafından Troya kıyılarına bırakılan tahta at figürünün, aslında dönemin denizcilik geleneğinde yer alan at başlı Hippoi teknelerinden biri olabileceğini düşünüyoruz. Homeros’un hayalini bugünün dünyasında yeniden kurmak ve geçmişin bilgeliğini geleceğe taşımak için Ege’nin rüzgârına ve ozanların sesine kulak veriyoruz. Bu yolculuk, yalnızca bir rota değil; bir kültür, bir hafıza ve bir medeniyet çağrısıdır.”

YOLCULUK

İlk suya iniş, her daim heyecan verir. Bizim nabzımız ise biraz daha hızlı atıyordu çünkü teknemizin türü olan Hippoi’yi, kimse üç bin beş yüz yıldır inşa etmemiş ve denize indirmemişti. 360 Derece Tarih Araştırma Derneği olarak, dört yıl süren arşiv ve tersane çalışmalarının ardından, antik çağlarda Akdeniz’de Hippoi olarak anılan teknemizi geçen hafta Ege’yle buluşturduk. “Kavela-zıvana” ve ‘’önce kabuk’’ yöntemi kullanarak inşa ettiğimiz gemide metal hiçbir aksam bulunmuyor.

Kavela- Zıvana

Bunu sizlere şöyle anlatmaya çalışalım: iki ahşap parçayı birbirine eklemek istiyorsunuz, ancak elinizde çivi, cıvata ya da vida benzeri bir bağlantı elemanı yok, sadece ahşabın kendisini kullanabilirsiniz. Bu zorluğun üstüne, üç bin yıldır kimsenin bu tekneyi inşa etmediğini ekleyin lütfen. Ardından, tekneyi bitirip, denize indirip, yelken, demirleme ve kürek denemeleri yapmanız gerekmekte. İşte bu zorlukların tümüne birden “deneysel arkeoloji” diyoruz ve dernek olarak da yapmaya çalıştığımız esas konu da bu. Hippoi denize indiğinde kaplamaları arasından su almaya başladı. Bu beklediğimiz bir durumdu. Her şey umduğumuz gibi giderse, yirmi dört saat içerisinde tahtalar şişecek ve içi kuru bir teknemiz olacaktı. Nitekim oldu da. Sonraki adımımız, teknemizin içine ağırlık/safra koymaktı. Bu sayede bir miktar daha denizin içerisine batıp, dengeli ve güvenli seyirler yapmayı hedefliyorduk. Ardından direğimizi diktik, yelkenlerimizi donattık. En büyük devrimlerden biri olan ve teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin bugün bile asla vazgeçemediğimiz, insanları, kültürleri, malları, hayvanları bir yerden diğerine taşıyan yelken

Ve Hippoi deneme seyrine hazır hale geldi, peki ya biz? Tüm ekip toplanmış, korku, heyecan, mutluluk, denizin çağrısı gibi duygularımızı kontrol altına almaya çalışıyor, bunu yapmak için gereken gücü birbirimizden alıyorduk. Kürek seyri ile başladık Ege’de yol almaya.

On kişinin asıldığı küreklerin teknemize dört knot sürat yaptırabildiğini kaydettik. Gayet iyi bir hızdı bu, ancak bir saatin ardından kollarımız şişti, avuç içlerimiz yandı, artık devam edemeyecektik ve ilk molamızı almak zorunda kaldık. Peki nasıl oluyordu da bizim İzmir Körfezi’nden dahi kürekle çıkmaya gücümüzün yetmediği gerçeği ortada dururken, örneğin Osmanlı Donanması İstanbul’dan kalkıp, yol üzerindeki adaları muhasara edip Malta’yı kuşatabiliyordu?

Yelken yardımı ile dediğinizi duyar gibiyim. Gelin biraz da yelkenden bahsedelim o halde. Günümüzden beş bin yıl önce, bakır ve kalayın karışımından elde edilen tunç, üretildiği çağa ismini vermişti. Bakır ülkemizde ve Kıbrıs’ta bol miktarda bulunuyordu. Ancak kalay Afganistan’dan çıkartılabiliyor ve kara yolu ile Doğu Akdeniz’e ulaşıp, dönemin tüm uygarlıklarına deniz yolu ile ulaştırılıyordu. Tüccarların bu zorlu yolculuğu, ancak yelken ile başarmaları mümkündü. Hippoimiz’in yelkenini basarken, tarihi okumuyor, yaşıyorduk. Tunç Çağının imalat bilgileri kullanılarak yapılmış bir teknede, antik denizcilerin duygularını hissetmeye çalışarak, o dönemin malzemeleri ile dokunmuş bir yelkeni fora ettik. Teknemiz, pupa dediğimiz arkamızdan gelen rüzgârda, modern tekneler kadar hızlı bir şekilde yol almaya başladı.  (ortalama beş deniz mili)

Rüzgârın istediği yöne doğru gitmek nispeten kolaydı. Ne zaman ki Hippoi’yi istediğimiz koordinata götürmeye çalıştık, gördük ki dümen aslında bizde değil doğadaymış. Daha çok çalışmamız lazımdı, keza Hippoi’yi bizden üç bin yıl önce kullanan denizciler istedikleri yönlere gidebilmeyi başarmışlardı.

Üç gün süren yolculuğumuz sonunda limana dönüp Hippoi’yi bağladığımızda, deneysel arkeoloji adına bir adım daha atmış olmanın mutluluğunu yaşıyorduk.  Yolculukla ilgili eleştiri ve özeleştiri yapmaya başladığımızda “Truva Atı olarak bilinen ve Truva kumsalına “hediye” olarak bıraktığı şey, aslında at değil de bir tekne miydi? Sorduk. Bizim teknemiz Hippoi’nin benzeri.

Truva atının aslında bir hediye tekne olması Homeros’un İlyada’sını bu gözle tekrar taradığımızda daha kabul edilebilir göründü. Destanda anlatıldığı gibi otuz askerin içinde saklanması mümkündü. Teknenin orta kısmında, altına girilebilecek bir güvertesi yoktu belki ama baş ve kıç güvertelerin altında gizlenmek için uygun alanlar vardı. Buna ek olarak, dört ayrı ayağı olan büyük bir tahta atı sürükleyip surların içine alabilmek, her yıl düzenli olarak karaya çekilip denize atılan bir tekneye göre çok daha zor olsa gerek. Şehrin kapıları, bahsedilen ölçülerde bir atın içeri alınması için yeterli yüksekliğe sahip değildi. Ancak Hippoi türünde bir tekne, kızaklar üzerinde rahatlıkla Truva’nın kapılarından geçebilirdi. Hippoi tekne tipi, tarih boyu vergi ya da hediye göndermek için kullanılmış bir gemi, bunu ikonografiden ve tarihi metinlerden biliyoruz. Sadece Fenikeliler değil, tüm Tunç Çağı medeniyetleri bu tekne tipolojisini benzer gerekçelerle kullanmışlar. Truvalılar da kumsallarında Yunanlılar’ın bıraktığı tekneyi gördüklerinde, bunu bir hediye olarak düşünüp, şehirlerinin içine almış olabilirler miydi? Hippo kelimesinin at anlamına geliyor olması, üç bin üç yüz yıldır hikayeyi farklı algılamamıza sebep olmuş olabilir miydi? Sorgulama, ilerlemenin ilk adımıydı ve 360 Derece Tarih Araştırma Derneği olarak bizim de en büyük itkilerimizden biriydi. Binlerce yıldır doğru kabul ettiğimiz bilgilerin bile yanlışlanabilmeye açık olması gerektiğini unutmamalıyız. Çünkü yeni sorular yeni fikirleri, yeni fikirler ise gelişimi doğurur. Hiç durmadan gelişebilmek ümidi ile…


Kaynaklar;

www.360derece.info

https://www.instagram.com


Yayınlanma Tarihi: 06 Ekim 2025  /  Son Güncellenme: 07 Ekim 2025


Bu yazı hakkında yazarımıza ve editörlerimize iletmek istedikleriniz mi var?
Aşağıdaki formu kullanarak kendisine ulaşabilirsiniz.
(Bu formdaki bilgiler, yazarımız ve editörlerimizin mail adreslerine iletilecektir.)


Çerezleri Yönetin!

Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.

Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.

Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.