Paylaş
Tüm Sayılar      2025      Sayı 244 – Ekim 2025      Sit ve Sakin Yaşam: Dolu Bir Deniz Kabuğunun Ritmi

Sit ve Sakin Yaşam: Dolu Bir Deniz Kabuğunun Ritmi

Burgazada Mahalle Meclisi katılımcısı


Adalar’ın kimliğini çözümlemek, sabit ve hareketli değerler arasındaki ince dengeyi kavramaktan geçer. Sit statüsü, bu coğrafyanın tarihsel ve doğal mirasını koruyan ağırbaşlı bir şemsiye gibidir; sakin yaşam kimliği ise aynı alanın gündelik ritmini, toplumsal alışkanlıklarını ve ekonomik damarlarını besleyen canlı bir akıştır. Bu iki yön, ekonomideki sabit sermaye ile hareketli sermaye arasındaki karşılıklı bağımlılık gibi, birbirinden ayrı düşünülemez. Koruma olmadan yaşamın ritmi anlamsızlaşır, ritim olmadan da korunan değerler zamanla boş bir deniz kabuğuna dönüşür.

Sit Statüsünün Katmanlı Kimliği

İstanbul Adaları, 2863 sayılı yasa ile tanımlanan “doğal ve kültürel sit alanı” kimliği sayesinde yalnızca bir coğrafi alan değil, aynı zamanda çok katmanlı bir kültürel peyzajdır. Burada kızılçam ormanlarının hışırtısı, göçmen kuşların rotası, maki bitki örtüsünün keskin kokusu doğal sitin temel taşlarını oluştururken, Rum, Ermeni, Yahudi ve Türk kültürlerinin yan yana ördüğü ahşap köşkler, taş yapılar, dini mekânlar ve mezarlıklar kültürel sitin ruhunu yaşatır. Bu dokular bir araya geldiğinde, Adalar yalnızca korunması gereken bir mekân değil, aynı zamanda toplumsal belleğin, aidiyetin ve sürekliliğin taşıyıcısı hâline gelir.

Metropol Baskısı ve Kırılganlık

Ancak sit statüsü tek başına yeterli değildir. İstanbul’a bu kadar yakın olmanın yarattığı baskı, Adalar’ın korunma çabasını sürekli sınar. Günübirlik turizmin kalabalıkları, hızlı tüketimin izleri ve metropolün hız kültürü bu adaları yalnızca fiziksel değil, ruhsal olarak da zorlamaktadır. Hızlı ulaşım ve artan ziyaretçi baskısı, taşıma kapasitesini aşarak hem ekosistemleri hem de toplumsal huzuru zedeler. Atık yönetiminde yaşanan kargaşa, taşıt trafiğindeki belirsizlikler ve turizmin düzensiz akışı, sit korumasının sağladığı kalkanın ötesine geçen sorunlar doğurur. Bu hız kültürü, köşkler korunsa da yaşamın hafızasını boşaltabilir; geriye müzeleşmiş, donuk yapılar kalabilir.

Umut Veren Model:

Sakin yaşam kavramı, yerel üretimi desteklemek, ekolojik tasarımları hayata geçirmek, atığı kaynağında ayrıştırmak, yağmur suyunu hasat etmek, bostanları ve küçük ölçekli üretimleri canlandırmak gibi çok yönlü politikalar içerir. Bu model, Adalar’da toplumsal dayanışmayı yeniden güçlendirebilir, ekonomik düzeni kısa vadeli değil, uzun vadeli, nitelikli bir çerçeveye oturtabilir. Ancak bu dönüşüm yalnızca bir unvan olarak benimsenirse sahici olmayacak, toplumsal uzlaşı, bilinçlendirme ve ortak vizyon süreçleriyle desteklenmezse hız kültürünün gölgesi yine baskın çıkacaktır.

Sakin Yaşam Kimliğinin Sınırları

Sakinlik kavramı tek başına yeterli değildir. Bugün Adalar’a uluslararası bir kurum tarafından sakin yaşam statüsü verilse, ertesi günün akışında hemen bir dönüşüm gerçekleşmez. Örneğin bu karar, ada esnafı için anlamlı bir karşılık bulmayabilir. Esnaf kısa vadede çoğunlukla hızlı tüketimden, hızlı tempodan kazanç sağlar. Oysa bu eğilim ada kimliğiyle derin bir çelişki taşır. Sakin yaşam anlayışı ise sabır gerektiren, uzun vadede sürdürülebilirliği ve nitelikli olanı öne çıkaran bir bakış sunar. Bu nedenle ada esnafının da başlangıçta cazip görünmeyen bu yaklaşımın kendi yararına olacağını zamanla kavraması gerekir. Bilincin oluşması ise yalnızca bir etiketle değil, katılımcı süreçlerle, eğitimle ve yerel yönetimlerin kararlı iradesiyle mümkündür.

Yabancılaşma Riski

Sakin yaşam yaklaşımının en önemli risklerinden biri, kavramın içinin boşaltılması ve bir “etiket siyasetine” indirgenmesidir. Kavram, hız kültürüne karşı toplumsal bir direnç alanı yaratması gerekirken; popülist politikaların ya da turizm pazarlamasının bir süsüne dönüşebilir. Bu durumda “yavaşlık” felsefesi, bizzat hızın ve tüketimin parçası hâline gelerek kendi karşıtına hizmet eder.

Adalar özelinde yabancılaşma iki boyutta kendini gösterebilir:

  • Yaşamsal yabancılaşma: Yerel halk, günlük hayatında sakinlik ilkesini hissetmediğinde kavram onlara dışsal bir gösteri gibi görünür. Kafe ve restoranlarda artan hız, günübirlik ziyaretçi baskısı ve ticari yönelimler ada sakinlerini kendi mekânlarında misafir gibi hissettirebilir.
  • Kültürel yabancılaşma: “Sakin yaşam” etiketi turizm broşürlerinde ya da siyasi vaatlerde kullanıldığında, ada kimliği bir vitrin malzemesine dönüşür. Sit statüsü ile korunan kültürel miras, yaşayan bir bellek olmaktan çıkar; tüketilen bir imgeye indirgenir.

Bu yabancılaşmayı önlemenin yolu, sakin yaşam anlayışını sit kimliğiyle birlikte düşünmekten geçer. Sit statüsü mekânın sabitlerini korurken, sakinlik ilkesi toplumsal ritmi düzenler. İkisi birlikte ele alındığında, kavram yalnızca sembolik bir etiket olmaktan çıkarak gerçek bir dönüşüm aracına dönüşebilir.

Planlama ve Yönetimde Bütüncül Yaklaşım

Her şeye rağmen sakin yaşam felsefesi çok kıymetlidir. Bunun, yerel yönetimlerin sözlü taahhütlerine değil, somut planlama kararlarına eklenmesi hayati önemdedir. Çünkü bu durumda sit alanı kavramının hukuki ağırlığının yanına, Adalar’ın ritmi ve sakinliğin temposu da eklenmiş olur. Böylece ulaşım, atık yönetimi, enerji kullanımı gibi alanlarda yalnızca korunacak bir mekân değil, aynı zamanda korunacak bir yaşam biçimi de tarif edilmiş olur.

Hızlı Olması Gereken Şeylerin Yavaşlığı

Adalar’da en büyük çelişkilerden biri, hızlı ve kararlı biçimde ilerlemesi gereken süreçlerin ağır aksak, hatta kimi zaman tamamen tıkanmış olmasıdır. Ada kimliğine uygun koruma planlarının hazırlanması, buna uyumlu ulaşım sisteminin kurulması gerekirken; tam tersine bir kakofoni yaşanıyor. Bir alanda “UKOME yetkili değildir” denirken, başka bir alanda UKOME kararları işletiliyor. Bu belirsizlik içinde mahkemelerin yavaş işleyişi, yıllara yayılan davalar ada kimliğini korumak yerine kurumsal bir kördüğüm yaratıyor.

Oysa deprem gibi çok hızlı ve sert vuracak bir tehlike karşısında, Adalar’da hâlâ kapsamlı bir önlem planı oluşturulamamış durumda. Hızlı olması gereken hazırlıklar sürüncemede kalıyor, kimi zaman hiç başlamıyor. Bu yavaşlık yalnızca hukuki ve teknik süreçlerin hantallığından değil, kurumlar arasındaki emrivakilerle işleyen yönetim tarzından da besleniyor.

Gerçek dönüşüm, hızlı karar almayı değil doğru yerde hızlanmayı, doğru yerde yavaşlamayı gerektirir: Deprem önlemleri, planlama kararları ve yasal belirsizliklerin çözümü hızlı ilerlemeli, turizm baskısı, tüketim alışkanlıkları ve mekânsal müdahaleler ise yavaşlamalıdır.

Sonuç

Sonuçta Adalar hem kırılgan hem dirençli bir yapıya sahiptir. Kırılgandır çünkü metropol baskısına, hız kültürüne ve yanlış yönetime karşı savunmasızdır. Ama aynı zamanda dirençlidir çünkü kültürel belleği, doğası ve toplumsal ritmi hâlâ güçlü damarlar hâlinde akmaktadır. Eğer bu damarlar iyi korunur, sakinliğin inceliği ile sit kimliğinin ağırlığı birlikte taşınabilirse, Adalar hem bugünün baskılarına hem de yarının belirsizliklerine karşı ayakta kalabilecek bir mekânsal gelecek kurabilir.


Yayınlanma Tarihi: 06 Ekim 2025  /  Son Güncellenme: 07 Ekim 2025


Bu yazı hakkında yazarımıza ve editörlerimize iletmek istedikleriniz mi var?
Aşağıdaki formu kullanarak kendisine ulaşabilirsiniz.
(Bu formdaki bilgiler, yazarımız ve editörlerimizin mail adreslerine iletilecektir.)


Çerezleri Yönetin!

Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.

Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.

Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.