Yayınlanma Tarihi: 01 Nisan 2022 / Son Güncellenme: 02 Nisan 2022
Fırıncı Niko, madam Ortans, polis Ahmet, kitapçı Hiristofi, terzi Leyla, futbolcu Lefter, ressam Tiraje Dikmen, Faytoncu Abbas, sinemalar, plajlar, gazinolar, San Pasifico, Surp Asdvadzadzin Verapokhum, Hamidiye, Aya Dimitri, Hesed Le Avraam…
Kimi zaman sürgün yeri, çoğu zaman şairlere ilham, filmlere ve aşıklara mekan Büyükada.
Adayı yaşayanlar için Büyükada’nın her mevsim, hatta her ayının kokusu, sesi ve rengi farklıdır. Denizin, dalgaların, rüzgarların, martıların, kedilerin, vapurların sesi. Yaprakların hışırtısı…
Son birkaç yıldır komplo teorileri, ulaşım problemleri, faytonlar, atlar, işgal haberleriyle gündem olan Büyükada’nın son 70 yılını Rita hanımla dolaşacağız.
Rita Basmacı. Yedi göbek İstanbullu bir aileden. Dedesi hekim. Adaya gelmek de hekim dedenin hekim arkadaşlarının tavsiyesiymiş, uygun mahal de söylenmiş tabii.
Ne Maden, ne de Nizam, orta yerde yaşanacak! Aile çoluk çocuk 1950’de Büyükada’ya geliyor, Aydoğdu sokak, Numara 11’e yerleşiyorlar. Artık Mayıs’ta sezon açılıyor, 29 Ekim Cumhuriyet bayramında kapanıyor.
Yani “yazlıkçı” oluyorlar. Halen de yazlıkçı. Adalılar önce ikiye ayrılır; yazlıkçılar, yaz-kış oturanlar. Rita hanım sadece iki yıl yaz-kış oturmuş adada. Evlenince.
“Adada Türkler, Rumlar, Ermeniler, Museviler hep birlikteydik. Sokaklarda bütün dilleri duyardınız. Neredeyse iç içe yaşardık. Dostluk, arkadaşlık vardı ve herkes birbirine saygı gösterirdi.
“Karma evlilikler çok olurdu. Özellikle Müslüman ve Rum evlilikleri. Bu evlilikler bazen tepki görse de sonunda tatlıya bağlanırdı. Kız kardeşim bir Müslümanla evlendi mesela ve biz onu çok severdik.”
Biz sorduk, Rita hanım anlattı.
Çarşıdan başlayalım mı?
Adanın iki fırınından biri Zağanospaşa’nın orada, diğeri de şimdiki Dolci’nin yerindeydi. Fırıncı Niko Rum, sevgilisi Varduhi Ermeni. Aileler izin vermeyince 50 yıl beklediler. Evlendikten sonra dükkanı yanlarında çalışan Hüseyin’e bırakıp Yunanistan’a göç etmişler.
Madam Ortans’ın pastanesi bugünkü Prenses Oteli’nin yerinde, özellikle milföyü ünlüydü. Yazarların, sanatçıların yeriydi. Ankara Pastanesi ve İnci Profiterol’ü de unutmamak gerek, ki sonuncusunun ömrü pek uzun olamamıştı.
İskele çıkışında Kuyumcu Kalust ile saatçi yan yanaydı. Şimdiki Yalovalı Kardeşler’in karşı köşesinde Mösyö Vangel peynir ve süt satardı. Rum’du.
Rum bakkal, Laz bakkal, Ahmet bakkal, birkaç kasap, Museviler için de ayrıca kaşer kasap. Çok pahalı olduğu için, et ya da başka alışverişler için adres belli: Kartal ve Pendik. Ada vapuruna binmeden önceki son durak da Kağıt kebapçıydı.
Türk esnaf Karadenizli, faytoncular Malatyalı. 70ler, 80lerde de Kürt esnaf da çarşıda yerini aldı. Balıkçı çok tabii. Hemen hepsi balık yanında sarı erik de satardı.
Neden? Çünkü, Museviler kayabalığını bol erikle pişirirdi.
Şimdiki Milano lokantasının yerinde Selek lokantası vardı. Sahibi Ermeni’ydi. Dedem her yıl orada yemek verirdi. Tuzda balığı çok ünlüydü Selek’in.
Sebzeleri at üstünde Arnavut sebzecimiz getirirdi. Şimdiki Yıldızlar Oteli’nin yerinde Suat Bey’in kahvesinde güzellik yarışmaları yapılırdı. Suna Soley’in “Ada güzeli” seçildiği yarışmayı hatırlıyorum.
İsa Tepesi’ndeki gazinoyu iki Rum kadın çalıştırıyordu. Muska böreği ve bira satarlardı. Manastır’ın altındaki kır kahvesine de kuzu çevirmeye giderdik. Biz kızlar yiyip içtikten sonra korkmadan gece yarısı evlerimize dönerdik.
Aya Yorgi’nin yolu topraktı o zaman. Bir de şimdiki pazarın olduğu yerde ve Aya Nikola’nın altındaki Yakup’un bostanına maydanoz toplamaya giderdik.
Elektrik, su, bekçiler, polisler, itfaiye, çöpler?
Elektrik kısıtlı, sokak lambaları iki sokakta bir. Korku yok. Bekçilerimizin, polislerimizin hepsini ismen tanırdık. Özellikle Ahmet Bey’i herkes bilirdi. Üç karakol vardı. Biri Nizam’da Değirmen’in köşesinde, biri Maden’de.
Hırsızlık olmazdı. Bisikletlerimiz kapıda dururdu. Camlar, kapılar hep açıktı. Ufak tefek şeyler olursa da vapurlar durdurulup arama yapılırdı.
Suyumuz vapurla gelirdi. Gelen su pompayla yukarı verilir, oradan evlere dağıtılırdı. Vapuru dört gözle beklerdik. Hatta bunun için çoğu evde dürbün vardı. Uzaktan görününce herkese haber verirdik.
Tabii İtfaiyemiz de vardı. Bazen ahşap evler yanardı. İmar izni almak içindi sanırım. Çöpler atlı arabalarla toplanırdı ve her sokakta çöpçüler dolaşırdı. Ada tertemizdi.
Adamız her zaman çok ağaçlı ve renkliydi. Çam ormanları, akasyalar, serviler, salkım söğüt, mimoza, ıhlamur, iğde, tespih ağacı, yasemin… Yeşil, sarı, mor, beyaz açarlardı. Hele ki güller…
Ada rüzgarı estiğinde tüm adamız misler gibi kokardı. Kışın kar yağdığında ise çam ağaçlarının güzelliğine bakmaya doyamazdık.
Bu renklilik çocuklara da harçlık kapısıydı. Vapur saatinde adanın çocukları kabaklara ufak çubuklarla yasemin saplarlar; çam iğnelerine yine yasemin takarlar, papatyadan taç yaparlar ve bunları vapurdan inenlere satarlardı. Tabii Şubat – Mart aylarında da mimozaları.
Vapurlar nasıldı? Fenerbahçe, şimdi Koç müzesinde, yeniden sefere çıkmak üzere restore edilen Paşabahçe vapurları mesela, hatırlıyor musunuz?
Tabii Paşabahçe ve Fenerbahçe çok ünlüydüler. Ve vapurların içinde bar vardı, içki satılırdı. Vapurda herkes birbirini tanır, adanın yerlileri lüks mevkide otururdu. Ada vapurları çok azdı. Şimdiki gibi motorlar da yoktu.
Kaptanlar bir yaz önce çımacı olup ertesi yıl kaptan köşkünde otururdu. Bu yüzden de vapur kazaları fazlaydı.
Ada içinde ulaşım fayton ve bisikletle sağlanırdı. Otuz kadar fayton vardı. Faytoncuların hemen hepsini ismen tanırdık. Çoğu Malatyalı veya Erzincanlı’ydı. Bazı ailelerin tek atlı özel faytonları ve kendi ahırları vardı. Şakir Paşa ailesi ve Hacıbekir ailesi gibi…
Sağlık hizmeti?
Adada sağlık hizmeti hemen hemen hiç yoktu. Rum bir çocuk doktoru, bir de Tıp eğitimini tamamlamamış, adalıların Dr. Çat’ı. Adalılar yine de ufak tefek hastalıklarda Dr. Çat’a ilaç sorarlardı.
Horoz Reis, yani Berç Yetvart acil durumda, doğumlarda gece gündüz demez ufak teknesiyle hastaları karşı tarafa hastaneye taşırdı. Hiçbir zaman ücret de almazdı. Adada çok sevilir ve sayılırdı. Şimdi de parkına gidip oturuyoruz.
Okullar?
Okula arkadaşlarla toplu olarak vapurla gider, yine topluca dönerdik. Benim okulum Taksim’deki Ermeni okuluydu. Çok önceleri Büyükada’da da bir Ermeni okulu varmış. Çınar Meydanı’nda, Alparslan ve Zağanospaşa’nın kesiştiği yerde. Ahşap ve taş olmak üzere iki binadan oluşuyormuş. 1940’lı yıllarda kapanmış. Şimdi yalnız taş duvarı duruyor.
Okul kapanınca buradaki öğrenciler Nizam’daki Saint Antoine Fransız Okulu’na gitmişler. Eski kaymakamlık karşısındaki iki yandan merdivenli bina. Fransa Elçiliği’nin yazlığıymış, sonra okul olmuş. Okula daha çok azınlık öğrenciler gidiyormuş. Bunun dışında bir Rum okulu, bir de Kadıyoran’da Türk okulunu hatırlıyorum.
Farklı inanç gruplarından toplulukların bir arada yaşadığı bir yerde ibadethanelerin durumu nasıldı?
Camiye de, kiliseye de, sinagoga da giderdik. Adada iki cami vardı. Nizam Camii ve Hamidiye Camii. Hamidiye Camii’ni Balyan ailesi yapmış.
San Pasifico Latin Katolik Kilisesi, Nizam’daki Surp Asdvadzadzin Verapokhum Ermeni Katolik Kilisesi, Aya Dimitri Ortodoks Kilisesi, Aya Yorgi Manastırı, Maden’de Hesed Le Avraam Sinagogu.
Biz çocuklar hemen hepsine giderdik. Özellikle sinagogda çok tören olur, poğaçalar dağıtılırdı. Poğaça yemeğe giderdik.
Ya eğlence?
En büyük eğlencemiz denizdi tabii. Her sabah saat 11’de Faytoncu Abbas bizi evlerimizden alıp Değirmen plajına götürür, 14:00’de yine evlerimize bırakırdı.
Öğleden sonra beş gibi buluşup kızlı oğlanlı volta atardık. Buluşmalar ya Saat Meydanı veya iskelenin köşesindeki kitapçı Hristafi’nin önünde olurdu. İskeleye inerken çok şık giyinilirdi. Biz çocuklar da en güzel giysilerimizi giyerdik. Adanın dört terzisi vardı. Yazlık keten, saten giysiler onlara diktirilirdi. En meşhuru da Terzi Leyla hanım idi.
Hristafi’den başka çarşı içindeki Şükrü ve İş Bankası’nın karşı köşesinde Kitapçı Ahmet vardı. Kitapçı Ahmet’ten kiralık romanlar alırdık; Muazzez Tahsin, Kerime Nadir falan.
Akşamları minderlerimiz ve çekirdeklerimizle sinemaya giderdik; Splendid’in hemen altında Mehtap, Yeni Sinema, bir de Lale Sineması.
70lerde şimdiki Yekta Apartmanı’nın olduğu yer diskotekti. Akşamları bazen aslında Heybeli’de oturan İnönü ailesi de buraya gelirdi.
Bir de Anadolu Kulübü tabii. Oraya varlıklı insanlar gelirdi. Sık sık balolar olurdu. Biz de şimdi Kahve Dünyası olan yerde toplanır, onları seyrederdik. Seferoğulları plaj ve gazinosuna gidilirdi. Özellikle cumartesi akşamları dans ve yemek için.
Biz çocuklar için en unutulmaz yerlerden biri de şimdiki hastanenin olduğu yerde kurulan Cambazhaneydi.
Bayramlar?
Gerek milli gerek dini bayramlar çok coşkulu kutlanırdı. Kabotaj ve cumhuriyet bayramlarında Heybeli’den bahriyeliler gelir, bando mızıka çalarlardı. Törenler iskele meydanında yapılırdı. Çok özel giysiler giyilirdi.
Kiliselerde de bayramlar kutlanırdı. 15 Ağustos’a en yakın Pazar günü biz Ermenilerin üzüm bayramı ( Meryem Ana Yortusu/ Surp Asdvadzadzin Bayramı) olurdu. Rumların üzüm bayramı 6 Ağustos’tu. İskeleden çok şık giysili ve şapkalı kadınlar çıkınca anlardık ki, o gün 6 Ağustos. Özellikle Rumlar çok güzel giyinirdi.
Bayramlarda ve dini günlerde herkes birbirine saygılıydı. Museviler Ramazan ayında eti bile iftardan sonra pişirirdi.
Adanın ünlüleri?
Adada her milletten birçok köklü aile yaşardı. Seferoğulları, Rum bir aileydi. Maalesef 1964’te gittiler. Şakir Paşa Ailesi, Hacıbekir Ailesi, Rıza Derviş aileleri, Ermeni Becidyan ve Hıntiryan aileleri. Şimdiki gibi o zaman da Hıntiryan’ın köşkü’ne ‘perili ev’ derler biz çocukları korkuturlardı.
Şimdi kütüphanenin olduğu köşkte sinema oyuncusu Ahmet Tarık Tekçe ve gazeteci kardeşi Cemil Tekçe oturuyordu.
Futbolcu Lefter, ressam Tiraje Dikmen, ilk güzellik kraliçesi Feriha Tevfik de adada yaşardı. Bir de adanın delikanlıları vardı. Özellikle dışarından gelenlere karşı adalıları koruyan; Hatay, Yalın, Fahri. Bunlar ve adanın erkekleri genellikle Yüksek Kahve’de otururlardı.
Adadan göç?
Rumların ilk göçü 6-7 Eylül 1955’ten sonra oldu. Biz adada değildik ama teknelerle dışarıdan gelenlerden ada halkını rahatsız edenler olmuş.
Esas adaya darbe vuran göç 1964’te oldu. Yunan uyruklular bir gecede her şeylerini burada bırakıp ülkeyi terk etmek zorunda bırakıldılar. Bazıları evlerini, dükkanlarını güvendikleri adalılara, bazıları da Türk tebaalı Rumlara emanet bıraktı, özellikle eşleri Rum olanlara.
Böylece eşi Rum olanlar ve avukatlar zenginleşti. Bir kısım mülkler de Milli Emlak’a kaldı. Rumların evleri, dükkanları terekede satıldı. Alpaslan’da, Zağanos’ta, kısacası adanın her yerinde. Benim tanıdıklarımın evleri de vardı içlerinde. Dediğim gibi daha çok avukatlar alıp başkalarına sattı.
Rumlar ağlayarak terk ettiler doğup büyüdükleri adayı. Rumlar gidince Museviler ağırlıkta oldu adada. Yavaş yavaş, şimdi de Museviler evlerini satıp gidiyor, ne yazık ki. Artık tersine göç oluyor. Sağdan soldan duyuyoruz, Arap ülkelerinden gelenler adada ev alıyormuş. Özellikle Rumların gidişiyle adanın neşesi soldu, zarafet ve şıklık yok oldu.
* Seyla Gülcihan Yalçındeniz, okuyor, geziyor, gözlüyor, arada da yazıyor. Adalı.
Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.
Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.
Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.