Paylaş
Tüm Sayılar      2022      Sayı 202 – Nisan 2022      Hüseyin Rahmi Gürpınar Müzesi

Hüseyin Rahmi Gürpınar Müzesi


Yazar Hüseyin Rahmi Gürpınar Heybeliadalı’ydı. Orada yaşadı ve orada hayata veda etti.(1864-1944). Mezarı Heybeliada’dır. Yazarlıktan kazandığı parayla 1911 yılında Heybeliada’daki köşkü yaptırdı. Ölümünden sonra mirasçıları evi İl Özel İdaresine sattılar. 2000 yılında kadar ev kendi halinde kaldı.

2000 yılında Heybeliadalı yazar Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın yaşadığı ev binbir emekle müze haline getirilmişti. Adalar’a yeni atanan Kaymakam Mustafa Farsakoğlu ve eşi Hatice’nin özel gayretlerinin müzenin ortaya çıkarılmasındaki rollerini de vurgulamak gerekir.

Adalar Vakfı’yla Kültür ve Turizm Bakanlığı arasındaki protokolle Vakıf, 13 yıl dar imkanlarla burayı açık tutmuştu. Küçük bakım ve onarımlar da yapmıştı. Binanın sahibi İl Özel İdaresi’nin kapatılması, geçiş ve devir sürecinin uzun sürmesi nedeniyle, ahşap binanın ihtiyaç duyduğu asıl restorasyon gecikti. Bakanlığın isteği üzerine 2017 yılı başlarında Adalar Vakfı ile İBB Müzeler Kütüphaneler Müdürlüğü arasında imzalanan protokol ve zabıtla bina ve eşyalar İBB’ye teslim edildi. Eşyalar konservasyon için İstanbul’a taşındı, halen de İBB kontrolünde. Ama Adalı’nın Aralık 2021 sayısında da anlatıldığı üzere, karmaşık bir idari süreç sonrası bina Vakıflar’a devredildi ve çalışmalar bütünüyle durdu. Bina çürümeye terkedilmiş görünümünde.

Edebiyat tarihimizin etkili isimlerinden, döneminin en çok okunan yazarlarından Hüseyin Rahmi Gürpınar Evi’nin bu durumda kalması hepimizin üzüntüsüydü. Adalıların, müzenin yeniden halka açık hale getirilmesi için harekete geçmesi önemliydi.

Henüz resmi bir açıklama olmamasına rağmen, ilgililerin Adalıların çağrılarına karşılık verdikleri ve duyarlılık gösterdikleri duyumları alıyoruz. Olumlu gelişmeler olduğu, müzenin yeniden açılmasına ilişkin adımlar atıldığına ilişkin duyumlar bunlar ve hep birlikte takibimizi sürdürüyoruz.

22 yıl önce Hüseyin Rahmi Gürpınar’ı ve evinin müze haline getirilmesinin öyküsünü Cumhuriyet Dergi’de (27 Ağustos 2000) yazmıştım. Bu vesileyle paylaşıyorum.

Heybeliadalı Hüseyin Rahmi

Mahkeme kapılarında

“Dün sabah saat onbirde, Beşinci Ceza Mahkemesinde ‘Ben Deli miyim?” tefrikasından dolayı, yazar Hüseyin Rahmi ve ‘SonTelgraf’ Mesul Müdürü Fevzi Lütfü aleyhinde açılmış olan ‘Genel ahlaka aykırı yayım’ davasına bakıldı.”

26 Eylül 1924 tarihli Tevhidi Efkâr gazetesi Hüseyin Rahmi Gürpınar hakkındaki bir yazısı nedeniyle dava açıldığını bu başlıkla veriyordu. Haber şöyle devam ediyordu: “Salonda yaklaşık beş yüzü geçen kişi bulunuyordu.. Dinleyiciler içinde bir çok doktor, hâkim, subay ve kendilerine ayrılmış yerde oturan bayanlar dikkat çekmekteydiler…” Tevhidi Efkâr gazetesi, mahkeme ile ilgili çeşitli bilgiler verdikten sonra Hüseyin Rahmi’nin şunları söylediğini aktarıyor:

“Babamın adı Said’dir. Paşa rütbesindedir. Heybeliada’da oturuyorum. Yazarlık yapıyorum. Çocuklarım yoktur. Benim kabahatim bazı bazı nezahatten çok ayrılan çıplak anlatışımdadır. Yalandan hoşlanmayan hakikati veren kalemim sanat gereği olarak çoğunlukla konunun derinliğine iniyor. örtülmesi gereken pisliği karıştırıyor.’

Bundan tam 76 yıl önce, yaşamını yazarlık yaparak sürdüren ve Heybeliada’da oturan Hüseyin Rahmi hakkında açılan dava, sansürle kavganın  cumhuriyetin ilk yıllarındaki ilginç örneklerinden birisi oldu.

Hüseyin Rahmi Gürpınar, edebiyatımızın ilginç ve farklı yazarlarından birisidir Yazar, “Ben Deli miyim?” yazısı nedeniyle yargılandığı davadan sonunda beraat etti Beraat kararını dinlerken kendisini desteklemeye gelen kadın okuyucularını reverans yaparak selamlaması, gazetelerin hafif alaycı bir dille haber yapmasına yol açtı. Bu haber üzerine Tevhidi Efkâr gazetesine kısa bir mektup yazan Gürpınar, kadınları neden selamladığını anlattı. Gazete, bu mektuptan yola çıkarak değerlendirmesini şöyle sürdürdü: “Üstadın mektubundan, genç hanımların alkışları üzerine ruhunun gençleştiğini, nazik ve nazenin ellerin çırpınması karşısında kalbinin de çırpındığını anlıyoruz. Davayı takip eden zümreler arasında sanatçının dikkatini erkeklerden çok latif cinsten olanların çekmesi buna delalet eder. Kendine üst üste selam ve reveranslar yaptıracak kadar heyecan içinde bırakan seçkin hanımlardan söz açarken Hüseyin Rahmi ‘Melek zümresi’ tabirini kullanıyordu. Yani hâkimler heyetine ve özellikle savcıya karşı; hanımların kendisi için koruyucu melekler olduğunu anlatmak istiyor. Üstadın hayatın çirkinliklerinden, riyakârlıklarından, yarım ve tam deliliklerinden bıkmış ve bezmiş olan ruhuna, kendi için çırpınan hanım elleri gerçekten bahtiyarlık hissi verdi ise yazar, yalnız ‘beraat’ kararıyla değil, aynı zamanda mahkemeden ‘saadetle’ de çıkmış oluyor… Heybeli’de tek başına ve bir kenarda yaşayan Hüseyin Rahmi için bundan büyük mazhariyet olur mu?”

Aykırı ve etkileyici


17 Ağustos 1864’te İstanbul’un Ayazpaşa semtinde doğan Hüseyin Rahmi Gürpınar, 8 Mart 1944 tarihinde 80 yaşında Heybeliada’da yaşama gözlerini yumdu. Hüseyin Rahmi, Osmanlı İmparatorluğu döneminde yazarlığa başlamış, ilk eserlerini yıkılan İmparatorluğun çalkantıları içinde kaleme almıştı. Cumhuriyet döneminde yazarlığını sürdüren Gürpınar,

7 yıl da milletvekilliği yaptı. Yazdıklarıyla o yıllarda geçimini sağlayan ender romancılardandı. Çok okunan bir yazardı. Onun bu kadar çok okunmasının nedeni farklı olmasıydı Gündelik hayatın içinde sıradan yaşamları anlatmakta oldukça ustaydı. Kadınları iyi anlıyordu. Kadın özgürlüğünün ne kadar önemli olduğunu ilk kez dile getirenlerden birisiydi. Bu nedenle kadınlar da onu anlıyor ve seviyorlardı. Hüseyin Rahmi’nin Heybeliada’da yaşamının son 32 yılını yaşadığı evi, şimdi müze haline geldi. Bu evi, 1911 yılında yayımlanan ‘Şıpsevdı’ romanından kazandığı 700 altın lira ile yaptırmıştı. Her ne kadar Tevhidi Efkâr gazetesi Hüseyin Rahmi’nin adada tek başına yaşadığını söylese de o bu güzel ve zarif köşkte, sevgili dostu Miralay Hulusi bey ile birlikte yaşıyordu. Adalıların anlattığına göre, evin alışverişini de Hulusi bey yapıyordu. Hulusi bey, Hüseyin Rahmi’nin çocukluktan bu yana arkadaşıydı. 1933 yılında ölünceye kadar Heybeliada’daki köşkte onunla birlikte yaşamıştı. Hulusi beyin ölümü, yazarı can evinden vurmuştu. Ölümünden sonra onun yanına gömülmeye vasiyet etmiş, bu vasiyeti yerine getirilmişti. Heybeliada Abbas Ağa Mezarlığı’nda Hüseyin Rahmi ile sevgili dostu Miralay Hulusi Bey yan yana yatıyorlar.

Köşkün öyküsü…

Hüseyin Rahmi’nin yazarlığından kazandığı parayla 1911 yılında yaptırdığı köşk, uzun yılların ihmalinin ardından, şimdi müzeye dönüştü. Onun Hulusi beyle birlikte yaşadığı Heybeliada ormanı içindeki ev, onun yaşadığı dönemin eşyalarıyla birlikte ziyarete açıldı. Bir yazarın evinin uzun yıllar sonra üstelik el yazmaları dahil eserleri korunarak müze haline getirilmesi kolay değildi.

Kültür Bakanı İstemihan Talay’ın ve İstanbul milletvekili Ahmet Tan’ın Adalar Kaymakamlığına verdiği destekle Hüseyin Rahmi Köşkü iki yıllık bir çalışmanın sonunda yazarın yaşadığı yıllara yeniden dönebildi.

Eşyaların onarılıp sergilenir hale getirilmesi için Adalar’da öğretmenler, Hüseyin Rahmi’yi sevenler çok özel bir çaba gösterdiler. Birçoğu çürümeye yüz tutmuş eşyaların onarılıp temizlenip düzene sokulması kolay iş değildi. Kitapların bir kısmını kurtlar yemişti. Perdeler, koltuk yüzleri çürümüştü. Bazı demirbaşlar kayıp olmuştu. Köşkün, elden ele dolaşan, sahipsizlik nedeniyle ortada kalan ve sonunda bir çözüme ulaşan öyküsü oldukça uzundu.

Bir noktadan başlamak gerekirse 1964 yılını başlangıç alabiliriz. Köşk, bu tarihte Hüseyin Rahmi’nin mirasçıları olan Gülçin ve Abdullah Tanrınınkulu tarafından İl Özel İdaresine 150 bin lirayla satıldı. Köşkle birlikte yazara ait eşya ve kitaplık da Özel İdare’ye satılmıştı. Bu tarihten 1983 yılına kadar köşk, bir bekçinin emrine verildi. 1983 yılında İl Özel İdaresi, köşkü, ilgi alanı nedeniyle Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devretti. Bakanlık da köşkün bakım ve onarımını Türk İslam Eserleri Müze’si Müdürlüğü’ne havale etti. 1987 yı1ına kadar eşya dökümü dışında bir değişiklik olmadı.

1987 yılında bekçi korumasındaki bina Adalar Belediyesi’nin isteği üzerine kültür hizmetlerinde kullanılmak amacıyla Bakanlık tarafından belediyeye tahsis edildi.

Elden ele dolaşan ve bir türlü onarılıp kullanılır hale getirilemeyen köşkün öyküsü, Mustafa Farsakoğlu’nun 30 Eylül 1996 yılında Adalar Kaymakamlığı’na atanmasına kadar böyle sürdü. Farsakoğlu, Ocak 1997 yılında, köşkün hiçbir bakıma ve korumaya tabi tutulmadığını tespit etti ve harekete geçti. Hatice Farsakoğlu, Mahmut Yerlikaya, Yaşar Kayışoğlu, Arzu Erhan, Funda Kurnaz, Can Sayıner, ve Fevzi Günay’dan oluşan bir grup öğretmen ve kütüphaneci ile çalışmaları başlattı. Kitapların ve kolilerin bulunduğu paketler açıldığında manzara üzüntü vericiydi. Kitapların bir kısmı kurtlar tarafından yenmiş ve onarılamaz hale gelmişti. Porselen ve cam eşyanın bir kısmı kırılmıştı. Yazarın kendi yaptığı yağlıboya tablolar, yakınlarına ait tablolar, yazar tarafından bir dikkatle düzene sokulmuş dönemin fotoğrafları perişan durumdaydı. Giysiler lime lime olmuş, yazarın büyük bir özenle ördüğü takkeler, nakış işleri, örtülerin bir kısmı paramparça olmuş, bir kısmı iyice yıpranmıştı. Takım elbiselerini güveler yemişti. Bu perişan tablo iki yıllık bir çabayla büyük ölçüde ortadan kaldırıldı. Güvelerin yediği elbiseler örüldü, yazarın eldivenleri, beresi, fötr şapkası, bastonu temizlenince Hüseyin Rahmi yeniden hayata döndü. Çürüyen, kırılan eşyalar, koltuklar, masalar elden geldiğince onarıldı ve yaşadığı dönemdeki gibi evin içine yeniden yerleştirildi. Şimdi artık Heybeliada’da hepimize onur verecek güzel bir müze var. Hüseyin Rahmi, bütün aykırılığı ve sevimliliğiyle orada yaşıyor. Evdeki en etkileyici görüntü yazarın çalışma odası. Masası, yazı hokkası bir yanda, örgü şişleri, yumakları ördüğü güzelim danteller bir arada duruyor. Odada iki sandalye yer alıyor. Birisi çalışma amacıyla oturduğu uzun ve sallanır sandalyeler.

Heybeliada’nın yaşlı kadınları H. Rahmi’yi nasıl hatırlarsınız sorusuna şu cevabı veriyorlar “Elinde örgüsü ve şişleriyle yolda yürür ve bize laf atardı. ‘Hey kadınlar çocuğunuz ağlıyor dikkat edin’ der gülümser sonra da örgüsü örerek yoluna devam ederdi.”

Örgü ören, danteller işleyen, zarif yatak örtüleri yapan TBMM’ye seçilip siyasetle uğraşan, yazdıklarıyla kitlelerin sevgilisi haline gelen bir yazar az şey mi! Üstelik bütün bunları Osmanlı İmparatorluğu döneminde ve Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında yapmıştı.

Hüseyin Rahmi aykırı bir yazardı, aynı zamanda çağdaş düşüncelerin, laikliğin de, kararlı bir savunucusuydu. Çağdaş düşünceleri savunmak ve on binlerce okuyucusu olan bir yazar haline gelmek kolay bir iş mi?  O kitlelerin sevgilisi haline gelen aykırı ve modern bir yazardı. Popüler bir yazardı. Bu nedenle her dönemde tutucu düşüncelerin hedefi haline geldi. Bu nedenle mahkemelere düştü, yargılandı.

Her kitabından sonra tartışmalar çıkardı. ‘Cadı Çarpıyor’ romanı 1913 yılında yayımlandığında yapılan tartışmalarda, aralarında Cemal Nadir ve Alı Naci Karacan’ın bulunduğu bir grup onun yazdıklarını namusa uzanan bir el olarak görmüşlerdi. Ccmal Nadir, bu eleştirileri şöyle dile getirmişti: “Ben kendi hesabıma Cadı Çarpıyor’da hasta, mantıksız, şahsa, namusa uzanan kelimelerden başka bir şey görmedim. Eğer kendilerine büyük romancı süsü verenlerin tek meziyeti bu ise, her şeyden evvel bu memlekete o kadar acımak lazım ki…”

Hüseyin Rahmi, karşılaştığı hoşgörüsüzlükten, tutuculuktan hiç yılmadı. 1924 yılındaki bir yazısında bu konudaki duygularını ifade ederken şunları söyledi: “Her ne denirse densin, düşüncesi henüz olgunlaşmamış uzak bir diyarda yaşıyoruz. Bu memlekette herhangi bir eseri beğenip yazarını övecek bir makam yoktur. Fakat cezalandırmak için bin dil, bin kalem ve o kadar makam hemen çalışmaya geçer. Burada feylesofluk hakaret gören bir vasıftır. Eğitimciler sefildir. Öğretmenler açlıktan ölür. Fakat dört satırlık Türkçeyi doğru anlatmayı başaramayan bilgisiz eğitimciler, cepleri kâğıt paralarla şişkin gezerler. Bizde en büyük marifet, esen rüzgârın yönüne uymayı bilmektir. Bizde içki yasaklanır. Bu yasağın uygulanmasına memur olanları zil zurna görürsünüz.

Bu çıbanlar hangi kötü kullanışın eseridir? Bunu biliriz, lakin ortada tek kabahatli bulamazsınız. Gitgide bu derde deva aramak, bu sorundan söz etmek suç sayılır. Abdülhamid zamanından beri, bu memlekette susmanın mükâfatı, söylemenin cezası vardır.”

Hüseyin Rahmi, Heybeliada’da kitapları, örgüleri, dantelleri ve tablolarıyla sizi bekliyor.


Yayınlanma Tarihi: 01 Nisan 2022  /  Son Güncellenme: 03 Nisan 2022


Bu yazı hakkında yazarımıza ve editörlerimize iletmek istedikleriniz mi var?
Aşağıdaki formu kullanarak kendisine ulaşabilirsiniz.
(Bu formdaki bilgiler, yazarımız ve editörlerimizin mail adreslerine iletilecektir.)


Çerezleri Yönetin!

Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.

Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.

Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.