İÇİNDEKİLER
Sayı 207 – Eylül 2022


Paylaş
Tüm Sayılar      2022      Sayı 207 – Eylül 2022      6-7 Eylül 1955’de Adalar’da yaşananları, Adalar Müzesi’nin Sergisi (2015) üzerinden yeniden hatırlama.

6-7 Eylül 1955’de Adalar’da yaşananları, Adalar Müzesi’nin Sergisi (2015) üzerinden yeniden hatırlama.


Adalar Müzesi, Aya Nikola’daki ana mekanındaki kalıcı sergilerinin yanı sıra, 2010 yılında kurulduğundan bugüne kadar farklı mekanlarda 20’den fazla sergi üretti ve ziyarete açtı. Sergilerin tamamı en az altı ay ziyarete açık kaldı, binlerce kişi tarafından izlendi, izlenmeye devam ediyor.

 

Bu sergilerden çok da bilinmeyen, hatta unutulduğunu düşündüklerimizden biri de 2015 yılında, Adalar Müzesi’nin süreli (geçici) sergileri için de kullanılan Büyükada Çınar, Çelik Gülersoy Kültür ve Sanat Merkezi’ndeki “Adalılar’ın Tanıklıklarıyla  6-7 Eylül 1955” sergisiydi. Merkezin şu anda ne yazık ki depoya dönmüş ve uzun süredir kullanılmayan, arkadaki kapalı alanın iç bölümündeki sergi salonunda açılan ve yaklaşık otuz panodan oluşan sergi, 6-7 Eylül 1955 olaylarının 60. yılı anısına hazırlanmıştı.

Sergide kullanılan görsel malzemelerin büyük bölümü Tarih Vakfı Fahri Çoker arşivinden İstanbul İstiklal Caddesi’nden, Adalar’a dair iki görüntüden biri Akillas Millas arşivinden, Heybeliada Metamorphosis Manastırı kilisesinden, diğeri de Adalılar’ın buraya çapulcuları sokmadık dedikleri Kınalıada Rum mezarlığındandı ve “Yurtdışındaki İstanbullu Rumların Evrensel Federasyonu” Arşivi’nden alınmıştı. Panolarda yer alan bilgiler ise, Adalar Müzesi sözlü tarih arşivi başta olmak üzere, Adalı Yayınları’ndan tarafından yayınlanmış kitaplardan sözlü tanıklıklardan aktarılmıştı.

Üzerinden geçen 7 yıl sonrasında, 6-7 Eylül 1955’in 67. Yılında yeniden hatırlamak için, bu çok önemli serginin fotoğrafları ve metinlerini Adalı’nın bu sayısında okuyucularımızla buluşturmak istedik.

 

Adalılar’ın Tanıklıklarıyla 6-7 Eylül 1955

6 Eylül 1955 Salı günü saat 13.00 haberlerinde radyo, Selanik’te Atatürk’ün doğduğu eve bombalı saldırı yapıldığını duyurdu. İstanbul Ekspres Gazetesi iki baskı yaparak haberin yayılmasını sağladı. Taksim’de toplanan kalabalıklara çeşitli araçlara bindirilmiş eli sopalı, çekiçli insanlar eklendi. Aralarında kaynak makinesi ve çelik makası olanlar vardı. Tüm İstanbul’da, Müslüman olmayan on binlerce kişinin ibadethaneleri, işyerleri ve evleri saldırıya uğradı, her şey kırılıp döküldü, yağmalanıp yakıldı. Vicdanları müsaade etmeyen az sayıda polis dışında İstanbul Emniyeti olaylara müdahale etmedi. Akşam teknelere doluşan kalabalık Adalar’a doğru harekete geçti.
Olayları duyan Burgazada ve Kınalıadalılar polis ve resmi görevlilerin yardımıyla örgütlendi. Farklı dinden olanlar Müslümanlar’ın evlerinde korumaya alındı, gelen teknelere
ve karaya çıkmaya çalışanlara karşı direnildi. Saldırganlar
bu iki adayı yıkıma uğratmayı başaramadı. Büyükada ve Heybeliada’da ise örgütlü bir direniş olmadı. Bazı yerel kişiler, hatta polisler, farklı dinden Adalılar’ın ev ve işyerlerini saldırganlara gösterdi. Her yer yıkıldı ve yağmalandı. Saldırılar ertesi gün de devam etti.
Sonradan Atatürk’ün evinin önünde patlatılan etkisiz bir bombanın yalnızca camları kırdığı ve olayın provokasyon olduğu ortaya çıktı. Amaç farklı dinden vatandaşlara zarar verip onları yıldırmaktı.

6-7 Eylül olaylarının İstanbul bilançosu

Rumlar’a ait 2500 işyeri ve 670 ev
Ermenilere ait 1000 işyeri ve 150 ev
Yahudilere ait 500 işyeri ve 25 ev
Müslümanlara ait 400 işyeri ve 40 ev yağmalandı.
61 Rum Ortodoks kilisesi kısmen ya da tamamen tahrip edildi, 8’i kundaklandı. 36 Rum okulu tahrip edildi. 3 Ermeni kilisesi ve 4 Ermeni okulu, 38 sinagog ve 8 Musevi okulu saldırıya uğradı.

Bir Rum Katolik kilisesi ve üç başka kiliseye daha ağır hasar verildi.
300 – 600 arasında insan yaralandı.
Balıklı Rum Hastanesi kayıtlarına göre 60 Rum kadın tecavüz nedeniyle tedavi edildi.

Ölü sayısı İstanbul basınına göre 11, Helsinki Gözlem raporuna göre 15’ti. Öldürülenlerin 5’i Hıristiyan din adamıydı.

 

6-7 Eylül olaylarının Adalar bilançosu

Büyükada’da Aya Dimitri Kilisesi (Ayios Dimitrios), Panayia Kilisesi, Hristos Kilisesi ve Rum Okulu tahrip edildi. Heybeliada’da Ruhban Okulu, Terk-i Dünya Manastırı (Metamorphosis Kilisesi) ve Aya Spiridon Manastırı (Ayios Spiridon) tahrip edildi.

Adalar’da ayrıca 110 dükkan ve mağaza, 3 ev, 2 eczane, 1 muayenehane, 2 otel, 21 lokanta ve gazino, 2 pastane tahrip ve yağma edildi.
Adalar’da 14’ü mala zarar verdiği, 75’i yağma, 9’u kundakçılık yaptığı iddiasıyla 98 kişi tutuklandı.

Tanıklıklar:

 

BÜYÜKADA

Niko Katakuzino (Koço Kalfa’nın oğlu)

“Babamın işçileri ve usta yardımcıları Erzincanlılar’dı. Onların elinde büyüdüm. 6-7 Eylül’de babamın işçisi Erzincanlı Ali beni sırtına aldı Salih Bey’in evine getirdi, yaşlı babaannemi de sırtında taşıdı. Salih Peker kendi evinde sakladı ailemizi. Bütün geceyi orada geçirdik. Sabah evimize gittiğimizde yani doğduğum eve gittiğimde ne cam vardı, ne çerçeve. Her şey kırılmış, yıkılmıştı. Babam 6-7 Eylül’den sonra şu an yaşadığımız bu yeni binayı yaptı. Yani yılmadı, üzülmedi, korkmadı. Bütün memleketlerde olur öyle şeyler dedi. Başkaları gitti, ustaları gitti, bütün ada gitti, bütün İstanbul ama babam hiçbir zaman gitmeyi düşünmedi.” (Adalar Müzesi, Sözlü Tarih Arşivi)

 

Lefter Küçükandonyadis

15 gün önce gol attığımda omuzlardaydım. O gün ise kayalar ve boya tenekeleri ile karşılaştım. En kötüsü harçlık verdiğim çocuklar evime saldırdı. Evde ne kapı, ne pencere kalmıştı. Kızlarım küçüktü, onları öldürmeye kalktılar. İstanbul’dan Emniyet Müdürü evime geldi. Gece gördüğü manzara karşısında ‘Aman Allahım!” demişti.  Çok sordular kim yaptı diye, ama o gün de söylemedim, bugün de söylemeyeceğim.”

(6-7 Eylül olayları sırasında yaşadıklarından)

 

Ahmet Tanrıverdi

6-7 Eylül 1955 vandalizmini bizzat yaşadım. 6 Eylül
günü Adalı delikanlılar, akşam karanlığı çökmeden, Saat Meydanı’nda sinema afişlerinin bulundurulduğu camekâna Ekspres gazetesini astılar. Orada sandviç yemek için bulunuyordum. Malûm, o zamanlar sabah gazetelerinden başka bir de akşam çıkan gazeteler vardı: Gece Postası, Son Saat, Akşam, Ekspres gibi… Ekspres gazetesinde koca-koca harflerle “Atatürk’ün Selânik’teki evinin bombalandığı” yazıyordu. Gazeteyi oraya yapıştıran ağabeyler eve gitmemi
ve dışarlarda olmamamı tembihlediler. Bu ağabeylerin ve
ilk darbeyi çarşıda vuranın, dükkânları yağmalayanların isimlerini açıklamayacağım. Bunların kimi yakalanıp Balmumcu kışlasına götürüldü, bitlendiler, yargılandılar, hapis yatan da oldu.
Kimileri de 6-7 Eylül zengini olarak topluma karıştı. Ama bana göre var olan ilâhi adalet onlara dünyada vurdu ve çoğunun sağlık açısından sürünerek öldüğünü izledim. Paralı oldular ama sağlıklı olamadılar.
(Bir Ada Öyküsü. Büyükada, Semiha Akpınar, Adalı Yayınları)

 

Yorgo Psilas (Malathritis)

Büyük Tur’un başında, önceden Kocani’ye, sonradan da Nikolaki Seferoğlu’na ait olan bağ ile Sanatoryum arasındaki bölgede, mimoza ağaçları arasında, Büyükada’nın unutulmaz kişilerinden Yorgo Psilas, nam-ı diğer Malathritis’in “minik krallığı” bulunuyordu. Üzerinde ‘Villa Mimoza’ yazan çok sempatik bir tabela asılıydı. Bu yeryüzü cennetinin sahibi Yorgi Malathritis’ti:
6-7 Eylül olayları patlak verince Yorgo, her türlü tedbiri alarak evinden ayrılmadı.
Köpeklerini saldı, uydurma bir takım bombalar hazırladı ve beklemeye başladı. Kimse onu rahatsız etmeye yanaşmadı! Olaylardan kısa süre sonra, Malathritis’in villasında, İstanbullu birkaç arkadaş ve Ada’nın iki balıkçısı Yani Kurabi ve Ahillea ile kuzu çevirmiş, şarap içmiştik. Sonbahar ilerlemiş, olaylardan sonra “göçler” erken başlamıştı. İçimizi bir burukluk kaplamış, istenmeyen kimseler olduğumuzu çoktan bellemiştik. Yine de erkenden uyanmış, güneş doğmadan Neandros açıklarındaki mercan kayalıklarında balığa çıkmıştık. Yazdan kalan bir gündü, Marmara’nın voli yerleri hâlâ zengindi. Dönüşümüzde Yorgo bizi her zamanki klasik giysisi ile karşılamıştı. Belden yukarısı çıplak, ayağında kısa bir şort, elinde gitarı, Tarzan gibi güçlü kuvvetli, bütün tatsızlıklara rağmen güler yüzlü, hatta keyifli…
Yorgo, 1965’te Yunan uyruklu olduğundan, “zararlı faaliyet” bahanesiyle yurt dışına sürüldü. (Büyükada, Akillas Millas, Adalı Yayınları)

 

Semiha Akpınar

Çapulculardan Büyükada’ya da gelenler olmuş, bâzı Adalıların da katılmasıyla Rumlar’a ait işyerleri saldırıya uğramış, sahildeki gazino ve lokantaların masa ve iskemleleri denizde yüzmüştü. Ünlü futbolcu Lefter’in evine de hücum edilmiş, Orman Lokantası’nın üst katında oturan diş doktoru Konstantin Mungridis’in 13-14 yaşındaki oğlunun dişleri kenetlenmiş, bir süre konuşamamıştı. Mungridisler daha sonra ailecek Yunanistan’a göç ettiler. (Bir Ada Öyküsü. Büyükada, Semiha Akpınar, Adalı Yayınları)

 

Hadiye Güntekin (Reşat Nuri Güntekin’in eşi)

“O gece Reşat Nuri Bey odasında yazı yazarken bir grup Adalı saat 24.00’e doğru gelerek komşumuz Rum evlerine saldırdılar. Fofoların evine de kalabalık bir grup geldi. Fofo ağlayarak çocuğu ile bize sığındı. Reşat Nuri Bey sesleri duyunca aşağıya inip üzerlerine yürüdü. Böyle durumlarda ataktı. Ve onları durdurarak “Evvela benim evime girin, kırın, dökün; ondan sonra oraya girin” diye bağırdı. Grubun en önündeki “Bey, sen aradan çekil” dediyse de “Hayır, olmaz”diyerek onları dağıttı.”

(Bir Ada Öyküsü. Büyükada, Semiha Akpınar, Adalı Yayınları)

 

Ediz Hun

Eskiden Ada’da oturan Rumlar güler yüzlü, hatırnaz, hal hatır soran neş’eli insanlardı. 6/7 Eylül 1955 olaylarından sonra yavaş yavaş Yunanistan’a gitmeye, göç etmeye başladılar. Babamın birçok Rum arkadaşı vardı; iyi insanlardı. 6/7

Eylül olaylarını asla onaylamıyorum. O insanlar da bizim gibi burada doğup büyümüş, buranın insanı idiler. Birtakım fırsatçı insanlar baskı ile onları tedirgin edip, mallarını, emlâklerini, çok ucuza satıp Yunanistan’a göç etmelerine neden oldular. Bunu elbette ki üzüntü ile karşılıyorum. (Bir Ada Öyküsü. Büyükada, Semiha Akpınar, Adalı Yayınları)

 

Fikret Erman, (Emekli Emniyet Amiri)

O zamanlar Ada’da toplam 13.000 kadar Yunan uyruklu vardı. Onlar Ada’ya bir canlılık verirlerdi. Adalar ilk darbeyi 1955’de 6/7 Eylül olaylarında yedi.
 (Bir Ada Öyküsü. Büyükada, Semiha Akpınar, Adalı Yayınları)

 

Fofi Raptopulu

“Babamın Çınar Caddesi’nde iki kadın berber dükkanı
vardı. Bir tane de Beyoğlu’nda. Adadaki dükkanları kırdılar, yağmaladılar. İstanbul’dakini kırmadılar çünkü Allah rahmet eylesin bir kapıcımız vardı, babamın Niko diye adının yazılı olduğu tabelaya bayrak astırdı, kapıda durup gelenlere burada Rum dükkanı yoktur dedi, kırmalarına müsaade etmedi. Fakat adada maalesef böyle olmadı. Yalnız, karşıda Laz İsmail Bey vardı sinemacı. Adaya geçti ve yağma sırasında ayaklı büyük saç kurutma makinelerini aldı. Makineleri kurtarmak için almıştı, tekrar babama verdi. İşte bunlar unutulmayan şeyler.”
(Adalar Müzesi, Sözlü Tarih Arşivi)

 

Behice Sofuoğlu

6-7 Eylül ve Kıbrıs hadiselerinden sonra Adalı Rumlar’ın büyük bölümü terketti adayı.
Tabi çok üzülüyordum; gitmeye karar verdiklerini, eşyalarını satılığa çıkardıklarında anlıyorduk. Yataklarını, yorganlarını, çanaklarını çömleklerini… Babam bize derdi ki, hiçbir zaman onların mallarından bir şey almayacaksınız, ağlayanın malı gülene hayır etmez. Bu benim içimde bir acıdır ve hiçbir şeylerini almadım.

Yalnız karşımda bir Madam Viera vardı, o bana bir vazo, bir lamba verdi. Lamba kırıldı, vazosu hala duruyor.
(Adalar Müzesi, Sözlü Tarih Arşivi)

 

Doğan Şahin

Olaylar sırasında adadaydım. Çok üzücüydü. Karşıdan motorlarla geldiler, Pendik’ten Kartal’dan. Ama İstanbul’daki kadar büyük tahribat olmadı.
Bu tahriktir, bu yığın psikolojisidir. Tedbir alındı, alınmadı bilmiyorum, yani yanlış oynandı. Bunu politika diye yapmak istediler, işin ucunu kaçırdılar.

Ondan sonra ada nüfusu azaldı, Rum nüfusu. Yani çok iyi aileler, geniş aileler vardı, onlar birer birer göçtüler… (Adalar Müzesi, Sözlü Tarih Arşivi)

 

Hasan Hararlı

Baktık bir grup elinde sopalar, camları indire indire iskele meydanına kadar geldiler. Orda kuyumcular vardı, saatçi vardı. Ne kadar Rum dükkanı varsa yakıp yıktılar.
Sonra sıkıyönetim ilan edildi, herkes evine gitti. Biz de dahil bazı aileler, Rum komşularımızı eve aldık, zarar görmesinler diye. Adalı bir çok aile yaptı bunu.

Saldırganlar arasında pek Adalı yoktu. Kartal’dan filan geldiler. Tabi o heyecanla, araya Adalılar da karışmış olabilir. (Adalar Müzesi, Sözlü Tarih Arşivi)

 

Viron Usulcuoğlu

“6-7 Eylül 1955 olaylarında bizim hiçbir şeyden haberimiz yoktu. Akşam saat 20.00’de Şakir Sırmalı bize geldi “Çocuklar hemen bayrağınızı asın” dedi. Bayrağı astık, pancurları kapattık. Sesler duyuyorduk. Ancak bize gelmediler. Sonra yakınımıza Maden karakoluna Bahriye askerleri geldi, bizler de rahatladık.”

(Bir Ada Öyküsü. Büyükada, Semiha Akpınar, Adalı Yayınları)

 

Tülu Ünsal (Kapri Lokantası’nın eski sahibi)

O gece lokantanın kapısına bayrak çekip sabaha kadar bekledim bir şey olmasın diye. Diğer lokantalardan sahibi Rum olanlar, dışarıdan gelenler tarafından tahrip edildi. Rumlar tedirgin olmuşlardı ama asıl gidiş 1964’de, Yunan uyrukluların gönderilmesiyle oldu. Benim de bir Rum ortağım vardı: Yorgo. O da Yunan uyruklu idi, Türkiye’den ayrılmak zorunda kaldı. Kendisiyle mektuplaşırdık, ne yazık ki Yunanistan’da öldü.

(Bir Ada Öyküsü. Büyükada, Semiha Akpınar, Adalı Yayınları)

 

Semiha Akpınar

6/7 Eylül 1955 olaylarında bir grup Aya Nikola Kilisesi’ni yakmaya gelmişler ve o civardaki arabacılar tarafından dövülerek kovalanmışlardı.

 

Sevinç Alantar

6-7 Eylül hadisesinde ada da allak bullak oldu. Evlerimize bayraklar astık.
Musevi kiracımız vardı, arkadaşlarımız, bize sığındılar. (Adalar Müzesi, Sözlü Tarih Arşivi)

 

Yakup Barokas

Gece saat dokuz on gibi odama çekilmiş yatıyordum bütün günün haylazlığından sonra. Birden bir şangırtı koptu. Korkuyla sıçradım yataktan. Atılan taşlarla camlarımız kırılmıştı. Büyüklerim bir şey yok deyip sakinleştirdiler. Ertesi günü kalktığımda, Çınar Meydanı’nda kiliseye doğru giden yollar askerler tarafından kapatılmıştı.

(Adalar Müzesi, Sözlü Tarih Arşivi)

 

Ziya Özdoğan

Çıkartmanın olduğunun ikinci ya da üçüncü gününün sabahı, iki kişi yüksek sesle Rumca bir şeyler anlatıyordu, onlara müdahale ettik. Niye Rumca konuşuyorsunuz, gizli bir şey mi anlatıyorsunuz birbirinize diye müdahale ettik. Tabi sustular, bir şey söyleyecek halleri yok, zaten ezilmişler. Bütün etraf Türk ve onlar azınlıklar. Burada mahkum durumdalar. Şikayet edebilecekleri bir yer yok. Tabi sustular, Türkçeye döndüler filan.

Bugün üzülüyorum bu müdahalede bulunduğum için. İşte o heyecan, gençlik heyecanı, bir anda bir fevri hareket ettim, onu söylemek zorunda kaldım, etraftan da tasvip ettiler
tabi, aferin falan dediler ama sonradan düşündüm, yaptığım yanlıştı.
(Adalar Müzesi, Sözlü Tarih Arşivi)

 

Nail Eti

Burada biz biraz provokasyona geldik. Atatürk’ün evi bombalandı filan diye haber yapan Expres gazetesini, şimdi Büyükada iskelesinde dondurmacıların, Garanti Bankası’nın olduğu yere, bir sinema afişinin üzerine yapıştırmışlar. Milliyetçilerimiz galeyana geldi. Genciz daha, lise üniversite falan. Ben, buradan iki arkadaş daha, iskelede saatin önünde buluştuk, tanıdığımız, inandığımız kişiler. Aşağıda bizim odun depomuz vardır. Orada toplanıp beraber yürüyeceğiz. Bu harekete karşı tepkimizi göstereceğiz. Kısa sürede 50 kişi toplandı. Bayrağımız hazır. Bir gittik ki önce bizim odun deposu yağmalanmış, herkes bir odun almış. Plaj oteli biraz aşağısı, sahibi de Türk. Saldırmışlar camlarını kırmışlar. Bunun üzerine bizim yürüyüş anlamsızlaştı. Elimize sopa aldık, o çevreye hakim olmak için. Yani bu mahalleleri de korumak için. Dükkanımızın önünde beklerken bir gencimiz geldi (mazur görün ismini veremeyeceğim) bana gaz yahut benzin bulur musun diye sordu. Ne yapacaksın dedim. Rum Yetimhanesi var ya, onu yakacağım dedi. Bir şey diyemedim dondum kaldım. Dur dedim oyalansın diye, ben gideyim dedim, temin edeyim sana. Ama dedim, verdim eline sopayı, burada dur yoksa camları kırıyorlar. Gittim orman şefine, ormanlık yer orası yanacak, içinde o zaman çocuklar da okuyor Allah korusun. Gittim Hasan Bey diye bir şef vardı. Şefim dedim böyle, böyle, böyle. Ben şimdi bunu dükkanın önünde alıkoydum, ama ne kadar alıkoyacağım.
Biraz düşündü, Heybeli’ye yani Bahriye’ye telefon edeyim dedi. Açtı telefonu konuştu, anlattı hadiseyi. Demişler ki yirmi, yirmi beş dakika oyalayın biz geliyoruz. Neyse ben
de oyalanmadım döndüm, gaz bulamadım dedim, pişman olmuş gibi. Ben bulurum dedi fırladı. Bulmuş nitekim gidecek ama gidemiyor ki. Asker gelmiş, kol kola girmiş çember içine almış. Öyle kurtarmıştık Yetimhaneyi.
… Bir sürü yanlışlar oldu o zaman…
(Adalar Müzesi, Sözlü Tarih Arşivi)

 

Atina’da yaşayan eski Büyükadalıların gözünden 6-7 Eylül

(Aşağıdaki aktarımlar, 2006 yılında Atina’da, Ahmet Tanrıverdi ve Uğraş Salman tarafından yürütülen sözlü tarih görüşmelerinden yararlanılarak Ahmet Tanrıverdi tarafından hazırlanan ve Adalı Yayınları’ndan çıkan “Atina’daki Büyükada“ kitabından alınmıştır. Bu görüşmelerdeki kayıtlar, Adalar Müzesi’nin göç bölümünde yer alan ve Uğraş Salman tarafından hazırlanan “Atina’daki Büyükada“ belgeselinde de kullanılmıştır.
Konuşulan isimler yazarında saklıdır.)

 

A–

6-7 Eylülde ben sekiz yaşındaydım. Yeni yatmıştık. Meğerse çarşıda dükkanları kırıp döküyorlarmış. Bizim evi Türk komşumuz K, kurtardı. Kapımızın önüne geldi, elinde Türk bayrağı ile kalabalığı karşıladı.

– Burası benim evim, dedi.
Biz içeride pencerenin kenarında karanlıkta olanları izliyorduk. İşittim bunları. Evimize bir şey olmadı.
Adaya yeni gelenler bizi Kıbrıs’ta Türkler’i öldüren Rumlar zannediyorlardı. Çok kötülük yaptılar. Çocuklarımızı, bizi tehdit ettiler, yani beni kaçırdılar, sonunda Ada’mdan. Şimdi de bütün bunları bilmeyenler soruyorlar, “neden gittiniz“ diye. Nasıl antalayım şimdi bunu soranlara?

 

B

6-7 Eylülde Büyükada Saat meydanı’nda bir arkadaşımın evinde olayları izliyordum. Karşıdaki … pastanesine bir şey yapmamışlardı. İşçileri bayrak asıp nöbet tutmuşlardı. Bir Ermeni’nindi. Olaylar askerler gelince bitmişti. İşçiler de yatmaya gittiler ama, o pastacının her gün bedava dondurma verdiği bir kadın, son çapulculara dükkanı gösterip, bunu da kırın dedğini hiç unutmuyorum. Pastanenin bütün camları ve vitrinleri aşağı indirildi.

Bir de Polis …’yi gördüm, saatçinin vitrinini arkası dönükken kırıp saatleri cebine indiriyordu.

 

C

6-7 Eylül olaylarını yaşadım. Çocuktum, yaşadığım korkuyu hayatım boyunca unutamadım. Evimizde hep Demokrat Parti ve Adnan Menderes hayranlığı konuşulurdu. İsmet Paşa’ya çok kızarlardı. Çünkü dedem Varlık Vergisi’nde servetini kaybetmiş. Ama bu olaylardan sonra babam dedi ki, değişen hiç bir şey yok. Ha Adnan Menderes, ha İsmet Paşa. Geleceğimizin idam fermanı oldu 6-7 Eylül…

 

D

Beni en çok rahatsız eden şey adada yeni oturmaya başlayanların bize bakışıydı. Ulan Kıbrıs’ta olaylar oluyorsa bize ne be! Sanki olayları benim akrabalarım çıkarıyor orada. Kıbrıslı Rum ile İstanbullu Rum’u karıştırıyorlar. Bizim geçmişimiz Roma İmparatorluğu’na dayanıyor.
Dayanılacak gibi değildi. Hayatımız mevzubahisti.
O bakışlar, o selam vermemeler, doğup büyüdüğüm yerde beni kahrediyordu…

 

E

Kıbrıs bahaneydi. Zaten bizi kaçırmak için her şeyi yaptılar. Dedem Varlık Vergisi’nde fakir düştü.
Babam 6-7 Eylül olaylarında bir tek donuna yapmadığını anlatmıştı. Eh ben de çocukken 1964 göçünü gördüm., ailemizden gidenler oldu. 1974’de bizi pislik gibi görmelerine tahammül edemedim…

 

F-

Sen de biliyorsun Türkiye’deki düşmanlığın nasıl beslendiğini. Hadi biz gittik, bizden sonraki kavgalar ne? Sağ-Sol kavgasına ne demeli? Sünni-Alevi kavgalarına? Kahramanmaraş’ta, Sivas’ta kimler öldürüldü?
Sen istediğin kadar söyle 6-7 Eylül’de öldürme olmadı diye, inanmak istemiyorsun da ondan…

 

G-

6-7 Eylülde bizim dükkanı Ormancı Mahmut kurtardı. Bayrak asıp dükkanın önünde bekledi. Sabah çarşıya indiğimizde Rumlar’dan bir tek bizim dükkan sağlamdı…

 

HEYBELİADA

Nejat Gülen

Heybeliada’da, çarşıda bir dükkânın ve bir kahvenin camlarını kırdı Mesudiyeli eşekçiler, bir de Şafak Gazinosu’nda “Rumca plak çalıyorsun” diyerek, o zaman gazinoyu işletmekte olan gazinocu Fethi’nin pikabını ve bir kaç tabak çanağını. O gece Patrik Atinagoras Papaz Mektebinde imiş. Okulun elektriklerini söndürmüşler, Okula saldırmağa kalkışan 3-5 çapulcu sadece girişte bir kaç cam kırmaya cesaret edebilmiş. Ada’da başkaca hasar olmadı. Aslında bu olaylar bir servet düşmanlığının patlaması, yeni kentleşmeye başlamış kırsal kesim insanlarının gelir dağılımındaki bozukluğa karşı ilkel bir reaksiyonu idi. (Resimlerle Heybeliada, Nejat Gülen)

 

Uğur Çilingiroğlu

6-7 Eylül olayı olduğunda adadaydım ben. 5-6 yaşlarındaydım. Papaz Okulu’na bakan taraftayım, zaten bizim ev hemen ona bakan yamacın altında. Gece silah sesleriyle uyandık. Belleğime çok iyi kazınmış. Annemin ve babamın yüzündeki o dehşet verici ifade daha önce hiç yaşamadığım bir şey. (Adalar Müzesi, Sözlü Tarih Arşivi)

 

Yaşar Azmi Dodanlı

Ben o gün İzmir’de fuardaydım. O olayların yaşandığı gün fuarda birçok olaylar oldu. Yunan pavyonunun önündeki binanın önünde yangın çıkardılar bizim vatandaşlarımız. İtfaiye geldi söndürmeye, itfaiyenin hortumlarını kestiler. Ben bunları gözümle gördüm. Ondan sonra asker geldi, kordonda bayraklarla, sanki bir yeri fethetmişiz gibi yürüyenler. Sonra ben de iştirak ettim, Yunan Konsolosluğu’nun önünden geçtik, bağıra çağıra.

Ne oldu? Hiç ne olacak, olan bizim aleyhimize oldu. Çünkü bir sürü mallarımız sokaklarda. Bu Salomon’undur, bu bilmem Garbis’indir. Yırttık bunları, kimin malıydı? Türkiye’nin vermiş olduğu dövizlerle gelmiş. Kendi kendimize malımızı tahrip ettik. Zararını biz çektik. (Adalar Müzesi, Sözlü Tarih Arşivi)

 

BURGAZADA

Engin Aktel

Büyükada ve Heybeliada’da gayrimüslimlerin evleri haç işaretiyle işaretlenerek gelen saldırganlara hedef yapıldı ve saldırganlar da yapacaklarını yaptılar. Bir tek Burgazada’ya giremediler, kendini koruyan tek ada Burgazada’dır, halkıyla birlikte.

Heybeli’den kopup gelen güruhun önünü Kaşıkadası’yla Heybeliada arasındaki kanalda kesen Yürükulum motoruydu. Hüseyin Kaptan, Asım, rahmetli Çetin’in babası (bekçi) ve birkaç kişi daha, işte o teknenin içinde gelenleri püskürtüler, geriye gönderdiler.

Polis halktan yardım istedi ve halk bütünleşerek merkez ya da Kalpazankaya, yani nerelerden çıkabileceklerse, karaya çıkmaya müsait olan yerlerde mevzilendi, gelenleri püskürttü. Yani halk tüfeğiyle olsun, sapanıyla olsun, sopasıyla olsun mahallelerde mevzilendi. Vapuru bile yanaştırmadılar iskeleye, ben birebir yaşadım çünkü.

Babam o zaman Demokrat Parti Adalar ilçe başkanı. Demokrat Parti ilçe merkezi bizim oturduğumuz ev. Hem evimiz hem ilçe merkezi olarak kullanılıyor. Üzerinde parti tabelası. Babam, komşumuz olan beş-altı Rum aileyi bizim eve yerleştirdi. Ve biz de arkadaşlarımızla sapanlarımızla mevzilendik. Mahalleyi koruyacağız ya işte, ne kadar kopil varsa o zaman cephaneliklerimizi (yuvarlak taşlarımızı) topladık, mevzilendik. O bizim evin yanındaki dar sokaktan yukarıya kimseyi geçirmeyeceğiz. Ama kimse gelmedi, gelemediler yani.

(Adalar Müzesi, Sözlü Tarih Arşivi)

 

Savaş Çilenis (Savvas Tsilenis)

“Babam ticaretle uğraşıyordu. Esans tüccarıydı. Eminönü Marpuççular Han’da dükkanı vardı. Hiçbir zarar görmedi çünkü han kapalıydı. Burgaz’da biliyorsunuz hiçbir olay olmadı. Fakat dedemin Feriköy’deki bakkal dükkanı talan edildi, harap oldu. 1978’e kadar İstanbul’da yaşadı, sonra Atina’ya taşındı. Şimdi hayatta yoklar.”

(Adalar Müzesi, Sözlü Tarih Arşivi)

 

Kazım Biçer

Evimizin bir anda kadınlarla dolduğunu hatırlıyorum. 6-7 yaşlarındaydım. Babam Hasan Biçer onları bizim eve toplamış, erkekleri de kahveye götürmüş. Anladım ki, kötü olaylar olacak, önlem olsun diye yapmış bunu babam. Adamızda Erzincanlılar epey fazlaydı. Tabii Trabzonlu, Samsunlu, Boyabatlı kardeşlerimiz de vardı. Babam Erzincanlılar arasında sayılan sevilen biri olduğu için, doğabilecek her hangi bir harekete karşı kendisini kalkan olarak gördü. Onunla gurur duyuyorum.

(Adalar Müzesi, Sözlü Tarih Arşivi)

 

Orhan Fazıl Erbelger

Adada biz öyle bir vahşet falan görmedik. Komiser Ahmet Bey kendini siper etti, adaya o çapulcuları çıkartmadı. Orhan abi, İlhan abi, Özalp kardeşler, onlar da ona yardımcı oldular, adaya sokmadılar.

Sonra İstanbul’a döndük. Bizim ev, kocaman bir evdi, kepenkleri vardı içeriden ama camlar dışarıda kalırdı. Bütün camlar kırılmıştı, kepenkler içerinin tahribatını önlemişti.

O dönemde kürkler evde muhafaza edilmez, kürkçüye gönderilirdi. Bizim de aile dostumuz ve annemin de Alman Lisesi’nden arkadaşı Eva hanım vardı, eşi ünlü bir kürkçüydü. Dükkanı Beyoğlu’ndaydı Annemin kürkleri eve geldiğinde tanınmayacak haldeydi, çünkü mazota batırmışlardı.

(Adalar Müzesi, Sözlü Tarih Arşivi)

 

Selim İşman

Adada çok büyük kardeşlik vardı. 6-7 eylülün o dramatik olayları Burgaz’a sıçramadı. Büyükada’ya, Heybeli’ye sıçradı Burgaz’da ister Müslüman ister Hıristiyan olsun halkın dayanışması ile o dönem o çapulcular sokulmadı.

Tabii askerin polisin de yardımı ile… (Adalar Müzesi, Sözlü Tarih Arşivi)

 

KINALIADA

Arif Pırnal

6-7 Eylül olayları sırasında ben altı yaşındaydım. Çok iyi hatırlayamıyorum. Ama adada (Kınalı) bir olay olmadığını biliyorum. Yani, bunu daha sonra bize anlattılar. O zamanlar, Onur Belge arkadaşımızın babası Osman Bey amca adanın komiseriydi. İstanbul’dan adayı yağma için gelen tekneleri sokmamış. Çok güzel bir dayanışma bu işte, o zamanlar böyle bir dayanışma vardı.

(Adalar Müzesi, Sözlü Tarih Arşivi)

 

Muharrem Alpaslan

Olaylar sırasında bizim evde yirmi, otuz aile toplandı. Ufaktım, onun için böyle gözümün önünde, bahçede rahmetli babamla filan, annem oturdu konuştu, onları böyle hayal meyal hatırlıyorum yani.

Her yerde, ekalliyette olanların karşılaştığı durumdur bu, Ama onlar da bir millet, birkaçı gitmeye başlayınca çorap söküğü gibi herkes Türkiye’yi terk etti gitti Yunanistan’a, ada boşaldı, özellikle de kültürel olarak. Ve hala toparlanamıyoruz. Onlar bize hasret, biz onlara. Geldiklerinde aynı samimiyet, aynı sevgi, biz oraya gittiğimizde aynı sevgi, aynı hasret.

(Adalar Müzesi, Sözlü Tarih Arşivi)

 

Hayko Küçükyan

Olayların (6-7 Eylül) başlangıcında babamla balıktaydık. Bostancı civarında.

İstanbul tarafından çeşitli yerlerden kara kara dumanlar çıktığını gördük. Hiçbir şeyden haberimiz yok ama bir olağanüstülük olduğu belli. Adaya döndüğümüzde anladık durumu. Yağmacılar adaya da gelmeye kalkmışlar ama komiser Osman (Onur Belge’nin babası) müsaade etmemiş, tabancasını çekmiş adamları geri çevirmiş.

O tarihten sonra dediğim gibi göçler sıklaştı. İnsanlar korkudan kaçıp gittiler, gittiler bir daha da dönemediler. (Adalar Müzesi, Sözlü Tarih Arşivi)

 

Niko Kovi

Kınalı’nın başka bir dostluğu vardı. Rahmetli Osman Bey, Başkomiser… Onur’un (Belge) babası… Ve diğer adalı esnaflar bizim büyüklerimiz; Müslümanlar, Türkler… Ben, “Müslümanı” din farkını anlatmak için söylüyorum yoksa biz kardeştik, öyle bir şey görmüyorum. Vapur iskelesine toplandı onlar, motorlarla gelenlere, “Buraya giremezsiniz!” dediler. Bizim adaya bir kişi adım atamadı.

Tabii büyüklerimiz söyledi bunları bana. Ben görmedim, bilmiyorum… Babamın söylediklerini ben size aktarıyorum. Yani bizim Kınalı’ya 6-7 Eylül günlerinde tek bir yabancı kişi gelmedi. Bir taş, bir cama atılmadı.

Onun için dostlarımla gurur duyuyorum. (Adalar Müzesi, Sözlü Tarih Arşivi)

 

Orhan Şevki

“Kınalı’da hiçbir şey yaşanmadı. Ben buradaydım. Nedeni, buranın baş komiseri silahını çekti; tekne ile yanaşıyorlardı, “Geleni vururum” dedi. Hiç sokmadılar yani adaya. Adanın halkı da zaten birleşmiş vaziyette idi.”

(Adalar Müzesi, Sözlü Tarih Arşivi)


Yayınlanma Tarihi: 05 Eylül 2022  /  Son Güncellenme: 06 Eylül 2022


Bu yazı hakkında yazarımıza ve editörlerimize iletmek istedikleriniz mi var?
Aşağıdaki formu kullanarak kendisine ulaşabilirsiniz.
(Bu formdaki bilgiler, yazarımız ve editörlerimizin mail adreslerine iletilecektir.)


Çerezleri Yönetin!

Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.

Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.

Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.