Paylaş
Tüm Sayılar      2025      Sayı 237 – Mart 2025      Pelin Özer’le Heybeliada’da Bir Gün

Pelin Özer’le Heybeliada’da Bir Gün

, ve


Karakutu @Heybeliada – 10 –  

Büyükada’da yaşayan şair ve yazar Pelin Özer, 17 Kasım 2024 Pazar günü Karakutu Derneği’nin Heybeliada’da düzenlediği “Semtlerle Şehrin Hafıza Katmanları: Adalar” atölye dizisinin konuğu oldu. “Adada Yaratıcılığı Adımlamak: Duyumsal Hafıza – Genişleyen Çember”  başlıklı etkinlik için İnönü Evi Müzesi’nin müştemilatında buluşuldu.

Özer, Heybeliada’daki yürüyüş sırasında ve sonrasında kaleme aldığı Atlasın Bir Ucunda (şiir, Alef Yayınları, 2015); Büyükada’da yaşadığı evi özneleştirdiği Beyaz Ev (türler arası, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2019) ve adadaki yaşantısı ekseninde yazmakta olduğu son romanını temel alarak katılımcılarla yaptığı sohbetin ardından, onları sessiz bir orman yürüyüşüne davet etti. Sessizlikte kendi evrenlerine ve dolayısıyla yaratıcı alana açılan katılımcılar hafızanın, duyuların, dokuların, dokunuşların, kokuların izini sürdükleri yürüyüşün sonunda Özer’in rehberliğinde, ortak ve yaratıcı bir üretimi deneyimlediler. Hem bireysel hem de kolektif bir yaratım çemberine dönüşen atölye/yürüyüş, katılımcılardan Nuray Togay’ın deyişiyle belki de “öncesinde cesaret edemediğimiz, ayak basmaktan çekindiğimiz bir ‘mümkün mekân’da yan yana yürüyebilmekti”. Atölye katılımcılarından Gürsel Caniklioğlu, Reyhan Beler ve Sena İşçen o günden kalanları Adalı Dergisi için yazdılar.

Gürsel Caniklioğlu:

Karakutu Derneği’nin Umut Azak öncülüğünde düzenlediği, “Semtlerle Şehrin Hafıza Katmanları” atölye dizisinin ikinci döneminde dördüncü konuktu Pelin Özer. “Adada Yaratıcılığı Adımlamak: Duyumsal Hafıza – Genişleyen Çember” diye isimlendirilen bu etkinlik bir anlamda adalı bir şairi dinlemek, dalgaların sesine karışan bir şiirin izini sürmek gibi gelmişti ilk başta. Doğruydu da. Zamana meydan okuyan bir adada geçmişin bütün izlerini ve seslerini toparlamaya çalışan insanların peşine düştüğü, eski hatıraların, geçmiş gün fotoğraflarına işlenen düşlerin, bu sokakları adımlamış yazarların, yazar olmayanların, ardına takılıp gittiği eski aşkların ayak izlerine de rastlardık belki ne bileyim. Tepenin ucundaki çam ağacı tanık olduğu şeyleri fısıldardı kulağımıza belki.

1972 Bursa doğumlu üretken bir yazar Pelin Özer. Haikular yazıyor, şiirler, romanlar…  Bir süredir de Büyükadalı, daha doğrusu adalı. 17 Haziran, Cam Kulübeler, Beyaz Ev, Latife Tekin Kitabı, Atlasın Bir Ucunda, Liya Lu yapıtlarından bazıları.

Yazma ve yaratma sürecini anlatarak başladı şair. Sözcüklerin dünyasından allı morlu kuşlarla geçti. Denizin sakinliğinden fırtınanın hışmına uzanan bir serüvendi yazmak. Ömrün nasıl geçtiği değil, nasıl yaşandığıyla ilgiliydi hatıranın kimi zaman masum, kimi zaman kavgacı oluşu. Arzu kimi zaman şiirde bir çiçekti, korku gecenin karanlığına fısıldanan bir şarkı.

“Gecenin kuyusundan

Sır çekiyorum

Bir başıma”[1]

Oturduğu ve kitabını yazdığı o ahşap evin fısıltılarını anlattı sonra. Bahçenin içindeki kalabalığı, kalabalığın içindeki yalnızlığı sığdırdı sözcüklere. Ada konuştukça şiir olur, doğrudur. Ahşap yetimhanenin hüznünü yanında getirmişti. Onun yanına Değirmen Burnu’ndaki Milo’nun kırgınlığını ekledi. O küçük mekâna İnönü Müzesi’nin küçük müştemilatına binlerce imge doldurdu.

“Ağır ağır alnıma konuşunla senin, mor bir kaya çiçeği oluyorum ben

Damarlarını izleyerek yürümeliyim

İncitmeden görünmez yerlerini

Ve evrenin çatısında bizi bekleyen bir kulübe varmış gibi”[2]

Sonra usul usul yürüdük adanın yollarında. Her sararmış yaprakta, çam ağaçlarının iğnelerinde, rüzgara boyun eğmiş ağaçların gölgelerinde şiir aradık. “Yol yoktur, yürürsen yol olur” yazmıştı biri Beyoğlu’nda bir duvara. Yolu kendimiz oluşturduk belki de muhayyelemizde. O ağaçların kederlerini akıttığı yoldan kendi düşlerimizle, sessizliğimizle geçtik. Yürürken konuşmadık, konuşmayalım demişti Pelin. Konuşmadık ama oradaki arkadaşların içinden geçen trenlerin ray seslerini dinledik. O sessizlik bizi Terk-i Dünya Manastırı’na oradan da manastırın altındaki düzlüğe, Yağlıkaya’nın tam üstüne götürdü.

Çamların altında likörden küçük birer yudum alıp, sessizliği sürdürdük. Kuru otların üzerine oturmadan önce denizde bir şeyler aradı gözlerimiz. Gün kızıllığıyla batıyordu. Belki yunus görürdük, ya da deniz kızlarını. Ufuktan korsan gemisi geçmez bu zamanda, ağır ağır bir arabalı vapur günü söndürüp Yalova’ya gider belki. Sessizliğin sonunda likörlerimizin ikinci yudumuna geçmeden, herkes bir şiir yazsın dedi şair. O uzun sessizliğin bir tarafında martı çığlıkları vardı, öte tarafta günün ölümü. Herkesin kendi çığlığı içinde yankılandı. Her katılımcı kendi içindeki kuyuya sallandırdı kovasını. Kimi eski bir anıydı, kimi kırgınlık. Çokça umut vardı başlayan gecede. Umut Azak da oradaydı, ama gerçekleşecek şeylerin olabilme umudundan söz ediyorum elbette.

“Işıklı bir zamandı aramızda uçuşan

Bakışın dalgın yolundan öylece geçip gitmiştik

 

Ah sevgilim, demiştin,

Dolunayda topladım heceleri

Şafakta savurdum lodosun kucağına”[3]

Pelin romanından bir bölümü geceye armağan etti. Güneş yerini karanlığa bıraktı. Çantalarımıza tıka basa doldurduğumuz sözcüklerden neler neler çıkacak ortalığa bilmiyoruz.

Evet gün bitti ama şiir asla bitmiyor. Hayat sürüyor ardında bizi sürükleyerek. Dönüş yolculuğunda hafif esrik, biraz yorgundu o küçük kafile. Dudaklarda kaçamak gülümsemeler, yazdıklarını düşünüp iç çekmeler yol boyu sürdü. Gün bitti evet, etkinlik bitti. Ama herkesin içinde bir pelin otu hızla filizlendi. Yol boyu lambaların sarı ışığına yıldız yağdı durmadan.

 


Reyhan Beler:

Şair-yazar Pelin Özer, fikir anası Umut arkadaşımız ve Karakutu Derneği sayesinde geçtiğimiz Kasım ayında bir gün adaya ve kendimize dair güzel bir yolculuk yaşadık.

Yazarlığa, çizerliğe aslında yürekten gelen her izdüşüme dair yerin etkisini adaların özelinde, Pelin’in kitapları rehberliğinde konuştuk. Peşi sıra kafamızdaki düşüncelerle ada sokaklarını adımladık, derken patikalarına girdik, denize boy vermis çamların altında denizle buluştuk. Gün batarken el emeği, göz nuru turunç likörü ile de demlenince, bizden de döküldü sözcükler, karıştı birbirine düşünceler. Sonra dağıldık geceye, evlerimize.

Uçan sözlere inat biraz daha yazı kalsın, ağaçların altında kalemimizden çıkanlar buraya da düşsün:

Adanın tepeleri vardır

derinlikleri,

başka başka ufukları…

Ufuk çizgisinde gemiler

bekleyen gemiler

Bir de koca yemişler

Tam da mevsiminde üstelik diplerindeyiz

Onları toplayan, cömertce sunan arkadaşlar

Arkadaşlar dahil hepsi adanın …

 

Kuşlar tedirgin mi?

Aşina olduğumuz sesleri ile

yine dört dönüyorlar

 

Adadayız

adımlar sakin

biraz da neşeli

biraz da haylaz…

 

Toprak doludur

İçine alır

Ya da biz gömeriz

Ve her toprağın da bir çağrısı vardır

O yüzden

duyan

gelir

Kalır belki

Sözü kadar kalır

Dokunduğu kadar

Elverdigi

ve elinden tutulduğu kadar

oradayız

Kendi hikayemiz kadar

Sonra biz de toprak oluruz

Sonra belki bizim de bir sesimiz, izimiz olur

çağıran…

 


Sena İşçen:

Çocukluğumuzda anneannelerimizin bir ucundan tutup, bizim yumakları yeniden sardığımız anlardaki sabrın ve dirayetin unutulduğu bu zamanlarda, düğümleri çözmek ve çözülen iplerle tazecik bir yaratım inşa etmek için adımlamak. Her adımda genişleyerek hem kökümüzdekine hem göğümüzdekine eşzamanlı temas edebilmekti adanın bu birkaç saatlik çağrısı benim için.

Var olan düğümleri çözmeye ve yeniden işlemeye niyetli olduğumuz bağlarla; sessizliğin içindeki ipler bizdik belki de. Yürürken, tabanlarımızın bastığı her parçanın çözdüğümüz düğümlerin nasıl yeniden örüleceğini anlattığı, burnumuza gelen efsunlu kokuların bize yolumuzu buldurduğu bir kayboluştu adeta. Bütün bunları adanın toprağı mı, karası mı, havası mı, suyu mu yoksa üzerinde yürüyen nefesler mi fısıldadı bilmiyorum. Ama ilmekleri söke söke yeniden örmenin bütün acemi coşkusunu taşıdım yürüyüş boyunca içimde.

Durmayı bilmeyen kelimeler kesif sessizlik anlarında haykırdı. Yerinden kıpırdamayı henüz denememiş sözcüklerin uçmak arzularına, bilge ağaçların dallarından cesaret nidaları yükseldi. Kim fısıldadı bunları?

Bütünüyle dağınık gözüken her adımımız bir dönüşümdü de aynı zamanda çözdüğümüz ipler gibi. Üstümüze zorla giydirilmeye çalışılan sıfatlardan soyunmanın, çatlaklar oluşturmanın peşindeydik sanki hepimiz. Biz yarıkları açtıkça, bize ait olmayan tüm bu sıfatlar Ada’nın denizine kavuşmak ister gibi akıp gittiler.

Çatlaklar bizimle kaldı, rüzgar şiddetlendi. Soğuk dolmaya başladıkça, biz daha sıkı dokuduk iplikleri. Tam o anda rüzgarın böyle eseceğini çoktan bilirmiş gibi, emekle demlenmiş turunç likörleri çıktı çantalardan. O bu kadar sert esmese tadının her katmanını böylesine zengin almayacağımızdan emin; sadece bir cümle kurdum. “Bazen de attığım adımla sessizliğe ayıp eder gibi.” Atılmış her düğüme, çözmeye edilmiş her niyete, yeniden dokuyan her nefese minnetle.


 

[1] Pelin Özer, “Dünyanın Şiir Yazdığını Bize Yalnız Acı Söyler”, Liya Lu, Ayrıntı Yayınları, 2021, s. 57.

[2] Pelin Özer, Atlas’ın Bir Ucunda, Alef Yayınları, 2. baskı, 2015, s. 43.

[3] Age., s. 47.

 


Yayınlanma Tarihi: 05 Mart 2025  /  Son Güncellenme: 05 Mart 2025


Bu yazı hakkında yazarımıza ve editörlerimize iletmek istedikleriniz mi var?
Aşağıdaki formu kullanarak kendisine ulaşabilirsiniz.
(Bu formdaki bilgiler, yazarımız ve editörlerimizin mail adreslerine iletilecektir.)


Çerezleri Yönetin!

Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.

Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.

Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.