Paylaş
Tüm Sayılar      2025      Sayı 237 – Mart 2025      Karamel’e Veda

Karamel’e Veda


Ada vapurunun alt salonunda hepimiz birlikteyiz. Ben dedesi, anneannesi, annesi, teyzesi. Aramızdaki ufacık bebek arabasında uyuyor Karamel. Bayılırdı onunla gezilere. Patilerini öne dayar, bir insan merakıyla öteyi beriyi izler, canı sıkılırsa yerinde duramayarak belli ederdi. Kim dayanabilirdi onun isteklerine? Birimizden birimiz hemen uzanır kucağına alırdı. Ben alırsam, sözgelimi karnını gıdıklar, gıdısını sıvazlar, kulaklarını ısırır gibi yapardım. O da güya benim parmaklarımı ısırır gibi yapar, öylece güler eğlenirdik.

Aramızda uyuyor Karamel. Bazen elimizi uzatıyor, püskül püskül kuyruğuna kadar her yerini yine sıvazlıyoruz. Varsın soğuk olsun. Sevgimiz de soğuyacak değil ya!

Ben ve anneannesi bu koltukta, annesi ve teyzesi öbür koltukta. Bazen birbirimize baktığımız, bir iki anımsama sözü ettiğimiz oluyor. Neyi anımsadığımıza göre ya buruk bir gülümseme ya da biraz daha bastıran acı… O zaman yeniden arabasına uzanıyoruz: Karamel henüz bizimle birlikte! Bizimle birlikte ama bedeni artık bir daha ısınamayacak kadar soğuk! Kendimizi tutarak ağlama isteğimizi bastırıyoruz ya, damlaların süzülmesine engel olamıyoruz ki! Evimizin en minik bireyiydi o! O kadar canımıza sinen bir varlıktı ki günlük hayatımız bir yanıyla da onun üzerine kuruluydu.

Gözlerimizi siperliği yarı örtük arabasından almak olası mı? Karamel orada uyuyor. Uyuyor mu? Hayır! Koca gazetenin otoparkında bir süredir kendi kendine geziniyor. Arada giriyor da gazeteye. Bir gün kantine inen -o sırada henüz annesi olmayan- annesinin kucağına atlıyor. Fırsat bulabilse birlikte yukarıya da gelecek. Sonra hemen her kahve molasında yineleniyor bu yakınlık. Hava da o günlerde iyiden iyiye soğumaz mı? Doludizgin yağmurlar da bastırmaz mı? Bir de bu iki günlük hafta sonu aralığı! Nerede korunur; nereden su, yiyecek bulabilir?

Bakarsınız isteyen birisi bulunur umuduyla -henüz annesi olmayan- annesi o cuma ala ala heylerle eve getiriyor. Ürkek mi biraz? Evet. Yabancı bir yere geldi. Yabancı insanların arasına girdi. Neyse ki annesi yanında. Bir gün… İki gün… İlk hafta doluyor. Anlıyoruz ki bu kadar güzel bu kadar sevimli bir canlı kimselere verilemez. Kısa sürede ailemizin bir bireyi oluyor Karamel. Ailemizin en minik bireyi.

Bir deneyimimiz olmasa da el yordamıyla öğreniyoruz hepsini. Aslına bakarsanız Karamel öğretiyor birer birer: Özel minderinde uyumak mı, birimizden birinin el erimi yakınında, ayakucunda uyumak mı daha keyifli? Parka ne sıklıkla gitmeli? Hangi mama daha lezzetli? Mamanın yanında daha neler olabilir? Sözgelimi haftada en az bir kez ızgara köfte ya da balık buğulama… Ama birden dalmamalı, dede hafif hafif üfleyerek az soğutuncaya, “Tamam, yiyebilirsin!” deyinceye kadar kafacığı iki patisinin üzerinde beklemeli. Bunların hemen hepsine Karamel karar veriyor; bize de “Demek öyle olması gerekli!” diyerek uymak kalıyor. Sorun sayılırsa bir bu var: “Daha yemeyeceğim!” demeyi henüz (!) bilemediğinden o minicik bedeniyle tabağına ne konulursa bir anda siliyor süpürüyor! Bir konuk kendisine bakmadan “obur” diyor Karamel’e. Hem de üst üste! Neyse ki Karamel bu sözcüğü ilk kez duyuyor, anlamını da henüz bilmiyor!

Annesiyle göz göze geliyorum:

“Anımsıyor musun baba kucaktan kucağa atlama oyunumuzu?” diyor.

Anımsamaz olur muyum:

“Karamel bana gelir misin?” deyince benim kucağıma atlıyor; aynı sözü annesi yineleyince de onun kucağına! Altı yedi sekiz… biz yoruluyoruz ama Karamel bıraksak o mutlulukla daha dakikalarca oynayacak.

Bu kez ben “Pugh! Pugh” seslerini yansılıyorum. Bakıyorum buruk bir gülümseme doğuyor hepimizin yüzünde:

Yalnızca gece saatlerinde apartmandan herhangi bir ses duyulsa, kendi kendine oyalanıyor, uyukluyor ya da hafif horultularla uyuyor da olsa hemen dikiliyor, “Pugh! Pugh!” sesleriyle kapıya bakıyor Karamel. Her kimse onlar, gözdağı veriyor böylelikle! Biz de yalandan rahatlıyoruz: O olmasa bizi bu gece tehlikelerinden kim korurdu acaba?

Hepi topu bu kadar mı Karamel’in koruma güdüsü? Birisine yalancıktan kızın ya da kızar gibi yapın bakalım; hemen araya giriyor! Hayır, dokunamazsın! Bunu doğrudan nasıl söylesin, ancak patileriyle ite ite belli ediyor. Arada bu oyunu da oynuyor, sonra niye kandırdık ki masum Karamel’i diye üzülüyoruz. Ama o da bize az oyunlar oynamıyor boyuna bosuna bakmadan! Diyelim yorgan ya da battaniye altına saklanmaca! Anımsayınca yüzlerimize birer gülümseme geliyor oturuyor: Sanki evdeyiz, Karamel de capacanlı ama ortalıkta yok! Nasıl merak etmeyelim? Aslında nerede olduğunu pek iyi görüyoruz ama görmezden geliyoruz. Birimiz kalkıyor, seslene seslene arıyor. Kaygılarımızı anlayan Karamel, yorganın mı, battaniyenin mi, artık hangisinin altına saklandıysa usul usul ilerliyor. Önce burnunu ayırt ediyoruz, ardından da gözlerini ve kafacığını. Aman ne seviniyoruz! Bizlerle birlikte Karamel de aman ne seviniyor! Birimizin kucağından öbürümüzün kucağına atlıyor zıplıyor, hepimizin gönlünü yaptıktan sonra sırtüstü yere uzanıyor: Haydi gıdıklayın biraz, karnımı sevin! Hatırını mı kıracağız Karamel’in? Kimimiz gıdıklıyor, kimimiz karnını seviyor.

Teyzesi,

“N’olur bu konuları kapatalım baba” diyor, “burnumun direği sızlıyor!” Ah hangimizin burnunun direği sızlamıyor ki?

Susunca acımız daha da büyüyor sanki. Anneannesi sessiz sessiz ağlıyor. Usuna neyin geldiğini niye ağladığını kestirebiliyorum:

Karamel evimizde henüz yeni. Zaman zaman anneannesinin giysisine asılıyor, orada kalmıyor, bir yerini deliyor giysinin, daha ötesi koparıyor. Oyun sanıyoruz bunu. Birimiz oynamayı deniyor, o da oyuna katılır gibi yapıyor ya, o güzelim gözleri yeni giyside! Kısa sürede ona da askıntı oluyor, onu da artık giyilmez duruma getiriyor. “Aman” diyoruz, “aman ne kadar oyuncu bu Karamel! Ah bir de böyle zararlar vermese!” Annesine, teyzesine ve bana da aynısını yapıyor yapmasına da asıl gözdesi (!) mi diyelim tutkusu (!) mu, anneannesinin giysileri! Öyle zamanlar oluyor ki elleriyle kollarıyla sıkı sıkı koruyor üstündekini ama Karamel yine de bir yolunu buluyor askıntı olmanın.

Bazen de bir terlik ya da ayakkabı tekini sürükleye sürükleye getiriyor, birimizin ayakucuna uzatıyor. Bekliyor orada…

Evde ikimiz varsak, ben de yazı masamdaysam o zaman da yerdeki dergi kitap yığınlarını ısırır, koparır gibi yapıyor. İlgilenmemi bekliyor diyerek kucağıma alıyorum; yazımı birlikte sürdürüyoruz. Ama rahat edemiyor bu kez, atlıyor, gözleri bende, yine dergi kitap yığınlarına uzanıyor.

En sonunda hangimiz uyandı da hepimizi uyandırdı? Anladık ki Karamel parka gitmek zorunluğunu -onun da doğal gereksinimleri olmaz olur mu?- böyle belli ediyor. Parka götürülüyor elbet, ama daha sık götürülmesi gerektiğini en sonunda anlıyoruz. Karamel’in de giysilere askıntı olmasının sonu geliyor. Terliklere, ayakkabılara, benim dergi ve kitaplarıma da uzanmıyor artık.

Anneannesi bazen bu süreci anımsar, neden isteğini anlamakta geciktik de zavallıya sıkıntı verdik, diye üzülür ha üzülür. Sormuyorum ama büyük olasılıkla ya budur ya da buna benzer bir anımsamadır ağlamasının nedeni.

Martı bağırtıları arasında usumuza geliyor: Yaa, bir de o yavru martı anısı vardır. Sen biraz daha bekleyeme, kanatlanmayı dene, beceremeyince de sitenin avlusuna at kendini, sonra da kurtarın beni diye acıklı acıklı yalvar! Karamel ile anneannesi parka giderken görsünler de ilgi duymasınlar! Bu martı yavrusu acaba burada ne arıyor? Nerede bunun annesi babası? Sokulmak, anlamak ona göre de yardım etmek istiyorlar fakat huysuza dokunmak olası mı? Hemen boz boz tüylerini kabartıyor, ciyaklıyor. Karamel alınsa gücense de, pes etmiyor, tuttukları gibi veterinere götürüyorlar. Kanadının biri kırık ne yazık ki. Adam, sağaltmaya bir dünya para istiyor. Nasıl versinler o kadar parayı? En doğrusu buldukları yere bırakmak. Gelin görün ki Karamel ayrılmak istemiyor oradan. Anneannesi haydi deyince bir adım atıyor, bir geriye bakıyor. Sonraki günler, ne zaman parka gidecek olsalar Karamel önce sitenin avlusunda dört dönüyor, öteyi beriyi kokluyor: Ne oldu acaba yavru martı(ya)? Bu iyi kalpliliği, Karamel’i gözlerimizde bir kat daha büyütüyor.

Bize öyle gelirdi ki kendisinden söz ettiğimizi sezerdi Karamel. Bu anda da bu kesik kesik sözlerimizden konunun yine kendisi olduğunu seziyor gibi bir duyguya kapılıyoruz. Ellerimiz yeniden soğuk bedenine gidiyor geliyor. Annesi,

“Yani Karamel, ne vardı ölecek?” diye sitem ediyor.

Ah bu yolculuk bitmese! Biraz sonra adada doğanın kucağına bırakacak tümüyle ayrılacağız evimizin bu en minik bireyinden!

Adaya yolculuklarımızı anımsıyorum birden. Hele ilkini unutmak olası mı? Bir korku var üzerinde: Bu semtleri, bu caddeleri ilk kez görüyor. Nereye gidiyoruz? Neden gidiyoruz? Ne yapacağız oralarda? Daha da sokuluyor kucağıma. Patileriyle iyiden iyiye tutunuyor. Kulağına güzel sözler fısıldıyorum. Dede yanındaysa korkulur mu canım Karamel? Usul usul diniyor. Ama iskelede? Nedir bu kalabalık, bu sesler, bu martılar, bu patpatlar? Karamel’in ilk vapur yolculuğu. Kucağıma sıkı sıkı bastırınca rahatlıyor. Üst arka güvertede bir kadının yanındaki dachshund’u (dakhund’u) görünce daha da rahatlıyor: O bodur (!) korkmuyorsa kendisi neden korksun? Bıraksam yanına gitmeyi oyun oynamayı dener mi dener. Ardımızdan gelen martı sürüsünü izliyoruz birlikte. Görüyorum, burnu kımıl kımıl oynuyor: Deniz kokusunu sevdi demek?

Bu ada değil. Bu ada da değil. Tamam bu ada bizim ada. Karamel omzumda iniyoruz. Sağı solu iyi bir görsün tanısın diye ivecenlik etmiyorum. O da yadırgamıyor buraları. Bizim sokağa dönüyoruz, bizim eve geliyoruz. Belleğine sinsin diye ağırdan ala ala. Nitekim siniyor. Yanı sıra evi de seviyor adayı da.

Sevilmeyecek bir yer mi ki ada? Faytonları saymazsak yollarında önemli bir tehlike yok. Hafta sonları bisiklet meraklıları doluyor ama onlardan da sakınıyoruz. Hem onlar bizim usul usul tırmandığımız yukarılara, adanın daha da sessiz sakin yerlerine kadar uzan(a)mıyorlar. Ah oralar o kadar o kadar güzel ki! Karamel deli olmasın da kimler deli olsun? Otların arasına dalıyor. Bazen göremez oluyorum, sağa sola salladığı kuyruğunu görünce rahatlıyorum. Ben mi onu gezdiriyorum o mu beni gezdiriyor? Daha dik yerlerde duruyor, gözlerime bakıyor. Haklı, kucağıma almalıyım buralarda. Kimi günler taa martı yuvalarına kadar gidiyoruz. O nasıl bir bağırtı korosu! O nasıl bir martı rüzgârı! Tam tepemizde üstelik! Ne olur ne olmaz, tutar saldırırlar korkusuyla kucağımdan indirmediğim Karamel’in de sanki pek umurundaydı!

Ben bunlardan söz ederken Karamel capcanlı! Susunca…

Teyzesi,

“Yalnız kalınca nasıl sıkılır, balkondan yolumuzu gözlerdi!” diyor. Öyleydi ya! Daha kapıyı aralamadan ne yapar eder üzerimize atlar, sevincinden öper öper dururdu.

Hepimiz yeniden dalıyoruz. Ben adadan İstanbul’a indiğim bir bahar gününü anımsıyorum. Saatler sonra döndüğümde ortalık darmadağındı. Mama kabı ile su kabı ters yüz… Sırt yastıkları yerde… Nasıl becerdiyse kilimin bir ucu kat kat… Koridorda terliklerin biri burada biri orada… Mutfakta…

“Ah” diyor teyzesi, “ölmeseydi de yine hepsini yapsaydı! Yıkanmayı da sevmezdi!”

Evet, sevmezdi ama ne bir yere -sözgelimi en gözde yeri yatak odasındaki koca giysi dolabına- saklanır ne de direnmeye kalkardı. Sanki bizim gül hatırımıza katlanıyor. Küvette özene bezene yıkandıktan, havlusuna sarıldıktan sonra değmeyin keyfine: Ohh bunu da atlattım! Biz ne kadar kurulasak da özgür (!) kalınca pırıl pırıl tüyleriyle önce bir silkelenir, fırlar, halının üzerine yatar, öne doğru sürüklenerek bir de kendine göre kurulanırdı. Bunların hepsi daha bugünden birer özlem!

Vapur hız kesti. Birazdan ineceğiz. İstemeye istemeye ineceğiz. İskelede bizi bekleyenler var. Karamel’i onlar da bilir, severdi. Yolu usul usul tırmanırken bir kadının gezdirdiği Golden Retriever’ı görünce ağlayasım geliyor: O gün bir konuk var bizde. Sessiz sakin Hera da yanında. Ben sevmek isteğiyle Hera’nın yanına oturunca “O benim dedem!” diye aman ne tafralanıyor Karamel! Ufacık bedeniyle bir bu yandan atılıyor bir o yandan, becerebilse sürükleyecek, sokağa atacak koca Hera’yı! Onunsa aldırdığı yok. Belki de “önemli bir sorun” olduğunu anlayamıyor. Oradan kalkıyor, ötede bir yere oturuyorum da Karamel’in öfkesi diniyor. Ama gözleri yine de bende. Konuk ve Hera gidince iyice rahatlıyor.

Ve o veda ânı: Adanın öbür adaya bakan yamacında bir öbek güzel ağacın altında, Raipo ile Tırık arasında yeri hazırdı. Bir hırka seriyoruz. Hepimiz bağrımıza bastırdıktan sonra annesi incitmekten korka korka uykuya yatırıyor Karamel’i. Sıcak ile arası iyi olmadığından bu kez bir pamuk örtü seriyor, üzerini örtüyoruz. Onlarla (da) oynamaya bayılır ama seslerinden ürkerdi ya, azıcık da kuru yaprak seriyoruz.

Adada oturduğum yıllarda, özellikle geceleri Karamel’in sesine benzer bir ses duymayayım, hemen kendimi balkona atar, boydan boya uzanan Anadolu kıyılarına bakarak bir yerleri kendimce kerteriz alır,

“Oralarda bir evde Karamel! Bu saatlerde rüya üzerine rüya görerek uyuyordur.” diye avunurdum.

Artık Karamel adada, ben Anadolu kıyılarında bir yerdeyim ama buradan ne o ada ne de öbürleri görünüyor. Varsın öyle olsun. Özlemi bastırınca ben de kalkar kalkar giderim yanına.


Yayınlanma Tarihi: 05 Mart 2025  /  Son Güncellenme: 05 Mart 2025


Bu yazı hakkında yazarımıza ve editörlerimize iletmek istedikleriniz mi var?
Aşağıdaki formu kullanarak kendisine ulaşabilirsiniz.
(Bu formdaki bilgiler, yazarımız ve editörlerimizin mail adreslerine iletilecektir.)


Çerezleri Yönetin!

Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.

Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.

Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.