Paylaş
Tüm Sayılar      2025      Sayı 237 – Mart 2025      Ada Tutkunu Bir Ressam: Yavuz Saraçoğlu

Ada Tutkunu Bir Ressam: Yavuz Saraçoğlu


Bir süredir Büyükada resimleri toplamaya merak sardım. Teknoloji ilerlediği için şimdilerde galerileri, müzayede evlerini takip etmek de kolaylaştı; telefonuma bir uygulama indirdim, pek çoğunun mezadını çevrimiçi takip edebiliyorsunuz, uygulamanın arama kısmına söz gelimi “Büyükada” yazınca o günlerde hangi müzayede evinde Büyükada ile ilgili ne var (kartpostal, efemera, tablo, evrak-ı metruka, daha neler neler) karışınıza çıkıveriyor. Siz de dilerseniz seçtiğiniz eseri önden takibe alıp, canlı müzayede başladığında da pey vermeyi sürdürebiliyorsunuz. Oyun gibi biraz, hatta ne yalan söyleyeyim bu kadar sanal bir ortamda ipin ucu bazen kaçıyor; alıcı raporu gelince anlıyorsunuz çıkan faturayı!

Ressam Yavuz Saraçoğlu’nun Büyükada tablolarıyla da işte bu sanal ortamda karşılaştım ilk kez; capcanlı renklerle, çok naif bir üslupla çalışılmış Büyükada manzaraları karşısında pek heyecanlandım. Özellikle de yaşadığım Nizam mahallesinde benim için manevi değeri çok büyük olan Nizam Camii’ni ve mimozalar içinde resmedilmiş William Jones Köşkü’nü görünce tablolarda, Yavuz Bey’i sıkı takibe aldım. İşte yine böyle bir mezat sonrasında kendisine sosyal medya kanalıyla ulaştım. Eksik olmasın beni kırmadı ve dergi için bir kısmını atölye olarak kullandığı evinde Adalı Dergisi Mart sayısı için söyleşi yapmayı kabul etti.

Söyleşiye gittiğim sabah Yavuz Bey ve eşi Elif Hanım beni karşıladılar. Yavuz Bey gibi eşi ve üç kızının ikisi de sanatçı. Evlerini titizlikle, en ince ayrıntısına kadar büyük bir zarafetle tefriş eden Elif Hanım, Keşan’daki yazlık evlerinin bahçesinden topladığı incir, erik, kayısı ve armutlardan yaptığı pestilleri, tatlıları ikram ediyor ve keyifli sohbetimize başlıyoruz…

1960 Sivas doğumlu Saraçoğlu, Açık Öğretim Fakültesi’nden mezun olduktan sonra 1991 yılında Kasım Koçak atölyesinde özgün baskı çalışmalarına başlamış.  İlk kişisel sergisini Maltepe Sanat Galerisi’nde açmış ve birçok karma sergide yer almış. Hatta bu karma sergi mekanları arasında Anadolu Kulübü ve Büyükada Kültür Evi (Fabiato Kökü, şimdiki Adliye) de var! 2005-2016 yılları arasında özgün baskı çalışmalarını İMOGA Grafik Sanatlar Müzesi’nde sürdüren, uzun yıllar Süleyman Saim Tekcan Hoca ile birlikte çalışan Saraçoğlu, Kadıköy Donkişot Sanat Atölyesi’nde özgün baskı kursları da vermiş. Bu işin resmi kısmı, asıl ilginç bilgiler laf lafı açtıkça ortaya çıkıyor…

Yavuz Bey emekli emniyet mensubu. 1995 yılında Şark hizmetine gidiyor Urfa’ya, üç yıl sonra yeniden İstanbul’a dönüyor. 1984’de İstanbul’a geldiğinde memuriyetle birlikte sanat dünyasına da atım atıyor: Maltepe’li Ressamlar’a katılıyor o dönemde ve ciddi anlamda profesyonel resim yapmaya başlıyor. “Memuriyet bana engel olmadı, boş vakitlerimde resim yapmayı sürdürdüm kırk yıl boyunca, ta ki emekli oluncaya kadar,” diye başlıyor Saraçoğlu sözlerine. Emekli olduktan sonra da Süleyman Saim Tekcan’ın kurduğu İstanbul Grafik Sanatlar Müzesi’nde çalışıyor idari işlerde, hem de özgün baskı tekniği konusunda kendini geliştiriyor. Ders verdiği Donkişot Sanat Atölyesi kapanınca da malzemelerini eve taşıyarak o günden bugüne çalışmalarını kâh evdeki atölyesinde, kâh Keşan’daki yazlığın bahçesinde sürdürüyor—Elif Hanım’ın astımı yüzünden yağlı boya çalışmalar Keşan’daki bahçede, akrilik çalışmalar İstanbul’da sürüyor.

Gelelim adaya. Yavuz Bey önce sekiz ay Kınalıada’da, sonra da on yıl Büyükada’da emniyet teşkilatında görev yapmış: Doğrusunu söylemek gerekirse memuriyette Adalar aslında biraz sürgün yeri gibi gözükür. Kış mevsimi biraz mahrumiyettir, o yüzden çok kişi orada durmak istemez. Ben Şark hizmetimi bitirip döndüğümde bana sordular. Genelde evi nerede tutarsanız, oraya yakın bir yerde görevlendirme yapılır ama benim epeydir aklımda vardı Adalar. Mimari yapısını ve güzelliğini çevremden duyuyordum, ben de Adalar’a talip oldum. Adalar’da görev yaptığım dönemde, tebliğleri dağıttığım sırada cebimde bir eskiz defterim bulunurdu, eskiz çizerdim. O zamanlar tabi bugünkü gibi dijital ortam yoktu, 1995 yılında. Eskiz çizince, tuvale geçtiğinizde hatırlayamadığınız ayrıntıları da resme dahil edebiliyorsunuz.

Büyükada’da on yılımı büyük keyifle geçirdim; lojmanda kalıyorum Örnek Mahallesi’nde. Adaya gidip gelmek de bir zevktir. Vapurda kitap okumak, eskiz yapmak…Bazen dalıp Büyükada’yı kaçırdığım bile olurdu zamanı unutup. Gece görevden çıktığımız zamansa hemen dönmezdim ben; birlikte yürüdüğümüz arkadaşımla güneş doğmadan denize girerdik, sonra 8:40 vapuruna atlayıp eve dönerdim. Adanın en çok sonbaharını severim… 

Faytonlar adanın vazgeçilmeziydi. İstanbul çok güzel bir şehir, Adalar’da onun incisi. Adalar’ın rozeti ise faytonlardı. Kendi kendime çok düşündüm faytonlar kaldırıldığı zaman bu iş nasıl ıslah edilebilirdi diye, kıyafetinden atların bakımına, arabacıların hız kurallarına uymasından, durak olmayan yerlerden yolcu almalarına… Aynı nizam bisikletliler için de geçerli elbette.  Adada fayton ya da bisiklet kazası olunca konu haliyle bize intikal ederdi. Hatta Saat Meydanı’nda bisiklet süremeye yasak getirildi. Ada halkından ziyade gelenler bu kurallara pek riayet etmiyor. Oysa bunun cezai bir yaptırımı olması lazım, afişi çok insan dikkate almıyor. Nitekim üçüncü yılın sonunda Kaymakamlık bir karar aldı ve ceza kesmeye başladı bisikletle o bölgeye girenlere. İnanır mısınız bir hafta içerisinde problem ortadan kalktı. Cezasız bir yasak olmuyor aslında. Yasak varsa, onun mutlaka bir cezası olması gerekiyor. “Yapma” deyince kimse dikkate almıyor, çocuğundan büyüğüne. Örneğin mimoza zamanı benzer sorunlar yaşadık hep; bir türlü o katliamın önüne geçemedik. Dal-budak demeden, çuvallarla götürüyorlardı mimozaları, “kendi bahçemden topladım” diyenler oluyordu. Kendi bahçesinden kesen çuvalla mı götürür şehre mimozayı?! Gelir elde edeceğim diye mimozayı katleden kişi, o ağaca verdiği zararı hiç düşünmüyor, o sene kestiği mimozanın bir sonraki yıl çiçeklenip çiçeklenmeyeceğini aklına bile getirmiyor… 

İstanbul’un canlı manzaralarını ve kentsel yaşamını betimleyen tablolarıyla tanınan sanatçı Yavuz Saraçoğlu’nun sanat pratiği, ağırlıklı olarak İstanbul’un, Adalar’ın, memleketi Sivas yöresinin simgesel sahnelerini içeriyor. Saraçoğlu, eserleri aracılığıyla bir yandan Adalar’ın zamana direnen çekiciliğini betimlerken, diğer yandan izleyicilerini, şehrin farklı bölgelerini kendi sanat anlayışıyla deneyimlemeye davet ediyor.

Kent manzaralarında ve doğa betimlemelerinde binalar, tekneler ve ağaçlar, mutad perspektif kurallarına çok da bağlı olmadan, daha sezgisel bir akış içinde tasvir ediliyor resimlerinde. Naif sanatın parlak renkleri, stilize formları ve atmosferi realizme tercih eden yaklaşımı ile Saraçoğlu özellikle de Büyükada’nın yemyeşil doğası, kırmızı günbatımı ya da sapsarı mimozaları ile canlanan eserlerinde canlı, doygun ve kimi zaman da abartılmış renkler kullanıyor. Renkleri, doğaya birebir sadık kalmaktan çok, atmosfer yaratmaya yönelik bir araç olarak eserlerine aktarışı da onu naif sanatın geleneksel renk anlayışına biraz daha yaklaştırıyor. Öte yandan, naif sanatçılar genellikle idealize edilmiş, basit ve zamansız dünyalar yaratırken, Saraçoğlu gerçek mekânlarla, kültürel hafıza ve zamanın akışıyla ilgileniyor. At arabaları, martılar, kediler, Ada mimarisini yansıtan evler ve bisikletlilerle bezeli Büyükada resimleri, geçmiş ile günümüz arasında bir köprü kuruyor.

Sanatçı şöyle dillendiriyor bu durumu: Ben aslen Sivaslı olduğum için genelde o yöreden temalarla çalıştım başlarda; Sivas’ın coğrafyasını resmederek. Ada ile Anadolu temaları birbirini takip ediyor resimlerimde. Bir dönem özgün baskı tekniğimi de geliştirdim, on binin üzerinde linol ve çinko baskı yaptım Müze’de çalıştığım dönemlerde; orada verilen kurslar da her isteyene göre değildi. Resim tekniğini bilen, resim yapan, işlerini özgün baskı yoluyla çoğaltmak isteyen sanatçılara, hocalara kurs veriyorduk. Akademik eğitim almadan resim sanatıyla uğraşan kişilere genellikle “naif ressam” denir. Benim de resimlerimde bu naiflik var ama ben zamanla akademik resme doğru da kaydım. Naifler grubunun karma sergileri yapılırken Fahir Aksoy hocamız bana “Yavuz senin resimlerin bıçak sırtı, yakında naiflikten uzaklaşıp gruptan ayrılabilirsin” demişti. Naiflikte derin bir resim bilgisi olmaz; resim kuralları tam bilinmediği için örneğin bir figürde anatomik özellikle, perspektif, açık-koyu renk hissi aranmaz. Kendi diliyle, kendi iç dünyasını yansıtır naif ressamlar. Ama akademik resimde anatomik hata yapılmışsa o bir eleştiri sebebidir. Naif ressam uzaktaki renkleri daha koyu, figürleri öndekilere göre daha büyük yapabiliyor. Ben bu kuralları bildiğim için kaçınılmaz olarak resim yaparken bu tezatlıkları yadırgayabiliyorum. Böylelikle figürlerim naiflikten biraz uzaklaşıyor.   

Bu işin sanatsal kısmı. Bir de bunun sergisi, satışı, tanıtımı var. Başlarda da sözünü ettiğim gibi özellikle Pandemi süreci ve sonrasında sanat da sanal mecrada kendine git gide büyüyen bir yer edindi. Yavuz Bey bu durumu kendi açısından şöyle değerlendiriyor:

Belki kaba bir tabir olacak ama sanatçı hem resim yapmak, hem de yaptığı resmi pazarlamak durumunda kalıyor. Galerilerin de müzayede evleri gibi online satışa geçmeleri yeni dönemde sanatçılar için taze bir alan açtı aslında. 1990lar’dan önce bir yerde sergi açmakta, mekân bulmakta çok zorlanıyorduk. Ben mesela Belediye, dernek ya da banka sanat galerinde sergi açıyordum. Akyaka’da da böyle hoş bir deneyimimiz oldu; doğa ile iç içe, kendin açıp kapatabiliyordun galeriyi. Karma sergilere katılmak daha kolay oluyor, kişisel sergiler daha külfetli bir sanatçı için. Ben genelde hep karma sergileri tercih ettim. Ama belli bir süreden sonra bu yordu, online müzayedeler başlayınca da bizim için yeni bir alan açıldı.  

Sohbetimiz derinleştikçe konu konuyu açıyor ve bu pek çoğu mimozalarla bezeli Büyükada manzaraları neden Mimofest kapsamında Adalar Müzesi’nde ziyaretçiler ile buluşmasın diye bir fikir geliyor aklımıza. Elif Hanım ve Yavuz Bey eksik olmasınlar beni kırmıyorlar ve özenle seçtikleri eserleri sorgusuz sualsiz bana teslim ediyorlar…

Mimofest 2025 kapsamında Adalar Müzesi’nde önümüzdeki günlerde açılacak Yavuz Saraçoğlu: Mimoza Naifliğinde Büyükada Manzaraları sergisi işte Elif Hanım’ın lezzetleriyle daha da doyurucu hale gelen bu sohbetin ürünü. Cebinden eksik etmediği eskiz defteri ile ada sokaklarında dolaşırken onu cezbeden ayrıntıları hem belleğine, hem de sayfalarına işleyen Yavuz Saraçoğlu, bizleri mimozaların başdöndürücü kokusu içinde keyifli ve nostaljik bir yolculuğa çıkartacak…


Yayınlanma Tarihi: 05 Mart 2025  /  Son Güncellenme: 05 Mart 2025


Bu yazı hakkında yazarımıza ve editörlerimize iletmek istedikleriniz mi var?
Aşağıdaki formu kullanarak kendisine ulaşabilirsiniz.
(Bu formdaki bilgiler, yazarımız ve editörlerimizin mail adreslerine iletilecektir.)


Çerezleri Yönetin!

Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.

Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.

Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.