Paylaş
Tüm Sayılar      2025      Sayı 240 – Haziran 2025      Saatçi Nerede?

Saatçi Nerede?


Riyakâr olmalıyız.
Hepsi gibi.
Hele biraz samimi ol.
Derdini bir dök hele.
Seni paramparça ederler.

Sait Faik Abasıyanık

Sait Faik’in bunun gibi bazı görüşleri var ki gerçekten acayiptir. Aslında ben garipsemem de bugünün değerlerine göre değişiktir. Herkesin rahat dillendirmeyeceği bir görüşü de “Kaşıkadası’nda” adlı hikayesinde (1939) bulunur:

“…Yüzle ahlak arasında herhalde müthiş bir münasebet vardır. Güzel olan muhakkak güzel ahlaklıdır demiyorum. Fena ruhlu güzel yüzün, insanı perişan eden, mahveden sihri de inkâr edilemez. Yalnız şunu demek istiyorum ki ahlakın yüze eklediği mimikler, hatta renkler, tikler, yüz ve ahlak her ikisi güzelken de vardır. Hatta bunlar sevimlidirler. Ahlak bozulmazsa, tertemiz, sevimli, hatta… tatlıdır.”

Abasıyanık’ın cümlelerini yeniden okursak onun çirkin yüzlünün ahlakıyla ilgili bir açıklama yapmadığını hatta bu konuya temas dahi etmediğini fark ederiz! Neden acaba? Bu suskunluğu sıradan insanın tepkisinden çekindiği için midir? Aslında birkaç yerde (“Suç Tiryakileri I” (1942) ve “Dört Zait” (1947)) fizyonomiye (ilm-i simaya) inanmadığını ve onu saçma bulduğunu yazar[1] ama çehreyle ahlak arasında ilişki kurmaktan da kendini alamaz.

Riyakarlıkla, ahlaksızlıkla ilgili Sait Faik niye böyle çıkışlar yapar? Aşağıda biraz daha tafsilatlı yazacağım ama “Karidesçinin Evi” (1943) hikayesinde ondaki sıkışmışlık hissi çok açık:

“Mademki [sic] insanlar, dünyayı bu şekle sokacak kadar düşürmüşler… Bu pis, leş̧ dünya[dan]… uzaklaşmak, bağıra bağıra uzaklaşmak… Uzaklaşıp da nereye gidebilirim?.. Kaçılacak yer yok… Sevdiğim yüzler, ah bir riyadan sıyrılsalar!”

Sait Faik sıradan biri değil, buna hiç şüphe yok. O yüzden sıkışmışlık hissi onu istila etmiş durumda. Onu sıradanlıktan çıkaran sahip olduğu ilkelerinin sınır(lılık)ları üzerine düşünmesi midir? Onların ne menem oldukları üzerine tefekkür etmesi midir? düşünmeye değer.

Ne diyor “Kumpanya” isimli eserinde (1945):

“…artist dediğin, … alabildiğine hür olmalıdır… her türlü küçüklük, her türlü peşin hüküm, her türlü yalnız kendine çevrili bir ahlakla alay etmeli, o ahlakı kepaze etmeli, o nevi düşüncelerle mücadele etmelidir.”

Yine “Alemdağ’da Var Bir Yılan” (1954) hikayesinde de bu konuya tekrar temas eder:

“[Yeni b]ir ahlakımız olacak ki hiçbir kitap daha yazmadı. Bir ahlakımız, bugün yaptıklarımıza, yapacaklarımıza, düşündüklerimize, düşüneceklerimize hayretler içinde bakan bir ahlakımız.”

Sait Faik “Ay Işığı” (1951) hikayesinde “…nasıl bir dünya arzuluyorsunuz?” sorusuna şöyle cevap verir:

“…Nasıl bir dünya mı?… İçinde iyi şeyler söylemeye, doğru şeyler söylemeye… kıvranan adamın, korkmadan ve yanlış̧ tefsir edilmeden bu… şeyleri söyleyebildiği bir dünya…”

Hodbinlik (bencillik) dışında diğer ahlaksızlıkları itiyat haline getirmiş kişi peki’ ıslah olmaz mı? Sait Faik “Suç Tiryakileri I” (1942) adlı eserinde bunlar için şöyle der:

“…hatalarını tıpkı saatçinin saat tamir etmesi gibi bu zembereği kırılmışları itina ile gözlerinde saatçi lupu ile uğraşarak düzeltmek, tamir etmek lazım… fakat saatçi lazım.”

Saatçi nerede, gönüllü müşterisi var mı? İsviçrelilerin ahlakıyla İstanbulluların ahlakı farklı mı? Ya İstanbul’un diğer ilçelerindekilerinkiyle Adalar’dakilerinki… ?

Ada demişken, Sait Faik ahlak meselesinde Burgazlıların gösterişçi ve riyakâr olanlarıyla arasının tamamen açıldığını “Dondurmacının Çırağı” (1953) hikayesinde şöyle anlatır:

“…birbirimizden öylesine soğumuş̧, öylesine iğrenmiştik ki, köy insanlarıyla her lakırdı alışverişimizde biraz daha kanımız tepemize fırlayarak sonunda hemen hemen kanlı bıçaklı olmuştuk… Kimselere selam vermiyordum… Görmemezliğe geliyorum. Başımı çeviriyorum. Ama insanlar tuhaf! Kendilerini sevmeyen, önem vermeyene daha bir büsbütün tutuluyor, kendisini küçük görür gibi olana… musallat oluyorlar.” 

Bu tiplerin özelliklerini Sait Faik “Ben Ne Yapayım?” (1947) hikayesinde biraz daha ayrıntılandırır:

“…yalnız evini… zevkini… düşünen adamı ıslaha imkan yoktur.”

Adanın hâlâ temel sorunu bu. Bu hazperestliğin (hedonizmin) devamı ancak parayla mümkün olduğu için Sait Faik “Kumpanya” (1948) hikayesinde paraya da değinir:

“Bu ahlakta yalnız, yalnız o para denilen şeyi her ne pahasına olursa olsun kazanmak vardı. Şeref de oydu. Ahlak da oydu. Namus da oydu. Bir bakıma, doğru da: Onunla satın alınmayacak hiçbir şey yoktu: Pırlantasından insanına kadar.”

Bakalım işte hâlimize: riyakarlıktan ne kadar uzaktayız onun ne kadar yakınındayız? Ölçüp biçelim… Hamamböceğini, sivrisineği öldürüp bunu güzel görüyor muyuz? Buna mukabil kelebeği telef edenlere saldırıyor muyuz?.. Kara avcılığını canilik sayarken avlanan balıkları höpür löpür mideye indiriyor muyuz?.. Dişlerimizin arasında kanlı balık eti çürümeye yüz tutmadı mı?.. Karideslerimizi minik mi alsak jumbo mu?..


[1] Bazen de çelişkili olarak fizyonomi açıklamaları yapar (örneğin “Garson” adlı hikayesi (1940)).


Yayınlanma Tarihi: 10 Haziran 2025  /  Son Güncellenme: 11 Haziran 2025


Bu yazı hakkında yazarımıza ve editörlerimize iletmek istedikleriniz mi var?
Aşağıdaki formu kullanarak kendisine ulaşabilirsiniz.
(Bu formdaki bilgiler, yazarımız ve editörlerimizin mail adreslerine iletilecektir.)


Çerezleri Yönetin!

Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.

Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.

Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.