Paylaş
Tüm Sayılar      2025      Sayı 236 – Şubat 2025      Hişt! Hödük Dülger!

Hişt! Hödük Dülger!


Eski güzelliği kalmadı Burgazadası’nın

Balıklar hüzünlü, martılar hüzünlü

Özker Yaşın, Ağıt.

Sait Faik, Gülen Erdal’a verdiği mülakatta[1] aksini söylese de hikayelerinin[2] bir kısmında özellikle Burgazada’ya dair olanlarda günlük gerçekleri ve gözlemlerini aktarır. Bunu Vedat Günyol gibi (Daldan Dala, İst. 1982) daha birçok kimse de teyid eder. Bu sebeple bu tür hikayelerindeki verilerin ehlince tarih kaynağı olarak kullanabileceğini düşünerek Abasıyanık’ın yazılarını yeni baştan okumaya başladım. Okurken tabiat konusunda bugünki Burgazlılar’ınkine benzer endişelere daha 50’li yıllarda sahip olduğunu gördüm ve bu ayki tahrir vazifemi bu mevzuya ayırmaya karar verdim.

Sait Faik İstanbul’un çirkinliğinden müştekidir. Şöyle yazar: “İstanbul çirkin şehir. Pis şehir. Hele yağmurlu günlerinde. Başka günler güzel mi, değil; güzel değil. Başka günler de köprüsü balgamlıdır. Yan sokakları… molozludur. Geceleri kusmukludur…” (Alemdağ’da Var Bir Yılan-1954). Benzer ifadeleri Söylendim Durdum (1949) adlı hikayesinde de buluruz: “Koku cihetinden [köpek leşi gibi]… Pis şehir bu. Alabildiğine pis şehir… Yakamızdaki kir, fabrika dumanından değil, pislikten, tozdan, mikroptan.”

Ama Burgazada’yı sever Sait Faik, beğenir adayı. Sevdiği için de adanın başına gelebileceklerden biz bügünki Burgazlılar gibi endişelidir.

Örneğin Kaşıkadası’nda (1939) isimli hikayesinde farklı dinden çocuk ve gençlerin Burgaz’dan kayıklarla macera yaşamak için hemen dibimizdeki Kaşıkadası’na geçişlerini ve başlarına gelenleri anlatırken der ki:

“… Kaşıkadası’nın bir adamın malı olduğunu; adamın ölü, vari­si olmadığı için adanın hükûmete geçtiğini, şimdi kimseler yoksa bile yarın beş̧-on kişiye ait olacağını, evler, belki de plajlar yapılacağını [düşündük]Kulübelerimizle, salımızla, hayallerimiz ve vahşilerimizle yaptığımız kocaman hayal transatlantiğine bir buz dağı çarpacaktı. Ondan sonra hiçbirimiz mehtaplı bir gecede Kaşıkadası’na sergüzeşt aramaya çık[a]mayacaktık… O zaman yarı beline kadar soyunup bir vahşi gibi giyin[e]meyecek[tik]…

Evet işte böyle. Ne kadar benzer endişelere sahip Sait Faik bizlerle.

Tabi sadece Burgazlılar değil tüm Adalılar, adaların orasına burasına tesis kondurulması ve kıyılarının kapatılarak paralı hale getirilmesinden büyük üzüntü duymaktadırlar. “Bakir ada” hayallerini sürdürebilmek için yeni tesislerin eklenmesine karşı sürekli teyakkuzdadırlar ve var güçleriyle mücadele ederler. Bir de “Özel mülküm, kime ne!” deyip koyuna, kıyısına beton döküp dolduranlar var ki onların ahlakını, vicdanını hiç sorgulamayın!

Adalılar’ın tüm bu vandallara karşı mücadeleleri bazen kapitalistin vahşisine denk geldikleri bazen de yerli halkın bilinçsizliği yüzünden boşa çıkar. ‘Ne demek yerlilerin bilinçsizliği!’ demeyin! Çün ki Burgaz’da ve Kınalı’da kıyıları paralı yapıp kapatanlar yerlilerdir. Büyükada’da da çoğunlukla (b)öyle. Heybeliada’daki yaz-kış geceleri ışıkları yanan beton yavrusu kumsalsa hariçten birinin işletmesindedir. Abasıyanık aynı hikâyede buradan şöyle bahseder: “Heybeli’nin plajı bir kocaman vapur haliyle ışıklarını yakmış…[3] Bilmeyenler için söyleyeyim: tüm adalılar müthiş bir uyanıklıkla kış sakinliğinden yararlanarak yapılmak istenen mevzubahis bu kumsaldaki kaçak iskele inşaatına direndiler ve başarılı da oldular. Tüm direnişçilere örnek bir hareketti. Sonra ne oldu? Sanırım iskele yine de yapıldı!..

Bu doğaseverliğine rağmen Abasıyanık Karanfiller ve Domates Suyu (1948) isimli hikayesinde bizi şaşırtır. Çün ki kambur Kör Mustafa’nın Fino Kilisesi’nin malı olan fundalıkları ormancıya rağmen ve ejderha dediği doğayla mücadele ederek temizleyip ev yapmasını kahramanca bir eylem olarak anlatır. E, bir bakıma haklı tabi. Zira herkesin aslında özel mülk olmayan beğendiği herhangi (ya da devletin gösterdiği) boş bir arazide komşu(lar) onayıyla kendi evini yapmaya hakkı vardır. Bakmayın siz kapitalist düzene! İnsan hakkıdır bu, insan!

Son Kuşlar (1952) hikayesinde de Abasıyanık Burgaz’daki yosunları, yol kenarı yeşilliklerini parayla söktürüp bahçesinde çim niyetine kullanan adanın yukarısında oturan deri tüccarı zengin Hollandalı’yı öfkeyle anlatır. Bu herif-i naşerifin yosunları söktürmesi yüzünden bayırlardan akan çamur yolları kirletmeye başlamış. Hollandalı’nın bu pis işlerini ise mühendis Ahmet Bey yapıyormuş. Bu ikisi kimdiler acaba? Bilenimiz, tanıyanımız çıkar mı? Abasıyanık bu ihlali polise haber vermiş. Buna rağmen sökme ve serim işleri geceleri gizli gizli yine devam etmiş. İhbara rağmen deri tüccarı zengin Hollandalı cezayı yememiş. Çün ki belediye talimatnamesinde yol kenarındaki yeşilleri sökmek cezayı gerektiren bir fiil değilmiş! İşte, buy’run, buradan yakın!

Yunanlı bir muharririn öyküsünü Burgaz’a uyarlayarak oluşturduğu Korentli Bir Hikaye’sinde (1952) de betondan çirkin villa sahiplerine verip veriştirir:

“…O betondan, çirkin, münase­betsiz villaların iki zengin zevksiz Yahudi matmaze­li [Burgazlılar anladı neresi olduğunu!] tarafından muvakkaten getirilip küçük kilisenin yanına adeta mukayese edilmek, hatta mukayese bile değil de, bu küçük kilisenin şiir gibi halini, geçenlere iyice anlatmak için konulduğu… [Oysa villanın] yerinde kafamızda hala, çoktan yıkılmış̧ bir kartopu ağacı ile bir defne vardır. Yapı sahipleri amma da inatçıydılar ha!… çıkan molozları denize döktürebilmek için paraları vardı. Tabii yapı sahiplerinin, ama dedim ya, köyün havasını değiştirmek en büyük emelleri olduğu için adam tutup araba getirt­mek, günlerce beklemek de işlerine gelmeyince, kimbilir kimin, “ben görmüş̧ olmayayım!” göz yum­masıyla bu moloz [,] çimenlerin, yosun bağlamış̧ ten­ha ve güzel yolların üstüne öbek öbek oturtuluyor, biraz mırın kırın eden olursa; … esmer ve dalgın bir işçinin eline ufak bir el silindiri veriliyor, güya tesviyesi yaptırılı­yordu… Yol çimenlerinin bile söküldüğü oldu. Yalnız bacası için 8 mil­yon drahmi harcandığı rivayet edilen bir Hollanda­lı, evinin bahçesini miri çimenlerle süsledi. Çamların, zeytinlerin -o defne ve kocayemişleri, naneler, devedikenleri, kartopları filan, adam yerine sayıl­maz- bile birçoğu, yapılara zarar vermesin diye önce diplerine kireç̧ kuyusu açılarak, buna muka­vemet edince bin senelik dallar yer yer budanarak, yine canını muhafaza eder de kurumazsa üç-beş̧ gün kötü kötü, düşman düşman bakılarak ve bir gece gövdesine bir halat bağlanıp inim inim inleti­lerek, ne olursa olsun devrildi. Böyle birçok şeyler oldu.

Abasıyanık Krallık isimli hikayesindeyse Kaşıkadası’nda bugün de bulunan kulübeyi işgal eden kötü kalpli, kaba saba ve pis, Balıkçı Ali Rıza isimli bir fukarayı anlatır. O adayı işgal benim de aklımdan geçmiyor desem yalan olur! Bazen dalar, o kulübeye uzaktan bakarım, ne kadar da güzel olurdu elektriksiz bir yaşam diye hayal ederim. Acaba benim gibi düşünmeyen kaç kişi var, Burgaz’da? Neyse biz Abasıyanık’ın anlatımına dönelim. Ali Rıza Kaşıkadası’nda krallığını ilan eder ve çevreyi zorbalamaya başlar. İnsandır, çiğ süt emmiş!.. gibi bir genelleme yapmayacağım! Zira Balıkçı Ali Rızalar olduğu gibi Karıncaezmez Şevkiler de hep oldu ve olacak. Bu bana biraz ümit veriyor, umarım size de verir!

Makalemi sonlandırırken Abasıyanık’ın Son Kuşlar öyküsünde hepimizi acı bir sayhayla (çığlıkla) şu sözlerle uyarışını hatırlatmak istiyorum:

Dünya değişiyor dostlarım… Günün birinde… bizim için değil ama, çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak. Benden hikayesi.”

Uyanalım, artık n’olur, çok geç olmadan, sularımız artık maalesef sümüklü (müsilajlı), bari son kaplumbağamız azmanbüs altında ezilmeden, uyanalım!


[1] İzlerimiz, Amerikan Kolej Yıllığı, 1954.

[2] Sait Faik hikâyelerini Osmanlı harfleriyle saman kağıdından defterine kurşun kalemle yazarmış. Naim Tirali, “Sait Faik’e dair notlar”, Yenilik, 1954; Yaşar Nabi, “Büyük kaybımız”, Varlık, Haziran 1954; Fethi Naci, “Sait Faik, Salah Birsel, Muzaffer Uyguner ve araştırmacı sorumluluğu”, Gösteri Dergisi, Ekim 1987. Burgazadalı Melih Naziki de Sait Faik’in kayıtlarını Osmanlıca tutarken gördüğünü söylüyor Perihan Ergün, Sait Faik Abasıyanık 90 Yaşında, İstanbul 1996: 402’den.

[3] Bu cümleyi yanlış yorumlamış olabilirim. Sait Faik gerçek bir vapurdan da bahsediyor olabilir. Ama ifade bana bu şekilde de yorumlanabilir gibi geldi.


Yayınlanma Tarihi: 06 Şubat 2025  /  Son Güncellenme: 06 Şubat 2025


Bu yazı hakkında yazarımıza ve editörlerimize iletmek istedikleriniz mi var?
Aşağıdaki formu kullanarak kendisine ulaşabilirsiniz.
(Bu formdaki bilgiler, yazarımız ve editörlerimizin mail adreslerine iletilecektir.)


Çerezleri Yönetin!

Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.

Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.

Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.