Paylaş
Tüm Sayılar      2025      Sayı 236 – Şubat 2025      Adanın Delinimetleri – V

Adanın Delinimetleri – V


Coğrafya kader, diyorlar. “Yerli yersiz.” Son zamanlarda tekrar tekrar telaffuz edilen pek gözde bir laf oldu bu. “Kederdir’i de var onun.” Her ne kadar hafif asap bozucu da olsa bunca tekrar edilmesi insanı düşündürttürüyor. “Düşündürmüyor değil.”

Bugün bu sözü adayla beraber düşünmek mesela, saatlerce konuşmayı, sayfalarca yazmayı gerektiriyor gibi… “Ne münasebet canım!” “Ada” yaşadığımız yer olmanın yanı sıra coğrafi de bir terim çünkü, “dört bir tarafı sularla çevrili kara parçası”. Bu “kaderin” ne kadarından nasiplenebildiğimiz (o sularda ne kadar yüzebildiğimiz) meselesi bir yana, içinde bulunduğumuz bu coğrafya nasıl etkiliyor acaba bizi? Kader olarak gördük mü sahiden burayı? Adadan karşıya bakarken, sadece geceleri, o göz boyayan ışıklar sayesinde güzel görünen karşı tepeler, hiçbir coğrafyanın kaderinin bizim elimizde olmadığını gösterdi belki çoktan. Hakikat gözümüzün önündeyken şimdi de kaderi mi dikildi karşımıza coğrafyasının! “İyi oldu.” Yeryüzünün böyle küçücük bir parçasının bile kaderini tayin edememek kader kurbanı falan kılmaz ama bizi. Zırlamak boşuna. “Akepe şöyleydi böyleydi de ondan!” diyemeyiz. “Belediyenin aldığı tedbirlerin…” diye başlayıp da aşırı ciddi gibi duran koca koca cümleler kuramayız artık. Ah vah da etmek olmaz çünkü her çirkinliğin, her tehlikenin, bu coğrafyaya dair her türlü rezilliğin sorumlusu biziz.

Coğrafyanın “kaderini” değiştirmeye kalkıştık diyelim, nerden başlayacaktık işe? Tek bir cevabı var mı, yok. “Olsun.” Sorular yetecek bize, hatta artacak bile şimdilik. Bir cevap da ancak yeterince soru sorulursa çıkacak meydana, çıkmaz bile belki. “Çıkmasın!” Sadece sorularla sarsmak, değiştirebilmek, çizmekse çizmek mümkün çünkü o kaderi baştan. Bugüne kadar bizi, bir kader varsa ona mahkûm eden, dünden bugüne verilen cevaplar oldu hep. Hazırcevaplar. Sorularlaysa her daim tazelendik, yerin yedi kat dibinden göğün yedi kat üstüne taşındık, o coğrafyaya dışarıdan, tepesinden hatta bakıp o coğrafyanın, daha iyi görebildik her şeyi. Aynı tepeden bizi sağ salim yere indiren de öbür sorular oldu. Başka sorular. Hiçbir cevap değil.

Yaşanacak her şeyden, “Geçmiş zaman olur ki…” diye bahsetmeye, istediğimiz her şey çoktan olmuş bitmiş de geçip gitmiş gibi anlatmaya devam öyleyse. Tahammül gitgide azalıyor nitekim:

Baştan kader yazıp çizmeye yeltenme çabası her türlü soruyu peş peşe boca etti üstümüze. Sorularla yıkandık, doğruldu sırtımız. Bir coğrafyanın, bir yeryüzü parçasının, bir adanın kaderi sorular oldu önce. Doğru sorular. “Biz ne kadar içindeyiz işin?” “Hepsi makbul, hepsi.”

O coğrafya, kader mi değil mi, ne olduğunu kendi de şaşırdı böylece, ezelden beri yüklendiği bütün kaderleri oflaya puflaya vurdu omzuna, bir toz bulutuna dönüşüp öyle yükseldi adanın üstünde. Cevapsız. Balonlar, rengârenk flamalar, neşeli ezgilerle, uçurtmalar uçurarak kutladık onun gözden kayboluşunu adadan, “Hadi bakalım!”  Coğrafyadan o kaderi bir güzel kovaladık.

 

Sema

2009’da geliyor Sema Ada’ya. Arkadaşı Hale sayesinde önce Ada’ya hafiften ısınıyor, Amerikalar’dan gelip. Sonra burada ev almaya kadar vardırıyor işi. Gelgelelim, başta pek de sevmiyor adayı. Adaya geliş yolunu tarif ediyor arkadaşı, orada ineceksin, şuna bineceksin, sonra Kabataş’tan vapur… “Off, ne yolculuktu o öyle!” diye bahsediyor ada yolculuğundan, “Anadolu’da uzak bir diyara gider gibi!” Bir de atlar, kokular rahatsız ediyor onu. Gel zaman git zaman, ne oluyorsa oluyor, burada bir kök buluyor kendine Sema. Bulur bulmaz da türlü işlere girişiyor.

O işleri konuşmak için buluştuk nihayet. Uzun zaman önceki ve şimdiki işler… Hiç bitmeyen, bitmeyecek işler. “Bitmesin!”

  •  Adanın Delinimetleri’ne hoş geldiniz efenim, uzun zaman sonra nihayet buluşabildiğimiz için çok mutluyum.

Sen de hoş geldin Tuba’cığım. Ben de çok mutlu oldum.

  • Belli bir şey sormak istemiyorum hemen, biraz anlatır mısın aklına ne esiyorsa? Seni Ada’ya getiren ne oldu?

Ben Adalar’ı hiç bilmiyordum. Büyükada’ya falan bir kere gitmiştim belki, o da gençken. Yıllar sonra çok yakın bir arkadaşım Hale, Heybeli’de bir ev kiraladı. Bana da ısrar etti, gel bir gör, diye. Gittim, bir hafta kaldım onunla. Atlarımız vardı o zaman adada, kediler de… Her yer kokuyor gibi geldi!  Amerika’da yok tabii böyle bir şey… Bazen geyikler gelirdi, eve bakar, oturur öyle, kışın aç kalırlarsa yemek aramaya gelirler, çok sakin hayvanlardır. Neyse, Hale’ciğimin sayesinde böyle böyle tanıdım adayı. Ondan sonra, ertesi yaz bana bir ev kiralamasını rica ettim, kiraladı. Biz Amerika’ya geri dönmüştük çünkü. Eşim Jon’la beraber 2009 yazında geldik ve o yaz adayı çok sevdik, apar topar yerleştik.

O ilk yaz, bir arkadaşımız vesilesiyle hemen kızlarla futbol işine giriştik. Bir projeye başlamıştı onlar zaten, gene Boğaziçi’nden Hale’yle ortak arkadaşımız Sema, Boğaz’da değil de, oralarda bir tepede, daha dar gelirli ailelerin yaşadığı bir yerde kızlar için futbol dersleri başlatmış. Aynısını bizim adada da başlatmamızı istedi. Geldi, bize formalar verdi hatta. Biz de o yaz hemen antrenör arayışına girdik. Muhtarımız Aslı’ydı o zaman, Aslı da futbol oynamış meğer zamanında, Ahmet Bey var, dedi, o yapar bu işi. Birkaç isim daha vardı, onlarla da görüştük. Sonrasında antrenörümüz yıllar boyu, şimdi baskette Ali Apak’la beraber, Ahmet Reis oldu. Ahmet Reis’le 2009 yazında kızlarımızı seçtik. Tepede yaşayan, dar gelirli ailelerin kızları o sene spora başladı. Yirmi kızımız ligde dereceye girmişti mesela, ikinci oldular; çok büyük bir başarı olarak görülmeyebilir bu belki ama biz kızlarımızı alıp ilk defa anakaraya geçerken gördük ki adadan dışarıya ilk defa seyahat edenler var. Sırf bu bile çok önemli bir şeydi bizim için. Cesaret Derneği’ni de bundan sonra kurduk, 2013 yazında. Kadınların iş bulmasına, kendilerine gelir sağlamasına yardım etmek, onları cesaretlendirmek üzere. O da hâlâ gayet iyi gidiyor. Kızların basket masrafı ilk yıllar biraz fazlaydı, şimdi dengelendi sanki. Heybeliada Su Sporları Kulübü’ne geçti kızlarımız. Burada, lisenin spor salonunda bize antrenman yapma izni verilmedi çünkü.

  • Evet, böyle işi yokuşa koşmalar meşhur burada, değil mi? Tıpkı bizim şu anda adadaki yirmi kadına okuma yazma öğretebilmemiz için Halk Eğitim’in bize bir yer göstermemesi gibi…

Evet, doğru, onun gibi. Bir kış iki ayrı lige katılmıştık mesela Cesaret Derneği olarak, masrafımız çoktu. Yazları yemek yapıyorduk Adalılardan destek toplamak için. Herkes geliyordu, politikayla, partilerle hiçbir ilgisi yoktu bu dayanışmanın. Şimdi, kitabımın gelirini bıraktım mesela derneğe. Paramız var, sürekli bağış yapan üyelerimiz var, özellikle çocukların eğitim bursu için. Zerrin Hanım var, Heybelili, o bağış yapıyor, onun ailesi, çevresi de öyle. Böyle devam ediyoruz, gitgide artıyor bağışçılarımız. Bu devirde derneklerin çoğu kapanıyor. O dükkândaki farklı siyasi görüşlerden on kadının, ki hiç de kolay bir şey değildir bu -aile değil bunlar nihayetinde- beraber çalışması, ne kadar para geldi, kime ne kadar dağıtılacak, bunları hesaplamaları müthiş bir iş. Bir okulumuz oldu sonra da biliyorsun, matematik, fen, İngilizce dersleri verdik orada fakat salgın yüzünden her şey altüst oldu.

  • Peki, bu işlere nasıl bu kadar hızlı girdin? Adada aniden bir ağ mı kuruldu etrafında? Nasıl oldu?

Evet, öyle sahiden. Abim de önayak oldu. Bir de ben biraz girişkenim galiba, ondan da oluyor. Doğru kişiler çıktı karşıma. İlk zamanlar, her antrenmanın başındaydım. Sonra bir baktım ki kendi kendime iş icat ediyorum çünkü bir güven oluşmuş artık aramızda. Doğru kişilerle karşılaşmak büyük şans oldu gerçekten. Bir binayı kiralamışız, orada dersler veriyoruz, bunlar büyük riskler… Adada beraber olduğumuz insanlarla bu riskler çabucak ortadan kalktı. Şanslıyız!

  • Benim için sen, Adalı birkaç kadın (o kadınlar biz oluyoruz!) annelikten tamamen perişan bir haldeyken sırf bize destek olmak için aşağıda kreş açmamıza önayak olan bir kadındın, seni ilk böyle tanıdım. Niye yardım ettin bize?

(Gülüyor.) Çok güzel bir soru! Bizim amaçlarımız paraleldi, yani sadece üç kadın derneğimize üye olsun da onlara, çocuklarına yardım edelim gibi bir şey değildi bu. Adada böyle bir şey yapma fikri hepimize birden çok iyi geldi. Hatırlıyorum, bizim evin alt katında toplanmıştık. İdil vardı o dönem derneğimizde, bize çok yardım etti. Sonra ayrıldı gerçi üyelikten ama o sırada İdil’le ders vermek için bir yer bakıyorduk. Çocuklara okuldan sonra, İngilizce ve matematikte destek olalım istiyorduk çünkü aldıkları eğitimin yeterli olmadığını biliyorduk. Bunu yapmak istediğimiz için İdil’le böyle bir yer baktık, aynı zamanda da çocuklara yuva olacak bir yer. Kaç yaş için demiştik, üç ile beş arası mıydı?

  • Ne üç beşi! O zaman bir buçuk iki filandı bizimkiler! Hatırlarsan, Burgaz’dan gelenler de oldu o yaştaki çocukları için.

Evet evet!  Bir yerimiz olsun istedik. Burayı eğitim için farklı amaçlarla da kullanırız dedik, tabii ki paralel amaçlarla. Başka bir şey düşündüğümüz yoktu o sıra.  Adaya bir katkım olsun istiyordum, ne şanslıymışım ki sizlerle tanıştım. Yeri bulduk ama gidip kiralarken bile sorun çıktı, bize vermek istemediler, hatırlarsın… Bunlar ne yapıyorlar, ne yapmak istiyorlar, diye baktılar. Güvensizlik vardı. Böylece, rastgele, tanınmadığımız bir mahallede bir işe kalkışmış olduk. Bir sorun çıkmadı neyse ki. Büyük bir şey olmadı. Öte yandan, bizim tarafımızda her şey gayet güzeldi, orası bizi bir araya getirdi. Birgül’le perdelik, minderlik falan kumaş almak için karşıya geçtik. Serenad’ın babası parkeleri döşedi. Her yeri boyadık, temizledik… Yahu çok acayip, çok güzeldi! Köy enstitüsü gibi gördük bir an bu mekânı. Neden olmasın? Bir fikir böyle geldi bir başka fikrin peşinden. Biz de koştuk, sizin de buna ihtiyacınız vardı, böylece devam ettik.

  • Aslında orayı keşke devam ettirebilseydik…

Ettiremedik, belki de o kadardı ömrü. Belki de başka bir şeye dönüştü, oradaki tecrübeden Kütüphane Derneği’nde yararlandık daha sonra. O yüzden boşa gitmiş bir şey değil hiç. Çocukları da bir araya getirdi bir defa. Aklıma şey geliyor, Ayşe Şirin, Rüzgâr ve Neşe, Birgül’ün getirdiği bir okul oyuncağında yan yana oturuyor, harika bir fotoğraftı o! Aynı grupta nalburda çalışan birinin çocuğu da vardı, yani sırf bizim üyelerimizin çocukları yoktu orada. İlk defa yan yana geldiniz siz de, pek de yan yana gelmemiş insanlar, tepe mahallelerden çocuklar, başörtülü anneler burada bir araya geldi.

  • Güvendik birbirimize ve bir arada olabileceğimizi de çok çabuk gördük…

Evet. Matematik verdik orada, Ayşe Erzan pazar günleri veriyordu. Adını “eğlenceli matematik” koyduk ki gelsinler! Nesin Vakfı’nın “Ailelere Matematik” diye bir dersi vardı, Ayşe Erzan bir Mart tatilinde o kursa katıldı. Böyle hazırlıklar da yapıyorduk yani, sadece var olan bilgimizi ortaya koymakla olmuyordu çünkü öyle yapınca kızlar çok sıkılıyordu. Sonra, pazar günleri o saate Kur’an dersi koydular, aileler çocuklarını Kur’an’a mı gönderelim, bize mi gelsinler derken sayı düştü. O sıralar Öznur da ders veriyordu, o ders verdiği zaman kalabalık oluyordu, çok enerjikti çünkü. Geometriyi, origamiyle, oyunlarla falan anlatıyordu, müthiş eğlenceliydi. Öyle ekip olarak güzel güzel devam ettirdik burayı.

  • Harikaydı gerçekten, Öznur’un çocuklara yaptırdığı işler hâlâ gözümün önünde. Sevgili Aysel’in çocuklarımıza ne büyük emeği geçti. Devam etmeli bu…

Yaparız, mutlaka çıkar bir şeyler.

  • Umarım… Kitabında anlattıklarının da etkisiyle şunu sorayım: kadınların kadın kalarak -yani bunu cinsiyet anlamında söylemiyorum- tavır ve prensip bakımından “erkekleşmeden” kendini var edebilmesi ne zaman kendiliğinden, bir şeyleri, birilerini, belli makamları falan ille de böyle ittirip kaktırmaya gerek kalmadan olacak? Olur mu yakınlarda böyle bir şey?

Amerika’dayken bazı yayınları takip etmiştim ben bu konuda. Amerika kabul etmiyor kadını. İşte, hâlâ bir başkan seçilmiş değil. Bu büyük bir ayrımcılık. Kadınlığını kullanarak bir yerlere gelmeye çalışmak da hata; kadın olduğu için zaten gelemeyecek o yere çünkü. Bir de kadınların büyük bir sorumluluğu var: hem çocuk sahibi olup hem de kariyerlerinde ilerlemeleri devlet desteğiyle olur ancak. Hâlâ bir şey yok ortada, yani sizin nesliniz veya daha genç nesille benim neslim bu bakımdan aynı sayılır. Çalışma hayatı bitiyor çoğu kadının. İzlanda’da mesela, doğum yapan kadına maaş veriliyor, erkek de kadına yardım ediyor. Doğum yapan kadının eşine de zorla izin veriliyor yani. Böylece bir kadın olarak çocuk doğurmaktan korkmuyorsun. Sen biraz geri kalacaksın belki işinden gücünden ama erkek de kalacak. Ben bunu çok düşündüm, erkeğe de izin veriliyor iyi hoş ama bir de şöyle örnekler var, o izin süresince kadın bebek bakarken kocası gidip kitap yazıyor. İş bölümü eşit olmadığı için istediğin kadar adama da izin ver, kültür buna hazır değilse ilerleyebilen gene erkek oluyor, sen kalakalıyorsun.

  • Ben aslında buradan bakarak sormuştum. Bir yere gelmek derken cumhurbaşkanı, başbakan, doktor veya mühendis filan olması önemli değil. Belli bir meslekte ilerlemiş kadınların tavrının erkeklerden farklı olmadığını görmek çok üzücü, kadının tavrı başka türlü olmalı gibi geliyor…

Tamam, şimdi daha iyi anladım. Tabii, çok üzüyor insanı bu. Kitabımda da yazmıştım, “Kathleen the Bitch”  bölümünde, şefim olan bir kadından bahsettim. Sadece bana karşı değil, herkese karşı tavrı korkunçtu ama o zaten bunun için işe alınmıştı, hiç acımadan herkesi işten atabilecek biri olduğu için.

  • Seninle bu söyleşimiz biraz gecikmiş bir söyleşi oldu aslında benim için… Birkaç ay önce Adalı Yayınları’ndan, sevgilimiz, muhteşem editörümüz Serenad’ın da çok emek verdiği, Başlangıçları Hep Sevdim kitabın çıktı. Orada hemen hemen her şeyi anlatıyorsun aslında ama adadan pek bahsetmiyorsun. O yüzden şimdi adadan ve biraz daha farklı şeylerden bahsedelim istiyorum.Sen mühendissin, makine mühendisisin. Birkaç senedir yazmak üzere kolları sıvadığını, çok çalıştığını biliyorum. Yazmanda mühendisliğinin bir katkısı oldu mu? Bambaşka bir ilgi alanından yazarlığa geçmek zor geldi mi? Kitabında anlattığın her şeyi hem bütünüyle anlaşılır bir dille hem de sıcacık bir üslupla yazmışsın çünkü.

Çok sağ ol. Ben tecrübelerimi paylaşmak istedim sadece Tuba’cığım. Bizde daha çok zengin kadınların yaşamı dökülüyor dile, onların yaşadıkları kitap oluyor. Bu biraz battı bana. Yahu biz de varız bu dünyada! Bir Sema da geçti bu dünyadan yani! Çocuğum da yok, benden ne kalacak geriye? Etrafımdakilere örnek olmak istedim. Annemle babamın bize aşıladığı, onlar için en önemli şey okumamızdı. Amerika’ya gittim, okudum, çalıştım, çok çalıştım. Derken neyse ki gözüm açıldı, geri döndüm. Erkek meslektaşlarım Türkiye’deki üniversitelere geçti, bana da soruyorlardı, nerede çalışacaksın falan diye. Aaa, hiç istemiyorum çalışmak, artık yeter, dedim, beni ölmüş varsayın! Altmış iki yaşına kadar makine mühendisliği hocalığı yapmışım, yeter, bundan sonra başka bir şey yapacağım. Böylece yazarlık dersleri almaya başladım, epeyce uğraştım bu işle, hâlâ uğraşıyorum. Mühendis olup da yazmaya girişenlerle de bu derslerden sonra daha fazla karşılaştım. Mühendislerin kurgudaki yeteneği beğeniliyor yazarlar tarafından. Ben Berkeley’de iki yıl geçirdim, kitapta da anlatıyorum onu, makine mühendisliği profesörleri robotları kullanıp seramikten bir şeyler yapıyorlardı. Oradaki hocaların, tanıştığım insanların da çok büyük etkisi oldu üzerimde, sadece mühendislikle kalmayıp sanat alanına geçmişler işte. Çok sıkıldığım bir ara seramiğe başladım, haftada bir gün çalışıyordum. Önceleri yaptığım her şey kare kareydi gerçi! Küpler falan… Sonra yavaş yavaş yuvarlak hatlara geçmeye başladım!

  • Yazmaya başlamak seni o kadar da zorlamadı yani, ben ne yapacağım şimdi diye telaş etmedin en azından, değil mi?

Mühendislikten sonra uzun yıllar hocalık yaptım ben. Yayın çıkarmak zorundasın, araştırma yapıyorsun, makale yazıyorsun. Hiç unutmam, doktoramı çok zor yazmıştım mesela. Sonra makaleler… Şimdiki yazma gayretimde bu tecrübelerin faydası vardır muhakkak. Kurgu yapamıyorum ama hâlâ.

  • Yazmaya başlamanda adanın bir etkisi oldu mu? Başka bir yerde yaşıyor olsaydın da gene yazma işine girişir miydin? Demek istediğim, pek çok insanın inandığı ya da sandığı gibi, ada insana yazdırıyor mu?

Yani ben öyle bir Orhan Pamuk falan olmadığım için burasının benim üzerimde öyle bir etkisi yok! Adanın sakin ortamı belki bazılarını yazmaya teşvik edebilir ama benim sürekli insan görmem lazım. Adadaki yaşamım beni tetikliyor, burada çok duygulandığım bazı şeyler oluyor. Şurada sadece oturup da yazsam çıldırırım herhalde. O yüzden Ada bana yazdırıyor diyemem.

  • Başlangıçları Hep Sevdim’de şöyle diyorsun: “Şimdiki aklım olsa seçimimi daha doğru yapar, koca sınıfta tek kız olmayacağım bir meslek seçerdim.”  Ben, hayatından, mesleğinden, yaptığın çalışmalardan gayet memnun olduğunu düşünmüştüm kitabı okurken. Bu cümlen, makine mühendisliğini seçtiğine sonradan pişman mı oldun, sorusunu düşürdü aklıma.

Pişman olduğum şey, üniversiteyi tek kız olarak okumak. Çok yalnızdım. Oldukça tutucu bir aileden gelen bir kız olarak zordu bu. Babam soruyordu, yanına erkek oturuyor mu, diye. Sonradan içlerinden biriyle evlendim de. Fakat ilginçtir, mühendislikten arkadaşlarım beni hep korudu, hâlâ korurlar.

  • Peki… Senin bakışında hep bir muziplik var, hahha, beni kandıramazsınız, der gibi bakıyorsun. Bunun senin zekândan kaynaklandığını düşünüyorum ben. Tartışmalı bir kavram, biliyorum ama zekâ ne demek sence?

Ne kadar zor bir soru! Bir mühendis olarak, problem çözebilmek, ilk defa karşılaştığın bir probleme çözümler üretebilmek, bunu uygulayabilmek demek.

  • Daha kimse adını pek de anmıyorken, hatta hiçbir şey bilmiyorken yirmi küsur yıl kadar önce yapay zekâ üzerine çalıştığını bildiğim için soruyorum, o zamandan bu zamana yapay zekânın anlamında ne değişti?

Çok ilerledi, çok! İlk başladığımızda robotlarla da ilgileniyordum. Mesela robota, damadan daha basit bazı oyunlar oynatmayı öğretiyordum. O zamanlar birisi bana, yapay zekâ kitap yazabilir mi diye sorsaydı imkânsız derdim, hatta yirmi değil, beş yıl önce de imkânsız derdim. Şimdi yazıyor, istersen resimlerini bile koyuyor. Hangi seviye için yazmak istiyorsan ona göre yazıyor ve nitekim artık herkesi de korkutuyor.

  • Yenecek mi bizi, doğal zekâyı yani! İşimizi elimizden alacak mı gerçekten, yoksa aldı bile mi dersin?

Aldı bile.

  • Adalar mesela, yapay zekâyla yönetilse, biz birtakım yapay zekâlara oy versek şimdikinden daha iyi olur mu işler? Bana belediye işlerinde filan işe yarayabilir gibi geliyor…

Yarar yarar. Bir tezgâh sorunu var mesela Adalar’da, belli sayıda tezgâh var ve bu tezgâhları, çalıştırmak isteyen insanlara atama problemi var. Bu matematiksel programlama gerektiren bir problem işte. Altmış tane tezgâh, beş yüz de insan var. Bu beş yüz kişiden altmışını seçeceğiz bu tezgâhları vermek için. Komisyonlar kuruldu, çalışmalar yapıldı, işler daha da karıştı, yok, bir türlü olmadı. Böyle bir düzenlemeyi işte, yapay zekâya bıraksak daha çok faktörü bir arada değerlendirebilir, geçmişte olup bitenleri göz önüne alarak neyin işlemediğini, gelecekteki muhtemel meseleleri tak diye çıkarabilir karşımıza ve öyle de karara varır.

  • Hop diye başka bir soruya geçiyorum şimdi. Seni adada yaşamaktan vazgeçirebilecek bir şey var mı?

Evet, var. Sağlık. Birkaç sene önce düştüm, dizim, diz kapağım çatlamıştı. Faytonlar da kaldırılmıştı, gidemedim adaya. Ne yapacağım? Yürüyemiyorum, edemiyorum. Bir keresinde polis arabasıyla gittim. Şimdi de kalçamda bir sorun var, bu yüzden gene az gelebiliyorum adaya. Maalesef böyle. Burada istediğim gibi yaşayamazsam gelmem. Sağlık önemli, çok önemli. Biliyorsun, geçen hafta sonu bir çocuğumuz vefat etti. Belki burada bir hastane olsaydı kurtulurdu. Lafı bile edilmedi bunun.

  • Sağlık meselesi adada senelerdir ruhumuzu karartan meselelerden biri. Koca bir hastane vardı halbuki…

Adanın Delinimetleri’nin demirbaş sorusunu soracağım şimdi: Fayton?

Faytonlar herhalde geri gelecek. Belki taksiler kalır… Azmanbüse de geçildi zaten, o da bir gerçek. Binmesek bile. Hâlâ binmiyorum ben, çok zorlandığım halde. Büyükada’ya gidiyorum, taksiye biniyorum mecburen. Binmek zorundayım çünkü, yoksa adalarda yaşamama imkân yok. Faytonların kaldırılmasıyla çok şey kaybettik, ada çok fazla şey kaybetti. Bir çözüm bulunabilir, bulunacak. Bir geçiş dönemi bu, diye umuyorum.

  • Sen çok başarılı bir insan olmuşsun. Nasıl bir his bu? Böyle, otururken mesela, vay be, neler yaptım şu hayatta, diye düşünmek, bundan sonra daha neler yapacağım fikrini, cesaretini de mi getiriyor beraberinde? Daha önceki başarılarının mı etkisi var bu kadar girişken davranıp istediğin an etrafını ayaklandırabilen bir insan olmanda?

Bir yerde artık yeter dedim, daha fazla ilerlemek istemiyorum. Akademide kalabilirdim yahut buraya döndüğümde bir üniversiteye geçebilirdim ama ben orada doyuma ulaştım. Bundan böyle dünyanın yüzde onu için değil, geri kalan, yüzde doksan dar gelirli çoğunluğu için çalışmak istiyorum dedim kendi kendime. Sınır tanımayan mühendisler öğrenci grubunun danışmanı olarak sosyal sorumluluk projeleri başlattım Amerika’da.
Şeyi dinliyordum mesela, Kaliforniya’da çamfıstığı üreticisi bir ailenin neden olduğu yangınlar, bir türlü söndürülemeyen… Bu kapitalist düzenin sonunu görüyoruz böylece. Açgözlülükle ilerlemenin sonuçlarını idrak ettikçe benim vapurum yön değiştirdi ve doğru yönü buldu.

  • Adaya bakınca onu bir makine gibi görebilir miyiz? Bir işleyişi var, arada bozuluyor, çitler koyuluyor, koca koca arabalar geliyor, bir şeyler oluyor… Makine sayacaksak eğer, biz bu makineyi kullanmayı biliyor muyuz?

Makineye bir sistem gözüyle bakayım. Girdileri var, çıktıları var. Ekolojik bakımdan onu kullanmayı hiç bilmiyoruz, bozuyoruz. Yağlamıyoruz, gittiği yere kadar, diyoruz. Eski bir araba gibi. Onu pırıl pırıl yapalım, demiyoruz. Pırıl pırıl bir hale getirebiliriz halbuki. Her birimiz, ufacık başka bir yerini görüp belli yerlerini mesele ediyoruz. Hep aynı şeyleri görüp yoruluyoruz. Çitler yapılıyor. Oraya buraya yazıyoruz, gene yoruluyoruz, bütün yükü omuzlarımızda hissediyoruz. Üstelik hiçbir şey de yapamıyoruz. Plajlar mahvetti adayı. Ağaçlar kesiliyor, beton katlar çıkılıyor. Yaptıklarımız hiçbir yere varmıyor…

  • Peki… Konuyu değiştireyim, Adanın Delinimetleri içinde bir istisna olarak evlisin sen. Daha adaya gelir gelmez onun değerini bilip buraya daha fazla değer katmak üzere kolları derhal sıvamış senin gibi birisiyle sırf bu yüzden konuşmamak çok yazık olurdu. Gene de soracağım, nasıl bir şey bu evlilik, tavsiye eder misin herkese?

Benim neslim için şartmış gibi geliyor bana. Ben evliyim ama o kadar da evli sayılmam! Eşimle birbirimizden tamamen bağımsızız çünkü. Ben istediğim her yere giderim, o isterse gelir, çoğu zaman da gelmez. İki evlilik arasındaki zamanlarda hep birini aradım ben, biri olmak zorundaydı hayatımda, böyle hissettim. O zaman her bakımdan daha verimli olduğumu gördüm, o kişi doğru kişiyse tabii.

  • Adaya dair, adalı olmayan arkadaşlarının bilmediği, onlara hep anlattığın ya da anlatmayı sevdiğin bir şey var mı?

Yabancı arkadaşlarım kedilere, sokak kedilerine inanamıyor mesela.  Onlar için öyle ilginç bir şey ki. Bir de, adada çatkapı birine gidebildiğimizi, bir gün içinde hop diye on beş kişi toplanabildiğimizi anlatıyorum. Müthiş bir şey bu onlar için.

  • Son soru, Heybeli’nin on yıl sonraki halini nasıl görüyorsun?

Herhalde daha çok yabancının ev aldığı, zenginle fakir arasındaki uçurumun derinleştiği bir yer olacak böyle giderse… Daha on yıl önce, orada burada buluşup, bir şeyler yiyip içebiliyorduk. Artık çok azaldı bu, fazla pahalı. Ayvalık’ta kadınların, gençlerin yiyeceğini içeceğini alıp sahile indiğini görüyordum akşamları. Belki burada da öyle bir şey başlar. Bize kalmış! Fakat pek öyle bir şey de görmüyorum, etrafımız çitlerle çevrildikçe biz de içimize kapandık sanki. Hemen bir şeyler yapmamız lazım.

  • Söylediklerinle cesaret veriyorsun gene. Çok teşekkür ederim Sema, iyi ki varsın, iyi ki adadasın.

Ben teşekkür ederim. Beni çok zorladığın sorular oldu ama onlar için özellikle teşekkür ederim, harikasın!


Yayınlanma Tarihi: 06 Şubat 2025  /  Son Güncellenme: 24 Şubat 2025


Bu yazı hakkında yazarımıza ve editörlerimize iletmek istedikleriniz mi var?
Aşağıdaki formu kullanarak kendisine ulaşabilirsiniz.
(Bu formdaki bilgiler, yazarımız ve editörlerimizin mail adreslerine iletilecektir.)


Çerezleri Yönetin!

Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.

Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.

Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.