Paylaş
Tüm Sayılar      2025      Sayı 239 – Mayıs 2025      Sait Faik’in Balık(çı)ları

Sait Faik’in Balık(çı)ları


Sait Faik balık ve balıkla ilgili her şeyi çok sevdi, ama çok; avını bile. Sık sık Burgazlı balıkçılarla ava çıktı. Onlarla geceledi, balık avladı. Bu kadar nahif bir insanın balıklara nasıl kıydığını bilmiyorum ama bir cevap geliştirmeye çalışsam her halde şunu derdim: Sait Faik için av olmak balığın kaderidir. Çün ki balık ya insana av olacak ya da büyük balığa, ama illa ki av olacak. Sait Faik Sivriada Sabahı isimli eserinde (1952) bakın ne diyor birlikte hatırlayalım:

“…Kıraçaları istavritler, istavritleri uskumrular, uskumruları kolyozlar, kolyozları palamutlar, palamutları sinagritler, sinagritleri yunuslar, yunusları orkinoslar kovalıyor.

İşte hep bir kovalamaca, hep bir rızık peşinde koşmaca. Balıkçılar da elbette rızıklarının peşinde, Sait Faik de hikayelerinin… Sait Faik bu balık avlarının birinde çok güzel bir hikaye avlar: Dülger Balığının Ölümü (1953). Efsanevi unsurlarla tezyin ettiği bu hikayesi nasıl da tatlıdır: Dülger balığı o korkunç ve ürkütücü görüntüsünü korusa da güya Hz. İsa’nın elinde uysallaşır, uslanır ve piranalığı bırakır.

Bir de tabi eski Burgazlı balıkçılarla ava çıkmak çok zevkli olsa gerek. Zira bu deniz köylüleri balıkçılıkta oldukça mahirlerdi. Öyle ki yakamoza bakıp denizde görünmeyen balığın cinsini hoppidinak anlarlardı. Sait Faik Bizim Köy Bir Balıkçı Köyüdür isimli hikayesinde (1947) bundan şöyle bahsediyor:

“…Bakarsın yakamoz beyazdır, sanki denize kül serpilmiş̧ gibidir: İşte torik!… Bakarsın yakamoz derinden toplana açıla parlıyor: Kolyozdur. Bakarsın yanlara doğru açılıyor: Uskumrudur. Yakamoz yukarda parlarsa palamuttur. Bir de torik gibi parlayan zargana vardır. Kim uğraşacak onunla, para etmez ki. Toriğin yakamozu ile zargananınkini ayırmaya göz ister. Biri kül serpilmiş gibi parlar, öteki fın­dık fındık, leblebi leblebi bir parıltı yapar. Ala­mana, torik avı, açıkgözlük ister. lrıp iş değil, bunu herkes yapar. Iş alamanadaydı. Torik avın­daydı…”

Sait Faik, Birtakım İnsanlar (1952) isimli eserinde Burgaz’daki balıkçıları üçe taksim eder. Birinci kısmı gösterişsiz, sakin ve sessizdir. Mağrur gözükürler, ama değildirler. Çoğunun saçı, sakalı ya erken ağarmıştır ya da yaşlıdırlar da saçları vaktinden çok evvel beyazlamış gözükür. Bunlar kimseyle konuşmazlar. Sandallarla dost, küreklerle sıkı fıkı, ağlar, oltalar, floklar, bocurumlarla içli dışlıdırlar. Bazen yüksek sesle bunlarla kavga bile ederler. Balığa yalnız çıkarlar. Vakitlerinin çoğunu ağ tamir etmekle, kendi kendilerine sövmekle, tefekkürle geçirirler. Bu yüzden bu birinciler sakin, az konuşur adamlardır. Hepsinin hayatında bir sürü macera, bir sürü masal bulunur. En güzel olta kullanan onlardan biridir, en güzel serpme atan da, en güzel ağ tamir eden de, en çok taş bilen de. Bu birinci kısım balıkçıların tecrübesizler nezdinde ayrı bir havaları vardır. Sessizlikleri de doğrusu bu havalarını pekiştirir. Bunu da onlar da çok iyi bilir. Mağrur gözükürler ama mağrur değillerdir, dedim ya yukarıda, gerçekten de ilk sevgiyi daima başkalarından görmek isterler. Kendilerine bir laf atılmaya görsün o insanın yüzüne hiç bakmayan, lafa karışmayan adam hemen birdenbire çocuk kesilir balıklar; fırtınalar hakkında istemediğiniz kadar yarı masal, yarı hakikat, yarı şiir malumat bombardımanına tutar. Ondan sonra artık dostsunuzdur. O zaman anlarsınız ki o mağrur zannettiğiniz adam aslında sadece ciddi bir adamdır.

Balıkçıların ikinci kısmı geveze ve yaşlıdır. Bunlar o saçı sakalı erken ağarmışlardan malı sabah erkenden alırlar. Sokaklarda satmaya çıkarlar. Ellerinde içi balık dolu leğenlerle bir aşağı bir yukarı dolaşır dururlar. Malı ucuza kapatmışlardır. Kapı önlerinde pazarlık ederken her türlü yalanı da uyduruverirler: ‘İstanbul’da barbunyanın kilosu dört yüz kuruş. Burada biz üç yüze bırakıyorsak canımız İstanbul’a inmek istemediği içindir, beyim!..’

Üçüncü kısım balıkçılar ciddidir. Sandallarını alırlar ve açılırlar. Haftalarca gözükmezler. Dünya onlar için Hayırsızlar’dan öteye varmaz. Niye varsın ki Hayırsızlar’da her türlü balık vardı, hem de bol miktarda. Kolyoz orada sürülerle gezerdi. Orada iskorpit de balıklarının en büyükleri kızıl dikenli lipsoslar da bulunurdu. Büyük dragonyalar insanı bir vurdu muydu, alimallah… Oraya balık almaya Kumkapı, Yenikapı’dan bile sandalcılar gelirdi. Hayırsızlar’a gidildi mi Burgaz’a günlerce dönülmezdi. Bir başka sandalcı oradaki avcıların ekmeklerini dört beş̧ günde bir getirir, bırakırdı. Ekmeğin yanında balıkçılar Hayırsızlar’da balık, ıstakoz, böcek, bazen Sivriada’nın tavşanlarını yakalar yerlerdi… Sigara içenler Kumkapı ve Yenikapı’dan gelen balıkçılardan otlanarak idare ederlerdi. Bütün bir ayı Hayırsızlar’da geçirmiş̧ balıkçıların Burgaz’a döndüklerinde halleri müthişti. Cepleri az çok para görmüş, uzak kalınca hepimizde olduğu gibi Burgaz’ın her yeri gözlerinde büyümüştü.

Hatıralar zaman şerbetini içlerine çekip tatlılaşır. Burgaz’dan günlerce uzak kalınca insana üzüntülü bir hal basar Burgaz’a varınca da çocuk gibi coşar, heyecanlanır. Çamlara, kumsallara doğru koşar. Üç dört gün sersem ve afallamış şekilde dolaşır. Taşına, toprağına, ağacına sarılır. Martısına, kedisine, kargasına öpücükler gönderir.

Bu muydu, balıkçıların gece yarısı uzaktan küçük ışıklarını gördükleri güzel ada?.. Bir gün gelir tekrar bıkkın, bıkkın demir alırlar, palamarları çözerler, flokları açıp küreklere asılırlar. Tekrar Hayırsızlar’a varırlar. Oh!.. Yine cennete varılmıştır! Ne insan vardır ne gürültü… Şimdi sadece balık; başka bir şey düşünmeye vakit yok… Günler geçer. Bir gün gelir yine çakıllarını çıtırdatan dalgalı Burgaz’ın sahilleri ölesiye özlenir. İnsanın burnunda tütmeye başlar.

Bugün Burgaz’da balıkçılığı en iyi üç kardeşler (Mehmet, Osman, Rahim) beceriyor. Ama eski muhtelif ve mebzul balık kalmadığından ancak yevmiyelerini çıkarabiliyorlar o da suyun içinden ıslak ıslak, işte hepsi bu.

Eski camlar bardak, eski balıklar ansiklopedide madde oldu. Sait, Krallık isimli hikayesinde (1951) Burgaz’ın hemen dibindeki Kaşıkadası kıyılarının bilek kalınlığındaki mor kılçıklı yarım metre uzunluğundaki zarganalarla dolu olduğunu yazıyor.

Vay, vay, vay…

Vah, vah, vah…

Şimdi adını bilen yok, o eski balıkçıların, şimdi tadını bilen yok, o eski balıkların.


Yayınlanma Tarihi: 08 Mayıs 2025  /  Son Güncellenme: 08 Mayıs 2025


Bu yazı hakkında yazarımıza ve editörlerimize iletmek istedikleriniz mi var?
Aşağıdaki formu kullanarak kendisine ulaşabilirsiniz.
(Bu formdaki bilgiler, yazarımız ve editörlerimizin mail adreslerine iletilecektir.)


Çerezleri Yönetin!

Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.

Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.

Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.