Paylaş
Tüm Sayılar      2025      Sayı 238 – Nisan 2025      Akvaryum ve Balıkçılar

Akvaryum ve Balıkçılar


Fotoğraf: Bilinmiyor kendisini tanıtırsa sevinir ve bilinmeyeni düzeltirim. | https://iskenderiyekutuphanesi.blogspot.com.tr/

Dün battı. Güneş Tanrısı Helios’a yol açan, güneşin kulu ve kız kardeşi, kara harmaniyesini sırtlamış Eos, karanlığı, sudan fırlamaya hazır yıldızlardan önce, babası Sin’e, teslim ederken, penceremden Kaşıkadası’nın üstüne inen o rengahenk şıpırtıları, o gümüş sürgünü pıtırcıkları gördüğümde, “- Aman dedim, bu da ne?  Hemen koştum yaşlı bilge deniz minaresine… ve sordum…

… dedi, – “ O gördüğün, her kestane karası fırtınası sonrasında, rengahenk kanatlı atları ve sentoryan muhafızlarıyla denizlerin dibinde yaşayan eşi Amphitrite ile buluşmaya gelen Poseidon’un vuslatıdır, o denizi köpürten, o denizi kükreten… dalgaları yanak, yanağa birleştiren…”

ve sonra öyküsüyle bıraktı beni Burgaz’ın sonbahardan arta kalmış bir gecesinde, dik sokacıklarındaki evimin penceresinin ortasına, içe dönük bakışlarımla baş başa…

Gözlerimi, Olimpos’tan adaya doğru, ılık lodos esintisinde, Kaşıkadası’nın sapındaki kayalıklarda ikiye ayrılıp ayıbacağında sakin bir seyirle ana karaya doğru akıp giden geniş akvaryumdaki akıntıya doğru çevirdim. Dokuz tanesi Kaşıkadası’nda, dört tanesi Heybeliada’nın Değirmen Burnu açıklarındaki balıkçı tekneleri ile Burgazada iskelesinden kalkan Şehir Hatları vapurunu okşayan akıntı, eğer rüzgâr karayel veya poyraz eser, kavak yelleri ile başı dönerse, bu sefer de aksi yönde orsaya seyre çıkar.

Dalgalarını savura savura dolanan bu baş döndürücü davranışlarından dolayı, doğrusu hiç güvenemeyiz, kendisine… sabah bir bakarsınız derin bir nefes alır kıble, lodos, keşişleme eser,  boğazına kırlangıç kılçığı kaçmış, göğsü sıkışmış gibi Kaşıkadas’ının üstüne doğru köpükler saça saça öksürür, bilumum haşarat-ı bahriyi etrafa saçar, etrafa çatmak için yer ararken… Akşamüstü önce sakinleşir, sonra da poyraz, karayel, yıldız, artık yelkeni hangisiyle dolarsa Heybeli – Burgaz arası ve Kınalı – Burgaz rotalarında Yassıada, Sivriada üzerinden Marmara’ya açılır.  Bir yandan derinlerden gelen soğuk suyu, bir yandan kıraça, gümüş balığı ve yavrularının, zargana ve kefallerin bereketini balıkçıların ağlarına taşırken… bir yandan da çoluk, çocuk, ihtiyar dinlemez yüzenleri öyle bir sürükler ki, iş başa düşer, bir telaşla denizden insan avlarsın.

Zamanında bu olağanüstü akvaryuma düzen veren ekosistemde şu an balıkçı tezgâhlarında gördüğünüz balıklar: Yakışıklı çingene palamutları, külhanbeyi lüferler, fakir dostu istavritler, utangaç pembe yüzlü barbunlar, tekirler ile vahşi avlanmadan kaçarak artık nadiren kendini gösteren turşucu izmaritler, tembel diller, Çamakya ığrıp çekimi, günbatımı giysileri ile uskumrular, soğukkanlı kılıç balıkları, ikametgâhları Heybeli Alman Koyu’nu mekân tutan, mavi kanlı, kral soylu ıstakozlar, çakal pavuryalar, tarlalar dolusu istiridyeler, askıda midyeler, Sait Faik’e ilham, adalı balıkçılara, meyhanelere iş, aş, geçim, sosyo-kültürel hayata örgün ve sağlam biçim verirdi.

Bu kusursuz dengede ne bir kıskançlık, ne bir alan ve/veya rol çalma hırsı, ne bir kibir ve ne de küstahlık vardır. Milyonlarca yıldır, doğa yaşamın sınırlarını ve sırlarını çerçevelemiş, insanlar genlerinde taşımış, tek bir çiçekle yetinmeyen farklılıklar tehdit olarak değil farkındalıklara yazılmış, denizin kızgınlığının dalgaların şefkatli kollarında giderek sakinleşeceğini binlerce yıldır adalı denizciler de öğrenmiş, bu diyarın manifestosu da böyle belirlenmişti.

Yüzyıllardır adalı denizciler bu akvaryumun dengesinde, kâh güvenle, kâh doğanın zorlu günlerinde kimi zaman ona boyun eğmiş, can vermiş, kimi zaman sınavlardan geçmiş, dirençleri ve cesaretleriyle hayata meydan okumuşlardı. Bazen yıldızlara bakıp yollarını bulmuşlar, bazen aldanıp, dalgaların insafına kalıp, başka rotalara savrulmuşlar, sığınmayı düşündükleri güvenli limanlardan uzak kalmışlardı. Deniz hayatı kolay olsa biriktirecek öykü, livarda anı kalır mıydı?

Bakışlarımdaki merak hafifleyip dinginleşirken, yanıtlayabildiği soruların birer birer sahile ulaştığını, dalgaların koynundaki gümüş sürgünü pıtırcıkların birer birer söndüğünü… geceye sığınan nergisin önceliği mimozalara verip, gül gün ışığına gerinip, ışık tomurcuklara, yosun rüzgara karışınca yayılan kokular, bedenimi sararken… Heybeliada üstünden gelen hafif ritmik seslere kulak kabarttım. Başlarında “eflatun” harmaniyeli dört at ile ney, bendir, zil eşliğinde, Afrika’dan rahvan gelen leylekler, uyumlu bir edep ve erkân içinde kanatlarını savurup, Hıristos üstünde “hu çekip” süzülerek Ada’dan İstanbul’u selâmlarken… çizgiler ve zaman bir noktadan kopup, uzandı evrenin sonsuzluğuna… ta ki, dönüp dolaşıp koptuğu noktayla birleşip bütünleşene kadar… ve gördüm ki …

… “yaşamın, günlerin, ayların, mevsimlerin sırrı budur… bir canlının başına gelebilecek en kötü şey, Burgazada’da gözleri açık kör doğumdur…” deyip bitirdi, yeşil gözlü istiridye.”


Yayınlanma Tarihi: 09 Nisan 2025  /  Son Güncellenme: 09 Nisan 2025


Bu yazı hakkında yazarımıza ve editörlerimize iletmek istedikleriniz mi var?
Aşağıdaki formu kullanarak kendisine ulaşabilirsiniz.
(Bu formdaki bilgiler, yazarımız ve editörlerimizin mail adreslerine iletilecektir.)


Çerezleri Yönetin!

Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.

Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.

Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.