Paylaş
Tüm Sayılar      2024      Sayı 226 - Nisan 2024      “Başlangıçları Hep Sevdim”: Sema Ervin ve Serenad Demirhan’la Söyleşi

“Başlangıçları Hep Sevdim”: Sema Ervin ve Serenad Demirhan’la Söyleşi


Sema Ervin, Adalı Yayınları’ndan çıkan Başlangıçları Hep Sevdim adlı ilk kitabında, Türkiye’den Amerika’ya uzanan ve Heybeliada’da devam eden yaşam yolculuğundan kesitler aktarıyor bize. Çocuk denilecek yaşta sofraya getirilen tavuğun budundaki hakkını arayan, meslek tercihini makine mühendisliğinden yana kullanıp İTÜ’deki öğrenciliğini sınıfın tek kız öğrencisi olarak tamamlayan, çiçeği burnunda bir mühendisken arkadaşlarıyla beraber bir imalat atölyesi devralarak makine tasarımları yapan, dokuz aylığına gittiği ABD’de karşılaştığı güçlüklere, özellikle de kadınlara yönelik ayrımcılığa direnerek akademik kariyerini başarıyla sürdüren bir kadının anıları…

O her ne kadar, “Yaşlandıkça cesaretimi kaybetmişim. Bazı şeyleri değiştirmeye gücümün yetmediğini biliyorum,” dese de elini taşın altına koymaya devam ediyor. Heybeliada’da Cesaret Derneği’ni kurarak kız çocuklarına spor aracılığıyla yeni bir dünyanın kapılarını açmasının, adalı kadınların el emeği ürünlerini değerlendirecek sistemler oluşturmasının yanı sıra Kütüphane Derneği’nde de aktif rol alıyor.

Kitaptaki ilginç anılardan biri, “Kathleen, the Bitch” başlıklı bölümde. Kadınları örgütleyerek çok yararlı olduğuna inandığı bir eğitim programının kurallara uygun olmayan biçimde kapatılmasını önleyebilen Sema Ervin’le yaptığımız söyleşiye genç kuşaktan bir kadın, kitabın editörü Serenad Demirhan eşlik edince “kadın meselesi”nin öne çıkması kaçınılmaz oluyor…

  • Sevgili Sema, kitapta söz ediyorsun gerçi ama henüz okumayanlar için kısaca anlatır mısın, seni anılarını yazmaya yönlendiren duygu ya da düşünce neydi?

İlk olarak bu söyleşi fırsatı için çok teşekkür ederim. Seninle ve Serenad’la Heybeliada’da bir araya gelmek çok güzel.

Anı kitabı okumayı, diğer insanların yaşamları hakkında bilgi edinmeyi severim. Otuz bir yıl Amerika’da hem akademide hem de endüstride çalıştım. Yaşamımın en az diğer anı kitaplarında anlatılanlar kadar ilginç olduğunu düşünüyorum. Anılarımın yurt dışına gitmek yerine Türkiye’de kalmayı tercih edenlere de yurt dışına gitmeyi hayal edenlere de yararlı olacağını düşündüm. Yurt dışına gidip orada başarılı olan çoktur, ama şimdilerde çoğu gencin hayal ettiği bir yaşamı tepip Heybeliada’ya dönen azdır.

Anılarımı yazmak öyle bir anda verdiğim bir karar değildi. Uzun yıllar yurt dışında kalınca insan sanki daha çok unutuyor, unuttukça eskiyi hatırlamak için çaba harcamaya başlıyor, en azından benim için böyle oldu. Önceleri kendi tarihimi kayda geçirmek için yazdım. Hafızası çok kuvvetli olan ağabeyimden, eskileri konuşmayı sevmeyen annemden duyduklarımı yazdım. Emekli olmaya karar verince daha iyi yazabilmek için yaratıcı yazarlık dersleri aldım. Yazdıklarımı arkadaşlarımla paylaştım, onların cesaretlendirmesi ile yazmaya devam ettim.

Yıllardır biriktirdiğim mektupları, fotoğrafları elden geçirdim ve bir taslak hazırladım. Hazırladığım ilk taslak, otobiyografik bir formdaydı. “5 Eylül 1952 yılında bir subay ailesinin en küçük çocuğu olarak Kütahya’da dünyaya gelmişim,” cümlesi ile başlayan, yüz yirmi sayfalık bir metin. Hiç unutmam geliştirici editörüm Yeşim Cimcoz, “Seni sevdiğim için bu metni okurum, ama bu haliyle çok sıkıcı olur, okuyucuyu da düşün,” demişti. Daha sonra Yeşim’in yönlendirmesiyle yine anılarımdan oluşan, daha kolay ve okuyucuyu sıkmayacak, birbirinden bağımsız kısa bölümler yazdım. Onları bir araya getirince de kitap elinizde tuttuğunuz formu aldı.

 

  • Tomris Uyar, Gündökümü (Bir Uyumsuzun Notları) adlı kitabında şöyle der: “Galiba hepimizde -belli ölçülerde- bir ikinci kişilikten söz edilebilir. Bastırdığımızı sandığımız özlemleri, tutkuları, hırsları ansızın yüzeye çıkarıp patavatsızca açığa vurmayı meslek edinmiş yedek bir kişi.” Anılarını yazarken bu yedek kişiye ne kadar söz hakkı verdin? Ya da şöyle sorabilirim: Kitabında ne ölçüde otosansür uyguladın? Sence hiç sansür koymadan yazmak mümkün mü?

Kitabımı okuyanlar o yedek kişiye epeyce söz hakkı verdiğimi söylüyor. Özelime girmiş gibi hissettiğini söyledi bir arkadaşım, halbuki tanışıklığımız yarım yüzyılı geçiyor.

O yedek kişi bana neler neler yazdırdı; hep onun kabahati. Üniversitedeki meslektaşlarımla ilgili bazı detayları da yazdım örneğin, ilerde başım belaya girmez umarım. Global anıları yazarken yapay zekâ ile metinlerin bir dilden diğerine rahatlıkla tercüme edilebileceğini, dünyanın çok küçüldüğünü akıldan çıkarmamam lazımmış, bazı anıları yazmamam daha akıllıca olabilirmiş. Ama artık çok geç!

Hiç sansür koymadan yazmanın mümkün olmadığını düşünüyorum. Avrupalı kadın yazarların anı kitaplarında rahatlıkla anlattığı bazı konuları ben değil yazmak, ima etmeye bile kalkmadım. Otosansürü bir yerde yazacağım konuları seçerken uygulamış oldum.

 

  • Kitabın editörlüğünü ortak bir arkadaşımız, sevgili Serenad Demirhan üstlendi. Yakın bir arkadaşınla çalışmak nasıl bir deneyimdi?

Serenad’la on yılı aşkın bir süredir Heybeliada’da iki dernekte yoğun bir şekilde birlikte çalışmamıza ve Serenad’ı çok iyi tanıdığımı düşünmeme rağmen onun mükemmel bir editör olduğunu bilmiyordum. Yayınevinden önerilince hemen çalışmaya başladık. Bir iki hafta bile sürmeyeceğini düşündüğüm çalışmamız üç ay kadar sürdü, ama sonuç buna değdi. İkimiz de işimizi hatasız yapmaya odaklandığımız için arkadaşlık ilişkimiz zedelenmedi, tersine daha da kuvvetli bir hale geldi. Kitap baskıya gittikten sonra son aylarda kurduğumuz yakın ilişkiyi özlediğimi söyleyebilirim.

Bir şey daha eklemek istiyorum. Serenad mevcut metni titizlikle edit ettiği gibi, kitabı geliştirici önerilerde de bulundu. Sözlükçe bölümünü onun ısrarıyla yazdım örneğin. Birkaç hafta duymazdan geldim ama baktım ki peşimi bırakmayacak, sonunda yazdım, çok da iyi oldu. Yayınlarımın listesini kitaba eklemeyi önerdi, her birinin yayımlandığı dergiyi bulup yıllardır farkına varmadığım hataları düzeltti. Çok da zevkli. Kapak tasarımıyla ilgili güzel önerileri oldu, hatta kitabın adını da o buldu. Bir kitap daha yazarsam Serenad’dan başkasıyla çalışmayı düşünemem.

 

  • Aynı soruyu Serenad’a da soralım. Bugüne dek çok sayıda kitabın editörlüğünü yaptın. Yaşamını az çok bildiğin, paylaşımlarının olduğu bir arkadaşına editörlük yapmak nasıl bir duyguydu? Hiç tanımadığın bir yazarla çalışmaktan daha mı kolay, yoksa daha mı zor?

Daha kolaydı diyebilirim, yüz yüze görüşme şansının ve birbirinin dilini anlayabilmenin getirdiği avantajlar, süreci keyifli hale getirdi aslında. Yıllar içinde Sema’yla birlikte pek çok ortak çalışma yürütmüştük. Kitabın yayına hazırlanma aşamasında, içerikle ilgili aklıma takılan her şeyi rahatça konuşup tartışabildik Moda ya da Heybeli’deki buluşmalarımızda. Benim genel yaklaşımım, yazmak istedikleri konusunda kendisini sonsuz bir özgürlük içinde hissetmesi yönündeydi, anlayamadığım ya da kafamda bağlamı tam oturtamadığım durumlardaki küçük önerilerim dışında, kitap zaten bitmiş halde olduğu için, hiç zorlanmadık.

  • Gencecik bir kadın akademisyenin iki bavul ve yüz dolarla çıktığı, bilinmezlerle dolu yolculuğun bir “başarı hikâyesi”ne evrilmesinin aşamalarını görüyoruz bu kitapta. Israrla, inatla, hırsla elde edilen kazanımları izlerken, bu çetin mücadelenin yarattığı yalnızlık duygusu da hissediliyor zaman zaman. Doğru algılıyorsam, ödediğin bedellerden birinin bu yalnızlaşma olduğunu söyleyebilir miyiz?

İlk yıllarda çektiğim yalnızlık duygusunu özellikle vermek istedim, doğru algılamışsın. Amerika’ya cep telefonu, internet, WhatsApp ile görüntülü görüşme öncesi dönemde gitmiştim, sabit telefon hattından aramak için bile numarayı yazdırıp beklemem gerekiyordu. Şimdilerde benzer yolculuğa çıkanların durumu benim kadar zor olmaz, zannetmiyorum. TV yüzünden kültürel farklar da azalıyor, dünyanın her tarafında aynı saçma programlar izleniyor.

İlk gittiğim yer Amerika’nın ortasındaki bir üniversite kasabasıydı. Türkler ve başka ülkelerden gelmiş doktora, yüksek lisans öğrencileri vardı. Ben öğrenci değil hocaydım ama genç olduğum için öğrencilerle görüşürdüm. Aramıza hiçbir Amerikalı katılmadan bir araya gelirdik. Almanya’ya ilk giden işçiler gibiydik biraz.

 

  • Kadınların “ötekilik” meselesi, kitabının temel izleği. Ataerkil anlayış, bu anlayışın yarattığı baskılar sadece Türkiye ile sınırlı kalmıyor; dışardan bakıldığında daha medeni görünen, dil, din, ırk, cinsiyet farklılıklarının eşit haklara ulaşmak açısından engel oluşturmayacağını sandığımız ABD’de de karşımıza çıkıyor -hatta daha da yoğun hissettiriyor kendini. Akademik ortamda karşılaştığın ayrımcılıktan söz edebilir misin biraz? Türkiye ile mukayese etme imkânın var mı?

Bir Türk kadını olarak gördüğüm ayrımcılıktan ziyade genel olarak kadınların gördüğü ayrımcılıktan bahsedeyim. İstanbul Kız Lisesi’nden mezun oldum, Atatürk’ün Türkiyesinde yetişen başarılı lise öğrencileri olarak bizler mühendis, mimar veya doktor olduk. Amerika’da ise mühendislik erkek mesleği olarak gösteriliyor, kız öğrenciler matematikte iyi olsalar bile kariyer seçimi yaparken mühendislik dışındaki alanlara yönlendiriliyorlar.

Amerika’ya İTÜ’den izinli olarak gitmiştim. İlk çalıştığım üniversite olan Missouri-Rolla Üniversitesi’nde mühendislik bölümlerinde kadrolu işe alınan ilk kadın mühendis hoca oldum. Sanki kadın hoca almak için yıllarca beni beklemişler. Psikoloji, temel bilimler gibi diğer bölümlerde kadın hoca vardı, ama mühendislikteki az sayıda kadın hocayı da kadroya almayıp sözleşmeli çalıştırıyorlardı. Aynı yıllarda İTÜ’de ise sadece bizim kürsüdeki beş hocadan üçü kadındı. Sadece bu sayı bile aradaki farkı çok güzel gösteriyor.

Üniversitelerde çok daha fazla kadın görüyoruz, hatta üst düzeylerde de kadınlar var. Ama bunun nedeni daha az ayrımcılığa uğramaları değil de, erkeklerin artık bu tip işleri istememesi.

Kitapta başka örnekler de verdim. Öğrencilerin hocaları değerlendirirken yaptıkları ayrımcılık, işe alma kararlarında yapılan ayrımcılık gibi. Bu konuya bir zamanlar, özellikle mühendislik bölümü başkanlığı yaptığım dönemde çok kafa yormuştum, şimdilik burada bırakayım, belki diğer sorularda geri döneriz.

Ha tabii İTÜ’den verdiğim örnekle Türkiye’de kadınlara ayrımcılık yapılmıyor demek istemedim, Türkiye’yi daha iyi durumda gösterdiği için verdim bu örneği.

 

  • Her şeye rağmen umutlu olmak için gerekçelerimiz yok mu? Genç kuşakların gerek bireysel gerek örgütlü varoluş mücadelesine baktığımızda, otuz-kırk yıl öncesine göre bir hayli yol alındı gibi geliyor bana. Ne dersin?

Bu konuda pek iyimser değilim. Kadın erkek eşitliği konusunda olsun, çalışan annelere sağlanan imkânlar açısından olsun, genelde kadın hakları konusunda olsun çok fazla ilerleme olmadığını görüyorum, tersine gerilemeden söz edilebilir.

 

  • Genç kuşaktan bir kadın olarak Serenad’ın da görüşünü alalım. Kadınlar nerede duruyorlar şu anda? Aşabilecekler mi duvarları?

Hayat hepimiz için bir mücadele. Kadınlar için bu mücadele hiç bitmiyor, bireysel özgürlük anlayışının nasıl bir safsata olduğu anlaşılmıştır diye umut ediyorum. Başka kadınlarla birlikte, birbirimiz için yapabileceğimiz çok fazla şey var. Türkiye ve dünyada feminizmin uzun soluklu mücadelesinin kadınlar için ne kadar hayati önemde olduğunu görüyoruz. En azından yasalar karşısındaki eşitsizlikle ilgili pek çok konuyu artık tartışmıyoruz ama örneğin kendi bedenimizi doğrudan ilgilendiren kürtaj hakkı gündemden tamamen düşmedi. Aynı derecede yakıcı başka dertlerimiz de var kuşkusuz, mülteci olmak, deprem sonrası hayatta kalmaya devam edebilmek gibi. Böyle kriz hallerinde kadınlar çok zarar görüyor ve bu tek başına çözülebilecek bir sorun değil. Dolayısıyla da kadınlar hep tetikte, hep birbirini gözeterek yaşamak ve hep sokakta olmak durumunda; 8 Martlar’da, kadın cinayetlerine karşı yapılan eylemlerde, grevlerde, erkek egemen iktidar ilişkilerinin dayattığı her türlü şiddete karşı dayanışma ağlarını güçlendirmeye çalışırken… Öldürülmemek, dayak yememek, sömürülmemek, aşağılanmamak temel meselemiz. Yoksulluk, hele şu kriz ortamında doruğa çıkmışken, kadınların kendine ait bir odalarının olmasını, hayallerini gerçekleştirmek için riskler almasını beklemek ise ne yazık ki hâlâ bir lüks.

 

  • Ben yine de bu konulara kafa yoran, isyanlarını ve hak arayışlarını bu açıklıkta dile getiren kadınların gitgide çoğalmasını iyi bir gelişme olarak görüyorum.

Sema’ya dönelim tekrar. Gün geliyor, her şeyi ardında bırakıp erken emekli olarak Türkiye’ye dönüyorsun. 11 Eylül saldırısı ve ardından yaşananların etkisiyle gördüğün karabasanlar, Amerikan savaş endüstrisine hizmet edecek mühendisler yetiştirmeme kararın, “Beni Amerikalılaştıramayacaksınız!” diye özetlediğin isyanın, yaşamının devamını belirliyor. Merak ettiğim şu: Emeklerinin karşılığını alamasaydın da bu kararı verir miydin yine?

Dönmeye karar verdiğimde emeklerimin karşılığını almış ve akademik yaşamda doyuma ulaşmıştım. Altı yıl mühendislik bölüm başkanlığı yapmış, altı yıl da üstün öğrencilerin kabul edildiği programın yöneticisi olmuştum. Değişik üniversitelerde ve endüstride çalışmıştım. Amerika’da ulaşabileceğim başka bir şey kalmamıştı, daha fazla para kazanmaktan başka.

Amerika’da sistem öyle kurulmuş ki ne kadar kazanırsanız kazanın, artık yeter diyemiyorsunuz. Daha büyük bir ev, daha lüks bir araba almak için gece gündüz robot gibi çalışıyorsunuz. Biraz da başkaları kazansın diyebilmem için bir dönüşüme uğramam gerekiyordu. Kitapta anlattığım gibi California-Berkeley Üniversitesi’nde geçirdiğim iki yıl benim için bir dönüm noktası oldu. Sürdürülebilir bir yaşam önem kazanınca bazı kararları daha kolay aldım. Bir arkadaşım sayesinde Heybeliada’yı tanıyıp sevdim, eşimle adada yüz yaşındaki tarihi bir evi alıp restore ettik ve Amerika’da emeklilik için genç sayılan 62 yaşında emekli olup Türkiye’ye döndüm. Annemin bana gereksinim duyduğu yaşlarında onun yakınında olabilmem de kararımın ne kadar doğru olduğunu gösterdi.

  • “Soyadı Meselem” başlıklı son metin, Aziz Nezin’in “Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz” hikâyesini anımsatan bir kara mizah örneği, bürokrasi çıkmazına takılanların başına gelen sayısız olaydan biri… Ama benim sorum, yine kadınlık meselesine dair: Bugün evlenseydin, geçmişte olduğu gibi eşinin soyadını alır mıydın, yoksa -sevmediğimiz deyişle- “kızlık soyadı”nı mı korumak isterdin?

Ben çözümü yaşamımda kullandığım tüm soyadlarını peş peşe sıralamakta buldum. Amerika’da dört adım var, Sema’nın peşinden kızlık soyadım, ilk eşimin soyadı ve de ikinci eşimin soyadlarını aldım. Beni sosyal medyada arayanın bulmamasına imkân yok, hangi soyadımla ararsa arasın karşısına çıkarım. Türkiye’de ise ilk eşimin soyadını kullanmama izin verilmediği için sadece Sema Ertürer Ervın’ım, Ervın “ı” ile, “i” ile değil! Kitabımın son bölümünde uzun uzun anlatıyorum dediğin gibi.

Bu konuda gençlere iyi bir çözüm öneremeyeceğim. Evlilikler artık bir ömür sürmüyor, habire soyadı mı değiştireceğim deyip ona göre plan yapmak lazım. Gene de sorunlar çıkacaktır.

Kadın, evlendiği erkeğin soyadını almayıp kızlık soyadını kullanmaya devam etse, çocuklarıyla aynı soyadını kullanmıyor olacak. Eşitlik arayışındaki eşlerin birbirlerinin soyadını aldığı evlilikler de biliyorum. Böyle ailelerde çocuklar tek bir soyadı yerine iki soyadı ile yaşama başlıyorlar, onların karşılaşacağı soyadı meselesi çok daha karmaşık olacaktır.

Buna genç nesiller teknolojilerin yardımıyla çözüm bulacak diye düşünüyorum. Kendilerine sevdikleri ad ve soyadı seçecekleri, değişik ortamlarda değişik adlar kullanabilecekleri zamanlar çok uzakta değil gibi geliyor.

 

  • Yine genç kuşağın temsilcisi olarak Serenad’a soralım: Kadınların eşlerinin soyadını almaları konusunda ne düşünüyorsun?

Bu konu tam bir kısır döngü bence. Babanın soyadını mı, kocanın soyadını mı taşıyacaksın sorusu yani. Kırk katır mı kırk satır mı? Kadınların bu konuda özgür bir seçim yapma hakkının olmaması ise yeterince trajik. Mücadele alanlarından biri daha bize. Her gün bir kadının öldürüldüğü böyle bir ülkede hele.

 

  • “Görünmez olma” hali de değinilmesi gereken konulardan biri. “Belli bir yaşa gelen kadınların nasıl da görünmez hale getirildiğini kendimde gözlemledim. Meslektaşlarıma göre çok daha genç yaşta görünmez oldum,” diyorsun. Biraz açar mısın bu konuyu?

Demin bahsettiğim ayrımcılık konusunun devamı bir yerde. Kadın olduğun için bütün bir yaşam boyu ayrımcılığa uğramışsın, bu yetmezmiş gibi yaş alınca iyice görünmez oluyorsun. Toplantılarda en sonda, o da laf olsun diye söz verildiğini, önerdiğin şeylerin dikkate alınmadığını, önemli komitelere atanmadığını fark ediyorsun.

Yaşlılara yapılan ayrımcılık konusunda Türkiye en uçtaki ülkelerden. Salgın sırasında ev hapsine mahkûm edilmemizden tutun da bir emlak satabilmek için akıl sağlığınızın yerinde olduğunu ispatlamanıza kadar o kadar çok örnek var ki, Amerika’dakileri unutmaya başladım, onları büyüteçle inceliyormuşum diyorum geriye bakınca.

 

  • Hayat yolculuğun, bir dizi rastlantı sonunda Heybeliada’ya getiriyor seni. Burada da boş durmayıp pek çok projede çalışsan da Amerika’ya kıyasla daha sakin, dingin, iddiasız bir yaşam… Kitabından okyanus kıyısında, uçsuz bucaksız sahilde çıplak ayak yürümeyi özlediğini biliyoruz ama o koşturmalı, çekişmeli, hareketli günleri özlediğin olmuyor mu hiç?

Adadaki yaşamım iddiasız bir yaşam, evet ama daha sakin veya dingin olduğunu söyleyemem. Sabahları eşim o gün için neler planladığımı sorar, hiçbir işim yok derim, sonraki saatlerde başımı kaşıyacak zaman bulamam. Bu durumu seviyor ve biraz da ben yaratıyorum, hiç şikâyetçi değilim açıkçası.

Arkadaşlarımı özlüyorum ama nerede olursam olayım bir şeyleri özleyeceğim. California’ya epeydir gidemedik, salgını bahane ettik. Bir ara gidip orada bıraktığım şeyleri elden geçirmek istiyorum. Aralarında ikinci kitabıma girecek malzeme bulurum belki de, kim bilir.

 

  • Senin Sema’ya sormak istediğin bir soru var mı Serenad? Varsa tam zamanıdır şimdi…
  • Sema, kitabın gelirini Cesaret Derneği’ne bağış olarak bırakıyorsun, bu harika bir şey bence. Kadınların yazarak kendilerini ifade etmelerini, yaratıcılıklarını bu alanda ortaya koymalarını sağlayacak bir projeye evrilebilir mi bu bütçe mesela? Ve ikinci bir soru, nihayet kitap raflarda, kendini nasıl hissediyorsun?

Sondan başlayayım. Epeydir olmadığım kadar mutluyum. Kitap yayımlanınca işim azalır zannediyordum, öyle olmadı. Bu kadar ilgiye alışık değilim, özellikle genç arkadaşlarımın sosyal medya paylaşımlarına yanıt vermeye yetişemiyorum.

Bu önerdiğin hiç aklıma gelmemişti. Dernek olarak düşünelim ve hayata geçirmenin yollarını arayalım. Şimdiye kadar Cesaret Derneği olarak adalı kızlarımıza matematik, fen ve İngilizce atölyeleri sunduk, basket eğitimi veriyoruz, adalı kadınların el emeklerini değerlendirmeleri için çalışmalar yapıyoruz. Kitabın gelirinden bir kısmını çekirdek olarak kullanıp uzun soluklu, global bir program haline bile getirebiliriz.

  • Ya senin Sema? Serenad’a sormak istediğin bir soru varsa fırsatı kaçırmamalısın!
  • Kitapla ilgili aklımı kurcalayan bir şey var Serenad. Keşke şöyle yapsaydık, keşke Sema beni dinleseydi dediğin yerler oldu mu? İkinci olarak, bir sonraki kitabım için önerilerin nelerdir?

Bence birbirimizi hep dinledik Sema. Sözlükçe’yi yapmamış olsaydın, belki o zaman ‘keşke’ derdim. Kitabın bütününe baktığımızda, akademik alanda ürettiğin işlerden, kendi icatlarından bahsetmeyi tercih etmemiştin, o bölümle bunu biraz olsun tamamlamış olduk sanki.

İkinci soruya gelirsek: Kitapla ilgili çalışırken öykü denemelerini de okumuştum, bence bu alan senin için yeni bir başlangıç olabilir, doğrudan anı olmadığı için de kendini daha özgür hissedebilirsin diye düşündüm.

 

  • İkinize de çok teşekkürler. Umarım söyleşimiz okurlar ve okur adayları açısından açımlayıcı olmuştur. Bu yeni yolculuğun güzel geçmesini diliyorum.

Sema Ervin’in kitabını Adalı Yayınları’ndan, Büyükada’da Ksidas Kitabevi’nden, Heybeliada’da Heybeli Sahaf ve Gazete Bayii’nden alabilirsiniz. Cesaret Derneği’ne yapılacak bağış karşılığı temin etmek isteyenler olursa, cesaretder@gmail.com adresine yazmaları yeterli olacaktır.


Yayınlanma Tarihi: 08 Nisan 2024  /  Son Güncellenme: 08 Nisan 2024


Bu yazı hakkında yazarımıza ve editörlerimize iletmek istedikleriniz mi var?
Aşağıdaki formu kullanarak kendisine ulaşabilirsiniz.
(Bu formdaki bilgiler, yazarımız ve editörlerimizin mail adreslerine iletilecektir.)


Çerezleri Yönetin!

Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.

Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.

Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.