Paylaş
Tüm Sayılar      2022      Sayı 206 – Ağustos 2022      İnsanın Silah Zaafı ve Ülkemiz

İnsanın Silah Zaafı ve Ülkemiz


Silahları hiç sevmem, insanoğlunun gittikçe büyüyen silah zaafı beni hep endişelendirir. Ülkemizdeki neredeyse her erkeğin silaha olan garip yatkınlığı sinirimi bozar. Çocukken çoğunun kovboy tabancası, asker tüfeği gibi silah oyuncakları olmuştur. İyi bilirim çünkü ben küçükken adada hep erkeklerle oynardım. Sık sık silah oyuncaklarını sabote etmeme kızsalar da baskın karakterimle baş edemezlerdi. Büyüdükçe, yaşadıkça, gördükçe, bu silah nefretim katlanarak arttı. Hele ülkemizde çoğu zaman baş eğlence aracı olması inanılmaz bir şey, pisipisine ne ölümler oluyor, para etmiyor. Ne demek yahu düğünde silah patlatmak? Asker uğurlama, maç kazanma niye cadde sokak, arabalardan sarkarak sağa sola ateş ederek kutlanır? Tam burada beynimdeki kayıt kutusundan bir uyarı geldi, “Sen bu konuda bir yazı yazmıştın” diye. Evet, hatırladım, hırsızları kovalayan polislerin havaya doğru savuruverdikleri serseri kurşun camımı kırmıştı da epey iş açmıştı başıma. Şimdi bu konu neden depreşti? Geçen akşamki asker uğurlamasında, arabalar dolusu veletin rastgele ateş etmelerinden. “Nereden buluyorlar bu silahları, nasıl bu kadar kolay elde ediyorlar? Ruhsat falan soran eden yok mu artık?” falan diye düşünürken yıllar önce yaşadığım, zorlu ama trajikomik silah, ruhsat hikayesi geldi aklıma. O kadar anlattım ki yıllarca ona buna fıkra gibi, yazıvereyim de kalsın bir yerlerde dedim.

Efendim rahmeti kocam epey meraklıydı silaha, benim karakterimde birine kaderin cilvesi, bir hayat şakası gibi. Eskiden ava çıkarmış ama evlenirken yemin ettirmiştim hayvan vurmak yok diye. Dolayısıyla bu zaafı silah merakı seviyesinde kaldı. Ama bu ne demek? Evimizde tüfekler var demek. Amanın! Yanlış anlaşılmasın; eskiden vardı, artık yok. Neme lazım sokak serserileri dururken birileri beni denetlemeye kalkar, eh serde Ermenilik de var… Neyse, ne diyordum? Hah… Silah zaafı… Kendisine sorsan, “mükemmellik zaafı” derdi. Silah, mükemmellik demekmiş.

Arada eline alıp, yağlar temizlerdi ama duvarda süs olmaktan başka bir işe yaramazlardı. Hatta güzel camlı bir de dolap yaptırdıydı onlara, filmlerdeki zengin evleri gibi. Ah bir gün bir arkadaşımız, çanta, parka, şapka vs. gibi av aksesuarlarını ödünç almıştı, bilmem nereye ava gitmek için. İadeye geldiğinde bir de sülün getirmişti teşekkür niyetine. Kapıda gazeteye sarılı hala sıcak kuşu elime veriverince bayılacaktım. “Al götür bunu gözüm görmesin” dedim. Bu parantezdi. Eşim öleli 22 yıl oldu. Son beş yılını o tezcanlı yapısına hiç yakışmayacak şekilde felçli geçirdi bilenler bilir. Felçli olduğu o süreç içinde, silah zaafı lüks bir zevk olarak devam etti. Eh ben de ses etmedim. Alıyor, duvara asıp seyrediyor. Tophane’de dükkanı olan bir silahçıyla da ahbaplığı ilerletti. Ki onu zaten eskiden sıkça yapılan Av-Doğa Fuarlarından tanırdı. Zırt pırt dükkanına çaya kahveye gider otururduk silah muhabbetine, ev ziyareti yapar gibi. Bizim oradaki taksi durağında genç bir şoför vardı: Burak. Bayılırdı Arto abisini silahçıya götürmeye. Ama beni düşünebiliyor musunuz oralarda? Tipi bozuk bir dolu adam gelir giderdi, ben bir köşede büzülmüş otururken… Sonuç olarak, bu ziyaretler birkaç tüfek daha aldırdı Arto’ya. Biri Anadolu’da Huğlu silah fabrikasında yapılmış kabzası kiraz ağacından, biri Saint Ettienne marka epey pahalı bir tüfek, biri de tek elle namlusu açılıp kapanabilen özel bir tüfek. Bakın neler de biliyorum… Tabii bu alışverişler aynı zamanda her biri için ruhsat almayı gerektirirdi o günlerde. Şimdiki gibi öyle parasını verdim, bitti olmazdı. Ruhsat için önce Emniyet Amirliği’ne gidilir, eline tutuşturulan listede istenen sağlık raporu, Avcılık Kulübü üyeliği vs vs gibi şeyler yapılır, onaylatılır ve silahlar kaydettirilirdi.

Önce sağlık raporu için Kaymakamlığa gittik. Birkaç masa bulunan büyük bir odaya girdik. Maruzatımızı söyleyince, tuhaf tuhaf baktılar önce, sonra şaşkınlıkla “Sizin için mi?” diye sordular kocama. Ki felçli hali onu hep utandırmıştır. Sonra da hafif alaycı bir tavırla “beyefendi sizin hastane raporu getirmeniz gerekir” dediler. Bir bozuldu ki sormayın, yerin dibine geçmiş gibi. Tırıs tırıs döndük eve, o utançtan, ben öfkeden tir tir titriyorduk. Ani bir kararla, onu oturttum, ihtiyaçlarını giderdim, yanına bir bardak su ve telefonu koydum “Ben şimdi geliyorum” diyerek fırladım geri gittim. Öfkeyle daldım içeri “Bana bakın ulan! (afedersiniz) Siz galiba beden engelini, zeka engeliyle karıştırıyorsunuz. Karşınızdaki adam aptala mı benziyordu? O haliyle ava çıkamayacak olduğunu bilmiyor muydu? Parası var, alıyor, koleksiyon yapıyor, size ne?” dedim.

Ağızları bir karış açık kekelerlerken “O 90’lık zengin moruklar silah koleksiyonu yaparken nasıl rapor alıyorlar?” da dedim. Cevap ilginçti “Onlar kendi adlarına mı alıyorlar sanıyorsunuz? Kimi şoförünü, kimi çalışanını kullanıyor. Siz de isterseniz kendi adınıza alabilirsiniz.” Vaaay, bana iş çıktı. “Tamam o zaman, şimdi verin bana sağlık raporumu” ve de aldım. Sonra bindim bir taksiye doğru Emniyet Amirliği’ne. Anlattım derdimi, o zamanın Başkomiseri (çook tatlı adamdı) beni anladı. Elime bir liste verdi, “bunları yap gel” dedi. Ne? Avcılık Kulübü mü? Onun da kolayı varmış. Kağıda bir adres yazdı “Buraya git, beni Komiser (…) gönderdi de, parasını ver, imzaladığın kağıdı getir.” Birkaç gün bunlar olagelirken ben sürekli “Delilere  sağlık raporu veriliyor, asıl psikiyatrik rapor istemeliler” diye söylenip duruyordum. Son gün, her şey bitti. Başkomiser gülüyor “Gözün aydın Bercuhi Hanım, dedin dedin oldu, şimdi psikiyatrik rapor da istiyorlar” demez mi? Eyvah, eyvah ne yapacağız? Ya Baltalimanı Hastanesi ya Taksim İlkyardım. Eh Taksim daha yakın. Gideceğiz, çaresiz.

Yıl 1999 bir Şubat günü gidiyorum. Gidemiyorum… Kademsizlik bu ya o gün Barış Manço’nun cenazesi var trafik kördüğüm. Elmadağ’da iniyorum, yürüyorum. Neyse, sinir içinde vardım, sakin olmalıyım, rapor alacağım ya… Psikiyatri bölümünün önünde bir garip kalabalık. Aralarına karıştım bekliyorum, etrafı inceliyorum, normal hasta sırasının yanısıra bir takım montlu parkalı iriyarı adamların ellerinde benimkine benzer kağıtlar var, yaklaşıp soruyorum. Doğru yerdeyim ama bir aykırıyım ki sormayın. Hemen orada bir bankta, her yanından sinir fışkıran bir hatun oturuyor. Bir adam yavaşça yanıma gelip “Abla kapı açılır açılmaz atılalım, bu kadın girerse kolay çıkamaz” dedi. Tam o anda kadın adamlara ters ters “Ava mı çıkıyorsunuz siz?” dedi. “Evet abla” dediler, bulaşmamaya çalışarak. “Ne vuruyorsunuz peki? “Şey, kuş, ördek falan… Kadın anında beni fark etti “Siz de mi ava çıkıyorsunuz?” “Evet” dedim biraz tersçe, “Ne vuruyorsunuz peki?” Irım tutmuş bir kere kendimi durduramıyorum “ Ayı, kaplan falan…” diyorum, yetmiyor, sert sert “Bu üstümdekini kim vurdu sanıyorsun?” söylemesi ayıp bir de kürk ceket giymişim. O sırada kapı açılıyor, kadın yıldırım hızıyla içeri dalıyor. Adamlar üzerime geliyor “Ne yaptın be abla? Korkuttun hatunu.” Gülmez misin bu ağlanacak hale?

Bir komiklik de her şeyi tamamlayıp götürüşümüz. Üç tüfek kılıflarda arabanın arkasında. Burak diyor ki “Siz girin, ben arabayı park edip tüfekleri getiririm. Giriyoruz. İçeride o malum şey var ortada, hani öter ya geçerken, yanında uzunca bir çiçeklik ve paşa kılıçları… Ortada polis molis yok. Arto geçerken, metal bastonu yüzünden ortalık çın çın ötüyor. Hepsi odadan dışarı fırlıyor, bastonu alıyorum, geçiyor, içeri giriyorlar, ben geçerken yine çın çın, yine fırlıyorlar, anahtar, bozuk para, şemsiye… Her şey öttürüyor. Neredeyse soyunacağız. Nihayet eziyet bitiyor, polisler odaya dönüyor ve de Burak geliyor. Elinde üç tüfek, o aletin içinden geçmiyor, bacağını yandaki  çiçeklerin üzerinden aşırıp içeri atlıyor. Ortada kimse yok. Buyurun üç tüfek kimsenin ruhu duymadan giriverdi. Benim yine tepem atıyor. Polislerin konuşlandığı odaya girip, “Hepiniz de bi dakka buraya gelin hele” diyorum. Şaşkınlar. Kadın deli mi ne? “Bakın” diyorum “Bu adam üç tüfekle içeri girdi, hiçbir şey ötmedi, siz içeride yayılmış oturuyorsunuz.” Tabii rahatım, her şeyimiz tamam ya. Bilmem anlatabildim mi pespayeliği? İşte canım yurdumun genel hali. Biz yıllar önce bu kadar eziyet çektik, şimdi ipini koparanın silahı var.

Ne oldu o tüfekler diye merak ediyorsanız eğer, bana ulaşın, öbür ay anlatırım. Zira o da başka bir fıkra. Yazı büsbütün uzamasın diye burada kesiyorum. Ama bilin ki artık bende değiller.


Yayınlanma Tarihi: 04 Ağustos 2022  /  Son Güncellenme: 04 Ağustos 2022


Bu yazı hakkında yazarımıza ve editörlerimize iletmek istedikleriniz mi var?
Aşağıdaki formu kullanarak kendisine ulaşabilirsiniz.
(Bu formdaki bilgiler, yazarımız ve editörlerimizin mail adreslerine iletilecektir.)


Çerezleri Yönetin!

Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.

Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.

Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.