Paylaş
Tüm Sayılar      2022      Sayı 206 – Ağustos 2022      Kamusal Kültür olarak Bilim

Kamusal Kültür olarak Bilim


Bilim camiasında Marmara Denizi’ni kirletenlerin başında ne geldiği ve denizin nasıl temizleneceği konusunda fikir ayrılığı olduğu ortaya çıktı. Bir tarafta, Marmara Denizi’ni çevreleyen iller arasında en yüksek miktarda atıksuları ile başı çeken İstanbul’un bugüne kadar uygulayageldiği atıksularını derin deşarj yöntemi ile bertaraf etme yaklaşımının yanlış olduğunu ve dolayısıyla İstanbul’un denizin kirlenmesinde büyük payı olduğunu, çözüm olarak tüm atıksu tesislerini maliyetli de olsa ileri biyolojik arıtmaya çevirmesi gerektiğini söyleyenler, öbür tarafta ise, derin deşarj yönteminin yanlış olmadığını, Marmara’nın kirliliğinin sebepleri için başka etkenlere bakmak gerektiğini ve İstanbul’un atıksu tesislerini dönüştürmek için böylesi büyük bir yatırımın gereksiz olduğunu söyleyenler. Birbirinin tam tersini söyleyen iki yaklaşımdan bahsediyorum. İkisinin de arkasında birçok bilim insanı var, bilimsel yayınlar, araştırmalar, toplanan veriler ve analizleri var. Prof. Derin Orhon Adalı Dergisi’nin bu sayısındaki makalesinde, “çevre alanındaki en önemli bilgi kirliliğine adlarının önünde akademik unvan taşıyan kimseler neden oluyor” diyor. Bilgi kirliliğinin ötesinde, bilim alanında aynı konuya yaklaşımda farklı bilimsel paradigmalar olabileceğini biliyoruz. Prof. Orhon, “gözlemle desteklenmemiş bir bilgiyi kabul etmek yanlışa ortak olmak anlamı taşıyabilir” diye uyarıyor, ancak, neyin gözlem malzemesi olarak seçileceği, nasıl gözlemleneceği sorularının kendisinin de belirli paradigmalar çerçevesinden şekillendiğini de burada eklemek gerekiyor. Yaklaşımları belirleyen varsayımların, ön kabullerin, düşünce yürütme biçimlerinin hepsinin konuşulması ve tartışılması gerekiyor ki varılan sonuçlar tüm yönleriyle kavranabilsin ve değerlendirilebilsin. Bir de tabii, bilimsel araştırmaların içinde bulunduğu politik, sosyal, kültürel bağlam var; bunlar da çalışmaların nasıl ele alındığı, yorumlandığı ve kullanıldığı konularında etken olabiliyorlar. Bilimsel düşüncenin tüm bu yönleriyle toplumda sürekli konuşuluyor, tartışılıyor olması çok önemli. Aksi taktirde, örneğimizde olduğu gibi, karşımıza çıkan birbirine zıt bakış açıları içinden çıkılamayacak bir kilitlenme gibi görünmeye başlayabiliyor, bu da yaratıcı düşünmeyi değil, ezberlere dayanan kutuplaşmayı besler hale gelebiliyor.

Hatırlanacağı gibi, Marmara Denizi’nde geçtiğimiz yaz yaşanan geniş çaplı müsilaj vakasından sonra denizin kirliliği meselesi tüm taraflarca kamuoyunda farklı boyutlarıyla tartışılmaya başlanmıştı. Ardından, Haziran ayında Marmara Belediyeler Birliği ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ortaklığında hazırlanan Marmara Denizi Eylem Planı açıklandı. Bunun için devlet kurumları, yerel yönetimler, sivil toplum ve bilim insanlarının katıldığı çalıştay düzenlenmişti. Yirmi iki maddeden oluşan bu Eylem Planı’nda denizi kirleten etkenler tek tek ele alınmaktaydı: evsel ve sınai atıksu arıtma tesislerinin durumu; gemilerin ve tersanelerin atık suları; deniz çöpleri ve katı atıklar; kötü tarım ve hayvancılık uygulamaları; zeytincilik ve peynir üretimi pratikleri; fosfor içeren deterjan kullanımları; hayalet ağları, kötü balıkçılık pratikleri; deniz suyunun fabrikalar ve termik santraller tarafından soğutma suyu olarak kullanımı ve sıcak sularının deşarj edilmesi. Kirliliğin azaltılmasına yönelik olarak yapılacaklar bu etkenler temel alınarak ortaya konmaktaydı. Öncelikli olarak hangi önlemlerin devreye sokulacağı konusu Marmara Denizi Bütünleşik Stratejik Planı’na bırakılmıştı.

Deniz yüzeyini kaplayan müsilajın temizlenme çalışmaları yapılırken, bilim camiası Marmara Denizi’ne giren kirlilik yüklerinin acilen azaltılması gerektiğini, denizdeki oksijen seviyelerinin endişe verici seviyelere düştüğünü ve bunun neticesinde denizin biyolojik çeşitliliğinin olumsuz etkileneceğini söylemekteydi. Sorunun müsilaj olmadığını, müsilajın gelmekte olan büyük krize işaret eden bir sonuç olduğunu vurguluyorlardı. Denizin kirliliği öyle bir noktaya geliyordu ki denizde artık yakında canlılar yaşayamayacak hale geleceklerdi.

22 Ekim 2021’de Çevre ve Şehircilik Bakanı başkanlığında toplanan 3. Marmara Denizi Eylem Planı Koordinasyon Kurulu toplantısında onaylanan Marmara Denizi Bütünleşik Stratejik Planı 4 Ocak 2022’de yürürlüğe girdi. 2021-2024 dönemi için stratejik amaçların başında “Marmara Denizi Havzası’nda Kirleticilerin Tespiti, Azaltılması, Kontrol Altına Alınması ve Kirliliğin Önlenmesi” geliyordu. Bu kapsamda noktasal kaynaklı kirleticilerin azaltılması ve kontrol altına alınması, yayılı kirlilik kaynaklarının etkin yönetimi, denizcilik faaliyetlerinden kaynaklanan kirliliğin yönetimi ve sıfır atığa geçilmesi, hedefleri ortaya konmaktaydı.

Marmara Denizi Eylem Planı Koordinasyon Kurulu, Kasım 2021’de tamamlanan ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yaptırılan Noktasal Kaynaklı Kirliliğin Tespiti Projesi (MARAAT) bulgularından hareket ederek Marmara havzasında noktasal atıksu kaynaklı kirliliğin debi açısından yarıdan fazlasının ileri biyolojik arıtmaya tabi tutulmadan deşarj edilen atıksulardan kaynaklandığına işaret etmişti. Marmara havzasındaki 8 il bazında atıksu debisi en yüksek iller ise sırasıyla en başta İstanbul (%68,8), sonra Bursa (%14,2) ve Kocaeli (%8.8) idi.

Bu arada TBMM Müsilaj Araştırma Komisyonu toplanmıştı ve 157 maddeden oluşan önerilerini de içeren Raporu’nu Nisan 2022’de açıkladı. Bu öneriler Marmara Denizi Eylem Planı’nda ve Marmara Denizi Bütünleşik Stratejik Planı’nda söylenenlerden farklı değildi; atık su yönetimi birincil öncelikli konuydu ve bu bağlamda “atıksu debisinin ve kirlilik yükünün azaltılması sağlanmalı; oluşan atıksuyun uygun arıtma yöntemleri ile arıtıldıktan sonra yeniden kullanım alternatifleri değerlendirilmeli ve bu tedbirlerin alınması sonrasında oluşan atıksuyun deşarjı mevzuatta belirtilen standartlara uygun olarak gerçekleştirilmelidir” denilmekteydi.  Bütün oklar öncelikli olarak Marmara Denizi’ne ve havza akarsularına arıtılmadan bırakılan evsel/kentsel ve sınai atıksulara işaret ediyordu. Denizin, etrafında yaşayan milyonlarca insan ve sanayi tesisleri tarafından bir foseptik çukuru gibi muamele gördüğünü kamuoyunda söylemeyen kalmadı. Geçtiğimiz günlerde Prof. Dr. Mustafa Sarı, denize bir “atık çukuru” olarak bakmamamız gerektiğini söyleyerek, “Marmara Denizi ile yeni bir sözleşme yapmalıyız” çağrısında bulundu (Turgut, 24 Temmuz).

Ardından, 15 Haziran 2022’de Çevre Kanunu’na ek bir madde ekleyerek İstanbul, Bursa ve Kocaeli illerindeki tüm belediyelere üç yıl içinde ileri atıksu arıtma tesislerini kurup işletmeye alması zorunluluğu getiren kanun çıkarıldı; bu kanunun şaşırtıcı bir tarafı yok gibi görünüyordu. Ancak, kanunun yayınlanmasının hemen akabinde, bazı bilim insanları

Marmara Denizi’nin kirliliğinin en büyük nedeni “gerçekten İstanbul’dan kaynaklı atıksular mı” diye sormaya başladı (Sözen, Cumhuriyet Gazetesi, 24 Haziran, Orhon, Adalı Dergisi YouTube yayını). Evet, gerek TBMM Müsilaj Komisyonu Raporu’na göre, gerekse de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yaptırdığı MARAAT araştırma projesi sonuçlarına göre, İstanbul’un atık su miktarı Marmara havzasında yer alan illerin toplam atık suyu içinde yüzde 70’ler mertebesindeydi. Ancak, TBMM Müsilaj Araştırma Komisyonu Başkanı ve AK Parti İstanbul Milletvekili Mustafa Demir’in dediği gibi, “[h]er ne pahasına olursa olsun artık İstanbul’un ileri biyolojik arıtma tesislerinden geçmeden Marmara Denizi’ne su vermemesi” mi lazım gelmekteydi? (Karalar ve Bayram, 6 Nisan 2022, Hürriyet). Zira Prof. Sözen, Cumhuriyet Gazetesi’nde yazdığı yazısında, İstanbul kaynaklı atıksuların yaklaşık yüzde 45’inin Marmara Denizi’ne, yüzde 55’inin İstanbul Boğazı’nın alt akımına deşarj edildiğini söylüyor ve Marmara Denizi’ne derin deniz deşarjı ile verilen atıksuların “Küçükçekmece hariç, ileri biyolojik arıtma olarak tanımlanan organik madde ile birlikte azot ve fosforu da giderebilen teknolojiye sahip arıtma tesislerinde arıtılmakta” olduğunu belirtiyordu. “İstanbul Boğazı’nın alt akımına yapılan derin deniz deşarjları”na gelindiğinde ise, Prof. Dr. Sözen’in anlatımından bunların ileri arıtılmadan geçirilmesine gerek olmadığı anlaşılıyordu. Çünkü, Sözen’e göre, “Boğaz’ın hidrodinamik yapısı nedeniyle [atıksular] doğrudan Karadeniz’in oksijen içermeyen alt tabakalarına taşınmaktadır.”

Adalı Dergisi’nin bu sayısındaki yazısında Profesör Orhon da benzeri bir sonuca varmakta. “Eski yayınlarımda, bölgedeki [genelde karışım bölgesi olarak bilinen Boğaz’ın Marmara’ya açıldığı kesim] yoğun karışım dolayısıyla atıksuların Marmara’ya geri dönme riski taşıdığını ve bu deşarjların konumundan endişe ettiğimi ifade etmiştim” diyen Profesör Orhon “bilimsel temelli güncel bulgular endişemin yersiz olduğunu ortaya koydu” (…) “alt akımdan üst akıma (Marmara’ya) herhangi bir kirletici karışımı olmadığını gösteriyor” diyor. Yani derin deşarj yaklaşımı İstanbul’un kirli su atıklarını Karadeniz’e fire vermeden taşıyıp uzaklaştırmakta etkin bir yöntem. Prof. Dr. Derin Orhon’un vardığı sonuç çarpıcı: Orhon, “Çevre Bakanlığı’nın İstanbul’daki deşarjlar ile ilgili baskısının bütünü ile bilimsel destekten yoksun bir takıntı olduğu ortaya çıkıyor; Marmara’nın aşırı kirliliği için başka nedenler aranmalı” diyor.

Profesör Seval Sözen ve Profesör Derin Orhon’un İstanbul Boğazı ve Marmara ve Boğaz karışım bölgesine yapılan derin deşarjın Karadeniz’e taşınmakta olduğu argümanı karşısında geçtiğimiz günlerde “Ne Olacak Marmara’nın Bu Hali” başlıklı yazısında Levent Artüz, derin deşarjı “Çanakkale Boğazı yönünden gelip tüm Marmara Denizi’ni kat ettikten sonra en iyi şartlar altında yüzde 13’ü Karadeniz’e ulaşan alt akıntının arıtılmamış ve/veya yeterli arıtılmamış atıkların Karadeniz’e taşınması için taşıyıcı bant (konveyör) olarak kullanılması” olarak tanımladı. Artüz’e göre Marmara’dan ve Boğaz’dan alt akıntı ile taşınan arıtılmamış atık suların çoğu Karadeniz’e ulaşamadan tekrar Marmara’ya dönmekte.

TBMM Müsilaj Araştırma Komisyonu da, Levent Artüz’ün argümanına benzer bir şekilde, Raporun Sonuç ve Öneriler kısmında yer alan 25. maddede “Marmara Denizi alt akıntısının arıtılmamış ve/veya yeterli arıtılmamış atıksular için seyrelme ve Karadeniz’e taşınması için bir konveyör olarak kullanılması prensibinden vazgeçilerek, fiziksel ve biyolojik evsel atıksu arıtma tesislerinin ivedilikle ileri biyolojik arıtma tesisine dönüştürülmesi sağlanmalıdır” demekteydi. TBMM Müsilaj Araştırma Komisyonu’nun Raporu için birçok bilim insanın çalışması değerlendirilmiş ve görüşmeler yapılmıştı.

Bilim insanları arasında izlediğimiz, Marmara Denizi’nin kirliliğinin baş müsebbibinin ne olduğu konusundaki, bu temelden görüş ayrılığı, Marmara Denizi’nin nasıl temizleneceği konusundaki yaklaşımlara da kuşkusuz yansımakta. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yaptırdığı MARAAT adındaki araştırma projesine göre Marmara Denizi Havzası’nda incelenen 445 adet evsel/kentsel ve endüstriyel atıksu arıtma tesislerinde gerekli olan revizyonların toplam yatırım maliyeti 742.852.570 Euro ve bunun 484 küsur milyonluk kısmı (%65’lik kısmı) İstanbul’da yapılması gerekli yatırımlar. Buna karşılık, Profesör Seval Sözen, “boğazın alt akımına yapılan tüm atıksu deşarjlarına da Marmara Denizi’ne yapılan deşarjlar için mutlaka uygulanması gereken ileri biyolojik arıtma uygulaması getirmek İstanbul yatırımlarının bu aşamada önceliği olmamalıdır” diyordu.

Özetlemeye çalıştığım bu fikir ayrılığı karşısında vatandaşlar olarak talebimiz her halde her iki argüman sahibinin tezlerini karşılıklı soru-cevap yaklaşımı ile kamuoyunun karşısında tartışmaları. Bu süreç Marmaralılar’ın denize ilişkin tutumlarını gözden geçirmeye yarayacak bir bilgilenme, düşünme, tartma, araştırma ve değerlendirme, izleme, katılma, talep etme süreci olarak çalıştırılırsa bundan herkes kazançlı çıkacaktır. Marmaralılar olarak sorularımızı bilim insanlarına korkmadan sorabileceğimiz ortamın yaratılmasında kolaylaştırıcı olabilecek bağımsız kurumların rolü üzerinde düşünmek lazım. Adalı Dergisi, örneğin, bilim insanlarını çağırdığı YouTube etkinlikleri ile bu konuda önemli bir adım attı.

Soracağımız çok soru var. Örneğin, kirli suların derin deşarj ile İstanbul Boğaz’ının alt sularından akıtılması esnasında deniz dibindeki oksijen düzeyleri olumsuz etkilenmemekte mi? İleri biyolojik arıtma oksijen fakiri haline gelmiş Marmara Denizi’nin ıslahı için ne derecede etkili olabilecek bir yöntem? Ancak, önümüzdeki en acil soru denizin temizlenmesi için hangi adımların atılması gerektiği. Profesör Derin Orhon’un altını çizdiği gibi bunun için endüstriyel atık suların miktarını ve yarattığı etkileri, yayılı kaynakların Marmara Denizi’nde sebep olduğu kirlilik yükünü, Marmara Havzası’nda akarsulara yapılan deşarjların ortaya çıkardığı sonuçları ve deniz kıyılarının dolduruluyor olmasının etkilerini sormaya ve konuşmaya başlamamız gerekiyor.

Yazımın girişinde bilimsel düşüncenin tüm yönleriyle toplumda sürekli konuşuluyor, tartışılıyor olmasının öneminden bahsettim. Bu konuda çok mesafe almamız gerektiği açık. Bilimsel çalışmaları, araştırmaları, merak edecek, dinleyecek, tartacak ve tartışacak bir kamusal kültür Türkiye’de son zamanlarda çok zayıflamış vaziyette. Marmara Denizi’nin temizlenmesi konusunu bu bakımdan toplumda bilimsel düşünce ile ilgili kamusal bir kültürün gelişmesi için fırsata çevirmek için uğraşabiliriz.

Kaynaklar:

  • Turgut, Latife Beyza, “Denizle yeni bir sözleşme yapmalıyız”, Yeni Şafak, 24 Temmuz 2022.
  • Prof. Dr. Seval Sözen, “Marmara Denizi ve kirlilik gerçeği”, Cumhuriyet, 24 Haziran 2022.
  • Prof. Dr. Derin Orhon, “Marmara Kurtulur mu?”, Adalı Dergisi “Marmara’yı Konuşuyoruz” YouTube canlı yayın serisi, 15 Haziran 2022.
  • M. Levent Artüz, “Ne olacak Marmara’nın bu hali!”, Cumhuriyet, 6 Temmuz 2022.

Yayınlanma Tarihi: 04 Ağustos 2022  /  Son Güncellenme: 04 Ağustos 2022


Bu yazı hakkında yazarımıza ve editörlerimize iletmek istedikleriniz mi var?
Aşağıdaki formu kullanarak kendisine ulaşabilirsiniz.
(Bu formdaki bilgiler, yazarımız ve editörlerimizin mail adreslerine iletilecektir.)


Çerezleri Yönetin!

Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.

Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.

Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.