Orhan Şevki Bey ile sohbet ediyoruz:
HOŞGELDİNİZ ORHAN ŞEVKİ. UZUN YILLARA DAYANAN ARKADAŞLIĞIMIZA GÜVENEREK MÜSAADENLE SANA ORHAN DİYECEĞİM. ÇOK YOĞUN, ÇOK YORGUN BİR DÖNEMDEN GEÇTİKTEN SONRA “MÜZİK DÜNYASININ SİBEL’İ, ADAMIZIN RİTA’SI” KIZKARDEŞİNİ KAYBETTİN… NUR İÇİNDE YATSIN. BU ACILI GÜNLERDE BİZE ZAMAN AYIRABİLDİĞİN İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM.
Ben teşekkür ederim Sosi. Gerçekten çok zor günler yaşıyorum. Kız kardeşimin adını yaşatmaya çalışacağım.
Kendimi şöyle tanıtayım: Yaşantımda istediğim her şeyi yapmaya çalıştım. Bu da beni mutlu etti. Önceleri müzik ve gazetecilik ön plandaydı. Müzik ağır bastı. Gazeteciliği bırakıp orkestra şefliğine kadar yükseldim. Hilton gibi zamanının en büyük otelinde çalıştım. Çok güzel günlerimiz oldu. İnsan futbolu bırakınca teknik direktör veya antrenör oluyor ya, ben de daha sonra müziği bırakınca menajerliğe gireyim dedim, fakat menajerlik ilk planda düşündüğüm bir şey değildi. Promosyon olaylarına girdim. O zamana kadar Türkiye’de promosyon yapılmamıştı, yalnız reklam firmaları vardı. Yalnız promosyon konusu çok farklıydı yani Amerika ve Avrupa gibi dış ülkelerde modern tarzda yapılıyordu. Ben de Paris’e gidip bunun nasıl yapıldığını öğrendim. İstanbul’a döndüm, Ajans 24 adlı firmamı kurdum. İşe promosyonla başladık; promosyonda yetişen sanatçılarım oldu. Çok parladılar, özellikle Yeliz, İlhan İrem, Sibel Egemen. Bu kişilere sahne teklifleri gelmeye başladı. O durumda mecbur oldum menajerliğe dönmeye; hem promosyon hem menajerlik yapmaya devam ettim. Bir süre Kıbrıs Bayrak Radyosu ve Almanya’da VDR’de programlar yaptık. Ülkemizdeki denetim kurulu birçok şarkıyı denetimden geçirmiyordu. Şarkıları orada rahatlıkla çalıyorduk ve Kıbrıs’ta patlayan olaylarla Kıbrıs radyosu çok fazla dinleniyordu. Plakçılar bize destek vermeye başladılar. Ajans 24 çok büyük yerlere geldi, özellikle yanımda Deniz İzgi vardı, gazetecilikte usta, fotoğrafta usta, müzikte de usta böyle biriyle çalışmak beni daha iyi yerlere getirdi çünkü ben iyi kişilerle çalıştığım müddetçe iyi olabiliyordum. Sonuç olarak menajerliğe devam ettim. Hatta adaya geldiğim zaman da organizasyonlar yaptım. Ebru Gündeş’i Büyükada’ya, Sibel Can’ı Heybeliada’ya, Mezdeke’yi Kınalıada’ya, Yıldırım Gürses ile Burhan Çaçan’ı Kınalıada Su Sporları Kulübüne, Nurdan Torun ile Hülya Avşar’ı Ayazma BOSAY’a getirdim. Sonuçta menajerlik işlerinden ben artık çok yoruldum. Yaklaşık yirmi dört yıl zamanımı aldı. Çok zorlu bir iş. Yayıncılığa geçmeye çalıştım. Kınalıada’da 1997 den beri devam eden Son Vapur ve Kınalıada Haber Bülteni gazetelerini çıkardım.
Onun dışında da kitaplarım da çıktı tabii. Aşağı yukarı beş tane kitabım var. Kendimi mutlu hissettim bu konuda. Tabii ki maddi koşullarda menajerlikten alınan koşullarla bunun arasında çok büyük bir fark var. Özellikle menajerlikte iyi bir ortam yaşarken çok büyük zorluklarla karşılaştım. İş değiştirmek kolay bir şey değil. Değiştirmek de aslında yanlış olmuş gibi geldi bana ama o dönemde çok sıkılmıştım. Kınalıada’ya yerleşip son dönemleri iyi geçirmeye çalıştım.
KINALIADA’YA YAZLIKÇI OLARAK GELDİNİZ, DAHA SONRA BAŞKA BİR ADAYA GEÇEBİLİR VEYA BAŞKA BİR BÖLGEMİZİN SAHİLLERİNİ SEÇEBİLİRDİN? NİÇİN KINALIADA?
Çocukken Büyükdere’ye giderdik. Giragos Sakayan da orada olduğu için babam Büyükdere’yi isterdi. Orada da güzel bir ortam vardı. Beyaz Parka giderdik, orada Müzeyyen Senar’ın Pandeli’yi “Hayde bre Pandeli” diye dansa kaldırdığını bilirim. Daha sonra yaptığı muzipliklerini anlatmaya gerek yok. 1949 yılında babam, “Buraların tadı kalmadı. Kınalıada’da daha çok dost var” dedi ve adaya geldik. İlk başta kimseyi tanımıyordum ama çok kısa sürede arkadaşlık gurupları oluşmaya başladı. Özellikle Akasya tarafındakiler arkadaşım oldu. Başar Acarlı’yı tanıdım, AraToşikyan, Vartan Tetikbaş, Hayko Misakyan, bunlar benim o dönem arkadaşlarımdı. Sonra Vahak İbranyan, Serço Doğramacıyan derken arkadaşlık çevrem giderek büyüdü. Şahap Oteli’nden Bedros Türabyan, sonra sizler de gruba katıldınız. Ben başka bir ada düşünmedim. Babam da düşünmemiş adada kendi insanlarını bulmuş. Ben de arkadaş bulduktan sonra niye başka bir adaya gideyim diye ada değiştirmek hiç aklıma bile gelmedi. Ayrıca Kınalıada’daki içtenliği hiçbir yerde bulamayacağımızı düşündük. Bu da çok doğruymuş. Annem dâhil adayı sevdik ve ayrılmayı hiç düşünmedik.
GENÇLİK YILLARIMIZDA ADADA EVLERİMİZ BİRBİRİNE YAKINDI, BABALARIMIZ TANIŞIRLARDI. O YILLARDA ÖĞLEN SAATLERİNDE ADADA İSTİRAHATE ÇEKİLİRLERDİ VE GENÇ KIZLARIN SOKAKTA VEYA DENİZDE OLMALARI İYİ KARŞILANMAZDI. BEN DE BALKONUMDA OTURUR SENİN MÜZİK ÇALARAK KOMŞULARINA MÜZİK ZİYAFETİ ÇEKMENİ BEKLERDİM. SANA ADAMIZIN İLK DJ’İ OLDUĞUNU SÖYLEYEBİLİR MİYİM? MÜZİK AŞKI NE ZAMAN BAŞLADI VE NASIL GELİŞTİ? PROFESYONEL ÇALIŞMALARIN DEVAM EDİYOR MU?
Müziğe daha çok partilerde şarkı söyleyerek başladık. Şöyle söyleyeyim, o sıralarda Miguel Amador’un “Histoire d’un Amour” şarkısı vardı, bir de “Ay! Mourir pour toi” bu iki şarkı partilerde devamlı bana söylettirilirdi. Ada partileri 1955 yılında başlayarak 56, 57, 58 yıllarına kadar devam etti. O zamanlar kocaman Grundig teypler vardı. Kayıtlar bile yaptık o dönemlerde, çok da güzel müzikleri topluyorlardı bantlara, fakat Türkiye’de 45’lik plak bile bulunmuyordu. Çok zordu. Ben 58’de ve 59lar’da dışardan plak getirtiyordum. Tanıdığım bir kadın vardı bana Almanya’dan gönderiyordu. Bir de Il Musichiere İtalyan dergisi vardı o kanalla da plastik ithal 45’lik plaklar geliyordu. Bende de Suprafone marka portatif pikap vardı onu kullanıyordum. 1960 yılında Yunanistan’a gittim ve ne kadar plak varsa başta “Les deux guitares” olmak üzere topladım İstanbul’a getirdim. Dışardan gelen pikaplarla birlikte bir 45’lik serisi oluştu. O zaman Muharrem Alparslan’ların evlerinde sokağa bakan tarafta ikinci katta oturuyorduk. Oradan yayın yapmaya başladım Suprafone pikabımla isteklere cevap vermeye başladım. Çakıl Aykaç özel olarak gelir “Little Darling”i çalmamı isterdi. İstekleri teker teker çalıyordum. Sonuçta hakikaten DJ’lik yaptım. Ve bu benim için çok güzel bir ortam yarattı. Bu sayede etrafımdaki insanların ilgisini çektiğimi sanıyorum. O konuda da bir gönül maceram oldu. Açıklamak gerekmez ama o zaman için çok güzeldi. Herkes gelip dinliyordu, ben de en iyi müzikleri çalmaya çalışıyordum çünkü öyle bir plak serisi kimsede pek yoktu.
GÜNÜMÜZDE İNSANLARIN MÜZİK ZEVKİ BİRÇOK YÖNE KAYDI. ZAMAN ZAMAN NOTALARA İHANET EDİLİYOR. MÜZİK KÜLTÜRÜNE SAHİP OLANLAR KENDİ ZEVKLERİNE VE MÜZİK ANLAYIŞLARINA GÖRE TARZLARINI ORTAYA KOYDULAR. MÜZİSYEN KİMLİĞİNLE PRENS ADALARI’NDA MÜZİKLE İLGİLİ NELER YAPILMASINI ÖNERİRSİN?
Profesyonel çalışmalara gelince 1960’ta Kınalıada Vokal gurubunu kurduk. Şara Papazyan ile birlikte Hayko, Mıgır diye iki arkadaş ve Istepan denilen bir davulcu ile çalıştık. Gurubu kurduğumuz yıl Şahap Otelinde senin de kaldığın otelde Osman İncili Bey’in devraldığı zaman Uğurtan Günay gurubu geldi. Uğurtan beni dinlemiş, illa ki gurubuna transferimi istedi. Ben de tabii ki böyle bir teklife havada uçarak gittim ve Uğurtan’la çalışmaya başladık. Daha sonraki yaz mevsiminde iki gün Büyükada’da Anadolu Kulübü’nde, iki gün de Kınalıada’da sahne aldık. Hatta beni Fransa’dan gelen Ankaralı şarkıcı olarak tanıttı. Bu da insanların ilgisini çekti. O yıllarda Enrico Macias, Huge Offrey şarkıları söylüyordum. Böyle başladı ve müzik hayatım geniş kapsamlara girdi. Daha sonra başka guruplarla da çalıştık. Suat Kulüp’te ve Tarabya Oteli’nde çalıştıktan sonra kendi orkestramı kurmaya karar verdim, orkestramı kurduğum zaman zaten Asu Maralman ile tanışmıştık. Asu, Uğurtan Günay orkestrasının solistiydi. Hayatımızı birleştirmek durumuna girdik. O yüzden artık kendi orkestramı yapmanın zamanı geldi diye düşündüm ve önce Tarabya oteli sonra Hilton Oteli’nin ekstralarına gittik. Hilton devamlı iş verince oranın orkestrası olarak çalışmaya başladık. Böylece tam profesyonel çalıştıktan sonra Önder Bali ile birleştik. Önder Bali – Orhan Şevki orkestrası olduk. 1973 yılına kadar bu şekilde çalışmaya devam ettik. Oradaki müzik çalışmalarımıza gelince, aslında çok zor bir olaydı. Sahnede devamlı şarkı söylemek büyük bir repertuar gerekiyordu. Bütün bunları yaptık. Ben ve Asu, otelin en iyi elemanları olarak iyi şeyler yaptık.
Müzik duygu işidir ve şu yaşadığımız dönemde duygular arka planda kalmış, genellikle de müzik otomatikman teknolojik müziğe dönmüş. Son teknoloji gelişmelerinden sonra bilgisayarla yapılan müzik yani eski o büyük orkestrasyonlar, her enstrümanın ayrı çalışı, o aranjmanlar, o şeyler bugün artık yok. O yüzden çıkan şeyler de hep şaka şuka şarkılar ve hiç ileriye doğru dönük bir şey görmüyoruz. Eski günlerin o güzelim müzik dünyamızın bu şekilde devam etmesi hakikaten üzücü ama yalnız Türkiye’de değil, diğer bütün ülkelerde de böyle, daha doğrusu dünyada bu şekilde devam ediyor. 2000’li yılların müziği giderek teknolojik müzik ortamından belki daha da ileri gidecek bir teknoloji ile farklı boyutlara ulaşacak ama duygu ve duygusuzluk çok önemli. Müzik duygu işidir baştan beri söylüyorum. Bugünkü müziklerle ben hiç hoşlaşmıyorum. Dikkat edersek, eski müzikleri dinlemekten hoşlanıyor hatta mutluluk yaşıyoruz. Eski Fransız müzikleri, İtalyanca şarkılar, Amerika’nın en güzel şarkıları, İngilizce şarkılar falan hepsi bizim için birer anı taşıyor. Bu kadar söyleyeceğim. İlerisini iyi görmüyorum. İlerisi için farklı boyut, farklı insanlar görüyorum, duygusuzluk ön planda. Her şeyin başı sonu para oldu. Başka düşünülen bir şey yok. Onu da iyi kazanıyorlar şaka şuka şarkılarla.
HENÜZ KINALIADA’MIZA AİT BİR KÜLTÜR MERKEZİMİZ YOK. BU YÖNDE ÇALIŞMALAR NE ZAMAN BAŞLAYACAK?
Adalar’a gelince, adalarda birçok müzisyen var. Her adada var. Ne yazık ki bunların bir araya toplama olanağını bulamadılar. Şu ana kadar kimse böyle bir organizasyon yapmadı. Büyükadadakiler, Kınalıadadakiler, Burgazada’da, Heybeli’de önemli müzisyenler var. Bunların bir araya gelmesi gerekiyor; aslında bunların hep birlikte konser vermesi gerekir. Tabii ki bu iş konusuna belediyenin de iştirak etmesi gerekir. Bunu belediyeye anlatacak bilirkişi var mı onu bilmiyoruz ama biz bu sanat merkezi programımızı yaptığımız zaman bunu da kale alacağız. Ben böyle bir şey yapmayı düşünüyorum. Ayrıntılarını anlatacağım. Adalar’dan her zaman iyi müzisyenler çıkmıştır ama bireysel olarak hareket etmişlerdir çünkü ada için yararlı olamamışlardır. Adalardan şu veya bu müzisyen çıkmış ama gitmiş başka bir yerde çalışıyor, bir kere de adalarda konser verin. Dışardan gelen hiç alakasız insanlar, adalı olmayan insanlar gelip burada konser verdi. Jarden sahasını kullanıyorlar genelde, gerçi orası pek elverişli bir yer değil ama bizim ada insanlarımız, aslında müzisyenlerimizin orada müzik yapması gerekiyor.
Sanat merkezimizi bahara kadar başlatmak istiyoruz. Ve tabii ki her şeyden önce bir yer bulmak gerekiyor. O yeri araştırıyoruz şu anda ve sanat merkezi kurulduktan sonra detay ve ayrıntılarla uğraşacağız. Birçok şeyi yapacak ve bunun için de size de bir görev vermek istiyoruz çünkü adayı en iyi bilenlerdensin sevgili Sosi, senin de aramızda olman gerekiyor. Çok enteresan şeyler düşündük. Proti Sanat Ajansı adı altında merkezimizde çok farklı şeyler yapmayı düşündük. Onları tek tek ayrıntılı bir şekilde sana vereceğim.
MENAJERLİK YILLARINDAN İLGİNÇ BİR ANINI BİZE DE ANLATIR MISIN?
Menajerlik yıllarımdan o kadar çok anı var ki hangi birini anlatayım. Bir tanesi şu anda aklıma geliyor, onu hemen söyleyeyim. Bir ara Asu Maralman’a bir ekip kurmak düşüncesindeydim. Ve arkasına iki tane pantomim yapan yani şarkıların içeriğini anlatan iki arkadaş koydum. İki erkek oyuncu, bunlar tiyatro oyuncusu, aynı zamanda adlarına da ne diyeyim diye düşündüm “Önemli Adamlar” dedim. Asu Maralman ve Önemli Adamlar Galata Kulesi’nde işe başladılar. Kuleye gelenlerin arasından “bu adamlar niye önemli de biz önemsiz miyiz” diyenler çıktı. Bu kadar enteresan kompleksli insanlar var bu piyasada üstelik müşteriler arasından çıktılar. Sonuç olarak önemli – önemsiz derken ful çekti orada, herkes onları görmeye geldi. Asu’nun şarkılarını mesela Bora Ayanoğlu’nun yazdığı “Recep” şarkısını anlatırken şöyle ki Almanya’da kocası başka bir kadınla beraber olmuş, buradaki eşi ağlıyor, gelse vururum diyor bunları pantomimle anlattık, yani sahneye biraz tiyatro koyduk. Senin çok sevdiğin mesleğinden oyuncular tabii ki pantomim de onun bir parçasıdır dolayısı ile çok tuttu ve ful çekti Galata Kulesi’nde. Bir tane daha var. Ersan Erdura, İlhan İrem ve Nilüfer’i Gala Kulüp’e koydum. Tam o sırada da Dünya Kupası maçları var. O zaman TRT tek, hepsini veriyor. Başka da TV olmadığı için millet oraya yoğunlaşıyor. Dediler ki bunlar burada iş yapamaz. Bırak Dünya Kupası’nı üç ay çalıştılar, Dünya Kupası da dahil olmak üzere ful çaktılar. O kadar iyilerdi ki bir şarkıyı Nilüfer söylüyor arkadan Ersan onun şarkısına yakın bir şarkı ile birleştiriyor şarkısını, arkadan da İlhan İrem. Böyle bir üçlü topluluk altmış günden fazla doksan gün çalışma yaptı Gala Kulüp’te. Kulüp sahibi beni öpe öpe bitiremedi. En güzel işlerimden biriydi. Menajerlik yirmi dört yıl sürerse pek çok anın oluyor.
SANATÇILAR, SANATIN FARKLI YÖNLERİ İLE İLGİLENENLER ÇOK YÖNLÜ İNSANLARDIR. SANAT İNSANI FARKLI KILAR. SEN DE ONLARDAN BİRİSİN. İLK GENÇLİK YILLARINDA DAKTİLONUN BAŞINA GEÇİP ADA BÜLTENLERİ HAZIRLIYORDUN. FOTOKOPİLERİ ELDEN ELE GEÇİRİP OKURDUK. O FOTOKOPİLERİ SAKLIYOR MUSUN? ADAMIZIN İLK PAPARAZZİSİ BENCE SENSİN. NEFİ ÖZEN’İN DE BU YÖNDE ÇALIŞMALARI OLMUŞTU. ONU VE EŞİ SOSİ ÖZEN’İ DE RAHMETLE ANIYORUM.
Ben çocukken daha doğrusu ilkokula giderken Baysungur Sokak 45 numarada oturuyorduk. Alt katımızda da Akşam Gazetesi sahiplerinden Sedat Dersan Bey ve eşi Ermiyoni otururlardı. Eşi Rum’du. Çocukları olmadığı için bana çok önem verirlerdi. Devamlı benimle ilgilenirlerdi. Bu ilgi, üstelik de savaş yılları, gazete kâğıtlarını getirip önüme koymaları ve benim de bunları sanki o gazeteciyi örnek alarak gazete şeklinde bir şeyler çizip çiziktirmeme yol açtı ve sonuçta ben gazete çıkarma hastası gibi bir şey oldum. Gazetecilik yapmak istedim. Öyle bir düşünce geldi bana. İlkokul beşinci sınıfta bir gazete çıkarttım yine elyazması ile ve bir kâğıdı ikiye bölerek yaptım. Bizim hocalarımız da takdir ettiler, “Aferin ne güzel gazete çıkarmışsın” dediler. Bu da bana güç verdi. İlkokulu bitirdikten sonra ve Kınalıada’ya yazlıkçı olarak geldiğimde düşündüm ki burada maçlar oynanıyor, insanlar arasında fiskoslar oluyor, küçük aşklar yaşanıyor, bunlardan yola çıkarak Matrak gazetesini çıkardım. O zamanlar gazete elden ele dolaşıyordu. Fotokopi yoktu Sosi’ciğim çünkü fotokopi daha Türkiye’ye girmemişti. Bir tek gazete bana paçavra halinde geri dönerdi. Bazen yırtılırdı ben tekrar temiz dosya kâğıtlarına daktilo ile yazardım. Hermes Baby portatif 1950 model daktilom vardı. Hâlâ yanımda duruyor. O babamın bir hediyesidir. Bu gazete hastalığı bu şekilde devam etti sonra da Son Saat gazetesinden bir teklif aldım ve orada resmen müzik yazarlığına başladım. Son Saat gazetesinden bir süre sonra zamanın en önemli mecmuası Filiz Akın’ı, Ediz Hun’u bulan Artist mecmuasında yazdım. Cumhuriyet gazetesi dış ilişkilerde röportajlar yapmak kaydı ile Fransa’ya, İngiltere’ye gittiğimde elime bir kart verdiler ki dış ilişkileri buraya getirebileyim. Bunları da yaptım. Gazetecilik hastalık halindeydi bende. O eski Matrak gazetelerinin hepsi duruyor, hepsi bende şu an. O zaman yaşanan aşklar, şunlar bunlar, dedikodular hepsi elimde. Aslında bir gün “Biz Kınalıadalılar” adında bir kitap yaparsam içine bunları koymayı düşünüyorum. Bu şahsi bir kitap olacak tabii, piyasada satılacak değil. Sadece eski ve yeni Kınalıadalılar’ı ilgilendirecek bir kitap olacak. Böyle bir projem daha var. Ayrıca Arek Kuyumcuyan arkadaşımız bir de onları kopyalattı hem kendisi hem de benim için ciltlettirdi. Elimde ayrıca daha temiz baskısı olan da var. Çok güzel bir arşiv var bende. Bunları sürdüreceğiz. Evet Türkiye’nin ilk paparazziliğini biz yaptık. Nefi Öner daha çok Adalar Gazetesi, Pandispanya gazetesinde yazdı. Eşi Sosi piyano çalardı ben de dinlerdim. Allah ikisine de rahmet eylesin. Güzel arkadaşlardı ama bazen zaman insanları aramızdan ayırıyor. Ne yapalım.
ADA AŞKI MI BU YETENEĞİNİ GELİŞTİRMENE NEDEN OLDU YOKSA YETENEĞİNİ DAHA ÇOK ADA İÇİN Mİ KULLANDIN? ARAŞTIRMACI YAZAR OLARAK YAYINLADIĞIN KİTAPLARIN YURTİÇİ VE YURT DIŞI BEĞENİ KAZANDI. BU KONUDA NE SÖYLEYECEKSİN?
Müziği ve menajerliği bıraktıktan sonra artık yayın işlerine girmeye karar vermiştim. Kınalıada’ya yerleştim dolayısı ile biliyorsun Son Vapur ve Kınalıada Haber Bülteni’ni çıkardım. O arada muhakkak bir kitap çıkarmayı düşündüm. Nedenini şöyle açıklayayım. Kınalıada’nın hiç bir şekilde hiç bir kitabı yoktu, örneğin Sel Yayıncılık Halki’den Heybeli’ye, Prinkipo’dan Büyükada’ya, Antigoni’den Burgaz’a gibi kitaplar yapmış, Kınalıada için böyle bir kitap yok. Oturdum bir kitap yapmaya karar verdim ve Sel Yayıncılık’la da anlaştım ve Proti’den Kınalı’ya isimli kitabı çıkardım. Bu kitap 2004 yılında yayınlanan ilk kitabımdır. Hem adalıların üzerine hem tüm Türkiye’de çok büyük etki yarattı. Çok da güzel bir promosyon yaptı Sel Yayıncılık dolayısı ile kitap her yerde beğeni kazandı. Ayrıca tabii ki yurt dışına gitti ve Fransa’da bunun Fransızcası yapılması için bir karar verildi. Yayınevi ile bir yıllık bin kitaplık anlaşma yapmıştım. Elimizde olsaydı kitabın Fransızcası ve İngilizcesi olacaktı. Birinci kitap buydu. Gazetelere, CNN’e kadar çıktım konuştum. Kınalıada kendi ilk kitabına kavuştu. Bunu da ilk yapan insan ve bir Kınalıadalı olarak adamıza bir borcumdu ve bunu yerine getirdim. Arkasından 2008 yılında ikinci bir Kınalıada daha yaptım. Biraz da röportajlara, ada insanlarına yönelik kitaptı bu. Bu da Pencere yayınlarından çıktı. Mavi kapaklı bir kitaptır hala da piyasada var satılıyor sanıyorum. Çünkü ikinci ve üçüncü baskısına girdi. Bir süre sonra 2009’da müzik hayatımı, 1974’te başlayıp 1996’lara kadar gelen menajerlik hayatımı bitirdikten sonra, bu dönem içinde yaşayan tüm sanatçıları, benim günlük düşüncelerimi, dönemin siyasi olaylarını da içeren Gölge Adam adlı bir kitap yaptım. Bu kitap Bir Menajerin Anıları olarak da adlandırıldı. Beş binlerin üzerinde yayınlanıp hakikaten değerini buldu. Ne yazık ki yayıncının acelesi yüzünden birkaç ufak tefek yanlışlar varsa da artık görülmemiş gibi farz edelim. Aslında yanlışlıklar beni üzer de yapılacak bir şey yok. Bazı yayıncılar acele para kazanmak için bir kitabın düzeltmelerine bile fırsat vermezler. Sonraki kitap aradan on iki yıl sonra çıktı. 2021 yılında yayınlanan Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Azınlık Spor Kulüpleri ve Sporcuları bugüne kadar hiç yapılmamış bir kitaptır. Türkiyede Azınlıklar, Ermeni, Rum, Yahudi ve Süryani olan sporcuları anlatmaya çalıştım ve geniş bir kitap oldu. Bu kitabı da İş Bankası kültür yayınları çıkardı. Çok değerli ve iyi bir rehber kitabıdır. Bu kitap aşağı yukarı üçüncü baskıyı yaptı dördüncü baskıya giriyor. En son kitabım da senin de çok iyi bildiğin 2022 yılında Zaman Mekan ve İnsanları ile Kınalıada kitabı oldu. Kınalıada’ya daha geniş bir kitap yapmak istemiştim o yüzden yapıldı. Renkli basacaklardı ama maalesef artan kağıt fiyatları ile siyah beyaz basıldı ve tabii ki bu tür basılan kitap renkli kitabın verdiği etkiyi veremez. Ada kitaplarında bu böyle oluyor yoksa siyah beyaz çok güzel kitap rengidir. Ada deyince akla deniz, mavi gökyüzü yani mavi geliyor akla, güneş geliyor, yaz günleri geliyor. Bu kitap benim istediğim çizgide olmadı. Bundan sonra var olan bir sürü projede Biz Kınalıadalılar kitabı, Burgazada için yaptığım bir kitap güncellenecek, artı 1993- 2023 yılına kadar aldığım notlarla yapılacak bir kitap gündemde. Bunları Prens Adaları için yapacağım ama benim yeteneğim başka kitaplar da yapmaya uygundur, kalabalık kitaplar da yapabiliyorum. İçinde çok insan ve çok tanıklık bulunan ve röportajlarla bezenen bir kitap sistemi kurmuştum kafamda onu da uyguladım. TV seyrederken nasıl birtakım insanlarla sunum yapılıyorsa ben de genelde tanıklık kullandım.
KIZKARDEŞİN SEVGİLİ RİTA SİBEL’İN KUTULAR DOLUSU YEMEK TARİFİ SAKLADIĞINI VE BUNLARI KİTAP HALİNDE YAYINLAYACAĞINI DUYDUM. DOĞRU MU?
Evet, biliyorsun babam Pandeli’de yetişmişti ve İngiliz Konsolosluğu’ndaki ziyafet masalarından sorumluydu. Sultanhamam’da öğlen yemekleri sunan Garbis’in lokantası meşhurdu sonra babam Tünelde Büyük Bankalar lokantasını açtı. Bilahare Beyoğlu’nda Marmara gazetesinin pasajında dükkanımız oldu, ben de kasada dururdum. Bir müddet de Kaspar Yarıcı ile Kınalıada’da lokanta açtık fakat diğer dükkanın ikinci planda kalmaması için babam adadaki dükkanı Koço’ya devretti. Koço da bugünkü Bahar pastanesini açtı. Kardeşim baba mesleğine benden daha yakın olduğu için binlerce yemek tarifi toplamış. Rita’nın aşçılığını tanıtmak istiyorum.
PRENS ADALARI’NIN SORUNLARI OLMASINI ÇOK NORMAL KARŞILIYORUM. SENCE ADALAR’DA GİDERİLMESİ GEREKENEN BÜYÜK SORUN NEDİR?
Sağlık sorunu bence adaların en önemli sorunudur. Her adada muhakkak bir hastane yapılması gerekir. Artık her türlü imkan sağlandı; karşıya gidiliyor, ambülans var, motor var, 112 her durumu değerlendiriyor deniliyorsa bile Rita ile yaşadığım olayda bu gelişmenin yetersiz olduğunu bir kez daha gördüm. Her adanın kesinlikle bir hastanesi olmalı. Büyükada’da bir hastane var fakat yeterli olmadığını söylediler. Sağlık sorunu adalılar için çok önemli çünkü vakit kaybetmeden ilk müdahalenin olacağı yer hastanın kendi adası olmalıdır. Örneğin Kınalıada’daki hastanın karşı tarafa götürülmesi zaman alıyor. Bunun yerine daha kısa zamanda adada önlem alınabileceğini sanıyorum. Sağlık sorununu ön plana almak gerekiyor. Günümüzde Adalar için birçok şey yapıldı, bunlar bilinen şeyler ve el birliği ile çözebileceğimizi ümit ediyorum. Her şeyde Belediye’yi suçlamakta anlam yok. Birçok şey halkın bilinçsizliğinden kaynaklanıyor. Örneğin çöpleri sokağa atanlara atmayın diyoruz ama yine de atıyorlar. Yetkililer sokakları temizlemeye çalışıyorlar ama ertesi gün aynı sokağı kirlenmiş görüyoruz. Konteynere kadar yürüyemeyen insanlar var. Kimi insanın da ayakları ağrıyor köşeye kadar gidemiyor plastik torbadaki çöpünü kapımızın önüne bırakıyor. Çöp konusu da böyle sürüp gidiyor.
Bir de kış aylarında adada yaşayan pati canlar için muhakkak daha büyük bir destek gerekiyor. Bunu da muhakkak halletmeliyiz. Kediler köpekler çok zor durumda kalıyorlar. Kuşlara da yarar getirecek bir şeyler düşünülmesi gerekiyor. Bunların dışında pek sorun göremiyorum.
TEŞEKKÜRLER ORHAN. ADALILARA VE OKURLARIMIZA NE GİBİ BİR MESAJ VERECEKSİN?
Adalı olmak bambaşka bir ayrıcalıktır. Adalı insanların arasında din, ırk, millet gibi farklılıklar oluşamaz. Ada insanı adalıdır. Ada insanı insancıldır, doğaseverdir, onun için herkes herkesin yardımına koşar, herkes herkesi destekler, herkes herkesi sever, çok nadir olaylar dışında bu kural da aynen devam etmektedir. Bence adalılar için tek mesaj da hiçbir yerde yazılı olmayan ancak eski adalıların bildiği kuralların aynen yeni kuşakların da uygulamasını istemek olacaktır. Bunları da uygulamaya devam etseler adalı olmanın yolu devam edecek ve adalar en iyi yerlere gelecektir. Belki de yeniler daha iyisini düşüneceklerdir. O bakımdan yazılı olmayan ada kurallarını lütfen herkes kendi insanlarına anlatsın, aileden aileye geçsin. Adalar çok güzel bir ortam yaratır ve özgür bir yaşama en iyi cevap veren, dünyada çok nadir bulunan yerlerden biridir. Onun değerini hep birlikte bilmemiz gerekiyor.
Bu güzel sohbetimiz için bana vakit ayırdığından dolayı sana çok teşekkür ederim sevgili Sosi. Sanırım bazı konuları birlikte aydınlattık. Tüm Adalı Dergisi okurlarına selam ve sevgiler Hoşça kal.
Yayınlanma Tarihi: 04 Mart 2023 / Son Güncellenme: 06 Mart 2023
Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.
Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.
Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.