Paylaş
Tüm Sayılar      2023      Sayı 213 – Mart 2023      Böyle Bir Acının Tarifi Yok!

Böyle Bir Acının Tarifi Yok!


Bu yazıyı yazmak için kaç kere bilgisayarın başına oturdum, bilmiyorum. Her seferinde yazdığım cümleleri, kelimeleri silip en sonunda kendimi boş ekrana bakarken buldum.

Otuz iki yıllık gazetecilik hayatımda çok şey gördüm, yaşadım, haberini yaptım ama böylesi bir felaketin tanığı hiç olmadım.

Bazı acılar nasıl kelimelere, rakamlara dökülür? O kelimeler, rakamlar böyle bir felaketi anlatmaya yeter mi?  Bilemiyorum… Bu satırları yazarken de orada gördüklerimi, duyduklarımı yeterince aktarabilecek miyim hiç emin değilim.

 

Deprem olduğunda yurt dışındaydım, İstanbul’daki hava koşulları ve havaalanlarındaki yoğunluk izin vermediği için maalesef hemen dönemedim. Dolayısıyla ben deprem bölgesine gittiğimde aradan birkaç gün geçmişti.

İsviçre televizyonu ile beraber önce Adana’ya uçtuk sonra da depremin en fazla vurduğu yerlerden biri olan Antakya’ya geçtik.  Adana – Antakya arası yaklaşık yüz doksan kilometre yani normal şartlarda iki – iki buçuk saat sürer. Ancak otoyol hasar aldığı için zaman zaman karşılıklı çift şeride düşen yollar ve bölgeye akan yardım tırları nedeniyle merkeze varışımız neredeyse dört buçuk saati buldu (ki biz yine de şanslıydık. Depremin ilk günlerinde bu yolu yedi saatten az sürede gidebilen olmamıştı). Yol boyunca ambulans sirenleri eksik olmadı. O karmaşada kendilerine yol bulmaya çalışan ambulanslar, enkaz altından çıkarılan insanları Antakya ve İskenderun’daki hastaneler de yıkıldığı için Adana ve diğer illere ulaştırmaya çalışıyorlardı.

Antakya’ya en son herhalde bir yıl önce gitmiştim. Her daim sevdiğim, ismini duyunca bile mutlu olduğum şehir. Binlerce yıllık kültürlerin başkenti, canım Antakya. Maalesef bıraktığım gibi karşılamadı beni.

Saatler süren yolculuğun sonunda, şehir merkezine yaklaşırken sağlı sollu yıkılan binaları görmeye başladık. Çoğu geçtiğimiz on yıl içinde yapılan, depreme dayanıklı diye pazarlanıp, daireleri milyonlarca liraya satılan apartmanlar yerle bir olmuş, bazılarından geriye sadece beton yığını kalmıştı. Merkeze ulaşana kadar onlarca, belki de yüzlerce bu şekilde bina vardı.  Akıl almaz bir yıkım, açıklanamaz bir acizlikti şahit olduğumuz.

Kimi evlerin yıkık duvarları arasından duvardaki resimleri, belki depremden birkaç saat önce yıkanmış, mis kokularıyla iplere asılmış ama artık etrafta yıkılan binaların tozlarıyla kaplanmış çamaşırları gördük. Balkonlara bin bir özenle dizilmiş saksılar, kırık camların arasından çıkmış krem tüller, yıkıntılar arasında ucu görünen aile fotoğrafları, ayakkabılar, lego parçaları, ders kitapları ve daha neler neler. Her santimetrekareye sinen darmadağın, tarifsiz bir acının ağırlığı.

Ve bu enkazın etrafında, bitmek tükenmek bilmeyen bir umut ve dinmeyecek bir öfkeyle bekleyen insanlar. Sevdiklerinin hâlâ canlı olduğuna inanan ve onları o yıkıntıların altından çıkarabilmek için yardım bulamayan insanlar. Hepsinin gözleri kocaman bir karanlığa dönüşmüş, hepsinin ifadesi aynı, yüzleri kasılmış kalmıştı.

Odabaşı mahallesi de yerle bir olan yerleşim merkezlerinden biri. Orada çekim yaparken enkazın hemen yanı başında, ağlayan bir teyzeye rastladık. “Bu koltuklar kızımın koltukları, bunları çıkardık kızımı çıkaramadık” diye feryat ediyordu. İki torununu ve damadını kurtarmışlar ama göz bebeği, biricik kızına ulaşamamışlar. “Düne kadar ses geliyordu, bugün artık kalmadı ama benim yine de bir umudum var” diye ağlayan teyzenin sesi hâlâ kulaklarımda.

“İki gün boyunca buraya hiç kimse gelmedi, insanlar elleriyle ailelerini kurtarmaya çalıştı. Bunları anlatın, biz yalnız kaldık. Medya bunları da söylesin” diye yanımıza gelen Ali Amca, hâlâ oğlunun çıkarılmasını bekliyordu. “Üniversiteden geçen sene mezun olmuştu, bir senelik doktordu benim oğlum” diye ağlayarak uzaklaştı.

İsmini hâlâ bilemediğim teyze ve Ali Amca gibi onlarca insanla karşılaştık orada. Üzüntünün tarifi yok. Ne gazetelerdeki fotoğraflar ne de televizyon ekranlarındaki görüntüler bu felaketin boyutunu anlatabilir.

Devletin yapamadığını yapmak için, memleketin dört bir yanından, dünyanın her tarafından koşup gelen siviller olmasa oradaki kayıplar daha fazla, hayatta kalanlar ise açlık ve soğuktan perişan olacaktı. Halasını kaybettiği halde, canla başla oradaki insanlara yardım etmeye çalışan Nilay ile konuşurken, “Bizleri şu anda hâlâ ayakta tutan bu Antakya dışından yardıma gelen insanlar oldu” dedi ve gözleri doldu, “Başka türlü nasıl dayanabilirdik bu yaşananlara?”

AKUT gönüllülerinden biri olan Paşa, depremin on altıncı saatinde Antakya’ya ulaşmış. Ancak yanlarında getirdikleri iki tırdan birini AFAD almış. Hiltiler, jeneratörler de o tırdaymış ve onlar gidince bütün ekip malzemesiz kalmışlar. Yine de enkaz başına gitmişler. “Yüz altmış kişinin altında kaldığı bir enkaza gittik” dedi Paşa. Malzemeleri olmasa da ellerinden geleni yapmaya çalışmışlar. Onlar enkaza vardıklarında aşağıdan hala sesler geliyormuş. “Zaman geçtikçe yavaş yavaş sesler kesildi” dedi. O sesler kulağından gitmediği için hâlâ uyuyamıyordu.

Mezarlıkta sürekli toprağı kazan kepçeler, gece gündüz durmuyordu. Her dakika yeni bir cenaze geliyor, yan yana açılmış yüzlerce mezar, kısa sürede doluyordu. “Dün cenaze sahipleri arasında arbede çıktı” dedi eşinin mezarı başında çaresizce bekleyen Harun Bey. O da kendi ailesinden beş kişi kaybetmiş. Zaman geçtikçe cenazeler şişip, kokmaya başladığı için herkes bir an önce yakınlarını toprağa vermek istiyordu ama kepçelerin hızı, gelen ölülerin sayısına yetişemiyordu.

Dönüşte yine Nilay ile karşılaştık. Bizi görünce yanımıza geldi ve “Burası önemli bir yerdi, insanlar tarihi dokuyu görmeye gelirlerdi ama şimdi bildiğimiz Antakya da tarih oldu” dedi.

Dileğim bu kez yaşananların tarih olmaması. Gölcük depreminden sonra “Bu ülkede hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacak” demiştim ama çok yanılmışım.

Bu sefer tüm kaybedilenlerin adına ve anısına sahip çıkmak için unutmamak ve hesap sormak gerekiyor.  İstanbul depremi kapıdayken, ne şehirde ne de adalarda yaşayan bizler hala ne yapacağımıza dair somut bir bilgi sahibi olmamışken, değil geleceğe yarınımıza dair bile hiçbir umudumuz kalmayacak.


Yayınlanma Tarihi: 04 Mart 2023  /  Son Güncellenme: 06 Mart 2023


Bu yazı hakkında yazarımıza ve editörlerimize iletmek istedikleriniz mi var?
Aşağıdaki formu kullanarak kendisine ulaşabilirsiniz.
(Bu formdaki bilgiler, yazarımız ve editörlerimizin mail adreslerine iletilecektir.)


Çerezleri Yönetin!

Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.

Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.

Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.