Paylaş
Tüm Sayılar      2023      Sayı 213 – Mart 2023      Dünü Unutmanın Sonuçlarını Hep Birlikte Yaşıyoruz

Dünü Unutmanın Sonuçlarını Hep Birlikte Yaşıyoruz


İstanbul’un ve onun parçası olan Adalar’ın bilinen beş yüz yıllık deprem tarihinin öğrettiklerini, son elli yılda unuttuk mu?
Şimdi bu soru, tüm yönleriyle karşımızda duruyor.

1999 Gölcük depremi hepimizi çok korkutmuştu. Uzun aylar ve yıllar Adalar’daki konutlarına gelemeyen çok sayıda Adalı vardı. Özellikle de yazlıkçılar.

Sonra her şey “normal”leşti.

Arada bir “çatlak” ses kabilinden uyarılar olsa da 2023 Şubat ayına kadar çok kimse yaşanabilecek olanları aklına getirmedi, getirmek istemedi.

Şimdi yeniden bir travma yaşıyoruz.

Herkesin sorduğu soru, “Yaşadığım bina güvenli mi?”, “Ne yapmalıyım?” oluyor.

Adalar gibi bir SİT alanında binaya müdahalenin hiç de kolay olmadığını, uzun prosedürlerden geçmek gerektiğini bilenler için durum daha da zor. Ama en azından binanın olası depremde göstereceği tepkiyi anlamak için yapılacak testlerde bu prosedürlere gerek yok. Ama herkes de farkında ki, Adalar’daki yapı stoğunun çok büyük bölümü 1999 depremi öncesine ait. Deprem yönetmeliklerinde en son değişikliğin 2018 yılında yapıldığı düşünülürse, adada güçlendirmeyi gerektirmeyecek yapı miktarının %10’un bile altına düşeceğini tahmin etmek zor değil. Bunların da önemli bölümü ahşap yapılar.

Peki 20. yüzyıl başında durum neydi? Şu anda Adalar’da altı bin yedi yüz civarında yapı bulunuyor. 20. yüzyıl başında bu sayının dört bin civarında olduğunu düşünüyoruz. Yani bina sayısı değil ama bağımsız bölüm sayısının çok arttığı söylenebilir. Niye böyle? Çünkü başlangıçta binaların tamamına yakını müstakil iken, sonra aynı binalar 70-80-90’lı yıllarda yıkıldı ve belki boyutları değişmemekle birlikte her bina birden fazla bağımsız bölüme, katlara ve dairelere ayrıldı. 1/5000’lik plan raporlarına göre bağımsız bölüm sayısının on altı binden fazla olduğu tahmin ediliyor. Yani bina başına iki buçuk bağımsız bölüm düşüyor.

Yine aynı rapora göre, Adalar’daki yapıların %50’ı betonarme, %41’i yığma ve %9’u da ahşap.

Peki yüzyıl başında, yani 1900’lerde durum neydi?

1509 İstanbul depreminde o kadar büyük yıkım ve can kaybı yaşanmış ki, dönemin padişahı Sultan II. Bayezid yeniden imar çalışmalarına başlamadan önce mimarbaşı Hayreddin dahil önde gelen uzmanları toplayıp bir karara varmış: Doğal ya da yapay dolgu alanlarına bina yapılmayacak, yapılacak binalar da ahşap-karkas olacak.

Padişah buyruğu olunca, herkes paşa paşa uymuş bu kurala.

Ve de bu durum 1900’lü yıllara kadar değişmemiş. Bu kararın ne kadar doğru olduğunu da yaşayarak öğrenmişler. 1719, 1766 ve en son 1894 depremlerinde yine yıkımlar olmuş ama can kaybı çok çok azalmış. Can kayıpları da genellikle yıkılan kagir binalarda meydana gelmiş.

Durum Adalar’da da aynı.

1894 depreminde Adalar’da yıkılan ya da zarar gören yapıların tamamı kagir binalar. Bunu tutulan zabıtlardan, anlatılardan anlıyoruz.

Bilindiği üzere 1800 başlarına kadar Adalar, dört adadaki küçük köylerden ibaret. Bu köylerin insanları balıkçılık, denizcilik, bağ-bahçe işleriyle uğraşan, çok da varlıklı olmayan insanlar. Evleri de küçük ve tamamına yakını ahşap.

19.yüzyıl ortalarından başlayan sayfiye furyasıyla, Adalar’da zengin İstanbullular yazlık konutlar yaptırıyorlar. Aynı dönemde turizm de başlıyor ve özellikle her adanın ön görünümünde, bugünkü silueti de oluşturan oteller inşa ediliyor. Yazlık konutlarla otellerin de tamamı ahşap-karkas teknikle inşa ediliyor. Evet, yangınlardan etkileniyorlar ama sonuçta ahşaptan vazgeçmiyorlar. Ta ki, 1930-40’lı yıllara kadar. Bu tarihten sonra Adalar’ın erken modern mimarlık dönemine damgasını vuran yığma binalar giriyor işin içine. Bugünkü yapı stoğunda ağırlıklı yer tutan yığma teknikle yapılan binalar bu dönemden. 1970’lerden itibaren ise betonarme egemenliği başlıyor.

Arsaların ifraz görüp küçülmesi, küçülen parsellere yeni konutların yapılması, ahşap ve yığma teknikle yapılıp eskiyen ya da bakımı zor görünen binaların ise büyük bir hoyratlıkla yıkılıp yerine çok katlı, çok bağımsız bölümlü apartmancıkların betonarme teknikle dikilmesi ise 1970-80 ve 90’ların ürünü.

Bu apartmanların bir bölümü, Adalar’ın SİT koşulları nedeniyle, 1990’lı yıllara kadar dış görünüşünü muhafaza etmek kaydıyla yıkılıp yapılan eski ahşap yapılar. Dışları ahşap kaplanmış, betonarme binalar.

Sayısı ne kadar mı? Kesin rakam vermek zor ama, örnek oluşturmak için Büyükada’nın Nizam Mahallesi’ni oluşturan ana caddesi üzerinde yürümek yeterli olacaktır.

Hadi birlikte yürüyelim.

23 Nisan Caddesi

23 Nisan Caddesi’nde, sağda, eski kayalıkların üzerinde iki ahşap bina vardı. 1990’lı yıllarda yıkıldı. Birinin yerine dışı ahşap kaplamalı, ötekine o da olmadan iki betonarme bina yapıldı.

O binaların hemen yanındaki iki ahşap bina ise 2009 yılında yıkıldı, yerleri boş. Şimdiki Karakol binası eskiden ahşap Kaymakamlık köşkü idi. Yandı, 1926 yılında taşındı ve yerine kagir bina olarak bugünkü Karakol binası yapıldı. Caddenin solunda Splendid’e doğru yürürken şimdi önünde hediyelik stantlarının yer aldığı ahşap köşk, yine 2009 yılında bakımsızlıktan yıkıldı, yeri boş. Yanındaki Alalemciyan köşkü, orijinal ahşap formunu koruyor. Splendid Oteli ile arasındaki bahçeye iki betonarme bina yapıldı. Splendid Oteli de yapıldığı ilk haliyle, İstanbul’un en eski ahşap oteli olarak dimdik ayakta. Onun hemen karşısındaki Calypso Oteli ise Akasya adını aldıktan sonra, 1979 yılında yandı, yerine betonarme çok daireli konut dikildi. Dışı ahşap kaplamalı olarak eski formunu koruyor. Anadolu Kulübü binasının yerindeki Cakamo (Giacomo) Otel ahşaptı. Yandı, 1905 yılında bugünkü kagir bina yapıldı.

Mehmetcik Caddesi

Anadolu Kulübü önünden sola Mehmetçik Caddesi’ne dönüyoruz. Sağdaki Foskola Mango evleri ahşap ve eskisi gibi duruyor. Bahçelerönü Sokak köşesindeki Manoli evi sonraki sahipleri tarafından 1980’li yıllarda yıktırıldı, dışı eskisine benzer ahşap kaplamalı betonarme bina olarak yeniden yapıldı. Yanındaki ahşap Nişastacıyan köşkü, 1950’li yıllarda sahipleri tarafından yıktırılıp kagir binaya dönüştürüldü. Biraz ilerisinde, Kanarya Sokak girişindeki ahşap Koresi evi yine sonraki sahipleri tarafından yıkıldı ve betonarme bina olarak yeniden inşa edildi. Çankaya Caddesi’ne doğru Garoyan köşkü de aynı akıbeti paylaştı. Ermeni Kilisesi önce ahşaptı, yandı ve bugünkü kagir yığma kilise binası inşa edildi. Caddenin sonuna doğru üç güzel ahşap köşk yerinde bugün yeller esiyor, son derece zevksiz betonarme binalar yer almış ki, bunların bir bölümü Kadıyoran Caddesi’nde de kendisini gösteriyor.

Çankaya Meydanı’na bakan ve bu meydana değer katan iki ahşap köşk de, artık ahşap değil. Dışı sizi yanıltmasın, eski Çankaya Oteli’nin yerinde dışı eskisine benzer betonarme bina var. Üstelik kat sayısı dışarısına göre içeride bir kat fazla. Nasıl olur demeyin! Güzelim Danasi köşkü de aynı durumda. Neyse ki kat sayısına müdahale edilmemiş.

Çankaya Caddesi

Caddeye girince sağdaki Danasi ikiz evleri ne yazık ki bakımsız. Yanındaki Canbulad köşkü (dispanser binası) bakımsız ama özgün ahşap bir yapı. Caddede solda yan yana duran ahşap köşklerin tamamı, dışı ahşap içi betonarme. Hepsi de 80’li yıllarda sahipleri tarafından yıktırılıp yeniden yaptırılmış. Eski Turing Oteli de aynı kaderi paylaşmış. Bu caddede orijinal haliyle duran iki güzel ahşap ev var ki, son derece bakımlı görünüyorlar. Keresteciyan ikiz köşkü ile yanındaki Arvanitidis evi. Çankaya Caddesi ile Albayrak Sokak köşesindeki güzelim üç katlı Elisanito köşkü, 1990’lı yıllarda yıkılıp betonarme olarak yapıldı. İlerideki şahane Vidalı Köşk yerinde ise adanın en zevksiz betonarme binalarından biri yükseliyor.

Ve bu hikâye böyle devam edip gidiyor.

Adanın eski yapı stoğunun bulunduğu hemen tüm yörelerinde durum böyle.

Şimdi bu yapıların hepsi, deprem incelemesine girdiğinde ya acilen boşaltılması ve yıkılması istenecek, ya da adamakıllı güçlendirilmesi.

Tamamı ikinci sınıf tescilli tarihi eser olan bu yapıların yıkılması durumunda eski formunu (verilecek restitüsyon kararlarını dikkate alan restorasyon projesine göre) koruyarak ahşap yapılması zorunluluğu var. Güçlendirilecekler için de tüm yapının soyulması gerekiyor—ki bu durumda ne olacağı tartışmalı. Hele de binaların büyük bölümlerinin kaçakları olduğu düşünülürse.

Yani durum düşündüğümüzden daha da zor.

Sonuçta Adalar’ın SİT alanı ilan edilmesi kültür mirası yapıların özgün malzemelerinin, teknik özelliklerinin, zarif ve özenli işçiliklerinin tahrip olmasına engel olamadı. Korunan sadece eski binaların siluetleri oldu, hatta onlar da çok yerde binaların hem enine hem de boyuna büyütülmesi iştahı ile özgünlüklerini kaybettiler. Sokak dekorları olarak bizlere kaldılar. Kalan dekorlar bizim için kültür mirası. Bir yandan Adalar’ın otuz beş-kırk yıl önce kültür mirasını koruma adına imar kazası geçiren bu peyzajına bugün mecburuz. Bu peyzajı var etmek için teknik uzmanların, kanun yapıcıların bu özel kategorideki yapılar için gerçekçi ve sürdürülebilir bir yaşam planı yapmaları gerekiyor. Bu da bildiğimiz ama bugün ağırlığını hissettiğimiz zor bir durum.


Yayınlanma Tarihi: 06 Mart 2023  /  Son Güncellenme: 06 Mart 2023


Bu yazı hakkında yazarımıza ve editörlerimize iletmek istedikleriniz mi var?
Aşağıdaki formu kullanarak kendisine ulaşabilirsiniz.
(Bu formdaki bilgiler, yazarımız ve editörlerimizin mail adreslerine iletilecektir.)


Çerezleri Yönetin!

Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.

Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.

Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.