2023 Kahramanmaraş depremleriyle gözler yeniden İstanbul’a çevrildi. İstanbul için peş peşe uyarılar yayınlanıyor. 1999 Gölcük depremi sonrasında da benzer bir duyarlılık gelişmiş, ancak sonrasında her şey unutulmuştu.
Şimdi de aynısı mı olacak diye sormadan edemiyor insan.
Bütün bu nedenlerle tarihte olan biteni, 1999 depremi sonrasında Adalar’da yaşanılanları ve kayda geçmiş yazıları bu vesileyle hatırlatmak istedik.
Buyurun:
1509 İstanbul depremi
10 Eylül 1509 tarihinde Küçük Kıyamet (Kıyamet-i Suğra) olarak tanımlanan büyük bir deprem yaşanır Konstantiniyye’de. Merkez üssü Marmara’nın kuzeydoğusudur. Adalar’ın güneyinden geçen fay kolunun yetmiş-yüz kilometrelik bölümünün 7.2-8.0 arasında bir büyüklükle kırıldığı tahmin ediliyor. Kayıtlara göre Çınarcık çukurunda depremin tetiklediği heyelanlardan oluşan ve yüksekliği altı metreyi bulan tsunami dalgalarının şehir surlarını aştığı, özellikle Galata bölgesinde çok sayıda evi sular altında bıraktığı anlatılıyor. Ancak bu anlatıyı destekleyen yazılı kaynaklara Osmanlı arşivlerinde pek de rastlanmıyor. Şehirdeki seksen bin binadan bin yetmişinin tamamen yıkıldığı, büyük bölümünün ağır-orta boyutta hasar gördüğü, şehir surları, cami ve kiliselerde ağır hasar yaşandığı-yıkımlar olduğu ise kayıtlara geçiyor. Burgaz ve Heybeliada köylerinin iki kilisesinin (Aya Nikola ve Aya Yani) kubbelerinin çöktüğü bilgisi de bu kayıtlar arasında yer alıyor.
Ama en önemli yıkım Büyükada’da olmalı ki, adanın o zamana kadarki merkezi olan Aya Nikola mevkiinin (eski Karia) bu depremden de etkilenerek tamamen boşaldığı ve köyün adanın kuzeyine, şimdiki bölgeye taşındığını söylüyor kaynaklar. Kıyıdaki eski Aya Nikola Manastırı’nın adanın yerlileri arasında batık manastır olarak dilden dile aktarılmasının depremle ilgisi kurulabilir.
Sultan II. Bayezid’in, deprem sonrası afet etkilerinin azaltılması ve şehrin yeniden imarına yönelik aldığı kararlar arasında, dolgu zeminler üzerine yapı yasağı ve inşa edilecek tüm yapıların ahşap-karkas malzemeden yapılması da var.
O güne kadar ahşap yapı sayısı bilinmemekle birlikte, bu depremle birlikte şehrin yapı stoğunda, özellikle de konutlarda ahşap-karkas yapıların ağırlık kazandığını tahmin etmek zor değil.
Ahşap yapılar 20. yüzyıl ortalarına kadar İstanbul’da hakimiyetini de korudu. Yangınlara karşı dayanıksız olsa da, afetler karşısında can kayıplarının daha az yaşanması sonucunu veren ahşap-karkas yapı tekniğinin, Galata ve Pera’da 19. yüzyılla başlayan yeni yerleşim döneminde yerini yığma teknikle yapılan apartmanlara neden terk ettiğini incelemek ise ayrı bir çalışmanın konusu.
Adalarımızda da yapıların çok büyük bölümünün 20. yüzyıl ortalarına kadar ahşap-karkas teknikle yapıldığını biliyoruz. 19. yüzyıl yapı stoğunun çok büyük bölümünün orijinal formlarının ahşap-karkas yapılar olduğunu, envanteri çıkarılan tescilli eserlerden anlıyoruz. Ne yazık ki, bu eserlerin tamamına yakını yıkıldı, yerlerine betonarme apartmanlar yapıldı ve bir bölümü eskisine benzetilerek üzeri ahşap örtü ile kaplandı. Yani görünüş kurtarılmakla birlikte, ahşap yapıların önemli bölümünün “çakma” olduğu söylenebilir.
Gravürlerde 1509 depremi
1719 Depremi
1999 depremiyle karşılaştırılan, aynı fayda yaşanan kırıkla gerçekleştiği düşünülen 1719 depreminden de İstanbul ve Adalar etkileniyor. Ama asıl büyük yıkımı İzmit’te yapıyor. Şehrin beşte dördünün yıkıldığı aktarılıyor.
1766 İstanbul depremi
İstanbul ve Adalar’ı etkileyen ikinci büyük deprem 22 Mayıs 1766 depremidir. Deprem bilimciler, 1509 depreminden sonra İstanbul’u etkileyen önemli ikinci deprem olarak görüyorlar 1766 depremini. Tahmini büyüklüğü 7.1 olan deprem İstanbul’da da ağır sonuçlara yol açtı. 4000’e yakın kişinin yaşamını yitirdiği bu depremde, 1509 depreminden alınan dersler ve önlemlerin ölü sayısının azlığında etken olduğu tahmin edilebilir.
1894 İstanbul depremi
Son beş yüz yıl içinde İstanbul’u etkileyen üçüncü büyük depremin tarihi ise 10 Temmuz 1894. Depremin merkezi yine Marmara’nın doğusunu işaret ediyor. Kırılan fayın ise Kuzey Anadolu Fayının Çınarcık-Adalar bölümü ve tahmini büyüklüğünün de 7.0 olduğu düşünülüyor.
İzmit, Yalova, Sapanca, Adapazarı ve İstanbul’da tahminen 1350 kişinin öldüğü bilgisi de yer alıyor kayıtlarda.
1894 depreminde duvarları yıkılan Ruhban Okulu
Deprem Adalar’da oldukça yıkıcı etki yapıyor. Yeni inşa edilen Ruhban Okulu binalarının büyük ölçüde yıkıldığını, yıkımdan Büyükada Aya Yorgi, Aya Nikola manastır ve kiliselerinin de etkilendiğini anlıyoruz. Bu kez Adalar’dan tanıklıklar çok daha fazla. Akillas Millas, Büyükada, Heybeliada, Burgaz ve Kınalı kitaplarında bu tanıklıklara ayrıntılarıyla yer veriyor. Bu tanıklıklardan, Adalardaki kagir binaların da çok büyük oranda etkilendiğini anlıyoruz.
Bir bölümünü buraya almak isteriz:
Akillas Millas, Büyükada, Ada-i Kebir, Prinkipo
Merkezi Prens Adaları’nın batısındaki deniz tabanı olan şiddetli bir deprem Ada’yı alt üst etti. Birkaç saniye içinde Büyükada’daki kâgir binaların çoğu yıkıldı ve pek çok binada büyük çatlaklar oluştu. Komşu Heybeliada’da tahribat çok daha büyüktü. En önemli binaların hemen hepsi hasar görmüştü:
Deprem sırasında belinden iple bağlı olarak, Lewis Mizzi’nin kulesindeki rasathanenin çatısını onaran Barba Miltiyadi bakın neler söylüyor: “Halki’yi bir uçtan bir uca, ta uzakta Konstantinupolis’in ufuklarına kadar toz bulutları kaplamıştı. Sarsıntılar devamlı tekrarlanıyordu. Ardı arkası kesilmeyen bu sarsıntılarla beraber binaların gıcırtıları ve insanların çığlıkları işitiliyordu. Derinlerden gelen korkunç bir uğultu her tarafı kaplamıştı…” O hengâmede zavallı damda unutuldu; adamcağız üç saat boyunca kulede asılı kaldı.
İstanbul’un Nea Epitheorisi gazetesi deprem hakkında şunları yazmaktadır: “Tanrı’nın gazabı…dünkü korkunç deprem […] Konstantinupolis sanki dans ediyordu. Prinkipo’da hasar çok ciddi. Birçok eski ev çatladı. Zarar çok büyük. Halk geceyi açıkta geçirmek mecburiyetinde kaldı…” Başka bir yazıda: “… Prinkipo’da ağır hasarlı evler Edward Blacque Bey’in, Banker Stephan Rallis’in evi ve başka birçok kâgir ev. İsa Tepesi ikiye bölündü ve Aya Yorgi Manastırı ile Hristos Manastırı’nın bir kısmı yıkıldı. Şükredelim ki insan kaybı yoktur.”
Daha sonraki bir yazıda ise: “Yeni sarsıntılar…yeni zararlar…tekrar panik… Büyükada’da dün tespit edilen hasarlı evlerden başka birçok kâgir ve ahşap ev zarar görmüştür. Bunların arasında Stekulis Bey’in, Mavroğordatos’un, Perikli Kalliadis ve Kastelli’nin evleri vardır.
“Heybeli’deki Ruhban Okulu viran hale geldi, Ada’nın birçok kâgir evi yıkıldı. Panayia Kamariotisa’nın kubbesi ve Rum Ticaret Okulu’nun duvarları çatladı. Vilâyet kâtibinin evi yıkılmış, hanımı ve oğlu enkaz altında kalarak hayatlarını yitirmişlerdir.
…
Macar ve Giacomo’daki binaların çoğu 1894 depreminde büyük hasar görmüş, ancak köklü onarım ve müdahalelerden sonra korunabilmişlerdir. Bunların bir kısmı önce tamamen kâgir iken, daha sonra üst katları deprem korkusuyla ahşaba dönüştürülmüş, yangına karşı korunmak için de kuleler eklenmiştir.
Akillas Millas, Heybeliada, Halki, Dimonisos
Heybeli’nin hemen hemen bütün kâgir konakları bir kaç dakika içinde yerle bir oldular, toz bulutlarına karıştılar. Aya Triada’daki Papaz Okulu’nun yeni taş binaları ve cemaat okulları yıkıldı, Aya Nikolaos Kilisesi’nin kubbesi ve kemerlerinde çatlaklar oluştu. Keşiş Arsenios’un inzivahanesi de yerle bir olan yapılar arasındaydı. Depremin merkezi Heybeliada’nın hemen arkasında, Marmara Denizi’nin derinliklerindeydi. Deniz tehlikeli bir şekilde kabarmış, sahildeki gazinoların teraslarını silip süpürerek kıyıları kaplamıştı. Ertesi günkü Sabah Gazetesi, Marmara Denizi’nde suların kıyıdan 200 metre kadar çekildiğini ve bir süre sonra da büyük bir güçle geri geldiğini, önüne çıkan tekneleri, sandalları ve küçük gemileri kayalara çarparak paramparça ettiğini yazıyordu.
“Deprem, Halki’de büyük panik yarattı. Her yanda meydana gelen göçükler sebebiyle, halkın çığlıkları köyü doldurdu. Rumların tepede yeni inşa ettikleri, kalın duvarlarla yükselen İlahiyat Okulu’nun yarısı yıkıldı. Bereket versin ki, otuzu aşkın öğrenci deprem sırasında ana binada değildi; avlunun dışında, yemekhanede bulunduklarından ölümden kurtuldular.
“Mekteb-i Bahriye büyük zarar görmüştür. Caminin minaresi ortasından yıkılmış, ezan okumayı yeni bitirmiş olan müezzin kurtulsa da, minarenin kopan bölümünün altında kalan imam derhal hayatını kaybetmiştir. 14 yaşında bir çocuk da, tavandan düşen bir taşın çarpmasıyla ölmüştür.
“Az ötede, üç katlı kâgir bir evin üst kat duvarı, içindeki eşyalarla birlikte yere devrilmiş, aynı sıradaki köyün en işlek fırını çökmüş, onun yanındaki ‘Hôtel d’Angleterre’, zemin katı dahil büyük hasar görmüştür. Birçok kahvehane ve ev de adamakıllı harap olmuştur. Köyde duvarları yıkılmış konut sayısı pek çoktur. Deprem sırasında evlerinin balkonunda oturan iki Türk kadını düşerek ölmüşlerdir. Hellen Ticaret Okulu ile yüzyıllardır ayakta duran şapelin duvarlarında çatlaklar meydana gelmiştir. Köyün 25 yıllık Aya Nikola Kilisesi’nin çan kulesi ile çatısının bir bölümü yok olmuştur.”
Yukarıdaki yazı 30 Haziran 1894 tarihli Hayrenik Gazetesi’nden. 7 Temmuz tarihli bir başka gazeteye göre, depremden sonra “…Heybeli hazin bir görünüm arz etmektedir. En az 45 metresi çöken vapur iskelesinde oldukça tehlikeli yarıklar bulunmaktadır. […] Livadakia‘nın tamamı, yırtık ve kirli bezlerden bir çeşit sığınaklar yapan, yoksul ailelerce işgal edilmiştir.”
Akillas Millas, Burgazada, Antigoni, Panormos
1894 senesinin büyük İstanbul depremi özellikle Burgaz’a çok zarar verdi. Depremin esas merkezi olan Marmara çukurluğu adadan ancak sekiz kilometrelik bir mesafede ve bin metre derinliğinde idi. Gazetelere göre adanın sekizi dışında tüm binaları orta ya da ağır düzeyde hasar gördü ve oturulamaz hale geldi». Nea Epitheorisis Gazetesi’nin 30 Haziran 1894 tarihli baskısında Tzekeni konutunun tamamen yıkıldığını okuyoruz. Büyük hasar gören binalar arasında kilise vakfına ait konutlar ve okul binası yer almakta idi. Ancak en büyük hasarı Ayios İoannis Kilisesi görmüştü. «Korkunç deprem kilise binasını ortasından ikiye bölmüş ve onarımı imkansız hale gelmişti». Depremin yaratmış olduğu hasar kilise kodeksinde şu sekilde belirtilmişti: «28 Haziran Salı günü saat 16.00’da çok şiddetli bir deprem neticesinde köyün çok sayıda evi yerle bir oldu. Kilise ve Rum cemaatine ait büyük bir kısmı kâgir olan binalar oturulamaz hale geldi, bu korkunç afet karşısında adanın dindar halkı bağışlanmak için perhize girdi, göz yaşları içinde dualar okundu ve ardından maddi ve manevi kayıpların giderilmesi ve yaraların şifa bulması ile ilgili alınacak kararları tespit etmek üzere toplantı yapıldı.”
1999 Gölcük depremi
17 Ağustos 1999 gece yarısı gerçekleşen ve yüzyılın doğal afeti olarak nitelenen (o zaman da aynı tanım kullanılmış) 7.4 büyüklüğündeki deprem KAF hattının Adapazarı-İzmit-Gölcük segmenti üzerinde meydana geldi. Deprem İstanbul’un Avcılar, Küçükçekmece, Tuzla ilçelerinde de hasara ve can kaybına yol açtı.
Deprem Adalar’ı da sarstı ancak can ve mal kaybına neden olmadı. Bir kilise ve altı konutta hasar oluştu ve hasar gören binalar mühürlendi. Dört kişi hafif yaralandı.
Depremin yaz aylarında ve gece yarısı olması ve evlerin hemen tamamında yaşam sürmesi nedeniyle Adalılar’ın yaşadığı panik de büyük oldu. Yazlıkçıların önemli bölümü Adalar’dan ayrıldı. Uzun süre evlerine dönemeyenler olduğunu, etkisinin yıllar boyunca sürdüğünü biliyoruz. Yaşanan paniğin etkisinin azaltılması amacıyla depremin hemen ardından Adalar’da çeşitli kurumların toplantılar organize ettiğini, toplantılara deprem bilimcilerin davet edildiğini de. CHP ilçe örgütünün depremden iki hafta sonra 31 Ağustos tarihinde düzenlediği “Olası Bir Depremde Adalar’ın Konumu” başlıklı toplantıya Haluk Eyidoğan, Adalar Vakfı YK üyeleri mimar Aykut Mutlu ve inşaat mühendisi Sunay Özmen, vakıf kurucu üyesi Orhan Pekin konuşmacı olarak katılıyorlar. Dönemin vakıf başkanı, kaymakam Mustafa Farsakoğlu’nun konuşmasıyla başlayan toplantıda, Adalar’ın güneyinden geçen fayın durumu, KAF, Adalar’ın zemini ve bina yapım teknikleri üzerine bilgiler veriliyor. Adalar’ın zemininin sağlamlığı, binaların iki ya da üç katlı oluşu Adalılar’ın yaşadığı paniği hafifletmek için sıklıkla dillendiriliyor. Adalar Vakfı tarafından Prens Adaları Dergisi’nin eki olarak yayınlanan Adalar Bülteni’nin son sayfasında büyük puntolarla siyah üzerine dişi yazıyla yer alan duyuru ise şöyle: “Zemini sağlam Adalar’da yaşamak ayrıcalıktır. Zemini sağlam, yapın sağlam ise rahat uyu. Deprem öldürmez, bilinçsizlik ve uygun yapılmayan bina öldürür. Gün bugündür.”
Adalar’da 1999 depremleri sonrası “Afet Yönetimi Çalışmaları”
1999 yılında gerçekleşen 17 Ağustos Marmara ve 12 Kasım Düzce depremleri sonrasında Adalar’da Kaymakamlık bünyesinde Afet Bürosu kuruldu. Kurulan büronun kısa sürede gerçekleştirip Aralık 1999’da tamamlayıp duyurduğu “Afet yönetimi çalışmaları”, Adalar Vakfı’nın o günlerdeki yayın organı olan Prens Adaları dergisinin Eylül-Aralık 1999 sayısında yayınlandı. Bu raporu, üzerinden yirmi dört yıl geçmiş olmasına rağmen halen güncelliğini koruduğu ve yirmi dört yılda nereden nereye gelindiğini irdelemek amacıyla yayınlıyoruz:
Afet Yönetimi Çalışmaları
Aralık 1999
Adalar İlçesi, beşinde yerleşim olan toplam dokuz adadan meydana gelmiştir. 11 km2 kadar yüz ölçüme sahip, yarısı ormanlarla kaplı, kış nüfusu on altı bin, yaz nüfusu yüz bin civarında olan bir adalar grubunu oluşturur. 17 Ağustos ve 12 Kasım depremlerinden sonra İstanbul Valiliği’nin Marmara’da olası bir depremin zararlarını en aza indirmek için alınacak önlemleri planlamak, uygulamaya koymak amacıyla yayınladığı genelge uyarınca, Kaymakamlık bünyesindeki “Afet Bürosu” ek personel ile takviye edildi ve büro 16.11.1999 tarihinden itibaren yoğun çalışmalarına başladı.
Organizasyon
Kaymakam, Deniz Lisesi ve Garnizon Komutanı, Belediye Başkanı, İçe Emniyet Müdürü, Askerlik Şubesi Başkanı, Sivil Savunma Memuru, İlçe Milli Eğitim Müdürü, Mal Müdürü, Sağlık Grup Başkanı, Nüfus Müdürü, Kızılay Derneği Adalar Şube Başkanı’ndan oluşan İlçe Kurtarma ve Yardım Komitesi’nin planlama, uygulama ve sekretarya görevlerini üstlenen büro, afet ve kriz planlarını yeniden hazırlayarak kamu görevlileri ve sivillerin katılımı ile yeniden güncelleştirmiş ve Adalar’ın özelliklerini de değerlendirerek çeşitli senaryolar çerçevesinde alternatifli olarak uygulanabilen şekilde sonuçlandırmıştır.
Adalar’ın daha huzurlu ve güvenli yaşamları ve bir afet durumundan en az etkilenmeleri için yapılan çalışmaların ön çerçevesi aşağıda belirtilmiştir.
Eldeki bilgiler ve belgeler ışığında afetlere ilişkin yardım teşkilatı, rutin işler ve hizmet gruplarını yeniden oluşturdu:
- Haberleşme ve Ulaşım Hizmetleri Grubu
- Yangın Söndürme, Kurtarma ve Yıkıntıları Kaldırma Grubu
- Ön Hasar Tespit ve Geçici İskân Sağlama Grubu
- Satın Alma, Kiralama, El Koyma ve Dağıtım Hizmet Grubu
- Elektrik, Su ve Kanalizasyon Hizmetleri Grubu
- Güvenlik Hizmetleri Grubu
Bu grupların alt servis ve ekipleri en ince ayrıntısına kadar planlanıp, görevleri saptandı.
Merkezde (Büyükada) kurulan bu grupların tümü mahallelerde de oluşturuldu. Ulaşım vasıtaları belirlendi. Merkez Büyükada’ya ve diğer adalara İstanbul’dan yapılacak deniz ve hava ulaşımı için gereken iskele, helikopter pisti noktaları saptandı. Adalar’ın genel haritaları hazırlandı.
Eğitim
Gönüllülerden ve kamu görevlilerinden seçilen yirmi kişilik bir ekip, Avcılar’da Sivil Savunma Müdürlüğü tarafından açılan beş günlük eğitime gönderilerek eğitimleri yaptırıldı.
Her mahallede oluşturulan haberleşme-ulaşım, yangın söndürme, kurtarma, yıkıntıları kaldırma ilk yardım ve sağlık ekiplerinde görev alan kamu ve sivil görevlilerin eğitim çalışmalarına başlandı. Çeşitli tatbikatlar yapıldı. Mahalle sakinlerine deprem öncesi, deprem anı ve deprem sonrası yapılması gerekenler konularında eğitim ve uygulama çalışmaları düzenlenmesi planlandı. Grupların, alt servislerin, ekiplerin ve mahalle sakinlerinin eğitimlerinin periyodik aralıklarla tekrarlanması için çalışma programı hazırlandı.
Olası bir afet durumunda gerekli olabilecek tüm ihtiyaçlar, alet, araç gereç ve ekipmanların nerelerde bulunduğu ve nasıl temin edileceği belirlendi.
İstanbul Sivil Savunma Müdürlüğü’nden kurtarma ve ilk yardım ekiplerinin afet anında kullanacağı kesici, delici, kaldırıcı, hava yastığı, kompresör ve benzeri gibi araç gereçler alındı.
Ekiplerde görev alacakların tanıtma kimlik kartları hazırlandı.
Yeni fay bulundu iddiaları… Adalar’ın deprem riski ya da
İstanbul depremini Adalar’da karşılamak
Halim Bulutoğlu – Büyükada
Adalı Dergisi – Ekim 2005
“Küçükçekmece açıklarında, Adalar’ın güneydoğusu ve Tuzla burnu arasında kıta kenarına yakın yerlerde bu fayları tespit ettik. Bu faylar küçük, kendi başlarına büyük deprem üretmez. Ama, ana fayda bir deprem olduğunda, bu faylar bulundukları yörede depremin daha şiddetli hissedilmesine sebep olur. Ama, illa ki hep tehlikeli yerler fay zonuna yakın kıyı kesimleri diye düşünmek de yanlış. Kıyıdan çok uzak da olsanız, bulunduğunuz yerdeki zemin çürük ve binanız deprem kodlarına göre yapılmamışsa, kıyıdaki binadan daha fazla etkilenebilirsiniz. ”
Bu açıklama, İTÜ ve Büyükşehir Belediyesi’nin, İtalyan Urania gemisiyle yaptıkları araştırmanın ön bulgularını bir basın toplantısıyla duyuran İTÜ Maden Fakültesi öğretim üyesi ve araştırma grubunun başkanı Prof. Dr. Naci Görür tarafından yapıldı.
Araştırma, 9-17 Eylül tarihleri arasında yapılmış ve ilk bulgular basına duyurulmuştu. Kuzey Anadolu fay hattı ile kıyı şeridi arasında kalan deniz tabanında, 40-100 metre derinlikte yapılan araştırmada bu bulgular elde edilmişti. Araştırmanın devam edeceği ve karayı da içine alacak şekilde genişletileceği söyleniyordu.
Naci Görür “Son bulgulara göre, Tuzla, Kartal, Maltepe ve Pendik hatları da afete hazırlıkta göz önüne alınmalı.” diye ekliyordu. Daha önceki araştırmalarda zemin ve konut yapısına göre depreme hazırlıkta öncelik Zeytinburnu, Bakırköy, Avcılar, Büyükçekmece, Fatih, Eminönü, Güngören, Bahçelievler, Bayrampaşa ve Adalar’a verilmişti. Şimdi bu bölgelere Tuzla, Kartal, Maltepe ve Pendik te eklenecekti.
Yine, yeniden Adalar
Bu açıklama, Adalar’ı yeniden gündeme getirdi.
Aslında Adalar, 17 Ağustos depreminden sonra, fay hatlarıyla birlikte anılır olmuştu. Kendi adını taşıyan bir fay hattına da sahipti Adalar.
Kuzey Anadolu fay hattının İstanbul sınırları içindeki bölümü, iki parçadan oluşuyordu. İlk bölümü Adalar fay hattı. Bu fay 37 km. uzunluğunda ve Adalar’ın güney açıklarından geçerek Yeşilköy açıklarına kadar uzanıyor. Batı Marmara fay hattı ise Yeşilköy açıklarından başlayıp Ganos’a kadar uzanıyor ve 122 km. uzunluğunda.
Adalar fayının kırılması durumunda 6.89 büyüklüğünde deprem ortaya çıkacağı söyleniyor. (İzmit depremi 7.4 büyüklüğünde)
Naci Görür “olası bir depremde, eğer Adalar’ın güneyindeki doğrultu atımlı fay kırılırsa, biz daha önceki çalışmalarımızda en fazla 7 büyüklüğünde deprem üretir demiştik.” diyor ve ekliyor. “Adalar’ın güney ve doğusunda bulunan yeni ve canlı fay hatlarının anlamı şudur. Bu deprem (Adalar fayı üzerindeki olası deprem) kıta sahanlığında daha kuvvetli hissedilir. Bu demektir ki, bu yöre bu depremi daha şiddetli hisseder. Burada bulunan bu faylar, kıta kenarında kayma ve göçmelere neden olabilir. Bu büyüklükte bir deniz altı göçmesi, kayması olursa, Marmara’da tsunamiyi tetikler. Bunlar yeni söylenen şeyler değil, bulunan bu faylar da çok büyük boyutlu faylar değil. Ancak İstanbul’un o yöresinde daha dikkatli olmak bakımından göz önüne alınması gereken bir husustur.”
Adalar için felaket senaryosu mu?
Adalar kendi adıyla anılan bir fay hattına sahip olunca, bu fay hatlarına yeni bulunan iki küçük fay da eklenip de işin boyutu büyüyünce ve işin içine tsunami de girince, Adalar depremle birlikte felaket senaryolarının tam da göbeğine itilmiş oluyor. Ne de olsa ada. Suyun üzerinde kara parçaları. Hani bir de batar, matar!
Toplumda algılamanın, felaket senaryoları üretmek ya da unutmak üzerine kurulu olduğunu bilenler için, bu gelişme Adalar için hayra alamet değil.
Unutmak ve üstünü örtmekten yana olanlar, belki, bu konuyu bizim Adalı’da gündeme getirmemize de kızacaklar. Ne güzel işler yoluna girmişti, 17 Ağustos depreminden sonra Adalar’ı terk edenler yeniden dönmeye başlamıştı, emlak piyasası hareketlenmiş, Adalar eski canlı günlerine kavuşuyordu diyecekler. Bence demelerinde bir sakınca yok. Nasılsa bu haber de çok kısa süre içinde unutulacak. İstanbul’da ve bütün Türkiye’de olduğu gibi. Önlem alması gerekenler, kısa bir moral bozukluğu sonrasında yeniden “cak”lı “cek”li günlere dönecekler.
Sayfalarımızda, konunun iki yönünü ele aldık. Birinci ve ağırlıklı yön, felaket senaryosu üretenlere yanıt niteliğinde. İkincisi ise, unutmakta yarar umanlara zaman geçirmeden yapılacakları bir kez daha hatırlatmayı amaçlıyor.
Adalar fayın neresinde? Faya yakınlık ne demek?
Adalar kendi adıyla anılan fayın yaklaşık 10 km. kuzeyinde bulunuyor, tam da üzerinde değil. Uzmanlar yer sarsıntısının büyüklüğünü, bir bölgede depremin yarattığı ivme ve onunla bağlantılı olarak hesaplanan şiddetle ifade ediyorlar. Deprem kaynağında üretilen enerjinin kaynaktan uzağa doğru yayılması esnasında nasıl azalacağı ve bunun belli bir uzaklıkta nasıl bir yer sarsıntısı yaratacağını çeşitli deneysel formüllerle tahmin ediyorlar. Böylelikle olası bir depremin nereyi hangi şiddette vuracağını tahmin etmek kolaylaşıyor.
İTÜ Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü uzmanlarından Prof. Okan Tüysüz İstanbul’u etkilemesi muhtemel fayların kırılması durumun da nerelerde ne şiddette bir yer sarsıntısı yaratacağını belirlemek için bir çalışma yapmış. Bunun için 17 Ağustos Gölcük depremini bir örnek çalışma olarak almış. Önce 17 Ağustos Gölcük depreminin çeşitli istasyonlarda ölçülen ivme değerlerini vermiş. Bu istasyonların depremi üreten faya uzaklıklarıyla, zemin türlerini de hesaplayarak, azılım formülü üzerinde değerlendirmeye tabi tutmuş.
Şöyle bir tablo çıkmış ortaya:
Okan Tüysüz, olası İstanbul depreminin İstanbul’da hangi bölgeyi nasıl etkileyeceğini de çıkarmış. Ve bunları “eş şiddet” haritalarına dökmüş.
Bu çalışma için, İstanbul sayısal jeoloji haritasından, zemin türlerinden, İstanbul’u etkilemesi olası fayların haritalanmasından, bu fayların boylarından hareketle üretebilecekleri maksimum deprem büyüklüklerinden, azalım formüllerinin İstanbul için uygulanmasından (yukarıdaki örnekte olduğu gibi), elde edilen ivme değerlerinin şiddet değerlerine dönüştürülmesinden yararlanmış ve sonuçta “eş şiddet” haritaları çıkmış ortaya. Okan Tüysüz, “böylece bölge, il, ilçe, mahalle hatta bina bazında yer seçilerek bu yerin etkileneceği deprem şiddeti otomatik olarak belirlenebilmekte ve böylelikle elde edilen değerler yerel zemin koşullarını da içerebildiğinden ‘deprem bölgesi’ kavramının genellemelerinden kurtulmak mümkün olmaktadır” diyor.
Okan Tüysüz yaptığı çalışmaların sonuçlarını oluşturduğu “eş şiddet” haritalarına aktarmış ve yayımlamış. (http://www.eies.itu.edu.tr/Deprem/Depremsen.pdf)
Bu dokümandan aldığımız eş şiddet haritaları beş senaryoya göre hazırlanmış. Senaryolar ve buna bağlı olarak oluşturulan eş şiddet haritaları şöyle:
Okan Tüysüz, bu haritalarda sarsılma süresinin ve zemin büyütmesinin dikkate alınmamış olduğunu vurguluyor.
Vurguladığı bir başka şey daha var ki, çok önemli: “Yukarıda verilen haritalar dikkate alındığında, bunların halen ülkemizde geçerli olan ve Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Afet İşleri Genel Müdürlüğü’nce en son 1996 yılında yayınlanmış olan deprem bölgeleri haritası ile uyuşmadıkları görülmektedir. Günümüzde imar ve inşaat projelerine esas değerlerin bu harita dikkate alınarak seçildiği gözetilirse 1996 tarihli bu haritanın zaman geçirmeksizin değiştirilmesi gereği açık olarak ortaya çıkar.”
Gelin, beklenen İstanbul depremini Adalar’da karşılayın!
Tablo böyle. Kuşkusuz İstanbul deprem senaryosunu, ne bir tabloya, ne bir derginin sayfalarına sığdırmak mümkün. Ama her deprem sonrasında TV’de yayımlanan ve kafa karıştırmaktan başka sonuç vermeyen (en azından benim için böyle) uzman söyleşilerine kulak vermektense, Adalılar için böylesi çalışmaların ve bilgilendirmelerin daha anlamlı olduğunu düşünüyorum. Ve vakit geçirmeden, İTÜ Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü ve Kandilli Rasathanesi uzmanlarının İstanbul için yaptığı çalışmanın, Adalar için özelleştirilmesi, hatta mahalle, mahalle, ev ev özelleştirilmesinin doğru olacağını, böylelikle o korku ya da vurdumduymazlıkla beklenen İstanbul depremine Adalar’ın hazırlanmasının da mümkün olabileceğine inanıyorum.
Yukarıdaki tablolarda yer alan bazı noktalara dikkat çekmek istiyorum. Bunları kendimizi rahatlatmak için değil, çoğumuz için korku ya da felaket ile özdeşleşmiş “Adalar fayın üzerinde, beklenen deprem Adalar fayı üzerinde olacak” söylemine karşı gerçeklerin görülebilmesi için gerekli görüyorum.
Kuşkusuz olumsuz özellikler de var. Beton kalitesi, kimi yapıların deprem kriterlerinin dikkate alınmadan yapılmış olması vs. Ama herkes kendi binasını biliyor. Ya da bilmek zorunda. Güçlendirmeyi de herkes kendisi yapacak. Adalar bir yaşam alanı olarak görülüyorsa, ben zaten Ada’da az kalıyorum, o yüzden güçlendirmeye niye para harcayayım ki denirse, söylenecek bir kalmaz elbette. Depremin ne zaman geleceği belli değil çünkü. Kendimizin ve ailemizin yaşamıyla kumar oynamak da kimsenin işi olmamalı.
Ve belki iddialı olacak ama, eğer yaşadığım binaya birazcık güveniyorsam, gelin hep birlikte beklenen İstanbul depremini Adalar’da karşılayalım. Çünkü riskim, İstanbul’un çoğundan daha az.
Adalar’da Koruma Yasalarına Neden İhtiyaç Var?
Halim Bulutoğlu – Büyükada
Haziran 2006- Adalı Dergisi
Adalar, İstanbul’un hemen yanıbaşında ama adı üstünde birer ada olmaları, ulaşımı her zaman sorunlu bulunması nedeniyle, nüfus hareketlerinden, göçten çok az etkilenmiş. Nisan sayımızda Ahmet Tanrıverdi yazıyordu. İstanbul’un nüfusu son altmış yıl içinde on iki kat artmışken, Adalar’ın yaz dışı nüfusu, yani kalıcı nüfusu yıllar içinde artmamış, tam tersine azalmış. 1945’te, on beş bin olan kalıcı nüfusun, bugün on bin olduğunu tahmin etmek zor değil.
Bu ne demek: Adalar, son altmış yıl içinde göç vermiş. Yaşayan insanlar, Adalar’ın rengini oluşturan ve azınlık diye bildiğimiz Rumlar, Ermeniler, Süryanilerin bir bölümü ve diğerleri Adalar’dan ve belki de Türkiye’den göçmüşler. Yaz kış adada oturan nitelikli Türk nüfusunda da bir azalma olmuş. En temel eğitim, sağlık sorunlarına çözüm üretilemediği, iş ve aş nedeniyle Adalar’da tersine bir nüfus hareketi yaşanmış.
…
Adalar, çok önemli bir doğal ve tarihi mirası devralıyor.
Tarihi değerlerinin bir bölümü, dini yapılardan oluşuyor. Kiliseler, manastırlar, camiler. Ama çok önemli bir başka tarihi ve kültürel zenginliği var Adalar’ın. 19. yy sonu ve 20. yy başı İstanbul’unun canlı, renkli ve çok kültürlü mimari üslubunun en seçkin örnekleri kendilerine en çok Adalar’da yer bulmuş. Ve bu evlerde, Osmanlı’nın, Türkiye’nin en seçkin insanlarının yaşamış.
Ve Adalar, bu canlılığı ve zenginliğini 1970’li yılların ortasına kadar sürdürmüş. …
80’li yıllarla birlikte İstanbul çevresindeki Silivri, Kumburgaz gibi sayfiyeleri ve bir ölçüde Türkiye’nin Ege sahillerini de etkileyen yazlık edinme ve konutlaşma furyasından Adalar da olumsuz etkileniyor.
Adalar’a sayfiye amaçlı gelen yeni varlıklılar, Adalar’ın özgün mimarisine, ahşap ev ve konaklarına fazla itibar etmiyorlar. Çünkü onlara, sadece yaz aylarında kullanacakları, fazla büyük olmayan, “lebiderya” apartman daireleri yetiyor.
Adalar’ın imar planı işbilir müteahhitler tarafından deliniyor. Çok sayıda özgün nitelikli yapı şu ya da bu nedenle yıkılıyor ve yerine Adalar mimarisine hiç uygun olmayan, İstanbul’da ve Türkiye’nin her yanında örneğini bolca gördüğümüz apartmanlar yapılıyor.
İlginçtir, Adalar ilk yerel yönetime, belediyeye de bu dönemde sahip oluyor.
Belki bu çarpık yapılaşma tehlikesine Adaseverlerin karşı çıkışının sonucu olarak, Adalar 1984 yılında tarihi ve doğal SİT alanı olarak ilan ediliyor.
Ne yazık ki, bu karar bile, Adalar’ın yazlıkçılar tarafından talanını durdurmuyor. Büyük bölümü betonarme, yine büyük bölümü depreme dayanıksız kötü beton kalitesiyle yapılmış bu “yeni”, küçük, bahçeden ve topraktan koparılmış apartman konutlar, Adalar’ın eski-yeni mahalle ve semtlerini sarıyor.
Ahmet Tanrıverdi, yine aynı yazısında bunu çok güzel açıklıyor: “1980 sonrası histeri haline gelen akılsız ve sağlıksız inşaat furyasında nüfusumuz aldatıcı şekilde çoğalmışsa da, bugün oturulmayan evlerin sayısı neredeyse Ege’deki terkedilmiş Kayaköy kadardır…. Bahçeli nizam olan binaların yerine Kurtuluş, Şişli, Teşvikiye’nin ara sokaklarına dönüşmüş, kiraya verilemeyen veya sahiplerince oturulmayan binalar yapılmıştır”
Ancak 1984 sonrasında tesciline başlanan tarihi evler, çok geç koruma altına alınabiliyor.
Adalar’da ahşap evlerin, konakların bakımı kolay değil. Hele yılda iki üç ay kullanılıyorsa, sahiplerinin çok azı bu evlere yatırım yapmak istiyor. Kısacası tarih para etmiyor, tam tersine harcama gerektiriyor.
…
Bu tablo bugün de geçerli. Adalar’da şöyle bir dolaşan insan, yıkılmış ya da yıkılmakta olan çok sayıda ahşap ya da taş konuta rastlar. Her yıl yaşanan yangınlardan en çok bu evler zarar görür ve ne yazık ki yerine yenisi konmaz.
Tarihi ve doğal SİT alanı olan Adalar’ın koruma amaçlı planı 1984 yılında o da geçiş dönemi nitelemesiyle 1984 yılında yapılmıştır. Koruma kurulunun onayladığı 1/5000 ölçekli planın tarihi 1992’dir ve belediye onay tarihi ise 1994’tür. 1/1000’lik plan bulunmamaktadır ve şu anda çok sayıda bina 1/5000’lik plan ve 1998 tarihli geçiş dönemi yapılanma kararlarına tabidir.
Tarihi yapıların rölöve ve restitüsyon projelerinin büyük bölümü yoktur. Gidenin ya da yıkılanın yerine konulacak olan müteahhitlerin ve mal sahiplerinin insafına kalmıştır. Yapı denetimi son derece yetersiz kadrolar nedeniyle yapılamamaktadır. Yapı denetimi eksikliğinin yanı sıra, büyük bölümü çok eski deprem yapı kriterlerine dayanarak ve niteliksiz beton kalitesiyle yapılan binaların, Adalar gibi birinci derece deprem riski taşıyan bir noktada, nasıl bir tehlike taşıdığı da ortadadır. Ne yazık ki, yazlık kullanım için yapılan bu binalarda, malikler arasında yaşanan anlaşmazlıklar nedeniyle de güçlendirmeye de gidilememektedir.
Adalar Vakfı, koruma yasalarını neden gündeme getirdi?
Adalar Vakfı, Adalar’daki kültürel yaşamın canlandırılması, kaybolan renklere yeniden kavuşulması, ceşitli nedenlerle yapılamayan restorasyonların hızlandırılması için bir süredir yoğun olarak çalışıyor.
Kendi kaynaklarıyla yürüttüğü ya da yürütmek istediği bir dizi proje yanında, çeşitli kültür, eğitim, sağlık ve turizm kurumları ve yatırımcılarının da Adalar’a ilgisini çekebilecek yasal olanakları araştırıyor.
Amacımız, Adalar’da koruma amaçlı imar planları eksikliğinin ortadan kaldırılması, yeniden ilgi odağına yerleşen Adalar’ın 80’li yılların başında olduğu gibi, yeni bir niteliksiz yapılaşma dalgasından korunması, özellikle de yaz dışı yaşamın eskiden olduğu gibi canlandırılması.
18 Aralık 2005 tarihinde heybeliada Halki Palas Oteli’nde düzenlediği toplantıda Adalar Vakfı, son dönemde çıkarılmış 5226, 5366 sayılı yasalar ve uygulama örneklerini bu nedenle gündeme getirdi.
5366 sayılı yasa ise, yerel yönetime daha güçlü yetkiler devreden bir yasa kimliğindeydi ama felsefe 5226 ile aynı.
Evet Adalar, Süleymaniye, Pera ya da Zeytinburnu değil.
Süleymaniye, Pera, Galata bölgesindeki kadar çok mülkiyet sorunu ve işgal, Adalar’da bulunmamakta.
Daha çok bu bölgeler için çıkarılmış 5366 gibi koruma yasalarının Adalar’a uymayan, Adalıları rahatsız edecek tarafları var. Bu yasaların sağladığı güçten korkuyor, yerel yönetime ve özellikle de kendiniz de dahil siyasilere güvenmiyor olabilirsiniz. Peki o zaman sormak gerekiyor:
1. Yukarıda özetlenen tabloya katılıyor musunuz?
2. Katılıyorsanız, çözüm için ne öneriyorsunuz?
Herkese mavi boncuk göndermek, genel korumacılıktan söz etmek işin kolay tarafı ve ne yazık ki bugüne kadar yapılanlar da bundan farklı değil.
Artık Adalılar, Adalar’ın geleceğine talip olanlardan, şu şu, yasalar, şu şu yönetmeliklerle, şu kaynaklarla ve şöyle bir cazibe yaratarak biz bu sorunları ve Adalar’ın bugünkü görüntüsünü değiştireceğiz demesini, cesur olmalarını ve cesur önerilerde bulunmalarını bekliyor.
Parti bildirgilerinde ve yerel programlarında bunları görmek istiyor.
Adalarla ilgili hayallerini öğrenmek istiyor.
Tabii hayalleri varsa!!!
Yayınlanma Tarihi: 04 Mart 2023 / Son Güncellenme: 06 Mart 2023
Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.
Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.
Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.