Paylaş
Tüm Sayılar      2023      Sayı 216 – Haziran 2023      Tebriz’den Büyükada’ya Bir Sanatçı Ruh

Tebriz’den Büyükada’ya Bir Sanatçı Ruh


Büyükada Çınar Meydanı’ndaki boğa heykelleri oradan geçen herkesin dikkatini çeker. Son derece yalın çizgileri olan ama bir o kadar da güçlü anlatımı bulunan bu bronzdan dökülmüş figürler, heykeltraş Ali Alizadeh’nin (kendi deyimiyle) çocuklarıdır.

2015’de yolu Büyükada’ya düşen Ali Alizadeh, dünyayı herkes için bir anlığına güzelleştiren özel insanlardan. Doğma, büyüme İran’ın Tebriz şehrinden, ülkenin Azeri nüfusundan. Anlattığına göre heykel aşkı daha çocuk yaşta aklını almış, içini yakmış. Daha on yaşındayken, çamurun parayla alınabilecek bir şey olduğunu bilmediği için dağlardan topladığı toprakları eleyip, kararak ilk heykel çamurunu yapmaya başlamış. Evin bodrum katında bulunan minicik bir alanı atölyeye çevirmiş, bütün zamanlarını toprağa, suya ve bunlardan ürettiklerine ayırmış. Sırf bu yüzden ailesi ile arası bozulmuş, öyle ki babası “put mu yapıyorsun” diyerek heykellerini, üçüncü kattaki evlerinin penceresinden aşağı atmış.

Ancak yılmamış Ali, inat etmiş, önce İran’da resim okumuş sonra o güne kadar yaptığı bütün heykelleri bavuluna doldurarak Mimar Sinan Akademisi Heykel Bölümü’nün kapısına “dayanmış”. Kayıt dönemi bitmiş olmasına karşın o kadar ısrar etmiş, o kadar direnmiş ki en sonunda bölüm başkanının dikkatini çekmiş. Heykellerini görünce “nadir bir yetenek olduğuna” ikna olan bölüm başkanı, Ali’nin okula kaydolması için bütün imkanları zorlamış. Bir yıl boyunca özel öğrenci statüsünde akademiye devam etmiş, sonra sınavlara girip kazanarak okula resmi kaydını yaptırmış.

Çocukluğundan bu yana olduğu gibi, akademik kariyeri boyunca da üretmiş Ali, üretmediği zamanlarda bile kafasının içi hayata geçirmek istediği projelerle dolu olmuş. Sanat onun hayatla bağı, başkalarına anlatmak istediklerinin dili, başkalarını anlamanın yolu olmuş.

Sanatçıların tasvirlerini yapmak, onların dünyada durdukları noktayı, algılarını, anlayışlarını ve yansıtmalarını dışardan bakıp, anlatmak zordur. Ben de bu yükün altına girmeden, Ali Alizadeh’nin sanatla/ hayatla ilişkisini, Büyükada aşkını, projelerini onun kelimeleri ile aktarmak istedim. Kendisiyle buluşmak biraz zaman aldı ama sonunda becerdik, Adalar Müzesi’nin hemen yanında Belediye’ye ait alandaki stüdyosunda bir araya geldik ve aşağıda okuyacağınız söyleşiyi gerçekleştirdik.

Önce sanatla mı başlasak? Herkes için farklı bir tanımı var, milyonlarca değişik cümle kurulabilir bu konuda. Size sorsam sanata dair neler söylersiniz?

Dünyada var olanlara baktığında her şeyin bir maskesi vardır ya işte sanat bütün her şeyi maskesiz gösteriyor. En azından maskelerin bir kısmını alıyor. O gözle baktığında daha derinleri görebiliyorsun. Bunun büyük bir heyecanı var görenler için. Bir şeyi yaratabilmek, bir fikri, bir düşünceyi somut bir şeye dönüştürebilmek, var etmek çok güzel bir süreç. Teknik olarak çok şey öğreniyorsun, yaşıyorsun. Duygularını malzemeyle dönüştürebiliyorsun çünkü kullandığın malzemenin dilini öğreniyorsun ve sonra o malzeme seninle konuşmaya başlıyor. Bu duyguların parasal karşığı yok benim için, çok ama çok özel duygular bunlar.

Dilini öğrendiğiniz ve sanatınız için kullanmayı tercih ettiğiniz malzemeler neler?

Bir çok malzemeden faydalanıyorum; çamur olur, alçı olur ama işte en çok sevdiğim malzeme bronz. Çünkü onun bambaşka bir dünyası var. Bronzla çalışmak çok ağır ama sonunda ortaya çıkan iş ve onu üretme süreci çok başka bronzda. Mesela hurda toplayıp onları eritiyoruz. Kimi musluk, kimi ne bileyim bilmem bir makinenin parçası. Binbir yerden topladığım bu malzemelerin eriyip, benim ayarladığım kalıpta benim düşünceme dönüşmesi çok anlatılabilir bir duygu değil. Bütün bu buluşma ve bu buluşmanın benim kontrolümde, fikrimde gerçekleşmesi ve ortaya çıkan sonuç, en basit ifadeyle çok hoşuma gidiyor Bir de bronz çok uzun ömürlü bir malzeme. Sanat tarihine baktığınızda bir çok taş eser vardır ama bir çoğu yaralanmıştır, kırılmış, parçaları kopmuştur ama bronz öyle değildir. Bronza hiç bir şey olmaz aksine eskidikçe güzelleşir.

Eserlerinize baktığınızda bir çok farklı form görmek mümkün. Figüratif çalışmalar var ya da Sevan Bıçakçı ile açtığınız sergide yer alan eserlerinde olduğu gibi blok taş da kullanıyorsunuz. Diyeceğim büyük bir yelpazade çalışıyorsunuz. Nasıl oluşuyor kafanızdaki projeler? Neye göre belirleniyor?

Aslında kafamda bir uçtan bir uca gidiyor projeler. Şarkı gibi şey bu. Mesela bazıları sırf arabesk sever, bazısı da sadece pop sever. Ben hepsini seviyorum, ayrım yapmıyorum hiç biri arasında. İçim ne istiyorsa, elimden ne geliyorsa onu yapıyorum. Ben diyemem ki şimdi arabesk çıktı onu söylemeyeyim çünkü ben birisi için konser vermiyorum. Ben kendime şarkı söylüyorum. İçimden öyle geliyor öyle söylüyorum. Sınırlamalara pek inancım yok benim.

Gelelim Çınar Meydan’ndaki boğa heykellerine. Nasıl bir süreç yaşandı orada, proje nasıl gelişti ve siz nasıl dahil oldunuz? 

Proje falan yoktu ortada. Az önce dedim ya spontane bir şarkı gibi bütün bunların hepsi.  Bir gün uyandım ve içimden geldi o heykelleri yaptım. Bir sipariş ya da proje üzerine üretilmiş değiller, tamamen içimden gelen hisle ilgili bir şey. Orada anlatmak istediğim, – tabii ki her kişi başka bir şey görebilir ama-  aslında kadın ve erkeğin eşitliğinden bahsediyorum. Heykellere baktığınızda aslen hem kadınlık var hem erkeklik var ama biri diğerine üstün gelmiyor. En çok dikkat ettiğim oydu, böyle bir eşitliği anlatmak istedim ama ne kadar başardım bunu anlatmakta onu bilemiyorum. Kafamda şurada dursalar diye bir fikir de yoktu, hatta önce evimin önüne koymuştum. İnsanların da görmesini istiyordum, sonra Kent Konseyi’nin bahçesine koyduk. Bir dönem orada durdu sonra Belediye’den Şebnem Hanım’la konuştuk, o da belediye Başkanı ile görüşmüş. Sağolsunlar, sonunda şimdi bulunduğu yere getirdik.

Gördükleri ilgiden memnun musunuz?

Ben bu kadar ilgi göreceklerini düşünmemiştim. Şimdilerde arada gidip fotoğraflarını çekiyorum. Sadece çocuklar değil yetişkinler de üzerlerine çıkıp poz veriyorlar. Hatta bir keresinde, sanırım Arap ülkelerinden birinden gelmişti, tamamen kapalı, peçeli bir kadın, boğalardan birinin üstüne çıkıp poz vermişti. Bu beni çok etkiledi. Yani o kadın içinde yetiştiği toplumun sanata bakışına, bütün ağır baskısına rağmen o heykelin üzerinde poz veriyor, bütün ideolojilere ragmen orada öyle, çocuk gibi hissediyordu. Bu beni çok mutlu etmişti.

Aslında sizin sanatınızla yapmak istediğiniz de biraz böyle bir şey sanki?

Kesinlikle. Tabii ki çok çok mutluyum. Bazen arkadaşların bunu eleştiriyorlarlar, yani heykelin üstüne çıkılır mı falan diye ama kesinlikle ben de onu istiyorum zaten. Çıksınlar üstüne, atlasınlar, ne istiyorlarsa yapsınlar. En başta heykelin malzemesi bronz, hiç bir şey olmaz. İsterlerse beş yüz kişi çıksın üstüne. Ben sanatın öyle insandan uzaklarda olmasını istemiyorum, eserlerim yakın olsun, temas edilsin istiyorum.

Türkiye’de bir sanatçı olmak bir heykeltıraş olmak nasıl sizce?  Bütün o kaosuyla besliyor mu? Yoksa o kaos insanı depresif mi yapıyor?

Şöyle söyleyeyim, tabii ki zor Türkiye’de heykeltraş olmak. Aslında Orta Doğu’da sanatla ilgili çalışmak zor ama bir sanatçının içinden çalışmak geliyorsa yapar. Sen istiyorsan oluyor. Aslında beklentiyle alakalı bir şey bu. Dışarıdan beklentin var? Beklentin çoksa o zaman zor. Beklentiyi azalttıysan, kendin için bir şeyler yapıyorsan o zaman oluyor. Ben beklentilerimi kestim hem de ta çocukluğumda kestim.

Ada maceranız nasıl başladı? Buralara ilk ne zaman geldiniz ve yaşamaya karar verdiniz?

Sanırım 2013 yılıydı ilk kez okuldan arkadaşlarla gezmeye gelmiştik.  Ben zaten vapurdan indim ve buraya aşık oldum. Hemen havasına kapıldım ve arkadaşlara “Ben bayıldım buraya, burada yaşamak istiyorum” dedim. Aralarından biri –biliyorum kötü niyetle de söylemedi- “Hiç aklına bile getirme buraları çok pahalı” dedi. Benim de hevesim söndü ama hep aklımda kaldı adada yaşamak. İki sene sonra kız arkadaşımla geldik. O da hiç bilmiyordu adayı ve çok sevdi. Ev bakmaya başladık, bir şey bulamadık. Sonra bir yer çıktı ama kirası yirmibin dolardı. Tabii benim ödeyebileceğim bir rakam değildi, kendi kendime unut gitsin dedim. Sonra Mimar Sinan’dan bir arkadaşım var, Deniz Örnek- o da ressam, yirmi senedir Burgaz’da yaşıyor- onu aradım. Bana bir ev resmi gönderdi. Eski bir evdi, daha fotoğraflardan sevdim. Ertesi gün hemen gittim eve bakmaya. Kapıyı açtık bahçede bir asma vardı, onu görünce içeriye bakmak bile istemedim ve evi hemen tuttutm. Yıl 2015’di, o gün bugündür de adadayım.

Sizin duygularınız nasıl burada yaşamak üzerine? Mesela en çok sevdiğiniz yönü nedir adanın?

Ben adayı her gün sanki yeniden keşfediyorum. Çok acayip bir nokta burası. Bitkisinden insanına dünyanın bir minyatürü burası benim için. Arada daha önce bilmediğim bir bitki daha görüyorum, farklı bir insan daha tanıyorum. Dünyalar kadar hikaye var burada, yüz sene okusan, araştırsan bitmez. Ne hayatlar yaşanmış, ne hikayeler çıkmış buradan.

Çalışmadığınız zamanlarda neler yapıyorsunuz? Nasıl vakit geçiriyorsunuz?

Ya doğadayım ya da denizin altındayım, Tek başıma karabatak gibi gidiyorum denize giriyorum. Tüpsüz dalıyorum, kendi balığımı yakalıyorum. Adanın her yerinde, iskeleler dahil, her yerinde dalıyorum. Çünkü suyun altı da adanın üstü kadar değerli benim için. Her tarafı farklı deniz altının, bir yanı tam Marmara, arka tarafı başka bir iklim. Görüntü sürekli değişiyor. Yaz kış dalıyorum. İşten yorulunca, biraz canım sıkılınca hemen denize gidiyorum Büyük bir şans böyle bir şeye sahip olmak.

Adayla ilgili sizi huzursuz eden, burada görmekten rahatsız olduğunuz, mutsuz eden şeyler var mı?

Gerçekten biraz klasik bir cevap olacak ama bu çöp meselesi beni çok mutsuz ediyor. İki tane, üç tane genç geliyor, hani al sevgilinle gel, güzelim manzarada otur. Şarabını iç, hepsi çok güzel ama ondan sonrası güzel olmuyor. O şarap şişesini oraya bırakıyorlar, ne bileyim yiyeceği, içeceği öyle atıyorlar. Her yer tablo gibi ama bunları öyle atınca olmuyor işte.  Çıkamıyorum işin içinden, anlayamıyorum neden böyle yapıyorlar.

Oturmuşlar, çekirdek yemişler yerlere atmışlar, şişeleri kırıp atmışlar. Bunu psikologların araştırması gerekiyor. Çünkü başka bir şey var orada, o şişeyi kırıp yere atmak ne demek! Maalesef öyle bir büyük sorun var burada. Sadece yol kenarlarında da değil maalesef. Bazen ormanın derinlerine giriyorum. Yani martı gidip orada yuva yapamamış, o kadar sık orman. Bunlar gitmiş, içkisini içmiş ve şişeyi de kırıp orada bırakmış.  Anlayamıyorum.

Bir de bu sizin ilk tuttuğunuz evden çıkarılma hikayeniz var. O nasıl oldu?

Biliyorsunuz, Maden’de devasa bir yapı yapılıyor, ben orada oturuyordum. Meğerse orası da milli emlakmış. Bizim haberimiz yoktu. Normal kiramı ödüyordum, hiç sorun çıkmadı yedi sene boyunca. Sonra bir kış günü bizim elektriğimizi, suyumuzu kestiler ve dozer dayadılar, evi söküyorlar. Hiç de haber vermeden oldu bütün bunlar üstelik. Hemen Kaymakamlığa gittik, itiraz ettik ama hiç bir işe yaramadı. Beş günde boşaltmak zorunda kaldım evimi. Orası aynı zamanda benim atölyemdi, bir anda hem evsiz hem de atölyesiz kaldım. Aslında oradaki arazi için çok güzel bir fikir sunmuştum Belediye’ye daha önce. “Burayı adanın heykel parkı yapalım” dedim. Bir iki tane de ben heykel hibe etmek niyetindeydim. Bütün ülkeden, dünyadan sanatçıları davet edip, burada çalışır yeni heykeller üretebilirlerdi. Müthiş bir şey olurdu orada ama olmadı maalesef.

Buradaki atölyeye gelişiniz nasıl oldu?

Geçen sene yine belediyeye atlarla ilgili başka bir proje sundum. Evet biz burada atlarla yaşadık ama şimdi o faytonlu günler hiç yaşanmamış gibi unutuldular. Çok büyük haksızlık oldu bana göre. Atları her gördüğümde çok duygulanırdım ben. Müthiş bir şeydi ya. Sabah okula giderken sokaklarda atlar görüyorduk. Şiir gibiydi hepsi ama şimdi hepsi yok oldu. Yaşarlarken çok eziyet görüyorlardı belki ama tamamen farklı düzenlenebilirdi o sistem. Ama tamamen kaldırmayı tercih ettiler. İnsanlık tarihinde fayton doğmuş binlerce yıl önce ve o tarihi biz burada kesintisiz yaşıyorduk. Bu şekilde adanın tarihini de sildiler. İşte şimdi üzerine çalıştığım proje ile bu atları hatırlamak/ hatırlatmak istiyorum. Belediye de olumlu baktı ve bana burada çalışacak bir alan sağladılar. Şimdi büyük bir at heykeli üzerine çalışıyorum, üç ay içinde da bitirmeyi planlıyorum. Şimdi gördüğümüz işin yüzde yirmisini aslında. Yüzde sekseni daha duruyor. Bir de kaidesi de var. O çok önemli; yıllarca yollardan at nalı topladım. Kaidesine de bu nalları koyacağım. Heykeli bronzdan dökmek niyetindeyim. O zaman da bir çağrı yapmak istiyorum adalılara. Bronzunu beraber toplayalım, herkesin emeği olsun. İsteyen bir musluğunu versin, isteyen başka bir şeyi. Ben hepsini eritip dökeyim, bu atı beraber oluşturalım. Asıl aklımdaki bu. Sonra da Lunapark’ın bir köşesine koymayı düşünüyoruz.

Şimdi bu röportaj vasıtasıyla da insanlara duyuralım isterseniz…

Aslında ben bu heykel için sponsor bulurum elbette ama asıl amacım herkesin katılmasını sağlamak. Bir film izlemiştim çocukluğumda, ismini hatırlamıyorum ama çok etkilenmiştim. Almanya’da bir köyde bir kilisenin çanı yapılacak. Parasını bulamıyorlar, köy halkı ellerinde ne varsa getiriyor ve o çanı yapıyorlar.  Benim aklımdaki de buna benzer bir şey işte. Heykeli bitirince bu çağrıyı yapacağım ben de.

Şu anda devam eden başka projeler var mı üzerine çalıştığınız?  

Başka projeler de var elbette; mesela adada yaşamış önemli insanlar üzerine bir şey düşünüyorum. Yine adanın bitkileriyle ilgili bir fikrim var ama o daha tam oluşmadı. Burada yapmak istersen çok şey var da yalnız bizim şartlarımız Türkiye’de zor. Bir taraftan da hayat devam ediyor ve para kazanıp ayakta kalmak gerekiyor. Bu nedenle işler biraz yavaş yürüyor.

Fotoğraflar: Okan Sungur


Yayınlanma Tarihi: 07 Haziran 2023  /  Son Güncellenme: 07 Haziran 2023


Bu yazı hakkında yazarımıza ve editörlerimize iletmek istedikleriniz mi var?
Aşağıdaki formu kullanarak kendisine ulaşabilirsiniz.
(Bu formdaki bilgiler, yazarımız ve editörlerimizin mail adreslerine iletilecektir.)


Çerezleri Yönetin!

Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.

Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.

Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.