Paylaş
Tüm Sayılar      2023      Sayı 216 – Haziran 2023      Nilüfer Gökberk Tapan ile Sohbet

Nilüfer Gökberk Tapan ile Sohbet


Büyükada Dilburnu'nda Macit Gökberk ve Zahide Gökberk

Soru: Dedeniz kimdi, nereliydiler, Ada’ya nasıl geldiler?

Ailemin (Gökberk ailesi) Büyükada ile ilişkisinin dört kuşaklık bir geçmişi var. Büyükada’ya dedem zamanında gelmişiz. Dedem Şükrü Naili Gökberk Kurtuluş Savaşı komutanlarından. Ailesi Makedonya’da Demirhisar denilen bir bölgeden gelmektedir. Daha sonra ise aile Selanik’e yerleşmiş.  Selanik’te Atatürk’ün ailesi ile aynı mahallede otururmuşlar ve birbirlerine gelip giderlermiş. Dedem askerlik mesleğini seçmiş ve tüm yaşamı cephelerde geçmiş. Kendisi Kurtuluş Savaşı’ndan sonra İstanbul’a ilk giren kolordunun başındaki komutandır. Aile Balkan Savaşı’nda Rumeli kaybedilince oralardan ayrılmak zorunda kalmış ve savaş sırasında Anadolu’da birçok yerde yaşadıktan sonra İstanbul’a yerleşmiş. Büyükada’daki evimiz dedeme Lozan Mübadelesi kapsamında, Selanik’teki mal varlığı karşılığı verilmiş ve aile 1925 yılından itibaren yazlarını bu evde geçirmeye başlamış.

Soru: Babanızın Ada ile ilişkisi? Ada’da yaşamaya nasıl başladınız? Kaç yaşınıza kadar Ada’da tam zamanlı oturdunuz? Hangi ilkokula gittiniz?

Babam Macit Gökberk İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nü bitirdikten sonra (1935 ) doktorasını yapmak için Berlin Humboldt Üniversitesine gitmiş.  1940 yılında Prof. Eduard Sprang’in danışmanlığında sürdürdüğü ‘Hegel’de ve August Comte’da Toplum Kavramı’ adlı doktora tezini bitirip Türkiye’ye dönmüş ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nden emekli olana kadar sürdüreceği görevine başlamış. Babam doğada olmayı, doğaya açılmayı, doğada uzun yürüyüşler yapmayı çok severdi, doğayla iç içe olabildiği Adalar’a ise tutkundu. Bu yüzden Almanya dönüşünde 1940 yılında annem Zahide Gökberk ile İstanbul’da kendilerine yaşamak için Büyükada’daki evimizi seçmişler. Babamın mesleği de buna uygundu. Haftanın üç günü Edebiyat Fakültesi’ne gider gelirdi.  Böylece ailem 1940 yılından itibaren 1952 yılına kadar yaz-kış Büyükada’da yaşamaya başladı. Sadece yazları değil, kışı da Adalar’da geçirmek o zamanlar için kuşkusuz alışılmadık bir karar.

Kendim için ise şunu söyleyebilirim: İçine doğduğum Büyükada’nın kendine özgü yaşam biçimi benim de kimliğimin oluşmasında önemli bir yer tutmuştur. Benim çocukluğumun Büyükadası tabii ki bugünden çok farklıydı. Yazın bile çok kalabalık olmayan, Kasım’dan Nisana kadar ise tenha, sessiz sakin bir yerdi. Tüm ada çocukların oyun alanıydı. Büyükada’da, özellikle kışları, çocukluk geçirmek kuşkusuz bir ayrıcalıktı.   O zamanki evimiz meyve ağaçları ve üzüm bağlarının bulunduğu çok büyük bir bahçesi olan üç katlı ahşap bir köşktü. Babam tarıma da meraklıydı. Bahçemizde sebze, meyve, çiçekler yetiştirirdi ve bana ve kardeşim Ülker’e de toprakla uğraşmayı öğretirdi. Ayrıca evde olduğu günlerde mutlaka ya bisiklet ile ya da yürüyerek büyük tur yapardık. Bu yollarda  bize Büyükada’nın bitki örtüsünü, tarihini, konaklarını, buralarda yaşayan aileleri anlatırdı. Babamın bildiklerini başkalarına aktarmak isteyen aydınlanmacı ve eğitici bakış açısı biz çocuklarında da ortaya çıkardı.

Ben 1947 yılında, bugün Taş Mektep diye adlandırılan binanın olduğu yerdeki Büyükada ilkokuluna başladım ve 1952 yılında bu okuldan mezun oldum. Babam  Almanca öğrenmemi istediği için orta okula Avusturya Lisesi’nde başladım, sonra da Alman Lisesine geçtim. Böylece zorunlu olarak Büyükada’daki  kış hayatımız son buldu. Ama yazları, ufak bir zaman kesintisiyle de olsa, Büyükada’ya hep geldik ve geliyoruz.

Büyükada İlkokulu’nda mandolin grubu. Nilüfer Gökberk üst sırada, öğretmenin yanında.

Soru: Babanız Ada’da nasıl vakit geçirirdi? (yürüyüş, çalışmalar, toplantılar) Ada ile ilgili düşünceleri, kaygıları nelerdi? Dostlar, evinize gelen giden felsefeci ya da entellektüel arkadaşlar var mıydı? Varsa kimlerdi?

Babanız Ada’da nasıl vakit geçirirdi diye soruyorsunuz. Daha önce de anlattığım gibi, babam için Büyükada’da yaşamak büyük mutluluktu. Burada her an severek yaptığı işleri vardı. Babamın Almanya’da okurken öğrenip alışkanlık haline getirdiği ve üniversitede öğrencileriyle de her yıl yaptığı uzun yürüyüşleri ünlüydü. Bunlar zamanla bir gelenek olmuştu.  Yürüyüş onun için yalnızca spor yapmak değildi, doğa içinde yürüyüş kendini tanımak, kendisiyle hesaplaşmak, ya da birlikte yürüyüş yaptığı kişiyi daha yakından tanımak anlamına geliyordu.  İşte Ada’da da, yollar daha  kısa olsa da, bu yürüyüşlere devam ederdi. Bir de bahçeyle uğraşmayı, ekip biçmeyi çok severdi.

Tabii bunların yanı sıra babam Büyükada’da mesleği ile ilgili bir çok çalışma yapmıştır. Şehrin gürültüsünden uzak, sakin ve sağlıklı bir ortamda verimli çalışmalar çıkmıştır ortaya. Evde dört duvarı kitaplarla dolu çalışma odasına girer ve sanki bir işyerindeymiş gibi belli saatler içinde odasından hiç çıkmadan çalışırdı. Derslerini hazırlar, katılacağı toplantıların metinlerini oluşturur, mesleki makaleler yazar, çeviriler yapardı.’ Felsefe Tarihi’ nin ilk nüshasını Ada’da yazmaya başlamıştır.

Büyükada’daki evimizin bir özelliği de, özellikle 40lı ve 50li yıllarda, annemin ve babamın pek çok dostunun uğrak yeri olmasıydı. Demin sözünü ettiğim büyük bahçede yaprakları ve dalları ile şemsiye gibi olmuş büyük bir saphora ağacı vardı, onun altında da büyük ahşap bir masa. Bu masanın etrafında, özellikle yaz aylarında, hep misafirlerimiz olurdu ve gece geç saatlere kadar sohbetler edilir, tartışmalar yapılırdı. Babamı ve annemi ziyarete gelenler babamın üniversite çevresinden arkadaşları olduğu gibi, Türkiye’nin entelektüel çevresinde isim yapmış kişilerdi. Bu dostlardan benim bugün anımsayabildiklerim babamın üniversiteden arkadaşları olan Vahit Turan, Vehbi Eralp, Mazhar Şevket İpşiroğlu, Cemal Tükin, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu.  Bu isimlerin dışında Nurullah Ataç, Peyami Sefa, Samet Ağaoğlu, Şükriye ve Tiraje Dikmen de evimize çok sık gelen dostlardı. Özellikle Nurullah Ataç yaz kış gelir, bir süre bizde kalır ve babamla Türkçe’nin sadeleştirilmesi, yeni kavramların oluşturulması ile ilgili çalışmalar yaparlardı. Değindiğim isimlerin dünyaya bakışlarının farklılığı masa başında zaman zaman tartışmalara da yol açardı. Bu isimler benim anımsadıklarım ya da anlatılardan aklımda kalanlar. Kuşkusuz benim bugün unutmuş olduğum isimler de vardı, evimizin kapısı daima gelen dostlara açıktı. Doğaldır ki gelenler açısından da Büyükada’da bir dostu ziyaret etmek, bu bağlamda Ada’yı da görmek farklı bir yaşantıydı. Babam ve annem için Büyükada’da yaşamanın güzel yanlarından birisi de dostlarla olan bu birliktelikti.  1970ler ve 80lerde ise, babamın öğrencisi olup, sonra da kariyere başlayan bir sonraki kuşak onu Büyükada’da sık sık ziyaret ederdi. Bu ziyaretler onu çok mutlu ederdi. Bunların içinden felsefeciler olarak  Nermi Uygur, Bedia Akarsu, İsmail Tunalı, Hüseyin Batuhan, Aslan Kaynardağ, Önay Sözer’i, filologlardan ise Cevat Çapan, Akşit Göktürk, Tahsin Yücel, Berke Vardar, Şara Sayın’ı sayabilirim.

Soru: Anneniz nasıl bir kadındı, nelerle uğraşırdı? Felsefe ve sanatla ilişkisi nasıldı? Kardeşiniz  Ülker Hanımın felsefeci oluşu, Amerika’ya yerleşmesi. Kızınız Defne’nin edebiyat ilişkisi ve yazarlığı.

Ailemin diğer fertlerinin Ada ile ilişkilerine gelince: Annem Zahide Gökberk babam gibi İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümünü bitirmiş.(1933), hemen sonra babamla evlenip Almanya’ya Berlin’e gitmiş. Babam doktorasını sürdürürken o da Almanca öğrenmiş ve Humboldt Üniversitesinde Alman Edebiyatı Bölümü’ne yazılmış, ancak savaş nedeniyle  bu bölümü bitiremeden Türkiye’ye dönmek zorunda kalmış. Türkiye’ye dönünce Büyükada’da yaşama kararı, arkasından benim ve kardeşimin doğumu doğal olarak annemin mesleğiyle ilgili çalışmasını engellemiş. Gerçi Ada’da yaşama kararı birlikte verilmiş, ama annem hayatı boyunca kariyer yapamamış  olmanın üzüntüsünü de yaşamıştır. Annem çok entelektüel bir insandı, felsefeye, sanata, edebiyata çok meraklıydı. Özellikle edebiyat onun ilgi alanıydı. Edebiyat duyarlılığı çok güçlüydü.  Bu bağlamda Büyükada yıllarında boş durmamış ve   Alman Edebiyatı’ndan çeviriler yaparak edebiyatla ilişkisini canlı tutmuştur.   Bu çeviriler o zamanlar Milli Eğitim Bakanlığı’nın çıkardığı Dünya Klasikleri içinde yayınlanmıştır.

Kardeşim Ülker Gökberk de benim gibi Büyükada’da büyüdü; Ada’nın onun da kimliğinin oluşmasında çok önemli bir yeri olmuştur. Ülker Alman Lisesini bitirdikten sonra babamın izinden giderek İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde Felsefe Bölümü’ne yazıldı ve bu bölümden mezun oldu. ABD Seattle’da Washington Üniversitesinden aldığı bir bursla doktorasını yapmak üzere Seattle’a gitti, burada doktorasını  tamamladıktan sonra, Oregon Portland Reed College’de öğretim üyeliğine başladı. Ülker çok uzun yıllardır ABD’de yaşamakta. Ancak çocukluğunu geçirdiği Büyükada’ya olan sevgisi, bağlılığı hiç azalmadı, tam tersine gittikçe arttı. İstanbul’a geldiği sınırlı zamanlarda yalnızca Ada’da kalmak ister, Ada’da olmaktan büyük mutluluk duyar ve  Büyükada üzerine yaptığımız eleştirilere katılmaz. Onun için önemli olan Büyükada’da ve buradaki ‘baba evinde ‘ bulunabilmektir.

Gökberk ailesinin dördüncü kuşağını kızım Defne Suman ve kardeşimin kızı Esin Onart temsil etmekte. Her ikisinin de çocuklukları Büyükada’da geçti. Adalı olmak onların da  karakterlerinin oluşmasında belirleyici oldu. Ada’nın Defne üzerindeki etkisini yazdığı romanlarda da görüyoruz.  Defne’nin romanlarının pek çoğunda Büyükada insanları, sokakları, evleriyle yer alır. ‘Kahvaltı Sofrası’ romanında ise Büyükada romanın esas kahramanıdır diyebiliriz. Burada şunu da vurgulamak istiyorum, Defne’nin edebiyata, yazmaya yönelmesinde anneannesi Zahide Gökberk’in etkisi büyüktür. Çocukluğundan bu yana onunla yaptığı konuşmalarla, onun önerdiği kitaplarla Defne yazmaya, edebiyata merak salmış, edebiyat duyarlılığı kazanmıştır.

 

Soru: Ada’dan ne zaman ayrıldınız?

Aslında biz Büyükada’dan hiç kopmadık. Ancak bir süreliğine Ada’dan ayrılmak  zorunda kaldık, yazları bile Ada’ya gelemedik. 50li yılların sonuna geldiğimizde dedem zamanından kalmış olan ahşap evimiz çok yıpranmış, neredeyse oturulamaz hale gelmişti. Çaresizlikten  ne yazık ki dedemden kalma evimiz yıkıldı, yerine bugün yaşadığımız ev yapıldı. 60lı yılların ortasında yeni ev hazırdı, ama bu sefer de halam ve amcam tarafından satılmış olan büyük bahçeye iki yeni ev yapılmış, bunlar da tüm manzaramızı engellemişti. Ayrıca bir de bu yıllarda bütün ağaçlar kesilerek evimizin önünden Maliye lojmanlarına giden bir yol açıldı. Üst üste gelen tüm bu şanssızlıklar, özellikle babamın, Ada’ya adeta küsmesine neden oldu. Böylece yaklaşık on yıl bizler yazları da Büyükada’ya gitmedik. Ancak evimizin çevresindeki ve tüm Ada’daki olumsuz gelişmelere rağmen Büyükada sevgisi ağır bastı ve 70li yılların ortalarından sonra yine her yaz Büyükada’ya gitmeye başladık ve halen de gidiyoruz. Büyüklerimiz artık yok ama, Gökberk ailesinin kalan tüm bireyleri Adalı olmanın, Büyükada’da yaşamanın insanı mutlu kılan bir ayrıcalık olduğunu biliyor.


Yayınlanma Tarihi: 06 Haziran 2023  /  Son Güncellenme: 07 Haziran 2023


Bu yazı hakkında yazarımıza ve editörlerimize iletmek istedikleriniz mi var?
Aşağıdaki formu kullanarak kendisine ulaşabilirsiniz.
(Bu formdaki bilgiler, yazarımız ve editörlerimizin mail adreslerine iletilecektir.)


Çerezleri Yönetin!

Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.

Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.

Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.