Figure 1 1985 7000'ler sınıfı Eğitim Botu ile seyirde-En sağdaki Libyalı sınıf arkadaşımız
Tersane Hendehanesi… Mekteb-i Bahriye-i Şahane… Bahriye Mektebi… Deniz Harp Okulu ve Lisesi… 1773’ten bu yana isimleri değişse de amacı hep aynı oldu Bahriye Okulu’nun, bu ülkenin deniz kuvvetlerine bilgili, görgülü, disiplinli deniz subayları yetiştirmek.
Kasımpaşa’da kuruldu,1838 yılında Heybeliada’ya taşındı, o günden bu yana da adanın alamet-i farikası oldu. Bembeyaz jilet gibi kıyafetleriyle vapurdan inen öğrencileri, sabah saatlerinde yapılan atış talimlerinin ya da resmi bayramlara hazırlanan askeri bandonun çaldığı marşların çevre adalara ulaşan yankısı, zaman zaman kıyıda demir atmış hafif kruvazörleri biz sivil adalılar için bugün de günlük yaşantımızın bir parçası. Bütün bu ses ve görüntüleriyle çok bildik bir ama bir o kadar da uzak bir dünyaya ait.
205. yılını kuruluş yıldönümünde Bahriye Okulu’nu, en iyi içeriyi bilen birilerinin anlatacağını düşündük ve 1976’da kapısından kendi tabirleriyle “çocuk” olarak girip yedi yıl sonra deniz kuvvetlerinin mağrur mensupları olarak çıktıkları bu eğitim kurumunu iki öğrencisi ile konuştuk. Her ikisinin hikayesi de başka ama orada geçirdikleri “acı-tatlı” yılları anlatırken hissettikleri heyecan, gözlerindeki ışık hep aynı.
Yıllar sonra askerlikten ayrılarak tekstil sektörüne atılan, ardından Koton mağazalarını kuran Yılmaz Yılmaz ve tümamiral rütbesine kadar yükselerek eğitimini aldığı kuruma daha sonra komutan olarak hizmet eden, bugün Kent Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Mesut Özel bize Heybeliada Deniz Lisesi’ni ve oradaki günlerini anlattı.
Figure 2& Ağustos 1976 6000’ler sınıfı Deniz Lisesi’ne ilk geldikleri gün sivil elbiseleri ile eğitim kıyebetlerini almak üzere sırada.
Deniz Lisesi’ne gitmeye nasıl karar verdiniz? Sizi orada öğrenci olmaya çeken, motive eden sebep ne oldu?
Mesut Özel: Benim çocukluğum önce Gelibolu sonra Çanakkale’de geçti. Gelibolu’dayken daha çok olarak karacı subaylarla beraberdik. Orada bir kolordu vardı ve biz de onların imkanlarından faydalanıyorduk. İmkan derken sinemalarına, sosyal tesislerine ya da gazinolarına giderdik. Babam da polis yani memur olduğu için böyle bir hakkımız vardı. Sonra Çanakkale’ye geçtik, Orada da bu sefer denizcilerle tanıştık. Böylece askeriyeye dair bir fikir oluşmaya başladı kafamda. O yılların ardından İstanbul’a geldik babamın tayiniyle. Mahalle bakkalımızın oğlu Harp Okulu’nda öğrenciydi, beyaz elbisesi ile sokaktan geçerken görürdüm onu. Sanırım ondan çok etkilendim. Dün gibi hatırlıyorum; orta birde ne olacaksınız dedikleri zaman ya deniz subayı ya da atom mühendisi olacağım diye cevap verirdim. Bir tanesi tuttu işte.
Yılmaz Yılmaz’ın Deniz Lisesi öğrencilik yıllarından
Yılmaz Yılmaz: Benim babam da bir memurdu, Adapazarı’nda ilkokul öğretmeniydi. Ortaokula geldiğime göre sanırım fena bir talebe değildim ve Fen Lisesi’ne gitmek istiyordum ama Adapazarı’nda fen lisesi yoktu. Yetmişli yılların sonları, her yerde anarşi ve terör var. Babam beni göndermek istemiyordu, bana da “sen oraya gidersen anarşist olursun” diyordu. Bana bunları söylüyor ama kendisi bu arada Türkiye Öğretmenler Sendikası Adapazarı il başkanı. Neyse, askeri okul sınavları zamanı gelince babam sınava girmemi istedi. Ancak ben asker olmak istemiyordum ama babam beni bir şekilde ikna etti. Hatta sınava girerken nasıl olsa istemiyorum o yüzden de başarılı olamam diye düşünüyordum. Sonra baktım yedi bin kişi var onların arasından da ancak yüz otuz kişiyi alıyorlar. Çocukça bir hırsla acaba yapabilir miyim diye soruları çözmeye başladım. Yapabildiğim kadarını yaptım ve sınavı kazandım ama hala gitmek istemiyorum. O zaman da Kars’tayız ablamın nişanı var. Babam dedi ki, “bak oğlum git kaydını yaptır, istemiyorsan da gitmezsin”. Nişan telaşı nedeniyle kimse benimle gelemeyeceği için benim trenle yalnız gitmem lazım, on dört yaşındayım daha. Yalnız yolculuk yapmak çok heyecanlı bir macera gibi geldi o zaman, ben de kabul ettim. Sonra abimle gidip kaydımı yaptırdım. Böylece denizci oldum.
Figure 1031 Ağustos 1984 7000’ler sınıfı Mezuniyet ve Kılıç Kuşanma Töreninde
Okulun kapısından öğrenci olarak ilk girdiğinizde neler hissetmiştiniz? Nasıl bir dünyaya adım atmıştınız, hatırlıyor musunuz?
Yılmaz Yılmaz: Orta bahçe denilen bir yer var, bizi oraya almışlardı hemen sıraya soktular. İşlemler yapılırken öyle bekledik. Bir sürü başka yerlerden gelmiş yabancı insanlar vardı. Orası betonu bol olan bir bahçedir, sıcakta beklediğimizi hatırlıyorum. Güneş bir taraftan beton bir taraftan yakıyordu. Yani ilk izlenimim çok hoş olmamıştı.
Mesut Özel: Ben o gün sabahtan ailemle beraber gelmiştim. Çamlığın altında küçük bir piknik yaptık. Sonra da sanırım öğleden sonraydı beni okula bıraktılar. Okul duvarlarına yakın bir yerden onları uğurlamıştım, onu hatırlıyorum. Biraz böyle çocukça bir duygudaydım. Merak var tabii daha çok. Oyun gibi gelmişti bize. Daha ufaktım, 1.50 boylarında bir çocuktum. Kocaman elbiseler, kocaman ayakkabılar, her şey çok heyecan vericiydi. Bir de benim ailemin durumu çok uygun değildi. Babam rahatsızdı, o anlamda benim okula girmem ailemi çok rahatlatmıştı. Şöyle söyleyeyim size, bize yüz TL maaş veriyorlardı. O zaman sinema beş liraydı. Hafta sonu sinemaya gidiyoruz, bir tane hamburger yiyoruz, bütün bunlar bizim için çok lüks şeylerdi. Böyle de bir boyutu vardı orada okuyor olmanın.
Figure 8 Mayıs 1977 600’ler Deniz Kuvvetleri KOmutanı Oramiral Hilmi Fırat tarafından denetleniyor. Denetleme Taburu
O zamanın Türkiye koşullarına baktığınızda, Deniz Lisesi’ndeki eğitimin çok kapsamlı ve nitelikli olduğu söylenir. Siz de aldığınız eğitimin öyle olduğunu düşünüyor musunuz?
Yılmaz Yılmaz: Mesut, makine, ben de elektronik bölümü mezunuyum. Bizim, o yıllardaki İTÜ müfredatından iki ders eksiğimiz vardı. O kadar kapsamlıydı ders programımız. O iki dersi de mühendis olmayalım diye özellikle vermezlerdi. Ayrıca kendi alanımızla ilgili olmayan hukuk, ekonomi gibi derslerimiz de vardı. Bizi gelecekte Deniz Kuvvetleri Komutanı rütbesini takacak gibi hazırladılar. Sonuçta aramızdan bir kişi komutan olacaktı ama sanki hepimiz olacakmışız gibi yetiştirildik. Zorlayıcıydı elbette ama gerçekten dört başı mamur iyi bir eğitim aldık.
Mesut Özel: Yılmaz’ın dediğine ek olarak şunu söyleyebilirim; biz okula başladığımızda Deniz Lisesi bir atılım yaparak dört senelik kolej eğitimine geçmişti. Biz Boğaziçi Üniversitesi’nin Robert Kolej ile beraber hazırladığı çok özel bir İngilizce eğitiminden geçtik. Ardından yine İngilizce olarak fen ağırlıklı bir eğitim aldık. Ben çok net hatırlıyorum. Sivil arkadaşlarımın fersah fersah ötesinde bir eğitim görüyorduk. ODTÜ, İTÜ mezunu çok iyi öğretmenlerimiz vardı. Kimya dersinde yaptığımız deneyleri düşünüyorum, mesela bir odunun damıtılması deneyi vardı. Yılmaz da hatırlayacaktır. O deneyi benim eşim, kimya mühendisliği okurken üniversitede yapmamış. Bizim yaşımızda çocuklar için çok zordu evet ama müthiş kaliteli bir eğitim gördük.
Figure 9 Mayıs 1978 6000’ler sınıfı İnönü Stadyumundan 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramında
Bir taraftan da sizin dediğiniz gibi sadece asker değil aynı zamanda komutan olarak da yani daha görgü, bilgi gerektiren bir eğitim sürecinden de geçtiniz. Bunu biraz açabilir misiniz? Deniz Kuvvetlerinde bir komutan olarak yetiştirilmenin nasıl bir farkı vardı?
Mesut Özel: Deniz Lisesi’nin akademi dışında eğitimsel fonksiyonu da vardı. Yani aslında deniz kuvvetlerine o yıllardan itibaren hazırlanmaya başlıyorsunuz. Disiplin ve liderlik nosyonu kazanıyorsunuz. Zaman çizelgesine uyum, silahlı eğitim, tabur, bunların hepsi askerlik yönünü, disiplini geliştirmeye yönelik eğitimlerdi. Bir de öğrencilerin liderlik özelliklerini geliştiren, bizleri bahriyeli olmaya hazırlayan bir eğitim de veriliyordu.
Yılmaz Yılmaz: Büyüklerimiz bize, “Denizci, salon subayıdır” derlerdi. Yemeklerimiz genelde kötü çıkardı belki ama on kişilik masalarımızın beyaz örtüleri vardı. Peçetesiyle çatalıyla, bıçağıyla biz beyaz, kolalı örtülerde yemek yedik. Deniz Lisesi’ne ilk girdiğimiz zaman bize adab-ı muaşeret kitapçıkları dağıttılar. Bir taraftan da her gün dolabımızın düzeni, sakal tıraşımız ayakkabılarımızın cilalı olup olmadığı, yatak çarşaflarımızın pürüzsüz bir şekilde düzeltilip düzeltilmediği kontrol edildi. Yani bir taraftan o salon subayı olmanın, bahriyeliğin getirdiği bir kültür bir tarafdan da Mesut’un az önce söylediği gibi bir askeri bilinç verildi bizlere. Sonuçta ölmeye veya öldürmeye hazırlanan, vatanı için zamanı geldiğinde ne gerekiyorsa yapacak subaylardık ve onun gereği olarak da çok ağır bir disiplin içinde büyütüldük. Bu nedenle bahriye subayı biraz daha renklidir diğer subaylara göre.
Mesut Özel: Yılmaz çok önemli noktaya değindi, ben daha sonra Harp Okulu ve Lise’de de komutanlık yaptım. Diğer askeri liselere öğrenciyken çok gitmemiştim, sonradan gittim. Gördüm ki onlarda bizim gibi beyaz örtü, tabak, bıçak yoktu, karavanadan yiyorlardı. Denizcilere özel bir yemek düzeniydi bizimki. Osmanlıdan bize miras kalmış, o zamanlar Fransız metrdoteller (maître d’hôtel) harp okulunda servis yaparlarmış. O zamanlardan gelen bir yetişme tarzı. Bize hep şunu söylerlerdi, “Siz krallarla yemek yiyeceksiniz”. Gemilerle Avrupa’da bir çok yere gittik ve gerçekten gemimizde belki kral değil ama prensleri, devlet başkanlarını ağırladık. O bizim Deniz Lisesi’ndeki sofra aynen gemide de kuruldu. Demek ki hakikaten oraya, o protokol kurallarına hazırlıyorlarmış bizi, onu anladım.
Figure 7Eylül 1980 7000’ler Meç Kuşanma ve Yemin Töreninde
Bu kadar disiplinli bir hayat içinde günlük rutininiz nasıldı? 24 saati nasıl geçirirdiniz?
Yılmaz Yılmaz: Biz deniz lisesine başladığımız zaman okul, sömestir tatili ve yazın bir aylık tatil hariç on buçuk ay açıktı. On buçuk ay süresince de Cumartesi öğlenleri hafta sonu tatiline çıkar, Pazar akşamı geri gelirdik. Tatillerin haricindeki rutin bir günümüz ise şöyleydi; sabah altı buçukta kalkardık yedide kahvaltı olurdu. Sekiz ile dokuz arası etüt, arkasından dersler başlardı. Onikiye kadar dersler devam ederdi. Arkasından öğle yemeği arası verilir yemekten sonra her gün tabur olurdu. Günlük iletişimler yapıldıktan sonra ikide yeniden öğleden sonraki dersler başlardı. Üç buçukla altı arasında mecburi spor zamanı vardı. Ben voleybolcuydum voleybol takımı kaptanlığını da yaptım. Benim için günün en sevdiğim bölümüydü bu. Yedide akşam yemeği, ardından gece etüdü olur saat on buçuk gibi de yatağa girerdik. Haftanın beş günü, yılın on buçuk ayı böyle geçerdi. Sekiz sene boyunca bu devam etti yani o yaş için kolay bir hayat değildi.
Figure 6Mayıs 1979 Deniz Lİsesi 6000’ler sınıfı Kuzu Gününde
Arada rahatlayacağınız eğlence zamanları olur muydu okulda? Sinema ya da konsere gider miydiniz ya da okulda böyle etkinlikler düzenlenir miydi?
Mesut Özel: Sinema bizim için çok önemliydi, Cuma akşamlarını hasretle beklerdik. Okulda sinema perdemiz vardı ve burada vizyonda olan filmleri, orijinal haliyle oynatırlardı. Herhalde İngilizcemiz gelişsin diye öyle yaparlardı. Ayrıca konserler de verilirdi. Hazırlıkta İdil Biret hanımefendiyi okulda dinlediğimizi hatırlıyorum. Bizi her hafta AKM’ye konserlere ya da tiyatroya götürürlerdi. Bir de esas eğlenceli olan “Hamid”e gitmek vardı, yani para ödemeden yiyip içme faaliyeti. Hikaye şöyle: Abdülhamid, padişah olduğu dönemde askeriyeye çok önem veriyor. “Kuzu günleri”nde Kağıthane tarafındaki çayırlarda çok büyük ziyafetler düzenliyor. O zaman bütün yiyecek padişahtan olduğu için halk “Hamid’e gidiyoruz” lafını kullanırmış.
Yılmaz Yılmaz: Ben de şöyle duymuştum bu hikâyeyi; Abdülhamid zamanında yeniçerilerin maaşlarını ödenemediği bir dönem olmuş. Yeniçeriler de bu yüzden meyhaneye falan gidince hesap geldiğinde “Hamid ödesin” deyip kalkarlarmış. Okulda da çok sık kokteyl verilirdi. Öğrencileri bu kokteyllere belli bir sıraya göre davet ederlerdi. Eğer gitme imkânı kazanmışsak “Hamid’e gidiyorum” hava atardık. Bu davetlerde de bol bol, bedavaya yiyip, içerdik. “Hamid” çok eğlenceli olurdu.
Bir de büyük denetlemeler olurmuş değil mi? Sizin için nasıl geçerdi o denetleme günleri?
Yılmaz Yılmaz: İki tip denetleme vardı. İlki rutin öğrencinin takip edilmesi anlamında. Mesela bizim her gün dolap düzenimize bakılırdı. Dolaplarımızda her şeyin nerede olacağı belliydi. Katlanan giysilerin ölçüleri olurdu. Yukarıdan aşağı her şey çizgisel görünecek, işte gömleğin yeri belli, ceketin yeri belli, her gün dolabımıza bakılır, her gün yatağımız, üstümüz başımız, sakal tıraşımız kontrol edilirdi. Bu normal rutin kontrol ama bir de okulun denetlenmesi dönemleri olurdu. Orada tabi büyük bir olay var. Yani her şey 99.9 olamaz 100 olmak zorundaydı.
Mesut Özel: Denetlemeler tam bir hiyerarşik düzeyde tepeye kadar giderdi. Yılmaz’ın da altını çizdiği gibi zaten sürekli denetlenirdik, yani her gün bir muayene taburumuz vardı. Öğrenci amiri vardı bir üst kademe yani bütün sınıfların amiri öğrenci de önce o denetler, bu aşağı yukarı haftada bir olabilir veya on beş günde bir olurdu. Ondan sonra okul komutanı denetler, okul komutanından sonra mutlaka senede iki defa eğitim komutanı denetlerdi. Sonrasında bir de kuvvet komutanı denetlerdi. Bizi nasıl etkilerdi? Bir kere hazırlanmanız gerekirdi. Hazırlanma süreçlerimiz çok zor olurdu, işte ütü yapacaksın, kıyafetini hazırlayacaksın, traş olacaksın. Berber sırası ayrı bir dert olurdu. Biz kahvaltı ettikten sonra yemekhane hazırlansın, yatakhane temizlensin diye biraz erken kalkmamız gerekirdi O da pek de hoşumuza gitmezdi. Bu denetlemeler yani özellikle üst taraftan gelen denetlemeler bizim günlük akışımızı biraz zorlardı. Pek hoşlanmazdık. Belki tek güzel tarafı yemeklerimiz o gün daha güzel olurdu.
Figure 5 18 Kasım 2008 Deniz harp Okulu ve Lisesi’nin 235. Kuruluş Yıldönümü Kutlama Töreni’nde 7000 ler sınıfı
Sizin Heybeliada algınız nasıldı içeriden? Yani çok fazla bir iletişiminiz yok dışarı çıkmak yasak, hafta sonu adada kalmak yasak ama işte yılın on buçuk ayında o kara parçasında geçiriyordunuz. Bir taraftan da orada, sizin dışınızda devam eden bir hayat vardı. Nasıl bir dünyaydı sizin için orası? Bir de o jilet gibi beyaz elbiselerle vapurdan inerken adalı kızlar etkilenir miydi sizden? Hani öyle romantik hikayeler de olmuş muydu o dönemlerde?
Yılmaz Yılmaz: Ya olmaz mı? Tabii ki zaten düşünsenize on iki yaşınızla yirmi iki yaş arasındaki o dönemi yani delikanlılığın tümünü orada geçiriyorsunuz. Herkesin kendine göre farklı hikayeleri vardı. Ama diğer taraftan da ponçik satan bir Rum pastanesi gibi simge yerlerle hatırlıyoruz çünkü ada hayatının çok içine girmedik. Tabii girmediğimiz için o anlamda ben kendimi en azından eksik hissediyorum. Yalnızca işte arada bir, eminim Mesut yapmamıştır, akşamları o zaman “köpek öldüren” derdik, ondan bir şişe alıp biraz da bayat ekmekle kaçamak yapardık denize bakıp.
Mesut Özel: Benim hatırladığım defter, kitap aldığımız bir kırtasiye vardı. Bakkallara uğramamız yasaktı ama şöyle arada bir kaçamak yapar, bakkala uğrayıp bisküvi falan alırdık. Hani okulda olmayacak şeylerden gerçi muhtemelen onlar da vardı ama yine de bakkallara uğramayı severdik. Bir de aslında adayla şöyle bir temasımız vardı, spor saatlerinde adada serbest bir zamanımız olurdu. Koşuya çıkardık. Bu zamanı hem spor, hem yaramazlık için kullandığımız da bakidir yani.
Figure 418 Kasım 2018 Deniz Aslanları Yukarı Okulda
Neden istemezlerdi adayla ve halkıyla ilişkiniz olmasını?
Mesut Özel: Yüz tane öğrenci düşünün, aynı anda çıktıklarında adadaki hayatın dengesini bozar. O anlamda yasaktı. Bir etkileşim vardı elbette ada halkıyla aramızda ama dediğim gibi o, o kadar öğrencinin hep birden ada sokaklarına dağılması bir anda çekirge sürüsünün geçmesi gibi bir etki yaratırdı muhtemelen. Biz kalabalığız bir de çocuk ve gençlik psikolojisi ile sıkıntı yaratırız diye düşünüyorlardı herhalde.
Figure 331 Ağustos 1984 Kılıç Kuşanma ve Mezuniyet Taburu
Biliyorsunuz 2016 yılı itibariyle askeri liseler kapatıldı ve Harp Okulları dolayısıyla Deniz Harp Okulu da Milli Savunma Üniversitesi’ne yani sivil bir yapıya dahil edildi. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yılmaz Yılmaz: Cumhuriyet’in fırsat eşitliği döneminin biz belki sonuna yetiştik. Yani o dönemin en iyi eğitimlerini alma şansına sahip olduk. Bazı yönleri buruk hatırlansa bile bize kattıkları paha biçilmez. Şimdi eğitimde fırsat eşitliği kalmadı artık. Benim iki çocuğum da Amerika’da okudu. Bugün Türkiye’de onların gittiği yoldan gidebilmek için insanın çok ciddi maddi imkanlara sahip olması lazım. Bizim zamanımızda ise devletin sunduğu imkanlarla. herkes fırsat eşitliği içinde okuyabiliyordu. Okuduktan sonra da yeteneklerine göre çeşitli dallara ayrılıyorlardı. Bu anlamda deniz lisesi ve harp okulu da bu kanallardan biriydi. Onun da ötesinde ben biraz erken ayrıldım ama işimi yaptığım dönem içinde eğer memleket benden ölmemi bekleseydi onu da yapmak üzerine yetiştirilmiştik. Yani bu okullarda eğitimin bu anlamda çok kritik bir rolü vardı. Liderlik vasıflarının kazanılması açısından o okullar önemliydi. Bir de iki yüz elli yıllık yaşayan bir kültür. Kimin ne hakkı var buna son vermeye? O binaların taşına toprağına sinmiştir o kültür. Siz onu oradan söküp atamazsınız. Ancak ne olur işte kapatırsınız. Şu anda eğitim nasıl devam ediyor çok yakinen bilmiyorum ama mutlaka o okulların kapatılmış olmasının Bahriye kültürüne verdiği bir zarar olmuştur.
Mesut Özel: Ben Harp Okulu son komutanıyım. Yani gerçek anlamdaki harp okulunun son komutanıyım ve okulu çok acı biçimde çok üzülerek kapattım ve dahi ihanete uğrayarak kapattım. Ancak bu kurumun geldiği yeri şu şekilde özetlemek lazım. Bugün Türkiye’de bence sivilde de dahil olmak üzere, yerli olarak üretilen en önemli ürün milli gemidir. Yüzde altmış ile başlamıştır bugün yüzde seksene gelmiştir. Bunun arkasındaki gizli güç deniz lisesi ve deniz harp okuludur. Eğer bizlere o eğitim verilmeseydi bugün o milli gemi yapılmazdı.
Bu memleket için korunması gereken kurumlardı bunlar. Umarım tekrar olabildiği kadar özüne dönülerek yeniden ayağa kaldırılırlar.
Yayınlanma Tarihi: 08 Aralık 2023 / Son Güncellenme: 08 Aralık 2023
Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.
Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.
Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.