Büyükadalı milli futbolcu Lefter’le, tam 30 yıl önce uzun bir söyleşi yapmıştım. Medyaya çok az konuşan efsane futbolcuyla o zaman taze bir Büyükadalı olarak konuşmuştum. 24 Temmuz 1994 tarihli söyleşi İpek Çalışlar’ın yönetimindeki Cumhuriyet Dergi’de yayınlanmıştı. Lefter 1965 yılında o Mersin İdman Yurdu’nda antrenör-futbolcu olarak yer alırken, ben de Tarsus İdman Yurdu’nda oynuyordum. Bir maçta da karşı karşıya gelmiştik. Aradan 30 yıldan fazla bir zaman geçtikten sonra adalı dostlar hâline geldik. Ondan Adanın ve futbolun geçmişine ilişkin anılarını dinledik. Birlikte eğlenceli sohbetler yaptık.
Lefter, medyayla fazla ilişkisi olan bir sporcu değildi. Bu nedenle 30 yıl önce bana anlattıkları, Adanın geçmişine bir yolculuk olarak okunabilir. Futbol tarihimizi araştırmak isteyenlere önemli ipuçları verebilir.
İşte Lefter’in kendi dilinden hikayesi
Oral Çalışlar
Türk futbolunun unutulmaz ismi Lefter şimdi 70’inde. O efsanevi goller, kıvrak çalımlar çok uzaklarda kalmış. Zamanın bütün aşındırmasına karşın, Lefter isminin aşınmayan bir yanı olduğu kesin. Futbol dünyamızın gelmiş geçmiş en büyük yıldızı kimdi diye sorsanız, alacağınız cevap tartışmasız Lefter olur. Yaşı kırkın üzerindeki herkesin onunla ilgili bir anısı, onun futbolunun büyüklüğüne ilişkin bir yorumu mutlaka bulunur.
43 yaşında milli takımın başında kaptanlık bandıyla sahaya çıkan, aradan bunca zaman geçmesine rağmen hâlâ adı dillerde dolaşan bu futbol efsanesiyle 1994 Dünya Futbol Şampiyonası’nın en heyecanlı günlerinde, doğup büyüdüğü, hala yaşamını sürdürdüğü Büyükada’da konuştuk.
Büyükada, Lefter’in en büyük tutkusu. En ünlü olduğu, en çok para kazandığı zaman bile Büyükada’yı terk etmemiş. Gün olmuş İtalya’ya gitmiş, gün olmuş Fransa’ya gitmiş; Fiorentina, Nice gibi ünlü takımlarda oynamış, ama ilk fırsatta soluğu Büyükada’da almış.
Çocukluk arkadaşı terzi Sabri, “İşte bu eve İtalya’dan döndüğünde yerleşti,” diyerek Büyükada’daki Fenerbahçeli Lefter Sokağı’nın yeşil kapılı iki katlı evini gösteriyor.
Lefter’le sohbete futboldan başladık. O da bir çoğumuz gibi Brezilya futboluna tutkundu. Brezilya’nın şampiyon olmasını istiyordu.
Yakın arkadaşlarından Doğan Güven, ona Beyaz Pele dediğini anlatıyor. Lefter’in göze hoş gelen estetik futboluyla, Brezilya sambacıları arasında bir köprü kuruyor.
Lefter’in gülümseyerek anlattığı 1940’lı, 1950’li yıllar; futbol tarihi açısından olduğu kadar, günümüzden farklı gelenekleri, sosyal yaşamıyla da ilgi çekici. Lefter o günlere özlemini şu kısa cümle ile tanımlıyor: “O İstanbul gitti. O insanlar yok artık.”
Onu en çok kahreden de Büyükada’daki değişim: “Ünlü şekerci Hacıbekir bir gün Büyükada’yı ziyarete gelmişti. Benimle tanıştırdılar, bir çay ısmarladı. 40-45 yıl kadar oluyor. O zaman dediklerini hiç unutmuyorum. ‘Ada beton yığını haline gelmiş. Yazık, doğa elden gitmiş.’ Adamcağız, şimdi yaşayıp bugünleri görseydi, kahrından bir daha ölürdü. Ben de zaman zaman, bu yok oluşu görünce buhrana kapılıyorum. Böyle olacağını bilseydim buralardan kaçardım diyorum. Çam kalmadı, yeşillik kalmadı; hepsinden önemlisi, insan kalmadı.”
Lefter en güzel eski günleri anlatıyor. “Beyim, şimdi şu adada 250 tane fayton var. Bizim çocukluğumuzda ise bu sayı topu topu 8’di. Sekiz faytoncu, papyonlu ve eldivenliydi. Kibar insanlardı. Her yer pırıl pırıl temizdi. Şimdi öyle mi?”
Lefter, genç yaşta büyük bir yıldızken, bugünün futbolcularına benzemeyen bir yaşantısı varmış. Onlar gibi son model arabalara binmek, lüks otellerde ve tatil yerlerinde gönül eğlendirmek onun rüyasında bile görmediği şeylerdenmiş. Milli takımın yıldız futbolcusu ve liglerin gol kralıyken eniştesinin yanında elektrik tesisatçılığı yaparmış. Geçimini sağlamak amacıyla başka bir işte çalıştığı için Fenerbahçe’nin haftada iki gün yaptığı antrenmanlara katılamazmış.
Çünkü aynı zamanda ustası olan eniştesinden izin alamazmış.
Birkaç sene bu şekilde elektrikçilik yapmış. Epeyce zaman sonra kulüp yöneticileri Lefter’in neden bu antrenmanlara gelmediğini merak etmişler. Lefter de onlara, çalışmak ve hayatını kazanmak zorunda olduğunu söylemiş. Yöneticiler düşünmüşler, taşınmışlar ve Lefter’e 25 lira aylık bağlamaya karar vermişler. O da böylece elektrikçi çıraklığından ayrılmış.
Lefter, yoksul bir balıkçı ailesinin 12. ve son çocuğu olarak, imkansızlıklar içinde büyür, aynı imkansızlıklar içinde futbolcu olur. Ama tam 43 yaşına kadar milli takımda oynayacak enerjiyi içinde taşır. Lefter, hala 70 yaşında bir delikanlı. Her sabah erkenden kalkıyor, bisikletiyle Büyükada’nın çevresinde iki tur atıyor. Yüzüyor, spor yapıyor.
Lefter’le, her gün akşam saatlerinde uğramayı ihmal etmediği Büyükada Golf Kulübü’nde randevulaştık. Çocuklar halı saha üzerinde futbol oynarken hem onları seyrettik hem konuştuk:
“Biz 12 kardeştik. Dedem Büyükada’ya Yanya’dan gelip yerleşmiş.
Büyükbabam Arnavut asıllı. Ben 12 kardeşin en küçüğüyüm.
Kardeşlerimin çoğu öldü. Bir ablam 96 yaşında, huzurevinde kalıyor. Bir ablam 77 yaşında Yunanistan’da yaşıyor. Dünyanın dört bir yanında, Afrika’da, Amerika’da, Yunanistan’da yeğenlerim var. Annem de Yanyalı.”
Lefter’e futbolla nasıl tanıştığını, şöhret basamaklarını nasıl tırmandığını sordum: “Ben futbola Büyükada’da başladım. Ağabeyim de iyi futbolcuydu. Ağabeyim Panani, İstanbulspor’da oynuyordu. Aktörlük yapan Necip Tekçe ile birlikte bek oynuyordu. 17 yaşında Beyoğluspor’da oynarken askere gittim. Diyarbakır’da 4 sene askerlik yaptım. Askerlik sırasında İstanbul’a izne geldiğimde Fenerbahçe’nin antrenmanlarına katıldım. Fenerbahçe takımı perşembe günleri çift kale maç yapardı. O zaman Büyük Fikret, Fenerbahçe’nin teknik direktörüydü. Beni B takımında oynattı. A takımını 2-0 yendik. Bütün takımı sırayla çalımlayarak iki golü de ben attım. Sonra adaya döndüm.
“Başlamışlar beni aramaya; bu adam nereye gitti diyorlarmış.
Müslüm Baba (Müslim Bağcılar Fenerbahçe Kulübü başkanlarından) Necip’i bulmuş. O da bizim ağabeyimiz, hepimiz ondan çekinirdik. Böylece Fenerbahçe’ye girdim. Hatta transfer olurken (o zaman amatördük), büyük üç tane yeşil kağıt lira aldım.
Bu parayı evimin kirasını ödemem için vermişlerdi.”
Yıl 1947. Lefter, artık ülkenin en ünlü kulüplerinden birinin
ünlü bir futbolcusu. Biz de onun, artık Büyükada’yı terk edip
İstanbul’a yerleşmek zorunda kaldığını düşündük. Güldü: “Adayı hiç bir zaman terk etmedim. Hatta vapuru kaçırmamak için tabana kuvvet koşardım. Örneğin Beşiktaş’la maç yapardık; maç biter bitmez tramvaydan daha hızlı gidebilmek için ayakkabılarımı çıkarmadan ada vapuruna koşardım.”
Lefter bunları anlatınca, bir futbol yıldızının neden böyle davrandığı garibime gitti. Bu kadar ünlü bir yıldızsın, paran var, pulun var, niye tramvayın arkasından koşuyordun diye soracak oldum; şöyle cevapladı: “Param yoktu ki. Ne parası. 25 lira aylığa bağlanınca işi gücü bıraktım. O zaman milli takımda da oynuyordum. Kaç yıldır gol kralıydım, ama antrenmanlara bile gidemiyordum. Türkiye’de doğru dürüst hiç para kazanmadım. İtalya’dan Türkiye’ye para getirdim. Ama ben Türkiye’de para kazanmadım.”
Lefter, “Ben parayı Avrupa’da kazandım, Türkiye’de kazanmadım,” deyince şaşırmamak elde değildi. Bu kadar ünlü bir futbolcu nasıl para kazanmazdı… Şimdi orta halli bir takımda, orta halli bir oyuncunun aldığı para bile milyarla ifade edilirken, Lefter gibi bir futbolcunun para kazanmamış olması akıl alır gibi değildi. Bir başka paradoks da, o zaman çok elverişsiz koşullardaki futbolcularımızın Avrupa sahalarında top koşturabilmesiydi. Lefter’in kuşağından çok sayıda futbolcu, Türkiye’den Avrupa’nın en ünlü takımlarına transfer olmuştu. Örneğin Lefter, Fransa’nın Nice kulübünde oynarken, bu takım Fransa Kupası’nı ve ligi kazanmıştı.
Lefterler’in kuşağından Avrupa’ya futbolcu gönderilirdi. Şimdi tersine Türkiye, Avrupa’nın ikinci, üçüncü sınıf futbolcularının cenneti. Avrupa takımlarında ise bir tek futbolcumuzun bile adını görmek mümkün değil. Tabii ki bugünle o günü karşılaştırarak bir yere varılamaz. Zaten bir yararı da olmaz. Ama, o günün her alandaki idealist insanlarından, başarılı isimlerinden bir şeyler öğrenilebilir.
Lefter devam etti: “Türkiye’de futbol kalkınıyor diyorlar.
Nerede kalkınıyor… Kimler gidiyor Avrupa’ya? Eskiden benim bildiğim Şükrü (Gülesin) vardı, Bülent vardı, öbür Bülent vardı.
Daha sonra Metin gitti, Can gitti, Özcan gitti. Bizler çok iyi takımlarda oynadık. Ama şimdi kimse gitmiyor. Neden gitmiyor bunu sormalı.”
Lefter unutulmaz bir futbol yıldızıydı. Ayrıca, Türkiye’de en uzun futbol oynayan isimlerden biriydi. Kaç yaşına kadar oynadın sorumuzu şöyle yanıtladı:
“43 yaşında milli takımda oynadım. Son maçım Ruslar’a karşıydı. 2-1 kazanmıştık.” Futbolu bıraktıktan sonra bütün gününü alan futbolun yerine ne geçmişti? “O zaman Salı, Perşembe idman vardı. Futbolu isteyerek ve severek yapıyorduk. Amatör bir ruhla forma için oynuyorduk. Şimdiki futbolda para var.nFutbolcular bu işi bir iş olarak yapıyorlar. Bizim zamanımızda bu yoktu, biz futbolu zevk için oynardık. Futbolu bırakınca Büyükada’da yaşamaya devam ettim. İnsan büyüdüğü yeri sevmez mi, aramaz mı? Ben isteseydim, dünyanın en güzel yerinde ev alabilirdim. Çok büyük imkanlara sahip olmuştum. Nice’de evim vardı. Param çoktu, istediğim arabayı alabilirdim. Ama ada hepsinin üstünde. Adanın böyle olacağını bilsem hiç geri dönmezdim.
Kesinlikle dönmezdim… Her şey yok oldu bitti, bir kere insanlar yok oldu. Bir medeniyet vardı, insanlık vardı. Bu saygısızlık yoktu. İnsanlık yok oldu. Eskiden büyüklerimiz bize bir şey dedikleri zaman hazır ol vaziyetinde karşılarına giderdik, istedikleri yere gönderirlerdi.”
Lefter, saygı ve sevgi üzerine konuştukça heyecanlanıyordu.
İyi ya şimdiki gençler daha özgürdü. Hazır ol’da durmaları daha mı iyiydi diye itiraz edince, Lefter hemen karşı çıktı: “Bu kadar da özgürlük bizim memlekete fazladır diyorum.”
Lefter büyük bir keyifle eski faytoncuları anlattı. Zaman zaman da bunları anlatırken hüzünlendi: “Eskiden Ada böyle miydi… Sekiz fayton vardı, bütün faytoncuların ellerinde deri eldivenler, boyunlarında papyon kravatlar. Şimdi her yer çok pis. Splendid Oteli vardı, Anadolu Kulübü, Lunapark, Belvü vardı.
Kadınlar grand-tuvalet motorlarla gelirler, hizmetçileri tuvaletlerini tutarlardı. Sabaha kadar eğlenirlerdi. Ada hakikaten sosyetenin kralıydı. Çok zengin adamlar vardı. Ben 11-12 yaşındayken Ada muhteşem bir yerdi.”
Lefter, Atatürk’ün adaya geldiği günleri anımsıyordu.
“Atatürk’ü hatırlamaz mıyım? Gider elini tutardık, polisler kovalarlardı bizi. Bir arkadaşım vardı. Öldü şimdi. Arnavut. Derdik ki, Atatürk’ün elini kim tutacak daha evvel. Hadi gidelim derdik, koşardık, Atatürk ellerini arkasına koyardı. Polisler sağında solunda.
Sivil polisler… Biz kaçardık onların arasından. Giderdik, hemen üstümüze gelirdi polisler. O, okşardı bizi. Hoşuna giderdi.
‘Bırakın çocukları,’ derdi. Onunla giderdik. Yat Kulübü’ne (şimdiki Anadolu Kulübü) giderdi. Bir gece kalıp dönerdi. Ada’ya sık sık gelirdi. Çok mükemmel bir insandı.”
Lefter, yaşamı boyunca büyük mutluluklar tatmış, büyük başarılar kazanmıştı. Ama onu en çok mutlu eden şey Büyükada’da doğup büyüdüğü sokağa adının verilmesi olmuştu. Büyükada sahilinden Deniz Kulübü yönüne giderseniz, karşınıza çıkan sokaklardan birisine “Fenerbahçeli Lefter Sokağı” adı verilmişti. O büyük mutluluğu Lefter şöyle anlattı: “Bu sokağa adımı geçen sene verdiler. İstanbul Belediye Meclisi karar almış. 12 belediyenin üyeleri birlikte kararlaştırmışlar. Bu arkadaş öldükten sonra mı adını vereceğiz… Yaşarken verelim de, kendisi de bu mutluluğu yaşasın ve kendi ismini yaşadığı sokakta görsün, demişler.
Bana bu memlekette verilen en büyük hediye bu. Bundan daha büyük bir hediye tanımıyorum. Çok şeyler gördüm, çok hediyeler aldım. Hiç biri bundan daha değerli değil. Hediyeleri, ben giderken götürmeyeceğim ki…
“O zaman bu sokakta küçük, iki odalı bir evimiz vardı. O zaman insanlar fakirlik içinde büyüyordu. Şimdiki gibi lüks yoktu.
Şimdi çocuklarımıza torunlarımıza ne yapacağımızı bilemiyoruz.
Benim üç çocuğum oldu. Bir oğlum var İzmir’de. İki kızım da, birisi Etiler’de. Bir tanesi yazlıkçı, şimdi burada. İzmir’deki oğlumun süpermarketi var, durumu iyi. Bir albayın kızıyla evli. Adı Özcan; 15 yaşında iyi futbolcu olacağını sanıyordum. Oğlum çok iyi futbolcu olacaktı; evlenince ticarete merak sardı, futbolu bıraktı.”
“Çocukluğumuzda, bu kadar ev yoktu. Villalar, şatolar vardı.
O zaman Ada’ya zenginler gelirdi. Şimdi her şey çok değişti. O insanlar gittiler.”
Lefter, eski futbolcu arkadaşlarıyla dostluğunu sürdürüyordu:
“Eski arkadaşlarım Ada’ya gelince bana mutlaka uğrarlar. Hepsiyle iyi dostuz Metin (Oktay) ölmeden evvel bana geldi. Birlikte kahve içtik. Turgay olsun, Basri olsun, hangisi olursa olsun gelip bana uğrarlar. Hiç bir düşmanlığımız olmadı. Eskiden sahaya çıkardık, maçta küfürleşirdik, maç bitince her şey orada kalırdı.”
Lefter, en çok Fenerbahçe’yi merak ediyordu. Yıllarını verdiği, hâlâ büyük bağlılık duyduğu Fenerbahçe’nin durumunu beğenmiyordu. İyi transfer yapılmadığına inanıyordu: “Dünya futbolunda futbolcular arasında ayrım gayrım yap dersen yapamayacağım.
Çünkü eskiden futbolu kabiliyetleriyle etkileyen kişiler vardı. Şimdi bu yok.
“Fenerbahçe’nin durumunu pek beğenmiyorum. Senelerdir söylüyorum, bir kez daha vurgulayarak söyleyeyim: Allahımdan sonra -ailem torunlarım dahil- en çok Fenerbahçe takımını seviyorum.
Ama bu takımı yönetenlere anlatamadım. Bir libero, bir stoper, bir bek almaları gerekiyor. Başa güreşmek için bunları yapmaları gerekiyor. Fenerbahçe çok yumuşak futbol oynuyor.
Forvete de yırtıcı bir futbolcu lazım. Şimdi pres yapan, mücadele yapan takım kazanıyor. Fenerbahçe bunu yapacak durumda değil. Bunu yapabilirse Fenerbahçe iyi olur.
Lefter bizimle konuşmasını bitirdi, halı sahada futbol oynayan çocuklara döndü. Onları izliyor, uyarıyor, eleştiriyor, kısacası eğleniyordu. 70 yaşında hâlâ en büyük tutkusu futboldu.
Lefter’le aynı dönemde futbol oynamış, onun kaptanlığını da yapmış Halit Deringör onu şöyle anlatıyordu:
Lefter kimdir? Bence Tanrı tarafından futbol yetenekleriyle donatılan bir insandır. O, sıradan bir futbolcu değildir. Futbolu herkes oynar. Ama futbol Lefter’in ayağında bir başka anlam taşır.
Futbol bazılarının ayaklarında bir arabesk, bazılarının ayağında ise Batı klasiğidir. İşte Lefter bu anlamda futbolun bir Beethoven veya Mozart’ıdır. Bana göre Lefter’in bu düzeyine henüz hiçbir futbolcu ulaşamamıştır.
Ne yazık ki! Bugünkü̈ kuşağa Lefter klasiğini anlatabilmek ve dinletebilmek çok zordur. Bu bir bakıma bugünkü kuşağın bir talihsizliğidir.
Lefter’i Fenerbahçe yöneticileri, 1946 yıllarında bir Taksim – Beyoğluspor maçında izlemişlerdi. O maçta Lefter santradan aldığı bir topla beş kişiyi çalımlayıp Beyoğluspor kalesine gol yapmıştı. İşte o gün Lefter tüm Fenerbahçe yönetimini harekete geçirmiş, böylece transferi gerçekleşmişti.
Lefter’le bir çok anımız vardır. Uzun yıllar kendisiyle Fenerbahçe’de ve milli takımda yan yana oynadık. Böyle olmasına karşın doğrusunu isterseniz bu futbolcunun gösterdiği futbol karşısında zaman zaman onu kıskandım.
1948 yıllarında Yunanistan’da bir takımla maç yapıyorduk.
Bu maçta Lefter ikilem içindeydi. Çünkü köken olarak Rum, ama tâbiyet olarak Türktü. Maç esnasında tribünlerdeki Yunan seyircileri ‘Türk tohumu’ diye Lefter’in aleyhinde tezahürat yapıyorlardı.
Lefter ise gerçekten ilk yarı bu tezahürattan korkmuştu.
Devre ortasında soyunma odasında Lefter’e yapılan telkinlerden sonra ikinci yarı bambaşka bir Lefter çıkmıştı sahaya ve oynadığı futbolla hem Fenerbahçe’yi başarıya götürmüş hem de Yunanlılar’a gereken yanıtı vermişti.
Lefter, futbolculuğu dışında Rumca’ya çalan diliyle çok güzel espriler yapar. Arkadaş canlısıdır. Tek dezavantajı şu ki futbol dünyasından dışarı çıkamamıştır. Bu dünya içinde futbolu bıraktıktan sonra gereken ilgiyi görememiştir. Eğer futbol dışında kendini yetiştirmiş olsaydı, yıllarca kitleleri arkasından sürükleyen böyle bir kişinin yerinin parlamento olması gerekirdi.
Cumhuriyet Dergi, 24 Temmuz 1994
Yayınlanma Tarihi: 05 Mart 2022 / Son Güncellenme: 06 Mart 2022
Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.
Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.
Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.