Paylaş
Tüm Sayılar      2022      Sayı 208 – Ekim 2022      “Heybeliada’ya Âşık Bir Yaşam: Hasret ve Kavuşma”

“Heybeliada’ya Âşık Bir Yaşam: Hasret ve Kavuşma”


Nüshet Gülen, Kriton Dinçmen, Viki Dinçmen Heybeliada - 70’ler

“Gel bre doktor! Gel adaya… Bekliyoruz. Ölümüz, dirimizi hepimiz bekliyoruz!

Sahilde, tepede, çamda, kayada, havada, karada, denizde her yerde her zerresiyle ada bekliyor seni.

Hani ada aşkı, hani bize aşkın?”

2008 yılında vefat eden Doç. Dr. Kriton Dinçmen’in Tıp öğrencilerince kullanılmak üzere İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Anatomi Anabilimdalı’na bağışladığı bedeni, kadavra olarak değerlendirilmesinin tamamlanmasının ardından 25 Eylül 2022 Pazar günü Heybeliada Rum Ortodoks mezarlığına defnedildi.

Fener’de dünyaya gelen Kriton Dinçmen, İstanbul Tıp Fakültesi’ni bitirdikten sonra İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri ve Nöroloji Klinikleri’nde ihtisasını tamamladı. Bir psikiyatr ve akademisyen olduğu kadar, edebiyat ve kültür alanı ile de ilgilenen, varoluşçu felsefeyi savunan Dinçmen, aynı zamanda çoğu Yunanca’dan olmak üzere, bir dizi eseri Türkçe’ye kazandırmıştır. Öykü yazarlığı, çevirmenlik ve felsefe alanlarına psikiyatri deneyimi ve bilgilerini aktarmıştır.

Nejat Gülen, çocukluğundan beri süregelen arkadaşlığı, kardeşliği ancak ölümün ayırdığı yakın dostu Dr. Kriton Diçmen’in ardından yazdığı yazısında,

“Kriton’suz bir Heybeliada, çok yalnız bir adadır,” der ve şöyle devam eder, “Kriton’un en önemli özelliklerinden birisi de Heybeliada aşığı olmasıydı. Altmış yılı aşan arkadaşlığımız süresince hep Heybeliada aşkına şahit oldum.

Onun ölümü ile bilim dünyasının, tıp dünyasının kaybını ben takdir edemem ama bir Heybeliadalı olarak Heybeliada’nın gerçek bir evladını kaybettiğini yetki ile söyleyebilirim. “

Kriton Dinçmen, Heybeli’de Tanrı ve adam kitabını da “Anılarımda yaşayan, insan saygınlığı ile dolu sevgili Ada’ma.. benim o eski HEYBELİ’me..” diyerek adaya ithaf etmiştir. 2003 yılında yayınlanan Denemeler, U-topia’ya Topos Ararken kitabının girişine ise şu açıklamayı eklemiştir:

Kitaptaki yazılara genel bir başlık ararken, önce Pusun Arkasında Heybeli Var adını seçmiştim. Sonra ise, sırasıyla, Soyutu Somutlaştırırken ve nihayet U-topia’ya Topos Ararken’e karar verdim. Ancak, penceremin kenarındaki sallanan koltuktan, sürekli olarak, yaşlanmış gözlerimin ilerideki sevgili Ada’mı aramakta olduğunu ve bugünkü yaşamımda mıncıklayıcı bir hüzün ile dolu Heybeli kışlarının anılarını canlandırmaktan başka bir amacımın bulunmadığını düşünülecek olursa, bazı puslu kış günlerinde ufuktaki Ada’nın kaybından duyduğum yıkım duygusunu yatıştırmak için kullandığım “Pusun arkasında Heybeli var” cümlesinin, kitabımın başlığı olarak pek ala uygun olacağını da kabul edebiliriz.

Yazdığı pek çok hikâyede Heybeliada’yı, anılarını, insanlarını aktaran Dinçmen, “Hiçlik” öyküsünün girişinde adayı şu şekilde aktarmaktadır:

… Güneşli bir kış sabahı idi. Yolun karşı yanı, işlerine ve okullarına gitmek için İstanbul istikametine giden otobüs ve minibüs bekleyen bir kalabalık ile dolu idi. Yüzlerinde tek düze bir yaşamın o kahredici beklentisiz donukluğu oturmuştu.

Arabanın hafif açık duran ön sağ camından lodosun tatlı hüzünlü kokusu geliyordu. Yaşamının, kişiliğinin temelini oluşturan (kışın ada) kavramından, (lodos), temel bir ögeyi oluşturuyordu. Bir an içinde çocukluğu, Heybeliada, çoğu artık hayatta olmayan veya başka memleketlerine göçmüş, çocukluk ve gençlik arkadaşları, Şafak kayalıkları, Sanatoryum, Çam limanı, Makaryos tepesi, taş ocakları ile değirmen tepesi, çinkolu ev, soğuk kış akşamlarında karanlık denizin dövdüğü rıhtım, her tarafından gün doğusu fırtınalarının sızdığı eski evindeki yalnızlık kokan soğuk odası, her davranışında mutsuzluğunu vurgulayan annesi ile hüzünlü bir anlayışla dolu dost babası, ada kışının boş sokakları, geceleri sokak lambaları etrafında deli bir devinime kapılıp uçuşan yağmur, o hiçbir şeye değiştirilmeyen ada kar tipileri, fırtına uğultusu, etrafta uçuşup duran ve bir konup bir dolanan kapkara karga sürüleri, harp senelerine rastlayan aç ve soğuk üniversite yılları, adadaki ilk meslek adımları gözlerinden geçti. Acı ile gülümsedi. Bütün bunların, artık yaşamında hiçbir yeri yoktu. Hatta, kendisini hiç etkilememesi gerekiyordu. Hiçbir şey yoktu. Bitmişti… artık… artık ne dün ne de bugün vardı…

Kriton Dinçmen adaya özlemini dile getirdiği öyküler yazarken, Nejat Gülen’de “Ada İlahları” öyküsünde ona seslenmektedir:

Kışın fırtınalı gecede vapur kalkmış iskeleden Büyükada’ya doğru, dağılıyor bir öbek yolcu, omuzlarını kaldırmış, kimisi şemsiyesini açmış, sulardan atlayarak rüzgârı kesen iskelebaşı gazinosunun yan duvarına doğru koşuşuyor.

Dalgalar hırçın; vuruyor rıhtımın taşlarına, deniz yağmurla birlikte çarpıyor rıhtıma.

Adada ışıklar seyrelmiş, evlerin çoğu kapalı. Sahil gazinoları geri çekilmiş, sandalyeler, masalar toplanmış, tenteler kaldırılmış., sadece kapalı bölümlerde, camların ardından ölgün birkaç ışık. Hepsinin önü boş, denize doğru bir alan açılmış.

Rıhtım boyunca uzanan yol ıslak; elektrik direklerinden ışıklar düşüyor su birikintilerine. Beton yolun denize yakın kısmı rıhtıma vuran dalgaların altında.

Denize bakarsan kapkara bir canavar. Sıra sıra elektrik ışıkları ıslak betona yansıyor, ama denizi aydınlatmıyor, puslu bir perde var arada, kırılan dalgaların köpükleri görülüyor sadece beyaz beyaz; yağmur yağıyor, ötesi kapkara, kapkara bir deniz uğulduyor fırtınayla.

Dalgalar rıhtıma vuruyor, adam boyu yükselip yükselip dökülüyor. Bir yandan çizgi çizgi yağmur yağıyor, rüzgâr keskin, çarpıyor, soğuk.

Vapur halkı iskelebaşı gazinosunun arkasını döndü. Ayyıldız caddesine saptı. İlk sıra yapıların rüzgarı tutmasından yararlanarak, kuytudan, çarşı içinden yürüyor hızlı hızlı.

Rıhtım bomboş. Kimseler yok rıhtımda. Sadece bir kişi yürüyor rıhtımda, gece karanlığında, iskeleden mendireğe doğru.

Beyaz trençkotunun yakasını kaldırmış, başını sağ omuzuna doğru eğmiş, bir elinde çantası, bir eli cebinde. Yürüyor, çarptıkça rüzgarla karışık yağmur, yüzünü kırıştırıyor acı çeker gibi; gülüyor mu yoksa? Kasılmış yüzü.

Bir tek o yürüyor rıhtımda rüzgâr eserken, yağmur yağarken, kara dalgalar rıhtıma çarparken…

Doktor sahil sahil gider her gece böyle ta mendireğin oraya dek, sonra İlyasko’nun yalısının önünden Mektep sokağına sapar, adanın içerilerine dalar, evine gitmek üzere.

Her gece adaya geç döner doktor.

Sabah da erken bir vapurla iner şehre.

Vapurun neresinde oturur bilinmez, genellikle açık havadar yerleri seçer, vapur Değirmen Burnu’nun önünden geçerken adaya selam verir derler, gören yok ya, rivayet.

Adaya Allahaısmarladık dermiş her sabah, akşam gelirken de “şükür kavuşturana.”

Her sabah iner, her akşam döner doktor, ne olursa olsun İstanbul’da gecelemez. Doğma büyüme adalı. Adadan vazgeçemez. Aşık adaya.

İskele başında bekler gece geç vakit, ya fakir bir çöpçü, ya fukara bir balıkçı, hiç yüksünmez, yorgunum, açım demez, Tepe mahalle, Kuyu mahallesi ayırt etmez herkesin derdine koşar.

Biz bir aile gibiyiz, iç içeyiz. Bir kısmımız kışın İstanbul’a iniyorsak da, yılın uzun zamanını adada geçiririz. Hepimiz kökten adalıyız, adaya taparız, adayı hiçbir yere değişmeyiz.

Günlerden bir gün doktorumuz evlendi, karısını pek sevdik içimize alıverdik. O da adalı oldu sandık.

… Velhasıl kadın adayı sevmedi, bizi sevdi. Adalılar’ın çoğunu sevdi ama adayı sevmedi; adalılık ruhuna erişemedi; zar zor bir kez Değirmen Tepesi’ne çıkmıştı zaten ilk evlendikleri günlerde, sonra Çam limanına bile yürümedi.

Lodoslar başlayınca sonbaharda, hüzünlü karga sürüleri gelmeye başlayınca karşı sahilden akşam üstleri, kadının büsbütün içi karardı, kocasına yalvardı, “Hiç olmazsa karakışta birkaç aylığına inelim İstanbul’a” doktor ise son sözünü söyledi. “Ölürüm de adadan bir yere gitmem, ben adaya ihanet etmem” dedi.

İşte böyle karı koca birbirini yedi, ikisi için de yaşanmaz oldu hayat. Neyse anlatması uzun, boşandılar sonunda.

İyi güzel oldu bir kez. Boşandınız ya! Haydi biriniz İstanbul’a biriniz adaya değil mi ya?

Yok tersine dünya, işe bakın, Ada ilahı çarptı bunları, Aya Yorgi mi, Aya Paraskevi mi, her kimse çarptı işte bunları.

Kadın o kadar adayı istemeyen, İstanbul’a inelim diye kocasının başının etini yiyen kadın oturur şimdi adada. Doktorsa o kış fırtınalarının özlemiyle İstanbullar’da sürünür de sürünür gelemez adaya.

Gel bre doktor! Gel adaya.. Bekliyoruz. Ölümüz, dirimizi hepimiz bekliyoruz!

Sahilde, tepede, çamda, kayada, havada, karada, denizde her yerde her zerresiyle ada bekliyor seni.

Hani ada aşkı, hani bize aşkın?


Yayınlanma Tarihi: 05 Ekim 2022  /  Son Güncellenme: 05 Ekim 2022


Bu yazı hakkında yazarımıza ve editörlerimize iletmek istedikleriniz mi var?
Aşağıdaki formu kullanarak kendisine ulaşabilirsiniz.
(Bu formdaki bilgiler, yazarımız ve editörlerimizin mail adreslerine iletilecektir.)


Çerezleri Yönetin!

Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.

Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.

Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.