Paylaş
Tüm Sayılar      2023      Sayı 217 – Temmuz 2023      Bir Çehov Olmadıkları Eksik…

Bir Çehov Olmadıkları Eksik…


Benim ilk gençliğim, Sait Faik, Anton Çehov ve Thomas Mann’ın hikayelerini okuyarak geçti. Üçündeki karakterleri taklit ede ede helak oldum ve üçünün de hayatlarına özendim. Mesela Çehov’un bir kasaba doktoru olması beni çok heyecanlandırıyordu ve bir kasaba doktoru olmak için neler vermezdim.

Size şimdi anlatacağım ‘ikili’ bir kasaba doktoruyla, bir kasaba eczacısı: Fevzi Gülcan ve Çetin Paydaşlı… Onların anlattıklarını duyunca, neden kasaba doktoru olmak isteğimi anladım, bir kez daha… Onları, daha önce tanıyordum ama, dinleyince daha çok sevdim. Anlattıklarının hepsini yetkinlikle yansıtamayabilirim, ama bana güvenin, onlar bunları yazsaydı, birer Çehov olurlardı; benim özendiğim gibi…

Çetin’in buraya gelişi ondört yaşları, Fevzi’ninse yirmi üç… Biri, Sultanahmet’te havanlarda dövülen tozlarla ilaç yapılan zamandan kalma, diğeri ihtisas sınavına hazırlanırken, arkadaşları arasında gönüllü çekilen kurayla Burgazada’ya gelen bir ‘mecburi hizmet’ hekimi…

Çetin’in buraya gelişi emekli bir asker eczacı subayın, eczanesini devretme isteğine bağlı, Fevzi’nin buraya gelişi, Ada’ya sağlık ocağı kurmak isteyen, Ada yerlisinin ıstırabına kulak veren yazlıkçıların hatır baskısına…

Çetin, kışları sabah okuluna, öğleden sonra Burgazada’daki eczanesine geliyor; kışları hep burada. Fevzi, ilk geldiği zamanlarda, haftada bir tuğla gibi kitaplar bitiriyor; ihtisas sınavı var ya…

“Fevzi gelene kadar Ada’da doktur yoktu. Salı ve Cuma günleri belediye doktoru gelip, iki saat kalır giderdi,” diyor Çetin, “Onun dışında derdi olan bana gelirdi, Allah razı olsun Fevzi geldi rahatladım… Fevzi’den önce de birkaç hekim, yani o belediye doktorundan sonra, iki üç ay geldiler ama bir tek Fevzi sebat etti.”

Fevzi diyor ki, “nasıl sebat etmeseydim, bana çınarın suyundan içersen buradan ayrılamazsın, dediler; ben ne içmesi, o suda yıkandım… Sebatı mı kalmış?..”

Çetin diyor ki, “Fevzi, iğnesini de, dikişini de, ambulans şoförlüğünü de yapıyor… Buraya gün olur proflar getirirlerdi, parmağının ucuyla değerlerdi hastaya…”

“Seni sevmişlerdir burada Fevzi,” diyorum. “Kalp kalbe karşıdır,” gibi harcıalem bir laf ediyor. Sonra anlatıyor: “İhtisas sınavına girdim, yedekte kaldım. Askerliğimi erteletemedim. Askere gittim, bitirdim, gene o beni Ada’ya gönderdikleri Eminönü’ndeki sağlık merkezine döndüm.  Bana dediler ki, ‘Adalılar seni istiyor, gideceksin.’ Gene geldim.”

Ada o zamanlar şimdikinden daha neşeli, renkli… Gece sabaha kadar eğlence var. Çetin de, Fevzi de bekar. avukat Melih, avukat Semih, muslukçu Hayko, ‘hikayeci’ manav Hasan, Çetin’in sofra arkadaşları. Fevzi yirmi üç yaşında delikanlı. Çetin, ‘doktor gelmiş,’ diye sevinçli; Fevzi’ye diyor ki, “İçki içer misin?” Fevzi boynu bükük gibi biraz, “İçerim abi,” diyor. Ondan sonra her akşam ‘Fevzili’ masalar… Fevzi diyor ki, “Bir Cuma günü teklif etti Çetin abi, ondan sonra cumartesi, pazar….” Çetin diyor ki, “Şimdi Fevzi’nin kalbinde üç stent var, artık içemiyor, o zamanlardan mı ki?”

İlk tanıştıkları zamanlarda, kıyı bucakta, bekar başlarına çok sürtmüşler. Çetin diyor ki,  “Ben ne zaman Ayşin’i buldum, Fevzi ne zaman Feride’yi buldu. Kurtulduk…”

“Zaten işin doğrusu, işret edecek durum da yok” demeye getiriyorlar. “Ada tenhalaştı,” diyorlar, “depremden önce nüfus kaybımız yüzde beş gibiydi, depremle yüzde kırk oldu gibi, yangından sonra da yüzde elli olmuştur… Eski neşe yok…”

Artık sadece gençler gerçek ‘Adalıymış.” Yaşlılar geldikleri memleketlerin kültüründen kurtulamıyormuş; ama gençler de, yazlıkçıların kültürüne, yaşantısına bakarken, kendilerine ne karı ne koca bulabiliyorlarmış; artık birbirleriyle yetinemez, ‘hayat başka bir yerlerde galiba’ diyesiylermiş.

“Yazın gürültü şamata çok, ama” diyor Çetin, “eskisinden farklı, acaba yaşlandıkta mı rahatsız oluyorum, diye soruyorum kendime ama,  yok değil, bir nezahet sorunu var gibi geliyor bana.”

“Çok kardeştik,” diyor Çetin, “siyah beyaz televizyonda Kıbrıs olaylarını hep beraber izledik, akşam aynı kahvede oyun oynadık; İstanbul da, Türkiye’nin bütünü de nefret doluydu. Renkli televizyonda, İsrail askerinin Filistinli çocuğun kolunu taşla ezmesini izledik; Kıbrıs olayları gibi hep birlikte yandık. Akşam birbirimin yüzüne baktık. Burası böyle bir yerdir.”

Çetin, dirençli bir ışıltıysa, Fevzi ışıltılı bir direnişçi… Bu tabirler ne kadar yerli yerine oturur bilemem, ama şunu söyleyebilirim: Çetin gülümseyerek, “Adanın dedikodusu boldur, çünkü yapmazlarsa sıkılırlar, eğlence bu biraz da,” derken, Fevzi, “Ama ya samimiyet?” diye soruyor, “Ben hastalara yalnız sağlık ocağında bakmıyorum ki, sokakta da çevirirler beni…” O zaman Çetin diyor ki, “Ada imkansızlıklarla dolu değil mi, öyle dersiniz; ama İstanbul’da kimse eczacıyı ya da doktoru gece, ya da çat kapı kaldıramaz, biz kalkarız… Ha, iyi midir bu; dedik ya çınarın suyu…”

Fevzi şu günlerde yalnız. Çocuklarını memleketi Kilis’e ‘yaz tatiline’ göndermiş; Burgazada’dan…

Ben de yalçın dağların arasında dar kanyondan akan bir dere kenarında yazlığım olmasını isterim; ya da kapkara suları olan bir denizin beyaz köpüklü dalgalarının hınçla vurduğu bir deniz kıyısında… Yani Burgazada yaz için şart değil demek istiyorum, hatta kışın daha da güzel…

Ama gene de Fevzi’ye şunu söylemeden edemedim:

“Fevzi biliyor musun en iyi Müslüman kimdir?”

“Kimdir abi?” dedi bana.

“Antep’e bir camii, bir de Kilis’e yaptırandır.”

Güldü.

Çetin hayta hayta bize bakıyordu…

Eylül 2005


Yayınlanma Tarihi: 02 Temmuz 2023  /  Son Güncellenme: 06 Temmuz 2023


Bu yazı hakkında yazarımıza ve editörlerimize iletmek istedikleriniz mi var?
Aşağıdaki formu kullanarak kendisine ulaşabilirsiniz.
(Bu formdaki bilgiler, yazarımız ve editörlerimizin mail adreslerine iletilecektir.)


Çerezleri Yönetin!

Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.

Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.

Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.