1939 yılının Mart ayına Avrupa’da giderek alevlenen savaş belirtileriyle giriliyor. Almanya komşu ülkeleri tehdit etmeye devam ederken bu ülkelerin bazılarını fiilen işgal etmeye başlıyor. Gazetelerde büyük savaşın ne zaman kopacağına ilişkin yazılar büyük yer kaplıyor.
Bu ortamda ülkemizde parlamentonun yenilendiğini görüyoruz. Milletvekili seçimleri o zamanlar iki dereceli yapılıyor. Mart ayının başında “müntehibisani” (ikinci seçmen) seçimleri yapılırken hemen ardında milletvekillerinin seçimi gerçekleştiriliyor.
Adalar’ın su sorunu ile ilgili gelişmeler gazeteler tarafından yakından takip ediliyor. Hemen bütün gazetelerde “Adalar’a su” başlığını taşıyan haberlere rastlamak mümkün.
Mart ayının başında İstanbul’a birkaç günlük bir ziyaret gerçekleştiren yeni Cumhurbaşkanı İsmet İnönü Dolmabahçe Sarayı’nda halkın çeşitli kesimlerinden temsilcilerle iki gün süren “dert dinleme” toplantıları yapıyor. Bu kapsamda Adalar’dan bir çiçekçi ile yaptığı görüşme de oldukça ilginç.
Zamanın gazetelerinde sık sık tarih ve gezi haberleri yayınlanan Sermed Muhtar Alus’un peşpeşe yayınlanan iki yazısı da dikkat çekiyor.
1939 Mart ayının gazetelerindeki gezimize buyurun…
Vaktile yalnız çamlık değil, incirlik, zeytinlik ve bağlıkmış ta… O güzelimin kusuru ötedenberi susuzluktur. Kuyuları acı, sarnıçları sıcaklarda kurur, kurtlanır; içecek suyu gene hariçten, Maltepeden, Kartaldan, Yakacıktan gelirdi.
Büyükadanın çevresi 8 kilometre kadardır. Muntazam yolları 1888 de yapılmış. Tenteli sepet faytonları, merkepleri gene mevcuddu. Büyük turu arabalar 2 Mecidiyeye, eşekler 10, 15 kuruşa yaparlardı.
İnek ağıllarını andıran salaş iskelenin önüne birikip vapurdan çıkanları karşılama, gidenleri uğurlama gene mevcud.
Şimdi, bundan 30, 35 yıl evvelki Büyükadayı dolaşacağız:
Vapurdan çıkıp karaya ayak bastın mı, yayılmış kırmızı kumlarda çıtır çıtır yürü… Sağdaki gazino o zaman ayni mahalde ve ayni halde… Sahibi, Dairei askeriye müteahhidlerinden Sinyosoğlu, müsteciri Yani idi. Mandolinli, gitaralı Rum çalgıları hiç eksik olmaz, bazan Beyoğlundaki tiyatro kumpanyaları derme çatma gelir, kutu kadar sahnesinde temsiller verirdi.
Yokuşu çıkıp sağa saptık. (Beau Rivage) oteli, 20, 25 sene evvel yandı. 50 yıllık (Kalypso) oteli Akasya adını aldı. Gene kül olan (Giakomo) otelinin yerine de (Yat klübü) yapıldı ki şimdi Anadolu klübüdür.
(Giakomo) yu tutanın kızı da öyle dilberdendi ki… Kara kaş, kara göz, tombalacık vücud. (Onun yamanlığı Ada erkeklerini de, babasının otelini de yaktı) derlerdi.
Yakınlardaki köşklerden birinde ablak yüzlü, iri yarı, kesesi dolu, damadlar, gelinler, toronlar sahipliğine rağmen gayet zendost bir et müteahhidi otururdu. Buna dair, rahmetli Tahsin Nahidin ağzından duyduğum bir menkıbesini kısaca anlativereyim:
Şair, çok sevdiği arkadaşı Şehabeddin Süleymanla Dilde dolaşırken, atak mizaç olan o iri kıyım müteahhid bunlara çatmış. Faytonunun üstünde zebella gibi arabacısile ispiri de var. Tahsin öfkeden kendini kaybedip fırlamaz m1 yanlarına?… Kalın bastonunu, arabanın üstündekilere, içindekine savura savura kaçırtmaz mı alayını?… Şehap, ta nerelerdeki çamların arkasından hayretle bakakalmışmış…
Nizam caddesinde kurenadan ve kâtibi sani Arap İzzet beyin sağlı sollu çifte kâşanesi semtin en saltanatlı binalarıydı. Yukarıki ailesine mahsus, aşağıki de selamlığıydı. (Tedkik edilecek mühim evrak var) diyerek, oraya çekilip sabahlar, alârivayetin keyf çatarmış.
Hususi bir çatana ile İstanbula gelip gider, mehtaplarda faytonile Adayı dört dönerdi.
Azaryanın köşkü evvelâ Tophane müşiri Zeki paşa tarafından alınmış, mütareke senelerinde klüp olmuş, bir aralık Karasi mebusu B. Süreyya biraderimizin uhdesine geçmiş, nihayet Seferoğluna intikal etmişti.
Binanın klüplüğü sıralarında, Ada eşrafından B. Cafer de ortaktı. Mumaileyh sonra Yat klübüne geçti. Misafirlerin yiyecekleri yemişi temin için, hayli gayret sarfederek, Hristos tepesinin eteğindeki araziyi bağlık ve bahçelik yapmış, muvaffakiyetle meyva yetiştirmiştir.
Sadrazam Halil Rifat paşa zade Cavid bey de Nizamda. Gezip tozanların, ele avuca sığmazların en büyüğü o. 9, 10 yaşlarındayken tesadüfen orada bulunmuştuk. Köprünün Kadıköy ve Adalar iskelesi merdiveninde vuruluşu, pike yeleğinin kanlarla mülâmma oluşu gözümün önündedir.
Nizam caddesini takipteyiz. İdarei mahsusanın meşhur müdürü Con paşanın malikânesi sapasağlam duruyor.
Dil 40 yıl evvel ne ise gene o. Yorgoli şimdi Yürükali. O vakit te deniz hamamları vardı. Kadınlarınki ve erkeklerinki yanyana… Pedavraları sımsıkı kapalı olan kadınlarınkinden bazı ecnebi madamlar ve matmazeller, yasak masak dinlemiyerek dışarı fırlarlar, delikanlılar da kulaç kulaç peşlerine düşerlerdi.
Erkekler hamamının bir hususiyeti de paralılar ve cakacıların denize çil kuruşlar, ikilikler, çeyrekler atması; Rum çocuklarının dalıp dalıp kapması.
Dilden Büyük tur yolu tutulunca ileride Palyambelos, Yahya Kemalin Viranbağ dediği ve:
Adalardan yaza ettik te veda
Sızlıyor kalbimiz üstündeki dağ
Seni hatırlıyoruz Viran bağ…
mısraları söylediği yer.
Oraya gelinciye kadar toprak ağaçsız, her taraf koca yemişi tarlasıdır. Ayayorgi tepesinin altında, sırtların eteğinde çam korusu başlar. Seferoğlunun bağı da yakında…
Palyambelos’taki içkili kahvede boyuna latarnalar çalınır, sevişenler koca yemişlerin aralarına dağılırdı. O gazinocu gene yerine sadık ve elân kulübesinde…
Ayayorgi, denizden 200 metre yüksekmiş. Bin bu kadar yıllık manastırından bakiye üç kilise görülür ki aşağısındaki en eskisi imiş. Buranın bir kısmı 35, 40 sene evvel Şifahaneydi.
Dilden ileri yürüyüp sola sapalım. Diyaskelos, şimdiki (Luna park)… Buranın iki gazinosunda da latarnalar, horalar, türküler eksik olmazdı.
Ayayorgi ve Hristos tepeleri arasında, yüksekteki büyük bina otel olarak, hattâ adı da konup (Prinkipo palas) denilerek 1896 da yapılmış, âkıbet Rum yetimhanesi olmuştu.
Madene çıkıyoruz. Sağımızdaki Aya Nikola manastırına da 1828 de Moskof harbi esirlerinin bir kısmı nakledilmiş. Semte Maden isminin verilmesi 1840 senelerinde işletilen ve ocakları hâlâ meydanda olan demir madeninden kalma…
Bu tarafın hatırımıza gelen eski köşklerini sayalım: Köprüyü geçince Abdullah paşanın, boğaz hekimi Fotyadis’in, Beyoğlunda Bonmarşenin karşısındaki manifaturacı Papanınki.
Bir vakitki (Bella Vista), şimdiki (Belvü) gazinosunun karşı tarafında Mabeyin mütercimlerinden Maruni Sabuncu; bahçesinin önünde yaldızlı bir arı kovanı, ve içinde aynalı bir hizmetçisi vardı ki elyevm hayattadır.
Bahçıvanoğlu, yani bugünün AlpasIan sokağının üstündeki caddede tahini boyalı, yanyana iki köşk Cemal beyln; karşısındaki çam ağaçlısı da Mahmud Celaleddin paşanındı.
Az ileride, Çakır çıkmazının başında Mabeyincilerden Tahir bey; bitişiğinde Ada muhtarı saatçi Mihran. Burasını ressam B. Laga Mehmed Ali aldı; boyattı, moyattı.
Köşe başındaki güllü eve, samimi ahbaplığı dolayisile, doktor Hıntiryan taşınır durur, daha ötede Aslan Freskonun evinin karşısında da Abdülhamidin oğlu Abdülkadir otururdu.
Şehzade şıpsevdilerden; burada da bir balıkçı kızına vurulmuştu. Yosmanın kulağında tek taş küpeler, göğsünde pırlanta pandantifler; arabalarda, çamlarda beraber gezerlerdi. Evde her gece saz, ahenk; necabetpenah ta piyano başında… .
O sokaktan Kumsala inilirken, Ayayorgi meyhanesini tutan Andriyanın evini tarihçi Ahmed Refik merhum almıştı ki biçareyi ölüme kadar götüren hastalığı orada başlamıştır.
Gene yukarı dönelim: Şazili dergâhı şeyhinin oğlu Hüseyin beyin köşkü. Mumaileyh, Cezayirli Emir Abdülkadir zade Muhiddin paşanın damadı olduğundan, bu köşktekilere Ada Rumları Arap paşalar derlerdi.
Büyükadada 40 yıl evvel kayık yarışları yapılır, Otel Kalipso’nun rıhtımına bayraklarla donanmış seyirci mahalleri ve hakem barakaları kurulur, müşterilerle tıklım tıklım dolu olan İdarei mahsusa ve Şirketi Hayriye vapurları, muşlar, sandallar açığa sıralanırdı.
Adada polis molis hiç göze görünmezdi. Eminlik bu kadar olur. İki zaptiye esbak sadrazam Cevad paşanın biraderi Şaklr paşa köşkünün altında, iki dahası da Nizamda dururlardı. Ufacık bir vakayı duyan yok.
Museviler rağbet etmeğe ve yazlığa gelmeğe başladıktan sonra Ada bakkalları ve kasapları, (Bize alışveriş bırakmadılar, iflas edeceğiz; herşeylerini İstanbuldan taşıyorlar) diye önceleri şikâyetçi olmuşIarsa da, sonra, aksatalarını yoluna koymuşlardır.
Adalar, hiç şüphesiz dünyanın Cenneti, İstanbulun en baştacı sayfiyeleridir. Ah, şu sularına ve yollu vapurlarına bir an evvel kavuşsak!…
Sermed Muhtar Alus
Akşam, 7 Mart 1939, Salı
O vakitlerin Adalar iskelesi, şimdiki Haydarpaşa vapurlarının yanaştığı yerde; yani Kadıköy iskelesinin solunda…
Adalara gidiş ve geliş seferlerinin adedi onu aşmazdı. Her iki taraftan iki sabah, bir öğleden sonra, iki akşam postası; bir de Anadolu kıyılarına ugrıyan; doğru Büyükadayı tutup Yalovayı boylıyanı da cabası…
Adaların gözbebeği vapuru 14 numaralı (Aydın) dı. Sabahları Pendik ve Kartaldan gelerek alaturka saat 1 de Büyükadadan, bir çeyrek sonra Heybeliden direkt olarak İstanbula gider, 10 da Köprüden hareket edip aynı şekilde dönerdi. Heybeliyi dakikası dakikasına bir saatte tutardı ki, aşağı yukarı bugünün rekoru sayılır.
Öbür yandan çarklılar arasında iki yürük daha var: 19 numaralı (Fenerbahçe). 20 numaralı (Haydarpaşa). Bu ikisinden sonra en halliceleri 17 numaralı (Şahin) di.
İlk ve öğle üstü seferlerini yapan 8 numaralı (Hereke), 15 numaralı (Nüzhetiye), numarasiz (Eseri Şevket) tıknefestiler. İçlerine bin, deniz havasına, manzarasına gık de; veya mütaIâaya var, 300 sahifelik kitabı hatmet; yahut alt salonuna in, kanapeye sırtı verip horul horul uyku kestir…
Sarayburnu sağımızda, açılıyoruz… Solumuz Moda, Kalamış (1) koyu, Fenerbahçe mesirel dilârâsı…
Buradaki fener 1864 te Fenerler İdaresinln teşekkülünden sonra yapılmış. Evvelce sabit ışıklıydı; şimdiki gibi çakmaz ve yanıp sönmezdi.
Bu seyrangâhtan çok defalar bahsettiğimiz için tekrarına lüzum yok. Yalnız şunu söyliyelim: On, on beş sene evveline kadar duran, berzah tarafındaki kümbetli harabe Emevilerden kalma imiş. Mervan ibni Hakemin kumandasında İstanbulu muhasaraya gelen, hattâ Galatayı zapteden Araplar, buraya şehidlerini defnetmişler; o kâgir binayi da hamam olarak yapmışlar. Osmanlı padişahlarından bazıları bu noktaya saraylar kurdurmuş, bazıları da, şehidlik olduğu için serviler diktirmiş.
Fenerbahçenin seyrangâh oluşu, İkinci Mahmudun Camlıcalara dadanışından ve civarlarını sık sık doanışından sonra… Şunu da ilâve edelim: Önceleri, Abdülhamid devrinde olduğu gibi, cuma ve pazarları hıncahınç dolmaz, araba piyasaları yapılmazmış. Senede (mayısta) bir, öküz arabalarile ve yemelkerle erkenden gelirler, akşamı ederlermiş.
Solumuzda, Şapka burnunun açığındaki (Salistra) dalyanı en büyük ve verimli dalyanlardan biri idi ve hâla da öyle…
Güz yarılanıp havalar serinleyince Karadenizden akın eden uskumrular ve peşlerindeki torikler buralara yayılır, dalyan sahibi çorbacıları ihya ederlerdi. Gene de öyle…
İstanbulun eski ahalisi, yani 486 sene evvelkiler Adalara önce (Demonisya) yani Halk adaları, sonra (Papadonisya) yani Papas adaları derlermiş.
Şark imparatorlarına, imparatoriçelerine, prenslerine sürgün yeri oluşundan Avrupalılar Prens adaları diyorlar. Bizler de (Kızıl adalar) demişiz.
Topyekûn dokuz adeddirler. Büyükleri İzmit körfezine gidiş sırasile Kınalı (Proti), Burgaz (Antigoni), Heybeli (Halki), Büyükada (Prenkipo)…
Küçükleri de Hayırsız adalar dediğimiz Sivriada (Oskiya) ve Yassı ada (Platiya); Heybelinin önündeki Kaşık adası (Pita); Büyükadanın cenubundaki Sedef adası (Anterobintos) ve gerisindeki Tavşan adası (Neandros)…
Hepsi de keşişler ikametgâhı ve manastırlarla doluymuş. Tahtından indirilmiş ve gözü çıkarılmış Rum tacidarlara, saçları kesilmiş karılarına, işkenceden işkenceye sürüklenmiş mensuplarına çilehane ve mezar olmuşlar…
Malûm a, Hayrsız adaların sivrisine, 1910 da İstanbulun sokak köpekleri sürülmüştü de acı acı ulumaları tâ nerelerden duyulmuştu.
Yassı adada çatısı ve katları göçüp duvarları kalmış olan bina, 1857 – 65 seneleri arasında İstanbulda İngiliz elçiliği eden Sir Hanri Bulver’in yaptırdığı köşkten bakiyedir. Beş altı sene evvel seyrettiğimiz “Karım beni aldatırsa” filminde, Ercümend Behzadın Feriha Tevfiği alıp çala kürek kayık yanaştırdığı mahaldir.
Kınalı, kırmızımtrak yamaçlarile, âdeta kınalı gibi, koyduğumuz isminin müsemması değil mi?… Şu var ki onda çam, mam arama, tepeleri, bayırları fundalık, çalılık…
Bir aralık Şark imparatorluğuna konan Ermeni Leon’un cesedi de, çoluk çocuğile beraber buraya aparılmış…
O bedbahttan mı, yoksa mintarafillâh mı, bu ada evvel ve ahir Ermenilerce merguptur. Senelerdenberi Kuyumcu çarşısının, Samatyanın paralıları ve Adalarda yaz geçirmek istiyenleri hep oraya giderler.
Burgaz ötedenberi Rumluktu. Oradan vapurlara binip inenler arasında bir Türk hemen hemen görülmezdi… Doktor Medeni’nin sanatoryomu? Rüyalarda yok…
Ara postaları yapan iki bacalı (Nüzhetiye) nin, koca davlumbazlı (Eseri Şevket) in kaptanları ekseriya açıktan: (Müşteri var mı?) diye çımacılara bağırırlar, iskeleye yanaşmadan yolu tutarlardı.
Burgazdan kalktık, yolumuza revanız: Arasından geçtiğimiz Kaşıkadasını doktor Hıntiryanın satın aldığı, köşkler, bahçeler, bağlar kuracağı, bir tarafını çiflik şekline sokacağı söylenir dururdu. Bunları yaptı da ben mi farkına varmadım, yoksa lâfta mı kaldılar bilmem; bildiğim şu ki adacağızın oldum olasıya kupkuru ve ıssızlığı, içinde hâlâ duran bir balıkçı kulübesinden başka nesne bulunmayışı …
Heybeli … Arası basık iki dağ tepesile hakikaten heybeye benzer… Bizimkiler en münasip ve yakışık alan adını takmışlar.
Heybeli, adalar içinde islâm ahalisl en çok olanıydı ve elyevm de öyledir. İskelenin bitişiğindeki Deniz Harp okulu, yani eski Mektebi bahriye binası 1880 yapısı. İttihad ve Terakkinin Bahriye Nazırı Cemal paşa zamanında ve daha sonraları bazı taramalara ve ilâvelere uğramıştır.
Adanın dindaşlarımızla doluşuna bir sebep te her halde bu mekteptir. Bahriyeden hayli erkân, ümera zabitan tabiatile oraya yerleşmişlerdi. Yelkenli (Nüveydi fütuh) talim gemisi de karşıda demirli.
İlk tepenin yamacındaki (Rum Papaz mektebi) eski bir manastır yerine 1844 te inşa edilmiş. Keşişhanelik zamanında ve 1828 deki Rus harbi sıralarında buraya Moskof esirleri getirmiştir. 310 zelzelesinde zedelenen mektebi bir sene sonra mükemmelen tamir ettiren, Rum zenginlerinden Pavli Stefanoviç.
İki tepe arasındaki (Rum Ticaret mektebi) 1831 de yapılmış.
Oteller ve gazinolar itibarile Büyükadayla yarışamamakla beraber Heybelinin de (Paris), (Avrupa), (Servet) isimlerile geniş, temiz konforlu, gazinolu, çalgılı otelleri vardı ki, saydıklarımızın sonuncusu haftalık Malûmat, gündelik türkçe ve fransızca Servet gazetesinin sahibi Baba Tahir’indi.
Tapusu da, madaması ve Abdülhamidin viyolonisti Vondra’nın hemşiresi Hatune’nin üzerinedir.
Heybeli havasının ceyadeti, çamlarının bereketi, muhitinin samimiyetile hiç şüphesiz öbür adalardan üstündür. Çam limanının letafeti de eşsizdir.
Sırası düşmüşken şu fıkrayı yazıverelim:
Balkan harbi avakibi sıralarında sadrazam Kâmil paşa, Sultan Reşada yana yakıla Rumeliyi ve Adaları kaybetmek mecburiyetinde kaldığımızı söylemiş. Hakan:
– Aman sus paşa, demiş; hele adalara çok yandım. Çam limanına bayılırdım!…
Bahsettiğimiz tarihlerde Heybelinin ne sanatoryomu, ne Halkipalas, ne civarındaki köşkler, ne plajı, ne de ilkteşrinde turfanda mandalinalar yetiştiren bahçeleri vardı.
Gelin olacak vükelâ, vüzera kızlarına çeyizlik beyaz çamaşırlar diken, nakışlar işliyen kız kurusu ve birer yaş aralı meşhur Dört kardeşler seksenini aşkın olarak elân hayattalar…
Sermed Muhtar Alus
( 1) Kalamış deniz kenarında bulunan sazlık, kamışlık demekmiş.
Akşam, 5 Mart 1939, Pazar
Adalar kazası merkez nahiyesi
Şevket Altunalev: Adalar kaymakamı, Süleyman Hararlı: Mezarlıklar müdürü, Avni Yağız: Daimi encümen âzasından, Sabri Karter: Şurayı devlet âzalığından emekli, Mehmed Hanifoğlu: Tüccar, Galip Bektaş: Hazine muhakemat âmiri, Enver Demirel: Tüccar.
Adalar kazası Heybeli nahiyesi
Emin Ali Durusoy: Denizbank hukuk müşaviri, Sadik Güzel Osman: Heybeli plâJ sahibi, Esad Durusoy: Cerrahpaşa hastanesi baş hekimi, Hasan Rıza Temelli: Tüccar
Adalar kazası Burgaz nahiyesi
Hilmi Egemen: Emekli bahriye subayı, Rıza Tozan: Emekli bahriye subayı.
Akşam, 16 Mart 1939, Perşembe
İstanbul vilayeti dahilinde ikinci müntehip seçimi dün akşam nihayete ermiş, yapılan tasnif ve elde edilen rakamlar neticesinde, şimdiye kadarki bütün seçimlerde istihsal edilen neticelerin hepsinin fevkinde netice alındığı görülmüştür.
Dün sabahtan itibaren, muhtelif sebep ve mazeretlerle düne kadar reylerini verememiş olan hemşehriler intihap sandıkları başına koşmuşlar, büyük bir tehalük ve hassasiyetle, bu milli ve medeni vazifelerini yerine getirmişler, haklarını kullanmışlardır.
Akşam saat on altıda, vilâyetin bütün kazalarındaki rey sandıkları kaldırılarak eleBelediye dairelerine götürülmüş, sandıklar açılarak reylerin tasnifine başlanmıştır. Tasnif işi üç dört saat kadar sürmüş, saat yirmide, bütün kazalarda intihap neticesi alınmıştır.
Tasnif neticesinde elde edilen rakamlar şunlardır:
Adalarda 2.012 kadın, 1.807 erkek olmak üzere 3.819; Bakırköyde 5.299 kadın, 5.523…
…
Şehir dahilinde (11) kazada 143.995 kadın, 169.826 erkek olmak üzere 313.821 mülhak 5 kazada da 24.469 kadın, 25.042 erkek olmak üzere 49.511 vatandaş rey vermiştir ki, umumi yekûn, 168.464 kadın, 194 bin 868 erkek olmak üzere 363.332 kişidir.
İkdam, 20 Mart 1939, Pazartesi
…
Çiçekçiler cemiyeti reisi
– Gelin bakalım Adalar…
Çiçekçiler cemiyeti reisi Sadık geldi.
– Nerelisin?
– Rizeliyim. Dokuz sene oluyor buraya geleli… Bendeniz, Çiçekçiler cemiyetini temsil ediyorum. Kendi dileğim de cemiyetin dilekleri içindedir. Çiçekçiliğin 7 – 8 senelik kısa bir mazisinden bahsedeceğim. Çiçek, bize bu tarihten evvel dışarıdan gelirdi. Heybelide satın aldığım arazide, çiçekçiliğe başladım. Haricden çiçek ithali menedilsin diye teşebbüsatta bulunarak, muvaffak olduk. Heybelide güzel karanfiller yetiştirdik. Çiçek sanayiinin memlekette teessüs etmek üzere bulunduğunu söyliyebilirim. Bugün 40 şu kadar esnaf cemiyeti arasına çiçekçilik de karışmıştır. Yılbaşında, bir aralık İstanbula İtalyadan çiçek gelmeğe başlamıştı. Derhal Ankaraya koşup çiçeğin ithalini men için kat’i karar istihsal ettirdik.
İstanbulda bir çiçek satış yeri yoktur. Kahve köşelerinde, şurada burada çiçek satılıyor. Tabii birçok çiçekler bu yüzden heder oluyor. Bazı çiçeklerimiz ihrac edilecek dereceye gelmiştir. Biz bu arada Narsis familyasına aid bazı çiçeklerin ihracını düşündük. Romanyaya ihrac edecektik. Fa kat gümrüğün yüksekliği buna mani oldu. Bir de istirhamımız: Çiçek yetiştirenlerden vergi alınıyor. Bu alınmasın. Bazı memurlar, kanun hükümleri hilafına bahçıvanlara vergi tarhediyorlar. Bunun önüne geçilmesini rica ediyoruz. Çiçek için bu kadar.
– Başka?
– Bendeniz, ayni zamanda Heybeliada plajının sahibiyim. Buraya iskele yoktur. Halbuki iskele, turizm işile alâkadardır.
– Siz kaç çiçekçisiniz?
– 250 kişi kadar…
– Nerelerde en çok çiçek yetişir?
– Kışın Heybeli ve diğer adalarda… Yazın Boğazda, Mecidiyeköyünde… Daha başka yerlerde.. Fikrimce çiçeği çoğaltmazdan evvel halkımızda çiçek zevkini uyandırmak lazımdır. En büyük ricamız: Bir çiçek mezad yeri, yahud hali yapılmasıdır. Sonra vergi meselesi… Bahçıvanın yetiştirdiği çiçek, bir nevi zirai muameledir. Kanuna göre vergiye tabi olmaması lâzımdır.
Cumhuriyet, 4 Mart 1939, Cumartesi
Milli Şefin karşısında Adalar ve çiçekçiler mümessili yer aldı.
– Anlat bakalım!
– Bendeniz çiçekçiler cemiyetini temsil ediyorum. Birkaç dileğim var. Bir de Adalar hakkında birkaç söz söylemek isterim.
Çiçekçiliğin kısa bir tarihçesini yapan bu vatandaş dileklerini şöyle hülâsa etti:
– Ziraat kongresinde verilen karar üzerine İstanbulda bir çiçek mezad yeri yapılacaktı. Vekil değişti, kaldı. Çiçeklerimiz artık harice de ihraç edecek hale gelmiştir. Narsis kamelyasından birçok çiçekler yalnız bizde yetişmektedir. Romanyaya ihraç edecektik, gümrük çok. Sonra haftada bir vapur var. Tayyare seferleri de yok. İmkân bulunamadı.
– Daha başka bir isteğiniz var mı?
– Bir de vergi meselesi efendim. Çiçekçilerden kazanç vergisi alınıyor. Kanunda vergi ticari muamelelerde alınır kaydı vardır. Zirai muamelelerden alınmaz. Vergi istediler, aldılar. Şûrayı Devlet alınmaması kararını verdi. Bu kararı da şahse aid addederek ayrı ayrı karar alınmasını istiyorlar. Bunun önüne geçilmesini rica ediyoruz.
– Başka..
– Ben plâj sahibiyim. Heybeliada plâjını işletirim. Plaj i turist işile alâkadardır. Orta Avrupadan gelenler Heybeliye geliyorlar. Plâjın iskelesi yoktur. Bir de bazan Romanya hükümetinin bizden alacağı oluyor. Burada turist acentaları var. Bunlar Romanyadan gelecek seyyahlar bu paraları İstanbulda sarfetsin diyorlar. İstanbuldan mal alacaklarına, havasına , suyuna bu parayı harcasınlar. Bu noktai nazarın kabulünü istirham eyleriz.
– Adalar için ne istiyorsun?
– Müzmin bir su derdimiz var. Şükranla haber aldığımıza göre Vali bu işi halledecektir. Yalnız Büyükada ile beraber diğer Adaların da süratle suya kavuşturulması daha iyi olacak.
– Çiçekten bahsediyorduk. Nerede çiçek yetiştiriyorsunuz?
– İstanbulun her tarafında yetişir.
– Bu işte kaç kişi çalışıyor.
– İki yüz elliye yakın!
Son Posta, 4 Mart 1939, Cumartesi
Vali ve Belediye Reisi Dr. B. Lütfi Kırdar, umumi meclisin şubat toplantısını açarken söylediği nutukta İstanbulun mühim işlerine temas etmiş, bu arada Adaların su derdini de ehemmiyetle ele alarak bu meseleyi behemehal halledeceğini müjdelemişti.
Filhakika Valimiz, sular idaresine verdiği bir emirle Adanın su ihtiyacını biran evvel halletmek üzere tedkikat yaptırmağa başlamış, Adalara su taşımak hususunda Denizbankla mutabık kalınmış, suyun metremikâbını yirmi kuruşa nakletmenin kabil olduğu tesbit edilmiştir.
Diğer taraftan sular idaresi de Adalarda boru döşemek, su vapurunun yanaşacağı iskeleyi kurabilmek üzere tedkikat yapmıştır. Fakat bütün bu güzel ve yerinde işler arasında Belediye sular idaresi müdürü B. Ziyanın su vapurunun yanaşacağı iskeleyi Büyükadada Maden sahilindeki mezbaha yanında yaptırmak istemesi bir türlü izahı kabil olmıyan yanlış bir harekettir. Adaya nakledilecek terkos suyu için vaktile mükemmelen tesis ve inşa edilen Kazoğlu su deposunun tamir edilerek bu depodan istifade edilmesi kararlaştırıldığına göre su iskelesinin bu depoya göre maküs bir noktada bulunan mezbahada tesisi doğru değildir.
Kazoglu su deposu için en yakın, en münasip iskele yeri Nizam cihetinde eski fabrikanın bulunduğu noktadır. Binaenaleyh şayed Adalara su temin etmek ve halkın bu derdine çare bulmak için samimi hareket ediliyorsa – ki Vali Dr. B. Lütfi Kırdarın vadinden sonra buna şüphe etmiyoruz – su iskelesinin yukarıda işaret ettiğimiz yerde yapılması elzemdir. Nitekim Adalar kaymakamı B. Şevket de bizim gibi düşündüğü için dün Belediye fen heyetine gelerek fen işleri müdürü B. Hüsnü Keseroğlu ile temas etmiştir.
Akşam, 7 Mart 1939, Salı
Adanın su ihtiyacının teminine çalışılmaktadır. İskele önündeki deponun inşaatı ikmal edilmektedir. Bundan sonra iskele ile asıl depoya giden tesisat vücude getirilecek ve su, iskeledeki depoya tanklar vasıtasile taşınacaklardır.
Cumhuriyet, 29 Mart 1939, Çarşamba
Milli Şefimize halkın istek ve ihtiyaçlarını anlatanlardan biri şöyle söyledi:
“- Ben Adalarda oturuyorum. Adaların en büyük derdi su meselesidir. Senelerdenberi bir türlü halledilemiyen bu meseleyi işittiğimize göre Vali halledecekmiş. Bundan şükranla bahsediyoruz. Yalnız evvelâ Büyükadaya su verileceğini işittik. Diğer adaların da biran evvel suya kavuşturulmalarını rica ediyoruz.”
Bizim bildiğimize göre Adaların su derdini halletmek için, yıllarca süren incelemelerden sonra bulunmuş olan son çare, Belediyenin büyük su depolarına Anadolu sahilinden vapurla su getirtmek, sonra bu suyu halkın hususi sarnıçlarına dağıtmaktır.
Halbuki geçenlerde Adada bir eve misafir gitmiştik. Sofrada yemek yerken su bahsi açıldı. Ev sahibi pek endişeli değildi:
– Pek büyük iki tane sarnıcımız var, bize bol bol yetişiyor, dedi. Sorduk:
Peki bu sarnıçtaki su hiç değilse altı ay durunca kurdlanmıyor mu?
– Biz her sene temizletiyoruz, fakat buna rağmen gene kurdlanıyor, yalnız bu suyu tabii içmiyoruz, yemeklerde kullanıyoruz. e.. kaynayınca elbette kurdu kalmıyor.
İştihamız tamamen kesilmişti, düşündük ki, bu aile kendi evinde oturmaktadır, sarnıcını sık sık temizletebilir, fakat kira evlerinin arasında hattâ 10 yıldanberi temizlenmemiş sarnıçların sayısı ekseriyeti teşkil eder, içlerinde çamurdan ve kurddan başka şeyler de bulunabilir, iki tanesini kendi gözümüzle gördük.
İstanbulun yeni Vali ve Belediye Reisi her şeyden evvel doktordur, sıhhat kaidelerine nasıl riayet edileceğini herkesten iyi bilir. Binaenaleyh Adalarda hariçten su getirtip, büyük depolara koydurup, oradan evlerin sarnıçlarına dağıtmak şeklinde bulunmuş olan usulü kabul edeceğine, binnetice Adaların su derdinin yakında böylece halledilmiş olabileceğine biz inanmıyoruz, fakat ey okuyucu sen:
İSTER İNAN, İSTER İNANMA!
Son Posta, 6 Mart 1939, Pazartesi
Maruf edip ve muharririmiz Hüseyin Rahmi Gürpınar bir müddettenberi Heybelideki evinde rahatsız bulunmaktadır. Hüseyin Rahminin rahatsızlığı bir hafta evvel oldukça şiddetlenmiş ve sık buhranlar geçirmiye başlamıştır. Sanatoryom doktorlarından Şinasinin kıymetli tedavisi sayesinde dün akşam nabzı 112 den 96 ya inmiştir. Hastalık seyrini tabii bir şekilde takip etmektedir. Muhterem edibimize acil şifalar temenni ederiz.
Tan, 31 Mart 1939, Cuma
Büyükada ve Heybeliadadaki çam ağaçlarının tırtıllardan korunması ve temizlenmesi için başlanan faaliyete devam olunmaktadır. Büyükadada “Dil”, “sanatoryom civarı” ve “eski bağ” civarındaki çamlar, şimdiye kadar yapılan mesai ile tırtıllardan tamamen temizlenmiştir.
Temizleme işi; şimdi Adanın diğer çamlıklarında devam etmektedir.
Adalarda bahçelerinde çam bulunan halk da mecburi olarak tırtıl mücadelesine tabi tutulmuşlardır. Diğer taraftan Ziraat Vekâleti, çam ormanlarının büyük faydasını nazarı itibare alarak bütün çamları ayni suretle temizet eğe karar vermiştir. Vekâletin orman fen şubesi müdürü bu maksadla şehrimize gelmiş ve Trakyaya gitmiştir.
Müteaddid fen grupları Trakyadaki çam ormanlarında bu maksadla çalışmaktadırlar.
Memurlar; şimdiye kadar Gelibolu, Çanakkale ve Keşanla civarındaki çamlardan 250 bin kese tırtıl toplamışlardır.
Son Telgraf, 19 Mart 1939, Pazar
Heybeliada iskelesindeki tamirat bitmek üzeredir. İskele, yakında daha çok kabili istifade bir hale gelecektir.
Son Telgraf, 23 Mart 1939, Perşembe
Okuyucularımızdan Dr. Haydar İbrahim Aydar bize gönderdiği mektubda şunları yazıyor:
“Gazetenizin 25/2/939 tarihli nüshasında Heybeli sanatoryomu için bir haber vardı. Sanatoryoma ilâve edilecek 150 yataklı bir ilâvenin mahallinde tetkiki için Sıhhiye Vekâleti Müsteşarile Hıfzısıhha Müdürü gideceklermiş.
Heybeli Snatoryomunu değil tevsi, hatta ipka etmekliğin mahzurları vardır. Bu mahzur idari ve iktisadi cihetten olduğundan fazla, sıhhidir de.
Suyunu kuyudan ve yağmurdan tedarik eden, gidip gelme vesaiti mahdud bulunan, lodos rüzgârlarının şiddetine maruz olan sanatoryomda istenen evsaf az bulunuyor demek hatalı olmaz.
Heybeliadada inşaat çok masraflıdır. Vesaiti nakliye azlığı sebebile tıbbi ve idari zorluklar vardır. Meselâ vapuru kaçıran bir memur veya doktor için Heybeliye gitmek bazan imkânsızdır. Aranılan lüzumlu ve müstacel şeyleri bulmak güç, hatta mümkünsüzdür. Lodos rüzgârlarının hastalar üzerindeki tahripkâr evsafı da mütaleaya lâyıktır. Buna mukabil faraza Maltepenin arkasındaki dağların sırtında yapılacak bir sanatoryomda bu mahzurlar olmadığı gibi faydası çoktur. Havası güzeldir ve sanatoryom için çok muvafıktır. Suyu boldur. Vesaiti nakliyesi çoktur. Malzeme ve inşaat ucuzdur.
Sanatoryomun ilâveler şeklile, tevsii de büyük bir mahzurdur. Sanatoryom bir defada ve tekmil teferruatile, asgari bin yatak olmak üzere yapılıyor. Bu suretle tıbbi maksad hasıl olduğu gibi âzim bir iktısad temin olunuyor. Heybeli sanatoryomu mükemmel bir otel olabilir. Fakat sanatoryom değil…
Mevzuubahs 150 yataklı ilâve yapılmazdan evvel müdiranı umurun bu noktaları tetkik buyurmalaı icap eder.”
Cumhuriyet, 1 Mart 1939, Çarşamba
Okuyucularımızdan biri bize bir mektup yollamış; bakınız ne diyor:
“Her gün saat 14.15 te Ada seferini mutat olarak yeni vapurlardan Suvat ve Ülevin yapmaları lâzım gelirken son günlerde ayni sefer eski yandan çarklı vapurlara yaptırılmaktadır. Mutlaka yeni vapurların bu seferi yapmalarını istemek makul olmaz, idare herhangi bir lüzuma dayanarak bu gemileri o seferden çekmiş olabilir. Fakat bunların yerine konan yandan çarklı tekneler idarenin en eski, âdeta hurdalaşmış gemileridir. Geçen gün bu yandan çarklılardan birine ayni seferde istiap haddinden iki yüze yakın fazla yolcu alınmış ve bu yüzden vapur Heybeliye müşkülâtla ve ancak bir saat elli dakikada varabilmiştir. En yeniden en eski gemiye – hem de balık istifi gibi – doldurulan ve ayazda iki saate yakın bir müddet güvertede seyahate mecbur edilen halkın hayal kırıklığını ve tehlikeli vaziyetini izaha lüzum var mı bilmem?
Bir nokta daha: Bu külüstür gemi kendini ve muayyen yekûnu taşıyamazken fazla binen 200 kişinin ağırlığı altında mevsimin her an muhtemel bir sillesine uğrar, şiddetli bir fırtınaya yakalanırsa yüzlerce vatandaş Marmaranın derinliklerine gömülmekten kolaylıkla kurtulabilir mi? Ben sanmıyorum!”
Haklı değil mi?
İkdam, 2 Mart 1939, Perşembe
Adalarda oturan bir kısım halk son günlerde bazı haklı şikâyetlerde bulunmağa başlamışlardır.
Hergün saat 14,15 te Adalara yapılan seferleri Suvat ve Ülev vapurları yaparken son günlerde bu seferleri yandan çarklı vapurlar yapmağa başlamıştır.
Bundan bir kaç gün evvel Adalara saat 14,15 seferini yapan yandan çarklı vapurlardan (Halep) bu sefer esnasında vapurda bulunanların anlattığına göre vapura istiap haddinden 200 kişi kadar fazla yolcu alınmış ve vapur bu seferi köprüden Heybeliye tam bir saat 50 dakikada binbir müşkilâtla yapabilmiştir. Yolcuların mühim bir kısmı kalabalık yüzünden iki saate yakın bir zaman güvertede seyahat etmek mecburiyetinde kalmışlardır.
Haber aldığımıza göre bu yolculardan birçoğu aralarında birleşerek bu vapurların Adalara kullanılmaması hakkında Denizbanka müracaata karar vermişlerdir. Bu müracaat nazarı itibara alınmadığı takdirde dileklerini Vekâlete bildireceklerdir.
Halkın bu dileği esas itibarile çok yerindedir.
Malûm olduğu üzere yandan çarklı vapurlar Denizbankın en eski ve hurda gemileridir. Bunlarla Adalar gibi uzun mesafelere seferler yapmak bilhassa bu kış günlerinde çok mahzurlu ve tehlikelidir. Bilhassa bu soğuk kış günlerinde güvertede seyahat etmek oldukça güç bir meseledir.
Yeni Sabah, 2 Mart 1939, Perşembe
Heybeliadada Orhan sokağında oturan Orhan Koken adında bir okuyucumuz yazıyor:
“Ben evimi on beş günde bir defa gören ay denizciyim. Bundan altı ay evvel dünyaya gelen evladımı nüfusa kaydettirmek ve bu suretle devletimin bu lüzumlu emrini yerine getirmek aşkile merbut bulunduğum semtin nüfus memurluğuna müracaat ettim. Aradan altı aylık bir zaman geçmesine rağmen daha henüz nüfus cüzdanını almak nasip olmadı. Her gidişimde birçok mazeretler beyanile karşılaştım. Bir ferd tarafından her muamelenin formalitesini bilmek kabil değildir. Bununla beraber yapılan her işin kendine mahsus en kısa yoldan bir hal şekli vardır. Bunun içindir ki bu basit muamele bu kadar uzun zaman zarfında hallolmadı. Alakadarların nazarı dikkatini celbederim.”
Haklı değil mi?
İkdam, 20 Mart 1939, Pazartesi
Denizbankın yaz tarifeleri hazırlıkları bitmiştir. Adalar ve Anadolu yakası ilkbahar tarifesile Karadeniz, Marmara ve Akdeniz seferlerinin yaz tarifeleri 15 Nisanda tatbike başlanacaktır. Şirketi Hayriyenin ilkbahar tarifeleri de 15 Nisanda tatbik mevkiine konulacaktır.
İkdam, 21 Mart 1939, Salı
Evvelki gece Büyükadada Cami sokağında oturan Fazilet ile kocası Ahmed arasında kıskançlık yüzünden kavga çıkmış ve Ahmed karısı Fazileti bıçakla vücudünün muhtelif yerlerinden yaralamıştır..
Yaralının müdavatı yapılmış, suçlu Ahmed yakalanarak, tahkikata başlanmıştır.
Son Posta, 4 Mart 1939, Cumartesi
Heybeliadada ölüm ile neticelenen bir zehirlenme vak’ası olmuştur.
Heybeliadada İnönü sokağında 15 numaralı evde oturan Ahmed, mangalını kömürler tamamen yanmadan odasına almış ve yatmıştır. Az sonra baygın bir hale gelen Ahmed ev halkı tarafından görülerek, zabıtaya haber verilmiştir. Ahmed, Heybeliada sanatoryomuna kaldırılmışsa da hayatı kurtarılamamış ve dün sabah ölmüştür.
Son Posta, 23 Mart 1939, Perşembe
Dün gece Büyükadada geçimsizlik yüzünden bir genç karısını muhtelif yerlerinden yaralamıştır.
Hadise şöyle olmuştur:
Büyükadada Servilicami sokağında 7 numaralı evde Ahmed İsmail adında bir genç bir müddet evvel evlendiği karısı Faziletle beraber oturmaktadır.
Ahmed İsmailin vazifesi her akşam eve gelmesine müsaid değidir. Fazilet ise kocasının her akşam eve gelmesini istemektedir.
Bir müddet evvel bu yüzden karı koca arasında kavga çıkmış, fakat araya girenler kavganın büyümesine meydan vermemişlerdir. Dün akşam bir kolayını bularak saat 12 raddelerinde evine gidebilen Ahmed İsmail karısının asık çehresile karşılaşınca fena halde kızmış ve karısıa ileri, geri sözler söylemiye başlamıştır.
Faziletin:
Bu hale artık tahammül edemem…
Demesi genç adamı çileden çıkarmış ve bıçağını çekerek genç kadını muhtelif yerlerinden tehlikeli surette yaralamıştır.
Faziletin feryadı üzerine gelen memurlar yaralı kadını hastahaneye kaldırmışlar, Ahmed İsmail de kanlı bıçağile yakalanarak tahkikata başlanmıştır.
Son Telgraf, 3 Mart 1939, Cuma
Dün sabah Büyükadadan Köprüye hareket eden Erenköy vapurunun dümen zinciri bozulmuş ve vapur bir müddet denizde bocaladıktan sonra, yarım saat rötarla Köprüye gelebilmiştir.
Tan, 25 Mart 1939, Cumartesi
Evvelki gece Heybeliada açıklarında büyük bir faciayla neticelenmesine ramak kalan bir deniz kazası olmuştur.
İçinde sekiz tane tayfası bulunan Ahmedin sandalı balık avlamak için adalardan açılmıştır. Bir müddet sonra hava birdenbire değişmiş ve gittikçe büyüyen dalgalar kayığın içini su ile doldurmağa başlamıştır.
Kayığın içinde bulunan tayfa canlarını kurtarmak için büyük bir gayret sarfederek sahile yaklaşmağa çalışırlarken büyük bir dalga tayfadan iki kişiyi denize sürüklemiştir.
Denize düşenlerden Ahmedin bacağı kırılarak ve diğeri de büyük müşkülatla tekrar kayığa alınmış, sahile hiç bir nüfusça zayiat olmadan yaklaşılmıştır.
Yeni Sabah, 21 Mart 1939, Salı
Adalar kazasında 21/3/939 tarihinden bugüne kadar berberler, kasaplar, balıkçılar, lokantacılar vesair esnaf arasında yapılan teftiş neticesinde belediye talimatnamesine aykırı areketleri görülen 5 esnaf tecziye edilmiştir.
Yeni Sabah, 31 Mart 1939, Cuma
18 Mart 939 cumartesi günü 13 de Heybeliadadaki hanesinde vefat eden zevcim Erenköy serkomiserliğinden emekli Hilmi Baysalın cenaze merasimine iştirak eyliyen meslekdaşlarile tekmil dostlarına, gerek beni ziyaret ve gerek tel ve mektup ile acıklı günlerimi teselli eyliyen akraba ve ahbaplarıma derin şükranlarımı takdim eylerim.
Eşi: Refika Baysal
Akşam, 21 Mart 1939, Salı
Tarih adı sanatı adresi ihbarname sene verği
numarası
29 Mehmed sucu Büyükada iskelesi 13 935 8.92
Yukarıda ismi ve işi ve adresi yazılı mükellefin yeni adresini bildirmemiş ve yapılan araştırmalarda da bulunamadığından hizasında gösterilen seneye aid kazanç ve buhran vergisine aid ihbarnamesi tebliğ edilememiştir. Hukuku usül muhakemeleri kanununun 141, 142 inci maddeleri hükümlerine tevfikan tebliğ olunur. (1355)
Son Telgraf, 2 Mart 1939, Perşembe
Mevkii Sokağı Cinsi Muhammen kirası
Halik Burgazada Voli mahalli 400 lira
Yukarıda yazılı Halik voli mahallinin bir senelik kira müzayede müddeti on gün müddetle uzatılmıştır. İhalesi 16/3/939 Perşembe günü saat 14 de Adalar Malmüdürlüğünde yapılacaktır . İsteklilerin % 7 buçuk pey akçelerile Adalar Malmüdürlüğüne gelmeleri. (1542)
Son Telgraf, 9 Mart 1939, Perşembe
Yayınlanma Tarihi: 06 Mart 2024 / Son Güncellenme: 07 Mart 2024
Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.
Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.
Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.