Paylaş
Tüm Sayılar      2024      Sayı 225 - Mart 2024      Saraydan Sürgüne Sabiha Sultan

Saraydan Sürgüne Sabiha Sultan


Sabiha Sultan ile Şehzade Ömer Faruk. İthaf: Sevgili Abacığıma Şehzade Ömer Faruk 6.3.1920 (Ömer M. Koç Koleksiyonu)

Tam yüz yıl önce 3 Mart 1924’te çocuk, kadın, hasta ve yaşlı demeden Osmanlı hanedanın tüm azaları apar topar sürgüne gönderildi. Teyfur Erdoğdu, bu sürgünden fazlasıyla etkilenen isimlerden Sabiha Sultan’ın biyografisini kaleme alan İpek Çalışlar ile bir mülakat gerçekleştirdi.

Latife Hanım, Halide Edib ve Atatürk biyografilerinin yazarı İpek Çalışlar, Hanedandan Bir Sultan: Sabiha künyeli kitabında, İşgal İstanbulu’nu ve Cumhuriyet’in kuruluş yıllarını sarayın penceresinden anlatıyor. Ama esas konusu Sabiha Sultan ki o, kuvvetli şahsiyeti, boyun eğmez tabiatı, güzelliği ve sadeliği ile ünlüydü. İyi bir eğitim almıştı. Babası Vahideddin Hünkar’ın yaveri Mustafa Kemal Paşa’nın evlilik talebini kabul etmemiş, âdetlere ve hanedanın özel hayatını düzenleyen kurallara da isyan ederek kendisinden dört yaş küçük kuzeni Şehzade Ömer Faruk ile aşk evliliği yapmıştı. Bu çift Milli Mücadele’ye katılmak için Mustafa Kemal Paşa’ya başvurdu. Ama siyasi sebeplerle bu müracaatları kabul olunmadı. Cumhuriyet ilan edildikten sonra 3 Mart 1924 tarihinde kadın, çocuk, yaşlı demeden hanedan sürgüne gönderildi. Sabiha Sultan ile Şehzade Ömer Faruk’un da, vatansız, unvansız ve maddi sıkıntılarla dolu hayatları başladı. Fransa’da ve Mısır’da yaşadılar. Güzellikleri ve zarafetleriyle dünyaya nam salacak üç kızları oldu, beş de torun. Sürgünden yirmi yedi yıl sonra Sabiha, hanedan kadınlarının Türkiye’ye giriş yasağı kalkınca, 1952 yılında boşanmış bir kadın olarak ülkesine döndü. Babasına ait belgeleri ömrü boyunca bir çanta ile yanında taşıdı. Israrlara rağmen babası Vahideddin, Mustafa Kemal ve Cumhuriyet hakkında konuşmadı.

Ömer Faruk Efendi atıyla. İthaf okunamıyor. (Ömer M. Koç Koleksiyonu)

Künye İpek Çalışlar, Hanedandan bir Sultan: Sabiha, YKY, İstanbul 2023, 50 bölüm, fotoğraf albümlü, 360 sayfa +

Neden son dönem Osmanlı ve ilk dönem Cumhuriyet biyografilerini yazmaya merak saldınız?

Gazetecilikten biyografi yazarlığına geçişim hızlı oldu. Kendime yeni bir iş bakıyordum. Seveceğim bir yazı çizi işi arıyordum. Aklımda kitap yazmak gibi bir fikir de yoktu. Latife Hanım’ın hayatı üzerine okuduğum bir kitap onu bambaşka bir açıdan ele alıp incelemek isteği yarattı bende. Hemen araştırmaya başladım. Gazetecilik yaparken hazırladığım dergiler için pek çok biyografi kaleme almıştım.

Biyografi yazmaya Latife Hanım’ın hayatıyla başlayınca önce dönemi incelemeye karar verdim. Bu araştırmalarım sırasında Erken Cumhuriyet tarihine bütün incelikleriyle hâkim olmaya başlamıştım ve bundan çok haz aldım. Olaylarıyla, adetleriyle, mekanlarıyla ve insanlarıyla gittikçe derinleşiyordum. Derinleştiğim alan burası olunca diğer biyografilerimi de aynı dönemden seçtim. Tamamen gerçeklere dayanarak yazmaya çalışıyorum. Hayal gücüne yer bırakmıyorum. Üstelik kaynaklarımı da okurumla paylaşıyorum. Bir başka yüzyılı çalışmak gibi bir hevesim de yok. Yaşadığım dönemden birilerini de seçebilirim tabii. O da eski mesleğim gazetecilik olur.

 

Tarihi biyografi yazarlığı için örnek aldığınız biri(leri) oldu mu?

Bir dönem AFA yayınları Camille Claudel ve Frida Kahlo gibi sanatçı kadınların biyografilerini yayınlamıştı. O kitaplar bende benzer kitap yazma isteği uyandırmışlardı. Ayrıca hayatını yazdığım kişiye dair daha önce ne yayınlanmışsa hepsini okuyorum. Kaynakları inceliyorum. Biyografilere bakış açım tam tersi bir noktadan başlıyor: Benim yazdığım nasıl farklı olmalı?

Sabiha Sultan ile Ömer Faruk Nice’te Lancia Landa markalı üstü açık otomobillerinin önünde. (Sadberk Hanım Müzesi Neslişah Sultan Arşivi)

Neden hayatını yazdıklarınızın hepsi kadınken Atatürk istisna oldu?

Latife ve Halide Edib’i seçerken her iki kadının da oldukça yanlış tanınması beni harekete geçirmişti. Latife ile Halide Edib’i çalışırken, o kadar çok Atatürk bilgisi biriktirdim ki Atatürk hiç aklımda yokken artık aklımdan çıkmaz olmuştu. Bir Amerikalı gazeteci Milli Mücadele Ankarası’nda röportaj yaptığı Atatürk’ü anlatırken, onun kırmızı bıyıklarından ve altın kaplama dişlerinden söz ediyordu. Bu anlatı çok ilgimi çekmişti. Kılıç Ali anılarında Atatürk’ün farklı telaffuz ettiği sözcükleri sıralamıştı. Bu sözcükleri daha sonra yazdığım biyografide kullandım. Mustafa Kemal, Bozkurt kitabı yayınlandıktan sonra içindeki yanlışları tek tek cevaplamıştı: “Yahu ben yoksul çocuğu değilim” diye üstüne basa basa Selanik’teki mal varlıklarını anlatıyordu. Halide Edib de cephedeki Atatürk’ü, filmini çekmiş gibi yazmıştı. Ben de onu kadınların gözünden ve dilinden yazayım ve bitirebilirsem bu kitap diğer Atatürk biyografilerinden çok farklı olur diyerek işe koyulmuştum. Editörüm olarak seninle tanıştığımızda kitap üzerindeki çalışmamı tamamlamıştım. Bana kendi kitabımı o kadar güzel anlattın ki bütün telaşım ve endişelerim uçup gitmişti.

 

Neler de yapmışım farkında olmadan. (Gülüşmeler…) Peki’ yazarken tabi olduğunuz en önemli etik kural nedir?

Bu noktaya dikkat çeken sen oldun, hatta Yıldız Teknik’teki derslerinden birini de benim kitaplarımdaki etik hassasiyete ayırmıştık. Birkaç noktayı vurgulamak isterim: Özel hayata saygı insanların hassas noktasıdır. Gerçeklere ve yazdığınız kişiye saygılı olmak, bu konuda bir ölçü tutturmak galiba işin anahtarı.

Yayın hayatım boyunca buna hep dikkat ettim. Nokta dergisinde çalışırken, aramızdan biri ünlü bir kadın şarkıcımız ile ilgili bir haber hazırlamıştı. Ercan Arıklı da, “Bu yazdıkların için izin mi aldın? Bu özel hayat. Sonra istenmedik şeyler olmasın” demişti. Bu konularda tecrübeli olan yazar arkadaşımız tamamen anlaşmalı bir haber diye ısrar etmişti. Bir hafta sonra olanlar olmuş, Ercan Arıklı’nın hayatındaki büyük dram, “Babıali’nin Prensi” manşeti ile ortaya dökülmüştü. Karısının sinir krizi geçirip evini ateşe verdiği ve iki çocuğunun böyle öldüğünü bütün Türkiye öğrenmiş, Ercan Bey üzüntüsünden bir hafta evine kapanmış, kimse ile görüşmemişti.

 

Sabiha’yı yazarken onunla hiç duygudaşlık (empati) kurdunuz mu? Bunda başarılı olduğunuzu düşünüyor musunuz?

Teyfur, bir Osmanlı Sultanı ile empati yapmak pek mümkün değil. Aslında kimse için değil. Herkes çok özel ve öznel. Sabiha için aklıma her takılan şey için torunu İkbal Hanım’a başvuruyordum. O da sorularımı bıkmadan usanmadan cevaplıyordu. Sabiha Sultan’ı yazarken bu açıdan şanslıydım. Sabiha Sultan İkbal ergenlik yaşına gelene kadar ona pek çok şey anlatmış, ama büyüdükten sonra ona içini dökmekten vazgeçmiş. Ninesinin kendi kararlarını tereddüt etmeden veren demir iradeli bir kadın olarak hatırlıyor. Ayrıca Ömer Faruk’un Sabiha’yı boşamasının onda yıpratıcı bir etki bıraktığını söyledi. Bu gibi kaynaklarımın yanında kraliçelerle, prenseslerle ilgili güvenilir araştırmalardan yola çıkılarak çekilmiş pek çok tarihi dizi de izledim. Bunlar da epey yardımcı oldu diyebilirim. Empati meselesine geri dönersek, ben hayale yer bırakmak istemiyorum. Gerçekten ne yaşadıklarını anlayabilmek ve bunu yazabilmek için titizleniyorum.

 

Ne kadar güzel söylediniz. Şuna da sormuş olayım: Sabiha’nın hayatının bize verdiği bir mesaj var mı? Ya da siz bu kitapla bir mesaj verme gayesi güttünüz mü?

Var tabii. Benim için mesaj hiç değişmiyor. Diyorum ki bugüne kadar okuyup öğrendikleriniz, dinledikleriniz belki de gerçeğin ta kendisi değildi. Sabiha Sultan tarihçilerin yazdıklarından çok rahatsız. Babası Vahideddin’in hain ilan edilmesinin haksızlık olduğunu düşünüyor. Osmanlının karalanmasından büyük rahatsızlık duyuyor. Bu durumu tersine çevirmeyi hayatının görevi gibi kabul ediyor. Ama Türkiye’ye döndükten sonra ülkesinde kurulan düzeni bozan kişi olmak da istemiyor. Konuşmamayı tercih ediyor. Devlet terbiyesi ile yetiştirilmiş bir insan. Yapmak istediği şeyin ülkesine zarar verebileceğini düşünüyor. Kendisiyle konuşmak isteyen gazetecileri geri çeviriyor. Sanırım bütün bu değerlendirmeleri tek başına yapmak zorunda. Sonunda torununun kayınpederi olan eski başbakanlardan Suat Hayri Ürgüplü’nün sorularını yanıtlıyor. Anlatmak istedikleri şeyleri anlatamayacağını söylüyor. Ama babası ile ilgili bilinenlerin doğru olmadığının da altını ısrarla çiziyor.

Suat Hayri Ürgüplü’nün notlarından birkaç satırla anlatmaya çalışayım:

“… babası hakkında haklı haksız yayınlar devam ediyordu ve hayatta babası hakkında doğruyu söyleyecek tek insan kendisi kalmıştı. Ve ne acıdır ki, susmaya mecburdu. Neden mecburdu? Zira kendi ifadesiyle “Artık sembol olmuş, putlaşmış bir insan hakkında bugün bazı şeyler anlatmak, vatanım için zararlı olabilir!” demişti.

 

Gazeteler ve tarih kitapları arasında kaynak olmaları bakımından ne tür farklar görüyorsunuz?

Yakın dönem tarihçileri için çok iyi kaynaklardan biri gazetelerdir. Geçmişi anlamak ve yazmak için müthiş bir imkân. Ama unutmayalım ki gazete haberlerini tarihçiler değil gazeteciler yazar. Haberlerde hata bol olabilir. Tabii tarih yazımında da bu olabilir. Gazete siyasi baskılara boyun eğmişse, haber çürük olacaktır. Yine tarih yazanlar ya da öğretmek görevini üstlenenler de yanlış bir tarih yazıyor, anlatıyor olabilirler. Gazeteci doyurucu bir araştırma yapıyorsa çok doğru haberler bırakabilir. Bu bakımdan her iki kaynağı da kullanırken çok dikkatli olmak ve tüm teknikleri kullanmak gerekir.


Sabiha Sultan’ın Sakıp Sabancı müzesinde 2021 Aralık ayında izleyici ile buluşan “Şehzadenin Sıradışı Dünyası Abdülmecid Efendi” sergisindeki fotoğrafı. (Hüseyin Hulki Birol Koleksiyonu)

Sabiha kitabını niye okumalıyız?

Kitapta ne var ne yok diye merak ettiyseniz, kadın sultanlarla ilgili detaylardan birini aktarıyorum. Sabiha Sultan’ın halası Mediha Sultan (İstanbul Baltalimanı Hastanesi onun sarayı imiş) pek sevdiği eşinin ölümünden sonra yeniden evlenmek istemiş. 1886 tarihli bir Osmanlı arşiv belgesine göre sadrazama istediği eşi yazılı olarak şöyle tarif etmiş: ‘Soy itibariyle Osmanlı devlet adamlarından olmak, güzel ahlak sahibi bulunmak, asla kadın yüzü görmemiş ergen (bekar) olmak, yaşı otuzdan aşağı, kırktan yukarı olmamak.’ Sonuçta Mediha Sultan istekleri doğrultusunda kendisi için seçilen eş ile yani Damat Ferid ile evlenmiş.

 

Son söz: Bu çalışma dört başı mamur merakla okunası bir kitap. Elinize aldığınızda bırakamayacağınız, ne çok şeyi bilmiyormuşum ve bildiklerimin büyük kısmı da nasıl yanlışmış dedirten bir eser. Tebrikler tüm okuyucular adına.


Yayınlanma Tarihi: 06 Mart 2024  /  Son Güncellenme: 07 Mart 2024


Bu yazı hakkında yazarımıza ve editörlerimize iletmek istedikleriniz mi var?
Aşağıdaki formu kullanarak kendisine ulaşabilirsiniz.
(Bu formdaki bilgiler, yazarımız ve editörlerimizin mail adreslerine iletilecektir.)


Çerezleri Yönetin!

Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.

Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.

Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.