Paylaş
Tüm Sayılar      2023      Sayı 212 – Şubat 2023      Denizden Gelen Adam

Denizden Gelen Adam


Hollandalı olduğu kadar artık adalı, hatta Burgaz’lı diyebileceğimiz sanatçı Koenraad Marinus van Lier ile Semra Askeri Uzuner’in yaptığı ilk söyleşi Adalı Dergisi’nin Ekim 2017[1] sayısında yayınlanmıştı. O günden bu yana gerek Adalar gerekse Koenraad’ın sanatı değişerek gelişmeyi sürdürdü. Tesadüf bu ya, evini, atölyesini daha önceleri ziyaret ettiğim, farklı vesilelerle bir araya geldiğim Koenraad ile bu söyleşiyi yaptığımız sırada ikimiz de Adalar’dan uzaktaydık. Tesadüflere inanmam ama kerameti kendinden menkul kehanetlere kulak kabartmayı severim. Koenraad ile sohbetimizde de kaçınılmaz olarak bunu dillendirdik, genetik hafızaya ve kendi çizdiğimiz kaderin bizi getirdiği yerlere kısaca bir göz attık…

“Kışı çok seviyorum, çok güzel ve huzurlu bir mevsim, hele de Adalar’da”, diye anlatmaya başlıyor Koenraad. Yaklaşık yedi yıldır Burgazada’da yaşıyor. Yukarıda bahsettiğim röportajda Türkiye’ye nasıl geldiğini de etraflıca anlatmış ama okurlarımızın hafızasını tazelemesini rica ediyorum hemen: 2010 yılında İstanbul Avrupa Kültür Başkenti olduğunda Amber Dijital Festivali organizasyonu ile Türkiye’ye davet ediliyor, sakin Hollanda yaşamından sonra buradaki keşmekeşin büyüsüne kapılarak şehre yerleşmeye karar veriyor. O dönemde sergiler için farklı projeler üretiyor, Elmadağ’da yaşıyor.  2013 yılında dijital sanata ara vererek köklerine, resme dönmek istiyor. Bir yıl boyunca resim yapmayı sürdürüyor; şehirde maruz kaldığı kentsel dönüşüm ve “mutenalaştırma” (gentrification) girişimlerinden tam bunalmış ve memleketine gitmeyi düşünürken müstakbel eşiyle tanışıyor. Yine aynı süreçte mozaik tarzında yağlıboya çalışmalarına ağırlık veriyor. Eşiyle birlikte Adalar’a taşınmaya karar verip hepsini teker teker dolaşıyorlar ve sonunda “ilk görüşte aşık oldum” dediği Burgaz’da karar kılıyorlar. Buranın küçük bir köy hissi vermesi, Koenraad’ın tabiriyle “yeterince küçük, ama yeterine de büyük” olması hoşlarına gidiyor. Bir yabancı olarak adanın etnik ve dini çeşitliliği açısından kendimi tam anlamıyla evimde hissettim” diyor Koenraad. Bundan sonrasını ona bırakıyorum…

Aya Nikola’ya o zaman çok insan gelmezdi. Tüm adalar arasında Burgaz en az turistik olanıdır. Şehirleşme kaçınılmaz olarak buraya da sirayet ediyor taksiler ve otobüslerle. 2016’da hâlâ resim yapıyordum ama resimlerim daha soyut bir yere evrildi, doğadan, özellikle de denizden daha çok etkilenir oldu. Sahile gittiğimde -özellikle Madam Marta Koyu’na- şaşkına dönmüştüm; çöplük alanı gibiydi, her yer moloz ve çöple doluydu, etraf plastikle kaplıydı. Düzenli olarak sahile gittiğinizde günübirlikçilerin verdiği zararı görüyorsunuz ama orada vakit geçirmeye başladığınız andan itibaren bu tarz bir “çevre kirletme” alışkanlığının aynı zamanda düzenin bir parçası olduğunu da anlıyorsunuz. Bu konuda şikâyet etmek yerine bir şeyler yapabilir insan. Benim için çevreyi kirletmenin zıttı bir şeyler yetiştirmeye çalışmaktır. Böylece daha önce de bahsettiğim “yetiştirme” (bahçe) sarmalına başladım. Algoritmik büyüme sarmalı doğal bir sarmaldır. Bunu kozalaklarda, dalgalarda, kasırgalarda, galaksimizde bile doğal bir sarmal şeklinde görüyorsunuz. Bu sarmal pi değil, altın oranın ifade edilmesi için kullanılan fi sembolüdür. İş büyümeye başladığında, fi ortaya çıkar. Ben de sahilde bulduğum malzemelerle sarmal yapmaya karar verdim. Yani aynı malzemeyle ama bir düzen içinde, tıpkı bir Zen bahçesi gibi. Kaostaki düzen güzellik yaratır. Bu hiç bitmeyen bir proje çünkü insanlar hâlâ gelip çevreyi kirletiyor. Böylece ben de plastikleri toplayıp atabiliyorum.

“Sanırım bu da sarmalın bir parçası?” diye soruyorum hemen.

Evet kesinlikle. Hiç bitmiyor. Bir de Kalpazankaya yolu üzerindeki çöplük hala doğrudan denize aktığı için suya karışıyor hepsi. İnsanlar piknik yaptıklarında, denize doğru erozyon şeklinde kayan çöplerin üzerinde durduklarının farkında değiller. Kışın her lodos, başka bir denizi beraberinde getirir adalara. İnsanlar üç metrelik dev dalgaların tüm betonu, asfaltı ve tabii ki asbesti beraberinde taşıdığını anlayamıyor. Çocukların farkında olmaksızın asbestte oynaması gerçekten çok üzücü.

Benim sarmal bahçem doğal taşlarla her yıl biraz daha büyüyor. Yeni bir katman koyuyorum, biraz ağaç ekiyorum; şu sıralarda yabani çiçekler büyüyor, yazın kuruyunca kesiyorum, taze gübre oluştursunlar diye. “Terraforming” diyoruz buna: hem gezegeni yaşanabilir kılma hem de taraçalı haline getirme aslında sözcük anlamına baktığınızda. Sanırım sahildeki tek temiz yer bu bahçe. Bir bahçe yapmak semboliktir. Mevlana’nın dediği gibi, etrafımız güzelliklerle dolu ama bazen bir bahçeye girmek gerekiyor onu görmek için. Burada belirli referanslar var. Ayrıca sanat bağlamında bahçe, kovulduğumuz Cennet Bahçesi’ne dönüşe bir göndermedir. Her zaman koptuğumuz, kopartıldığımız bu birincil doğa durumuna geri dönme arzusu vardır. Elbette Robert Smithson’ın, “Land Art” akımının en ünlü eseri olan “Sprial Jetty”sine de bir gönderme var.[2] Ama aynı zamanda da kumdan küçük bir kale. Burgaz burç, istihkâm demekmiş. Adada eski bir burç varmış zamanında. Ben de küçük bir çocuk gibi sahile gidip kumdan kale yapıyorum. Geçen yıl lodos sırasında yaptıklarımın bir kısmı yok oldu. Bu da doğal çünkü deniz seviyesi yükseliyor ve belli bir noktada tekrar yıkanıp gidecek. Bir Budist “mandala”sı[3] gibi; düzenlemek için çok ama çok zaman harcıyorsunuz ama biliyorsunuz ki sonunda yine yok olacak.

Her şey süreçle ve farkındalıkla ilgili. Kişisel düzeyde bu gerçek bana büyük ölçüde alçak gönüllülük katıyor. Bu projeyi yaparken banyo ve mutfak seramiklerinden birçok kırık fayans da buldum; onları kullanarak bu heykelleri yapmaya başladım. Ben bir mozaik sanatçısı değilim; normalde mozaik sanatçıları mozaikleri çekiçle kırarlar. Bu durumda zaten kırılmış halde buluyorum parçaları ve sembolik olarak yeniden bir bütün haline getiriyorum. Mimari tasarım okudum, bu yüzden inşaatı dekorasyon olarak kullanıp kullanamayacağımı görmek istiyordum. Normalde mozaik sanatçıları mozaiği dekorasyon olarak kullanırlar. Önce bir form üretiyorlar – bir yapı- ve sonra onu mozaikle kaplıyorlar. Benimkilerin içi boş; sadece parçaları birbirine yapıştırıyorum. Sen gördün daha önce işlerimi. Karınca yuvaları veya peri bacaları gibi görünen doğal şekiller veriyorum hepsine. Bunu yapabilmek için silikona gereksinim duyuyordum. Silikon yağ bazlı ama sonuçta bir ambalaj içinde geliyor ve ben çevre bilincinde bir sanatçı olarak işimi yaparken arkamda hiçbir atık bırakmamam gerektiğinin farkındayım. Sırf bir şeyler üretmek istiyorum diye arkamda çöp bırakamam. Bu yüzden tamamen sıfır atık politikası gütmeye karar verdim ve bu esnada sahilde kimi kalker parçaları buldum. Kireçtaşı en eski yapı taşıdır. Katman katman oluşan tortul bir kayadır. Fosilleşmiş deniz yaşamıdır aslında. İnsanlar bu malzemeyi yüzyıllar boyunca inşaat için kullandı zira çok yumuşak bir taştır. Türkçe’de Malta taşı olarak da anılır.

Evet, Malta’yı ziyaret edenler, tüm yapıların bununla inşa edildiğini görebilir. Çok yumuşak ve aynı zamanda geçirgendir. İç mekânı kışın sıcak, yazın serin tutar” diye araya giriyorum hemen.

 

Evet ve Anadolu’da da bu taşın çıkarıldığı birçok bölge vardır. Bunlar her nasılsa adalara gelmiş. Oysa Prens Adaları volkaniktir. Bu oluşumlar adalara özgü doğal taşlar değil. İnsanlar tarafından buraya getirilmiş, kullanılmış ve sonra yeniden denize atılmış. Ne gariptir ki deniz yaşamı, kayalar, taşlar, tam da bu yüzden yine kesif bir daire çiziyor. Sahile vuruyorlar. Ben de onları buluyorum ve sadece bıçak kullanarak küçük heykeller yapıyorum. Taşın içinde bir delik açıyorum; bu yolla taştan bir malzemeyi çıkartmış oluyorum ama geriye kalan o artık sadece tozdan ibaret. Kireçtaşı tozu bir gübredir. Asitli toprağa sahip bölgelerde -ki biz burada da yapıyoruz adalarda çok sayıda çam ağacı olduğu için- toprağı nötralize etmek için gübre olarak kullanabilirsiniz. Başka bir deyişle neredeyse hiç israf yok ve geriye kalan o toz malzeme de faydalı. Hala bu taşları oyuyorum; bir anlamda adanın bir parçası gibiler. Ayrıca çok fazla mermer de var. Kış aylarında bir gün Büyükada’nın Neandros’a bakan tarafında arkadaşlarla denize girmek üzere Bıyık Plajı sahilinde yürüyorduk; sahilde çok sayıda mermer parçası bulduk. Muhtemelen burada inşa edilmiş kilise ve mastırlardan kalma bunlar, belki de Neandros’tan buraya gelip sahile vurmuş.

 

Bu vesile ile küçük bir kanal açıp adalardaki manastırların hikayeleri üzerine laflıyoruz biraz. Tesadüf bu ya, bu sayıda da Neandros var!

Bugünlerde bu küçük kireçtaşı heykeller üzerinde çalışıyorum. Ayrıca tepenin yukarısında minik bir bahçe inşa etmeye koyuldum, etrafta 18. yüzyılda yıkılmış olan Metamorfosis manastırından kalma, liken kaplı doğal ada taşları var. Ben de onları istiflemeye başladım. Bir ara adada çok yaygın olan ama artık pek sık görülmeyen küçük meyve ağaçları, biberiye, defne, sebze ve çiçek ekiyorum. Daha önceleri de, özellikle güney tarafında çok sayıda üzüm bağı varmış; henüz isim ekmedim. Şimdi çam fıstığı elde etmek için ticari amaçlarla dikildiğini düşündüğüm “yanlış” çam türleri kapladı her yeri. O alanda yeni bir sarmal (spiral) yapıyorum.

“Seni bir süredir tanıdığım ve takip ettiğim için şöyle bir gözlemde bulunacağım” diyorum hemen, “inanılmaz keskin bir gözün var ve bu işleri yaparken bir yandan da fotoğrafçılığın bunlardan bağımsız bir şekilde kendi yolunu sürüyor…”

90’ların sonlarında analog fotoğrafçıydım. Artık bir analog bir fotoğraf makinem yok; sadece cep telefonu ile fotoğraf çekiyorum. Bu yüzden kendimi bir fotoğrafçı olarak görmüyorum ama proje olsun olmasın ada her daim benim ilham kaynağım. O yüzden sadece adanın bana getirdiklerini kullanıyorum. Fotoğraflar kendini tekrar ediyor çünkü hepsi bir tür kayıt; şehirleşme kaçınılmaz olarak geliyor ve önümüzdeki on veya yirmi yıl içinde ada farklı bir çehreye bürünecek. Ben bir bakıma bu değişimi belgeliyor ve adanın doğal güzelliğini yakalamaya çalışıyorum; değişiklikleri görmek ve bunları sosyal medyada belgelemek benim için ilginç ve keyifli bir süreç.

“Bir süredir hafıza, kültürel amnezi ve nostalji kavramları, hatırlama ve unutma süreçleri üzerine çalışıyorum. Söylediklerinden ve çalışma yöntemlerinden dolayı, kültürel ve tarihsel hafıza kaybının korktuğumuz şekilde gerçekleşmesinin neredeyse imkânsız olduğunu izlemek ilginç…” diyorum hemen. Sarmal ya da döngüseldir bellek, çünkü aşınır ama sonra bir şekilde geri gelir ve yeni bir biçim ve yeni bir yaşam alır. Tüm bu döngüsel süreç, korktuğumuz hafıza kaybına aykırı ve tam da bu nedenle çok değerli. Kültürel olarak Türklerde yıkım ve sıfırdan inşa etme süreci hâkim korumacılık yerine. Japon kültürü gibi de değil tam; Japonca’da “mimari” anlamına gelen bir sözcük bulunmadığını okumuştum; hoş mimar, imardan geliyor, o yüzden karşılığı hemen hiçbir yabancı dilde yok. Geleneksel Japon dilindeki zoka ve fushin sözcükleri, evlerin inşaatına ve tapınakların onarımı ve yeniden yapılması için ayrılan bütçeye işaret etmekle sınırlı kaldığı için, batılı anlamda “mimari”nin karşılığı olarak aynı zamanda “inşaat”a da denk gelen kenchiku sonradan türetilmiş… diyorum kendime hâkim olamayıp.

Hafızayı ve varoluşu silmek, antropologlara göre bazı kabile kültürlerinin bir parçasıdır. İnsanlar bir yöreye yerleşip çevresini güzelleştirmeye çalışıyor ama göçebe tarzı farklı. Her zaman onu geride bırakabilir ve yeniden bir şeyler yaratmak için başka bir yere gidebilirsin. Ben de burada âdet olduğu üzere yaşlı bir balıkçıyla adada balığa çıkıyorum. Az önce sözünü ettiğim delikleri olan küçük taşları biliyorsun. Bir gün bu dostum bana eskiden balıkçıların yaptığı türden bir yem ağırlığı yaptığımı söyledi. “Taş atma” imiş adı. Beyaz oldukları için suda parlıyor taşlar. Böylece, bilinçaltı bir seviyede, uzun zaman önce yapılan bir şeyi yeniden hayata geçirmiş oldum. Balıkçılar bu geleneği kırk-elli yıl önce geride bırakıp kurşun ağırlık kullanmaya başlamışlar oysa. Geçmişle böyle bir bağlantı var.

Bu aralar defne, lavanta, erik ağaçları dikiyorum. Adadaki defneler hastalandı. İnsanlar yakacak odun arıyor, küller yaprakların üzerine düşüyor ve defne ağaçları da bu yüzden yavaş yavaş ölüyor. Bizim bahçıvanlık geleneği aslında aileden geliyor; amcam elma çiftçisiydi, bu yüzden bu sadece adanın bir geleneği değil, aynı zamanda benim aile geleneğimin de bir parçası. Hollanda’nın doğusunda yaşayan ve hiç deniz görmemiş olan çiftçi dedemden bana intikal eden göbek adım “denizden gelen adam” anlamına gelen “Marinus”. Şimdi bir adada yaşıyorum, bu yüzden kerameti kendinden menkul kehanet gibi.

“Biz Türkler için adaların değişimine ayak uydurmak yeterince zorken, sen bir “yabancı” olarak bunun nasıl altından kalkıyorsun?”  diye soruveriyorum hemen…

Geçen yaz gerçekten çok zordu. Normalde ben her şeyi olumlu bir açıdan görmeye çalışırım; sahile temizlik için giderim. Son altı-yedi yılda, sahilden bin torbadan fazla çöp toplamışımdır sanırım. Normalde çöp yığınları bayramdan sonra artar. Ama bu yaz daha da önce başladı, ben de bir aydan fazla bir süre koya gitmeyi kestim—ki her gün düzenli gidiyordum. Sonbahar geldiğinde ada sükunete kavuştu ve ben de sahile geri döndüm. Teslim olmak istemiyorum. Sırf bu yüzden bence pandemi buraya ilaç gibi geldi çünkü yeniden soluk aldı adalar. Aynı durum kış ayları için de geçerli.

Geleceğe dair kehanette bulunacak olursan?

Henüz resme dönmedim ama bir gün tekrar başlayacağım. Bir de son yedi yıldır üzerinde çalıştığım tüm görselleri içeren bir fotoğraf kitabı var aklımda. Hala belgeliyorum. Robert Schild[4] önerdi bir süre önce bir fotoğraf kitabı yapmamı.  Basılması gerekmez; dijital de olabilir. Birkaç yıl önce konsolosluk için bir mozaik projesi de yapmıştım; belki bir yerde, hatta Burgaz’ın kamusal bir alanında yeni ve büyük bir mozaik projesi gerçekleştiririm. Bu arada iki sarmal bahçe hâlâ büyüyor. Özellikle çocuklar için bir halk bahçesi hayal ediyorum. Umarım adada yaşamaya devam edebiliriz. Bakalım gelecek neler getirecek…

 

Daha fazla bilgi için www.koenraadvanlier.com ve Instagram: @koenraadmarinus sayfalarını takip edebilirsiniz.

[1] https://arsiv.adalidergisi.com/cms/2010-2019/2017/sayi-148-ekim-2017/makale/2211/marta-koyu-ndaki-tas-bahcenin-bahcivani-koenraad-marinus-van-lier

[2] https://tr.wikipedia.org/wiki/Robert_Smithson

[3] https://hthayat.haberturk.com/yasam/guncel/haber/1026543-mandala-nedir

[4] Burgazadalı yazar ve iş insanı Robert Schild (1950-).


Yayınlanma Tarihi: 06 Şubat 2023  /  Son Güncellenme: 07 Şubat 2023


Bu yazı hakkında yazarımıza ve editörlerimize iletmek istedikleriniz mi var?
Aşağıdaki formu kullanarak kendisine ulaşabilirsiniz.
(Bu formdaki bilgiler, yazarımız ve editörlerimizin mail adreslerine iletilecektir.)


Çerezleri Yönetin!

Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.

Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.

Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.