Paylaş
Tüm Sayılar      2024      Sayı 228 – Haziran 2024      Adalar’da Kıyı Kullanımı ve İki Uzman Görüşü

Adalar’da Kıyı Kullanımı ve İki Uzman Görüşü


Cevahir Aqua Park’ın hız kesmeden devam eden işgaliyesi, Asaf Plajı’nda ormana döşenen taşlar, Madam Martha Koyu ve Çam Limanı’nın ihaleye açılması gibi son derece tatsız gelişmeler yaşanırken, Adalar’da kıyı kullanımı sorunu bir kez daha gündemimize oturdu.

Geçtiğimiz aylarda, İstanbul Vakıflar 2. Bölge Müdürlüğü tarafından Burgaz’daki Martha Koyu ve koyun sırtında yer alan sebze bahçesi ihaleye çıkarıldı. Heybeli’de Diyanet İşleri Başkanlığı’na tahsis edilen, dünyanın en güzel ve mikro klimaya sahip Çam Limanı ve orada kiracı konumundaki bir işletmenin acele tahliyesine karar verildi. Yine Heybeliada’daki orduya ait iskelenin bitişiğindeki kıyıdaki hafriyat ve dolgu çalışması başlatıldı. Buraya ilişkin henüz bir bilgi olmamakla birlikte, Adalılar alanın ihaleye çıkarılacağını düşünüyor.

Adaların tümü, Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Yüksek Kurulu’nun 31.03.1984 gün ve 234 sayılı kararı uyarınca doğal, kentsel ve tarihsel nitelikleri ile korunmasını gerektiren “SİT ALANLARI BÜTÜNÜ” olarak ilan edilmiş olmasına ve 1990 yılında çıkarılan Kıyı Kanunu’nun, kıyıların kullanımına dair bütün koşulları net bir şekilde tanımlamasına rağmen, talan, işgal ve tahribat bütün hızıyla devam ediyor.

Adala’rdaki halk ve sivil toplum kurumlarının itirazları, Kıyı Kanunu ortada iken kamu görevlilerinin bu yaşananlara sessiz kalması ve hatta Madam Martha Koyu ve Çam Limanı’nda olduğu gibi korunması gereken bu kıyıların bizatihi devlet eliyle ihaleye açılması ya da belli kurumların kullanımına verilmesi akıl alır meseleler değil.

Bütün bu gelişmeler yaşanırken biz de bu konuya bir kez daha yer vermek ve iki uzman ile kıyı kullanım meselesini konuşmak istedik. Konuşalım ki bu hukuksuz çevre katliamları ve yol açacağı tehlikeler bir kez daha kayıtlara geçsin ve adalıların direnişi devam etsin.

İTÜ Jeofizik Mühendisliği Bölümü Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Haluk Eyidoğan ve İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora öğrencisi Gülten Timuçin. Her ikisi de Heybeliada sakini ve elbette gelişmeleri çok yakından takip ediyorlar.

Haluk Hoca hem bir adalı hem de deprem bilim uzmanı olarak sorularımıza cevap verdi. Gülten Timuçin ise bu konuda yazdığı tez üzerinden, “200 yılda Adalar Kıyılarının Antropojenik Değişimi”ni anlattı.

GÜLTEN TİMUÇİN: “1890’da insanlar maden ocaklarına karşı geliyorlardı ancak değişen bir şey olmadı. 2024 yılında biz bütün bu olanlara ses çıkarıyoruz. Hiç kimse duymuyor, değişen bir şey yok yani. Bu da çok endişe verici.”

NS: Tezinizde, Adaların antropojenik jeomorfisine etkileri üç başlıkta değerlendiriyorsunuz.

GT: Aslında çalışmanın temeli, daha doğrusu tek konusu kıyılar değil, İstanbul adalarının antropojenik jeomorfolojisini çalıştım. Dediğiniz gibi üç başlık altında çalıştım, bunlar madencilik, kentsel gelişim ve su yönetimi. Ancak öncelikle antropojenik jeomorfoloji ne? Onu birazcık açmak istiyorum çünkü birçok insan için yeni bir terim bu. Antropojenik insan kaynaklı demek, jeomorfoloji de yeryüzü şekilleri bildiğiniz gibi. Normalde yer bilimlerinde veya coğrafyada bizim bugüne kadar öğrendiğimiz, bu görmüş olduğunuz her şeyi şekillendiren iki tane etken vardır. Bunlar iç etkenler ve dış etkenler. İç etkenlerin içinde volkanizma, depremler, tektonizma, dış etkenlerin içinde ise rüzgarlar, akarsular, buzullar diye çoğaltabilirim. Şimdi bunun içine bir de insan faktörü girdi. Artık antroposen olarak adlandırdığımız çağın içindeyiz. Yani ne demek bu? Artık insan da morfu değiştirmeye başladı ki gerçekten baktığımız zaman öyle. Yani bu görmüş olduğunuz şehirler, taş ocakları, kıyı tahribatları bunları doğa yapmıyor, biz insanlar yapıyoruz. Maalesef bunu çoğunlukla olumsuz anlamda yapıyoruz çünkü tahrip ediyoruz, yani içinde yaşadığımız ekosistemi tahrip ederek ilerliyoruz.

Adalarda antropojenik jeomorfoloji çalışacağım diye karar verdiğim zaman açıkçası hani İstanbul’la Adalar’ı kıyasladığınız zaman sanki Adalar böyle hiç insana eli değmemiş, çok daha doğal duruyor ya ben de ne bulacağım diye düşünüyordum. Ancak içine girip biraz literatür okuyup, biraz arazi çalışması yapıp, biraz haritalandırdığım zaman aslında meselenin hiç de görüldüğü kadar masum olmadığını fark ettim. Tarihsel süreçte Adalar’da ilk ve en fazla tahribatı yaratanların da taş ocakları olduğunu gördüm.

Prens Adaları veya İstanbul Adaları’nın Bizans döneminden beri yerleşim yeri olarak kullanıldığını biliyoruz. O dönemlerde de insan değiştiriyor adayı. Ama ne zaman o ciddi anlamda değişim başlıyor adalarda, o tahribat başlıyor? Osmanlı’nın son dönemlerinde. Yani 1890’lı yıllardan sonra.

NS : Bu maden ocakları neden açılıyor ve nasıl bir tahribat yaratıyor?

Arşivlerdeki Osmanlı belgelerine baktığımızda, bir Fransız şirketinin bu ocakları açtığını görüyoruz. Neredeyse Adalar’ın tamamında açılıyor bu ocaklar. Buradan çıkarılan kayalar, İstanbul’un çeşitli rıhtım ve limanlarında kullanılıyor. Çünkü adalar litolojik olarak çok sağlam varsit kayaçlardan meydana geldiği için bunun yapı malzemesi olarak kullanıyorlar. 1970’li yıllara kadar devam ediyor, o tarihten sonra da ocaklar işletilmiyor. En fazla tahribatın görüldüğü ada ise Sivriada maalesef; %36’sını almışlar. Çok ciddi bir oran bu. Yaptığım hacim hesaplamasına göre ortalama 4 milyon 83 bin 200 ton kaya çıkarılmış, tabii bu da adayı ciddi anlamda tahrip etmiş. Kınalıada’nın güneyi ise gerçekten pasta dilimi gibi kesilmiş.  Tabii bunu yaparken sadece oradan kayaç almıyorlar. Kıyıları, bitki örtüsünü, ekosistemini ve denizaltını tahrip ediyorlar. İnanılmaz zarar veriyorlar.

NS: O yıllarda da bütün bu tahribata Adalılar’ın tepkisi var değil mi? 

GT: Evet, Adalar’da yaşayanlar, dönemin yönetimine çok sayıda dilekçe yazıyor, patlatılan dinamitler nedeniyle evlerin yıkıldığını, yolların tahrip olduğunu, havanın kirlendiğini, balıkların öldüğünü söylüyor ve bu faaliyetlerin durdurulmasını istiyorlar. Yine arşivlerde denizden balıkların kaçtığına, denizin kirlendiğine, kıyının değiştiğine dair birçok bilgi var ama tabii ki bu itirazlar o dönemde de dikkate alınmıyor. Aslında değişen hiçbir şey yok. Yani aradan yüz yıldan daha fazla bir zaman dilimi geçmiş, sene olmuş 2024, bakıyoruz yine kıyılar tahrip ediliyor, kıyıların doğal yapısı değiştiriliyor, ekosistem tahrip ediliyor, yine insanlar itiraz ediyor ama maalesef dinleyen yok.

NS: Bazı şeyler hiç değişmiyor demek ki! Sonraki tahribat dönemi de kentselleşme ile başlıyor sanırım…

GT: Cumhuriyet’in ilk yıllarında, hatta 1970’li yıllardan sonra Adalar’da ciddi bir kentselleşme, betonarme bina yapımı başlanıyor.  Kentsel gelişim adı altında da karşımıza Yassıada çıkıyor. Tabii ki öbür adalarda da bu oran çok fazla. Özellikle 1970’li yıllarda, yani sit alanı ilan edilmeden önce ciddi anlamda bir kentselleşme, betonarme, yapılaşma görülüyor adalarda ama sit alanı olmasına rağmen 2015 yılında Yassıada tamamen değiştirildi biliyorsunuz. Yani hem kıyıları hem doğal görünümü, bitki örtüsü ile karşımıza tamamen yapay bir ada çıktı. Tamamen bir beton adaya dönüştü. Ve bunu yaparken sadece deniz üstündeki doğal ortama zarar vermediler. İnşaattan çıkan hafriyatı denize dökmeleri nedeniyle, solungaçlarını tıkayarak orada ciddi bir kitlesel mercan ölümüne neden oldular.

NS: Sizin tezinizde yer verdiğiniz bazı hesaplamalar var, yıllar içinde adaların yüzölçümü ve kıyı uzunluklarındaki değişimleri gösteren çok önemli bulgular. Biraz bu sayılardan bahsedebilir misiniz?

GT: Kentsel gelişim adı altında yapıların artmasıyla adaların betonlaşması da giderek artıyor. Öte yandan kıyılara yaptıkları rıhtımlar, iskeleler, dolgu alanları gibi müdahaleler sonucunda, ada alanı da genişliyor haliyle. Bunu da 1946 ve 2023 yıllarında çekilen ada fotoğraflarını karşılaştırarak anlıyoruz. Örneğin Yassıada %9.1 oranında büyümüş. Bunu %4.6 oranında büyüme ile Kınalıada takip ediyor. Bunların temel nedenleri deniz dolguları. Kıyı uzunluklarındaki değişime baktığınızda ise burada da iki ada dikkati çekiyor, Yassıada ve Büyükada. Yassıada’nın dışındaki öbür adaların kıyı uzunluğu artmış; Yassıada’nın 2011 yılında kıyı uzunluğu 1939 metre iken 2023 yılında 1827 metreye düşmüş. Bunun nedeni şu: 2015 yılından önceki doğal kıyılar, bir hava fotoğrafı ya da uydu görüntüsüne bakacak olursanız, girintili çıkıntılı.  Haliyle kıyı uzunluğunu artırıyor. Ama şimdiki yapay adaya baktığımız zaman kalemle çizilmiş, dümdüz kıyı çizgisi görüyoruz. Bu da kıyı uzunluğunu azaltıyor haliyle. Büyükada’nın ise 1946 yılında kıyı uzunluğu 17.414 metre, günümüzde ise 23.553 metre. 5000 metreye yakın bir artış var. Bunun da temel nedeni, Büyükada’nın kuzey kesiminde, yerleşimin olduğu özellikle Maden Mahallesi bölgesindeki özel iskeleler. Onlar da böyle bir tarağın dişleri gibi kıyının doğal yapısını bozup, kıyı uzunluğunu da değiştiriyor haliyle.

NS: Son derece çarpıcı, özellikle de rakamlardaki değişimler çok şey anlatıyor. Siz iki yüz yıl önceden bu yana bu değişimleri ve değişim hızını çok yakından incelediniz. Bu bilgiler ışığında şimdiki dönüşüm ve tahribat hızını nasıl görüyorsunuz?

GT: Baktığımız zaman yüz yıl önce taş ocakları tahrip ediyordu. Dinamit patlatılıyor, yollar tahrip ediliyor, binalar yıkılıyor, insanlar, hayvanlar ölüyordu. Yani o zaman da büyük bir yıkım vardı ancak şimdi daha vahşi bir süreç devam ediyor. Nitekim maden ocakları artık işlemiyor ama kıyılara yapılan müdahaleler gerçekten çok endişe verici. İnsanın açgözlülüğü sınır tanımıyor, her tarafı kapatıp, işgal edip kâr etmeye çalışıyorlar. Doğal kıyı diye bir şey kalmayacak bu gidişle. Baktığımız zaman hiç iç açıcı bir durumda değiliz. Bu yapılaşmaların artmamasını umut ediyorum. Koylarda konaklama adı altında bir otelin yapılması veya lokantaların artması, oraların betonarme bir kıyı haline getirilmesi, bu çok daha vahim olur. Ama önüne geçilmezse de buna doğru gidiyor.

NS: Kıyı kanununa tamamen aykırı aslında bütün bunların hepsi değil mi?

1990 yılından sonra yapılan müdahalelerin hiçbiri kıyı kanununa uygun değil. Şimdi kıyı kanunu diyor ki özellikle sahil şeridindeki ilk elli metrede hiçbir şekilde yapı yapamazsın sadece yürüyüş yolu yapabilirsin, dinlenme bankları koyabilirsin diyor. Buralar halka açık olması gereken yerler zaten. Ama ikinci elli metresinde yine kamu yararını gözeterek lokanta, kafe gibi yapılar yapabilirsin ama engel koyamazsın, çit öremezsin, kıyının doğal yapısını değiştiremezsin, kum getirip dökemezsin veya oradan alamazsın deniyor. Size soruyorum, baktığınız zaman yapılanların hangisi kanuna uygun? Cevahir’e kamyonlarla kum taşınıyor. Ağaçlar tahrip edilerek, Asaf Plajı’na giden  bir yol yapıldı.  Burgazada’daki Madam Martha Koyu bir ay önce ihaleyle kiralandı. Kim bilir ne yapılacak oraya?

Başta da söylemiştim. Yani 1890’da insanlar maden ocaklarına karşı geliyorlardı ancak değişen bir şey olmadı. 2024 yılında biz bütün bu olanlara ses çıkarıyoruz. Hiç kimse duymuyor, değişen bir şey yok yani. Bu da çok endişe verici.

HALUK EYİDOĞAN: “Doğadan aldığınızı doğa sizden geri alır. Siz doğanın kendi yoğun yapılarını kafanıza göre bozarsanız, değiştirirseniz, yarın bir gün bir şekilde bir sarsıntı, ağır bir lodos ya da tsunamide bunlar deniz tarafından geri alınır.”

NS: Hocam, Adalar’daki kıyı kullanım karmaşası bir türlü çözülemiyor. Kanunlara baktığınızda aslında her şey çok net. Yani bu maddeler uygulansa bir sorun yaşanmayacak. Siz bir bilim insanısınız ama aynı zamanda yıllardır Heybeliada’da yaşayan bir ada sakinisiniz.  Sorunun temelini nerede görüyorsunuz, neden çözülemiyor bu mesele?

HE: Bu konulardaki görüşlerimizi biz hep gündeme getiriyoruz. Yerel yönetimlerle, merkezi yönetimlerin bu süreçte belli noktalarda anlaşmaya varıp, bilimin ve uzmanların kararları çerçevesinde bunları uygulamaya geçirmesi gerekiyor. Yıllarca çalışılmış şehir plancıların, mimarların, mühendislerin, çevrecilerin konuyla ilgili tüm meslek erbabının, bilim insanlarının çalışmalarının sonucu ortaya çıkan bilimsel bir ürünün, merkezi yönetim ve yerel yönetimle gerekli tartışılıp bir şekilde uygulamaya konulmasını bekliyoruz. Ama bunlar tam anlamıyla gerçekleşmiyor. Mesela, Adalar’ın şu anda herkesin görüşünü bildirdiği bir uygulama imar planı, koruma amaçlı uygulama imar planı bir şekilde tam anlamıyla devreye girmiş değil. Yani hem şehir açısından planlama sorunları hala sürüyor. Hem de yerelde ilçe bazında planlamayla ilgili uygulama sorunları sürüyor. Bize özgü bir durum bu. Bu belirsizlikler içinde birileri gelip bir yerlere bir şeyler yapıyor, gemilerle kum getirip sahilleri dolduruyor. Herkes seyrediyor. Kıyı alanları dünyanın birçok yerinde sorun ama bizde çok daha büyük sorun. Bunun için planların bitmiş olması, onaylanması gerekiyor. Gerektiğinde bazı düzenlemeler, tekrar planlar üzerinde tadilatlar yapılabilir elbette ama bunu yaparken de yerelin görüşünün alınması gerekir.

NS: Yerelde görüş bildirmek açısında bir sorun yok aslında değil mi? Yani belediyenin ve sivil toplumun durduğu nokta aynı buna rağmen etkin bir süreç izlenemiyor. 

HE: Yerel derken bunun içinde yerel yönetim, STK’lar, meslek odaları, bireyler var. Şimdi geldiğimiz noktada üst yönetimden, bakanlık seviyesinden bazı uygulamalar yapılıyor. Ancak Türkiye’deki idari sistem açısından yerel yönetimde söz sahibi olan belediyelerle mülki amirler arasında iş birliği yeterli olmadığı için bu uygulamaları bir şekilde yapamıyoruz. Yani Adalar’a özgü sorunları sayarsak imarla ilgili sorunlar, ormanla ilgili sorunlar, ulaşımla ilgili sorunlar, çevreyle ilgili sorunlar. Şimdi aslında bütün bu sorunların çözümü bütüncül planlamada yatıyor. Bütüncül bir planlama yapamazsanız, her konuyla ilgili farklı bir karar mercii, karar verip de bunu bütüncül bir anlamda bir araya getiremezseniz işte bugün olduğu gibi kıyıları birileri dolduruyor, birileri ona müdahale edemiyor. Sonuçta bu kaotik yapıyı çözemiyoruz. Aslında çözme arzusu var yerel yönetimde ancak yerel yönetimdeki iki idari merkez, yani mülki amirle belediye bir araya gelip bu sorunu çözemiyor. Ve tıkanıyor. Geldiğimiz nokta maalesef bu. Adalar’ın kıyılarıyla ilgili özel sorunları da aslında bu genel durumun bir yansıması. Meselenin hukuki boyutuyla, planla ve yönetimlerin iradesiyle ilgili genel durumda belirsizlikler varsa o zaman bu çözümsüz bir şekilde sürüyor. Aynı işte akülülerin ortalarda hâlâ dolaşması kıyıların birileri tarafından ihaleye verilip o ihaleyi alanın istediği gibi kıyıları doldurması oraya ücret belirlemesi

NS: Uygulamanın yanı sıra yetki ve karar sahibi ile ilgili de bir belirsizlik var anladığım kadarıyla…

HE: Yani şimdi bu kıyıların sahibi kim? Sonuçta karar verici irade kim? Yalnız belediye mi? Yalnız orman mı? Yalnız mülki amir kaymakam mı? İBB mi? Bakanlık mı? Çevre ve Şehircilik Bakanlığı mı? Türkiye’de bütüncül bir kıyı yönetimi hala oluşturulamamış vaziyette. Yani orman mı karışacak? Belediye mi karışacak? Bakanlık mı karışacak? Cevabı belli değil bu soruların. Bakın plancılar diyor ki, Türkiye bir kıyılaşma sürecinde. İnsanlar kıyılara doğru göç ediyor. Kıyılarda yaşayanların nüfusu giderek artıyor. Yazdan yaza gidenler şimdi kışın da kalmaya başladılar. Kıyılara yayılıyor insanlar. Kıyılaşma sürecinde kıyılar rant alanları oldu. O turistik yerler, plajlar, bir asgari ücretlinin ya da bir memurun, bir öğretmenin, bir memurun parasını ödeyip denize girebileceği yerler değil. Çok yüksek ücretlerle plajları işletiyorlar. O kazanılan paranın da o ilçeye katkısı ne bilinmiyor. Adalar için de böyle bir sorun var.  Ne diyoruz? Adalar’ın bütünü doğal, arkeolojik, tarihi sit alanı. Yani yüzde yüz korunması gereken, altı bin binasından bin beş yüze yakını tescilli yapılardan oluşmuş tarihi, arkeolojik ve doğal bir sit alanı. Yüzde altmış beşi orman. Ormanı, 1500 tane tescilli yapıyı ve ayrıca kıyıları koruyacaksın. Peki kim koruyacak? Öncelikle yerel yönetim koruyacak. Peki yerel yönetimin bunda gücü ne? Yaptırımı ne?

NS: Aslında yine dönüp dolaşıp bütüncül uygulamadaki soruna geliyoruz sanki. Yani kanunlar, kurallar belli. Elimizde bir kıyı koruma kanunu var öncelikle. Orada her şey net olarak yazıyor.  

HE: Evet, bunların hepsi yani başta kıyı ya da akülüler olmak üzere tüm sorunlar belli bir kararlılıkla ve iş birliğiyle düzeltilmeyecek şeyler değil. Sonuçta kuralları uyguladığınızda zaten bütün bunların çözülmesi lazım. Kurallar belli. Yani hangi yönetmelik, hangi yasa, gel istediğin yere iskele yap, istediğin gibi işlet diyor, böyle bir şey yok. Ama Adalar’la ilgili bazı sorunların çözümünde Sayın Kaymakam’la Sayın Belediye Başkanımız’ın yan yana gelip bu sorunu gerekirse emniyet marifetiyle çözmesi lazım.

NS: Sizin asıl alanınıza gelecek olursak. Bir de deprem meselesi var en büyük sorun olarak kapımızda bekliyor. Yıllardır bu konuda görüşlerinizi ve bilimin söylediklerini paylaşıyorsunuz ama yine tekrarlayalım. Kıyı kullanımı açısından baktığınızda, dolgu alanlar, kıyılardaki yapılar. Bütün bunları bekleyen tehlike ne?

HE: Yıllardır tehlike analizleri yapıyor ve bu tehlikenin de oldukça büyük olduğunu, yani Kuzey Marmara Fayı’nın olduğu alanda önemli bir deprem tehlikesiyle karşı karşıya olduğumuzu söylüyoruz. Hepsi İBB’nin deprem ve zemin müdürlüğü sayfasında mevcut bu raporların. Yine ODTÜ tarafından Marmara’daki kıyıların tümü için yapılmış tsunami analizleri var. İki türlü tsunami tehlikesinden bahsediyoruz. Depremsiz tsunami ve depremli tsunami. Depremsiz tsunami, Adalar’ın fayın geçtiği noktanın kuzeyinde, yani adalarla Marmara Denizi’nin merkezi arasında bir derin çukur var. 1200 metreye iniyor. Yani Sivriada’dan 4 kilometre güneye indiğiniz zaman o vadi başlıyor. Boylu boyunca, yani Çınarcık’tan Mürefte’ye kadar olan bölgede 1200 metreye kadar inen bir vadi bu ve burada çukurlar da var. Bu çukurların yamaçlarında on binlerce yıl birikmiş alüvyon tabakaları var. Bunlar oldukça kalın ve her an harekete geçebilir. Bu hareket olduğu takdirde meydana gelebilecek tsunamiden en fazla etkilenecek yerler adalar. 12 metreye kadar su baskın seviyesinden bahsediyoruz.  Böyle bir durumda, Büyükada Maden mahallesinde bulunan tüm yapılar tehlike altında. Yine Heybeliada’da Deniz Kuvvetleri’nin bütün limanları, sahiller su altında kalıyor. Dolayısıyla kamuya hizmet veren stratejik yani önemli yapıların bu tsunamiye hazır olması gerek. Eğer itfaiye binası, kafeler, lokantalar, marketler sahildeyse ve hem dolgu alanının üzerindeyse çökme kaçınılmaz. Ya da sular altında kalması engellenemez. Yani hiç iç açıcı değil durum.

NS: Siz, doğa kendinden alınanı elbet bir gün geri alır dersiniz.

HE: Kesinlikle, Doğadan aldığınızı doğa sizden geri alır. Siz doğanın kendi yoğun yapılarını kafanıza göre bozarsanız, değiştirirseniz, yarın bir gün bir şekilde bir sarsıntı, ağır bir lodos ya da tsunamide bunlar deniz tarafından geri alınır. Adaların 1940-50’lerdeki hava fotoğraflarına baktığınızda gerçek kenar çizgisini görürsünüz. İşte bu çizgilerin önünde ne varsa, onlar deprem tarafından, deniz tarafından, tsunami tarafından geri alınacak. Son deprem modellemelerine göre insanlar tarafından doldurulmuş kıyı yapıları çok ağır zarar görecek. Burada bir karar mekanizmasının işlemesi gerekiyor. Gerçek kıyı kenar çizgisinin mutlaka çizilmesi ve bu kıyı kenar çizgisinin önünde bulunan kıyı yapılarının da gene imar planının da bir şekilde projelendirilmesi gerekiyor. Ama bu konuda şöyle bir açmazla karşı karşıyayız. Siz de biliyorsunuz, Marmara ve Adalar, Özel Çevre Koruma Bölgesi (ÖÇKB) ilan edildi. On maddelik ve tek imza ile çıkmış olan kararla gerçek kıyı kenar çizgisinin önündeki tüm varlıklar tamamen devletin, Cumhurbaşkanlığı ve Bakanlığın kararına bırakılmış durumda. Yani yerel belediye bu kıyı kenar çizgisinin önündeki varlıklara müdahale edip plan yapamıyor hale getirilmiş durumda. Buna iskeleler de dahil. Anlatabildim mi?


Yayınlanma Tarihi: 09 Haziran 2024  /  Son Güncellenme: 11 Haziran 2024


Bu yazı hakkında yazarımıza ve editörlerimize iletmek istedikleriniz mi var?
Aşağıdaki formu kullanarak kendisine ulaşabilirsiniz.
(Bu formdaki bilgiler, yazarımız ve editörlerimizin mail adreslerine iletilecektir.)


Çerezleri Yönetin!

Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.

Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.

Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.