Paylaş
Tüm Sayılar      2024      Sayı 224 – Şubat 2024      Adalı Portreleri: Ramona Çiftçioğlu

Adalı Portreleri: Ramona Çiftçioğlu


Büyükada’da “aşk ve devrim”in adı: Ramona

Onu, son dört yıldır Adalar’ın her bir köşesinde belediye otobüs ya da taksi direksiyonunu sallarken görmüş olabilirsiniz. Belki çocuklarını kurslara yetiştirmek için motor ya da vapura koştururken. Yüzü hep gülen genç bir kadın. Sıkıntılı anları bile gülerek karşıladığı için yakın çevresinde “çılgın” diyenler de var ona. Çılgın mı bilemem ama o çok cesur, çok âşık, çok direnişçi, kendi dünyasında devrime adım adım koşan bir kadın. Ramona’nın hikayesini severek okuyacağınızı umuyorum, bu hikâyede direnişin gücünü keşfedip, içimizde umut yeşertebiliriz belki de…

Aşkın başladığı yerde

“Üniversite yerine, aşka kaçtım”

1983 Romanya doğumlu. Romanyalı. Akademisyen kızı, annesi profesör psikolog- kriminolog, babası ekonomist. Dört yaşında spora başlamış, jimnastik, hentbol, dans. Pek çok yarışmalara katılmış ilk gençlik yıllarına dek. Orada yaşadığı dönemin “Büyükada mücadelesi”nde çok önemli olduğunu şöyle ifade ediyor:

“Ben komünist kültürden gelen bir insanım. Biz de spor, eğitim çok önemlidir. Disiplini ve pes etmemeyi öğreniriz.”

Ülkesinde okula, spora koştururken, yaz tatillerinde de İstanbul’a geliyor Ramona. Babaannesi ikinci evliliğini bir Türk’le yapmış ve Fındıkzade’de yaşıyor. Çat pat da olsa bu sayede Türkçe’ye aşina. Arkadaşları da var. Lise son sınıftayken İstanbul tatillerinden birinde arkadaşlarıyla Büyükada’yı gezmek istiyorlar. Deniz otobüsü iskelesinin (Şimdi deniz otobüsleri tarih oldular, Adalar’a çalışmıyorlar, Ve o iskele de atıl haliyle çürümeye terk edidi. Adalı Dergisi’ne yazarken adada sorun olarak gördüğümüz durumların altını çizmeden rahat edemiyor insan. O iskele keşke halkın kullanabileceği bir alana dönüşse.) karşısındaki merdivenlerde oturuyorlar. Herhalde fazlaca ses çıkarıyorlar ki, bir genç adam çıkışıyor onlara. Gözleri o “çıkış” sırasında birbirine kenetleniyor. Ne oluyor, nasıl oluyor, şimdi yirmi beş yıl sonra o andaki konuşmaları hatırlamıyor ama “Hala aynı aşkla, aynı hayranlıkla, hatta yürek çarpıntısıyla bakabiliyoruz birbirimize” diyor.

O genç adam Yavuz Çiftçioğlu. Adalar’a son altmış yılda büyük göç veren Van’ın Erciş İlçesi’nin bir köyünden gelen Çiftçioğlu ailesinin ikinci kuşak gençlerinden. Buraya kadar klasik bir aşk hikayesi başlangıcı gibi görünse de, asıl “çatışma”, “çelişki” iki gencin ailelerinden gelen yaşam biçimi ve kültür farkıyla başlıyor. Kahramanın mücadele edeceği bir “hedef” o hedefe engel olan bir “düşman” olmadan heyecanlı bir film senaryosu da olmaz ya işte bizim heyecanlı hikayemiz de beraber olma arzularıyla başlıyor:

Mesajlaşma, Yavuz’un Romanya’ya gidişi, Ramona’nın tekrar gelişi. Gelişler gidişler… Ailelerin karşı duruşu. Ayrılmalar, kopamamalar:

“Liseyi bitirmek üzereydim, üniversiteye hazırlanıyordum. Üniversite yerine Yavuz’a kaçtım. Ailesi hiç istemedi. Ailem kızım doğana kadar konuşmadı benimle. Anne olduğum için şimdi onları da anlıyorum artık. Ama sorsanız, asla hiç pişman değilim. Bir daha olsa bir daha yaparım.” Elindeki tüm imkanları, eğitimini, arkadaşlarını, ailesini ardında bakmadan bırakıp hiç tanımadığı bir ortama yerleşiyor.

Büyükada’da birlikte yaşamaya başlıyorlar. Ailesi küstüğü için Ramona’nın hayatı zor başlıyor; Yavuz’unki de ciddi zorluklarla dolu. Vanlı ailelerin kadınları kapalılar, ailenin erkekleri yanlarında olmadan sokağa pek çıkmazlar, denize girmezler, yani asla “görünür” değillerdir. Ramona ise modern giyinen, bikini ile denize giren, sokaklarda tek başına dolaşabilen bir kadın. Hava karardıktan sonra bile içi daralınca yürüyüşe çıkan özgür bir ruh. Dedikodu, hedef alan sözler, sıkı yargılamalar. Yavuz ailesi ve çevresine karşı sürekli sevdiği kadını savunmak zorunda.

Peki ya Ramona gencecik yaşında nasıl dayanabildi, nasıl baş etti yargılamalarla?

“Ailesiyle empati kurmaya çalıştım. Annemin psikolog olması bana meğerse çok yardımcı olmuş. Annemle görüşemiyordum ama onun arkadaşlarıyla haberleşiyordum. Hocası beni sürekli arardı, pes etmememi öğütlerdi, “aşıksan diren, ama bil ki annenin kapısı her zaman sana açık” derdi. O zaman Yavuz’un ailesine kırıldım mutlaka, ama hiç kin tutamam. Çok baskı yaptılar. Biz kapalıyız, sen de kapanmalısın. Bizim kültürümüzde şu var bu var bunları yapmalısın, bunları yapamazsın… Başlangıçta ciddi sarsıldım. Kürtçe de bilmediğim için iyice yabancı, yapayalnız kaldığım zamanlar oldu.”

Nikahtan nereye kadar kaçabilir insan?

Ramona, yönlendirilerek değişecek kendi kültüründen ve alışkanlıklarından vazgeçebilecek biri değil. Başkalarının hayatına kültürel alışkanlıklarına müdahale edecek biri de değil. Sabırla karşılıklı atılacak adımları beklemekten başka çaresi de yok:

“Şubat’tı buraya geldiğimde. Tek başınaydım. Yavuz’dan başka kimse yoktu etrafımda. Çok zorluk çektim. Yemek yapmayı bilmezdim. Çorbanın içine ne bulsam atardım. Yaza kadar çok zorlandım. Yavuz o merdivenlerde karşılaştığımız yerdeki beyaz köşkün, Sümer Palas’ın müdürü gibi çalışıyordu. Orada patronunun gelini vardı, Ebru. Benim Türkiye’deki ilk dostum. Yaz başında Ebru ile tanıştık ve onunla bahar geldi, bana çok akıl verdi, elimden tuttu. Benim kıymetlim Ebrum. Şimdi sık görüşemiyoruz ama benim için çok değerlidir. Annemle doğum günleri aynı. 16 Temmuz. Belki de bu bizi bağladı birbirimize.”

Ebru’dan aldığı dostluk desteğiyle sorunlarla baş etmek için hareketleniyor, Çiftçioğlu ailesine “nikahlandık” diyorlar. Ramona “nikah”ın önemli olduğuna hiç inanmıyor.  Yirmi dört yaşındayken kızı Alisia-Özlem doğuyor. Kızı doğduktan sonra ailesi yumuşuyor. Barışıyorlar. Kızını alıp Romanya’ya götürmesi, Avrupa Birliği vatandaşı yapması lazım. Nüfusa gidiyor. Kızına nüfus kağıdı çıkaramıyor, “nerden bileceğiz babası kim?” diyor memur. “O zaman sırf annesi üzerine kaydedin” diyor. Ona da bir engel. Altı ay sürüyor git-geller. Meğer Yavuz memuru ayarlamış amaç Ramona’yı evliliğe razı etmek. Yavuz evlenseler kimliğin bir günde verileceğini söyleyip duruyor.

“Ben de bir gün uyandım, hadi dedim yürü evlenelim o zaman. İşlemleri hazırladık. Gün aldık. Kucağımda çocuk altı aylık, gri eşofmanlarım üstümde. Yolda rastladığımız iki Vanlı’yı çevirdi Yavuz. Onlar da şahit oldu. Ben hala kararsızım. Nikahın ortasında, Yavuz “evet” dedikten sonra bir daha düşünmek istedim. Bir sigara molası verdikten sonra “evet” dedim. Ama memura da düşman gibi bakıyorum.”

İlk gelin geldiğim yaz dostum Ebru ile

Sahalarda ilk şortlu Ercişli

Birkaç yıl sonra da oğlu Mario-Ozan doğuyor. Artık Yavuz’un ailesiyle de kaynaşıyor:

“Hayat onlar beni tanıyıp, anlayıncaya kadar zordu, sevdikten sonra baş tacı yaptılar. Muhteşem bir aileye girmişim. Kayınvalidem çok yaşlı, Türkçe de bilmiyor Yavuzlar on iki kardeş. Yedi kız, beş erkek. Görümcelerim şahaneler. Bana ne yapacaklarını şaşırırlar. Gelirler, yemeğimi yapar, evimi toparlar, çocuklarıma bakarlar. Kayınlarım da benimle artık çok iyilerdir.”

 

Ailelerle barış sonrası etkileşim de başlıyor

“Ben sokaktaki her işimi kendim yaparım, ailenin diğer kadınları sokağa kocalarıyla çıkarlar. Benden sonra, onlar da tek başlarına her şeyi yapabileceklerini anladılar. Galiba en büyük katkım bu oldu. Biraz daha özgürleştiler. Tabii ki kendi kültürleri dışına çıkmak istemiyorlar, haklılar, nasıl ki ben kendi kültürümden çıkmak istemiyorsam. Kültürel olmasa da alışkanlıktan vazgeçmek çok çok zor, yeni kuşak çocuklar farklılar. 90’ların sonunda doğanlar açık ufuklular, hepsi eğitimlerine devam ediyor, açık olanlar da var, kapalı olanlar da. Baskıyla değil kendi tercihleriyle kapanıyor, mahalle baskısına aldırmıyorlar, önlerinde de benim gibi bir örnek var. Bizim ailenin genç kızları sinemaya da gider, alışverişe de gider, ama aşmayacakları bir çizgileri de var.”

Çocukları büyüdükçe bu kez onlarla ilgili zorluklarla karşılaşıyor. Kızının okul arkadaşları, “Sen ne zaman kapanacaksın?, İnternette gördük senin annen içki mi içiyor?” gibi sorularla üzerinde baskı kuruyorlar. Kızını adadaki okuldan alıp, Anadolu yakasında bir okula yazdırıyor. Ve spora da başlatıyor. Voleybol oynamasını istiyor. Her gün karşıya gidip gelmesini, antrenmanları da bekleyip kızıyla gece yarısı adaya dönmesini ne Yavuz ne ailesi onaylıyor. Sorular, itirazlar, tartışmalar. Her gün aynı şeyleri dinlese de vazgeçmiyor. Sessizce bildiğini okuyor. Sonunda Alissia Özlem Galatasaray altyapısında oynamaya başlıyor. İlk kez yüzlerce seyircinin önüne şortuyla çıkan Ercişli kız oluyor. Ve artık babası Yavuz da son dört yıldır onun voleybol oynamasına da, eğitimine de destek oluyor.  Yine zafer direnen Ramona’nın.

Romanya’da edindiği “gençler spor yapmalı” alışkanlığını oğlu için de sürdürüyor. Onu önce yüzmeye veriyor, Mario-Ozan yarışlarda birinci olsa da yüzmeyi bir süre sonra bırakıyor, hadi ardından gelsin su topu. Oradaki arkadaşlıklar pek hoşuna gitmiyor Ozan’ın. O sırada sınıf öğretmeni, “Bu çocuğun tiyatroya ilgisi ve yeteneği var” diye uyarıyor Ramona’yı. Hemen Nazım Hikmet Kültür Vakfı’na gidiyor. Tiyatro kursları olduğunu öğrenince bir yıllık parayı kredi kartından peşin yatırıyor. Çocuk sevmezse para hiç olmazsa Nazım Hikmet Vakfı’na gidecek diye seviniyor. Yavuz, tiyatro eğitimini saçma buluyor, Ramona yılmadan kursa götürüyor oğlunu. Bu sene de Müjdat Gezen Kültür Sanat Merkezi’ne kaydını yaptırıyor. Oranın konservatuvar bölümünü kazanması en büyük dileği.

 

Ehliyet macerası

Çocukları bunca getir götür arasında çalışmaya nasıl vakit buluyor, esas önemlisi adada yaşarken ehliyeti nasıl aldı?

“Ehliyet ayrı bir macera, ayrı bir direniş ve zafer. Oğluma hamileyim. On üç yıl önce. Ehliyet almak geldi aklıma. Alamazsın dedi Yavuz, ne işin olur ehliyetle. Olmaz diye tutturdu. Ben de doktora kontrole, tahlile gidiyorum diye sürücü kursuna gidiyorum karşıya. Yakalandım. Sınava para yatıracağım, vermem diye tutturdu. Küpelerimi sattım. Girdim sınava. Bu bozuk Türkçemle gizlice çalıştım yazılıya. Bir akşam ev telefonunu aradılar. Yavuz’a sınavı kazandığımı söylüyorlar. “Allah’ım ben ne günah işledim de seni verdi başıma” diye dövünüyor. Yedi aylık hamileydim girdim sınava. Bir kaç ay sonra Yavuz’un da ehliyet alması için tutturdum. Kursunu buldum, harcını yatırdım. Benle baş edemedi mecbur gitti aldı ehliyetini.”

İyi ki de almış ehliyetini. Aldıktan yedi yıl sonra iş bulmasına yaramış, yaptığı yatırım. Ama çalışmak istemesi, hiçbir kadının çalışmadığı ailede yeni bir olaya da yol açmış:

“Çalışmak istiyorum. Evin hizmetçisi oluyorsun çalışmayınca. İBB kadın şoför arıyor. Başvuracağım dedim Olmaz. Sana dükkân açalım şunu bunu yapalım o iş kesinlikle olmaz. Olacak… Olmaz… Kayıt verdim. Başvuru yaptım, sildiriyor başvurumu. Defalarca silindi başvurum. Sonunda anladım gittim benim de tanıdığım var, CHP İlçe Başkanı’na rica ettim. Başvurum göz önüne alınsın diye. Nasılsa işe alınmam diye düşünüyor yine de mülakat günü geldi beni eve kilitledi. Açmasan ilçe başkanını arayacağım, diye ben de onu tehdit ettim. Mecbur açtı.

Benim bir auram var, ya çok sevilirim, ya hiç sevilmem. Mülakatı geçtim, işe başlayacağım. Yavuz küstü bana. Konuşmuyor iki ayda pişman olup bırakacaksın diyor. Şimdi dört sene geçti. Kocam da çocuklar da alıştı. Zafer yine benim.”

Ada, dünyanın bütün güzel enerjilerini toplayan yer

Ramona’yı dinledikçe, “vazgeçmemek, direnmek” aslında aşkı da besleyen bir kaynak gibi geliyor bana. İkisi de birbirlerine benzemeye çalışmak yerine, kendileri olarak kalmayı seçmiş, belki de bu yüzden heyecanlarını hiç yitirmemişler.

Yavuz inançları gereği ağzına hiç alkol koymamış hayatında, Ramona ise canı ne zaman isterse içebiliyor. Yavuz Şafi, köpeklere dinen dokunamaz, ama Ramona bahçede iki köpek, evde iki kedi besliyor. “Kızılcık Şerbeti” dizisi gibi. Modern ve muhafazakâr aileler yan yana gelince, önce farklılıklar garip geliyor, sonra da çekici.

Romanya’yı otuz beş yaşına kadar hiç özlememiş, fakat otuz beş yaşında burnunda doğduğu yerin kokusu tütmeye başlamış. İkisi de Avrupa Birliği vatandaşı olan çocuklarıyla tatillerde gidiyor. Şimdi annesi Yavuz’u Ramona’nın erkek kardeşinden bile çok seviyor. İyice kaynaşmışlar. Yavuz Avrupa Birliği vatandaşı olmadı mı?

“Olmadı. Çünkü altı ay orada yaşaması gerekiyor. Altı ayın sonunda bir sınava giriyor. Dili, tarihi, coğrafyayı her şeyi bilmesi gerekiyor. Bu da ona zor geliyor.”

(Oysa Türkiye’de ne kolay vatandaşlık almak, parayı bastır evi al. Ertesi gün kimlik elinde).

Âşık olduğu adamın memleketine de bu süreçte tam beş kez gitmiş. Çocuklarını da götürüyor. Orası gençler için aksiyonsuz, sıkıcı olsa da, “babalarının kökenini bilsinler, anlasınlar istiyorum” diyor.

Oralara gittiğinde karıştırdığı, değiştirdiği bir durum yok mu? Olmaz mı?

“Orada kadınlar erkeklerle aynı sofraya oturmaz. Kayınpederimin kardeşi beni yemeğe davet etti. Pembe Dede derim ona. Çok severim. Gittim. Baktım yemeğe oturmuyor bizimle. Ne demek bu dedim, sen beni çağırdın, o zaman gelmezdim. Sen yoksan ben de yemem dedim. Onu zorla oturttum kadınların arasına. O kuralı da yıktım.”

Ramona henüz kırk yaşında, yıktığı kurallarla insanların hayatına dokunuyor. Bu enerjisiyle adada da yapabileceği çok şey olacaktır eminim. Adalı olduğunu kabul etmiyor, “çocuklarım Adalı” diyor, Kendini hala “öteki” olarak görüyor ama Yavuz’dan sonra en büyük aşkı Ada ve Adalılar:

“Dünyadaki tüm iyi enerjiler birleşmiş adaya gelmiş gibi. Kötü enerjilerin hepsi siliniyor sanki adada. Şehirden dönüyorsun, yüklendiğin olumsuzluklar yok oluveriyor. Adalılar bana kucak açtılar Ada bir aile. Tek yürek yaşayan bir yer En azından çoğunluk tek yürek diyelim. Ayağın takılsa koşan adalıdır. Dedikodusu çoktur ama ben geldiğimden beri zaten dedikodu arsızı oldum. Burada önce Yavuz’a sonra adaya âşık oldum.”


Yayınlanma Tarihi: 06 Şubat 2024  /  Son Güncellenme: 08 Şubat 2024


Bu yazı hakkında yazarımıza ve editörlerimize iletmek istedikleriniz mi var?
Aşağıdaki formu kullanarak kendisine ulaşabilirsiniz.
(Bu formdaki bilgiler, yazarımız ve editörlerimizin mail adreslerine iletilecektir.)


Çerezleri Yönetin!

Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.

Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.

Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.