Paylaş
Tüm Sayılar      2024      Sayı 233 – Kasım 2024      Reha Günay ile Ahşap Konutlar Üzerine

Reha Günay ile Ahşap Konutlar Üzerine

Yüksek Mimar


Prof. Reha Günay’ı mimarlık hayatımın ilk yıllarında tanımıştım. O dönemden beri fotoğrafa merak duymam mimari fotoğraf çekme arzumun yanı sıra lisansüstü dönemimde Reha Hoca’nın “Restorasyonda Belgeleme Yöntemleri” dersini almam ve birlikte çalışabilme imkânı yaratabilmem bana değerli bilgi ve deneyim birikimi vermişti.

Reha Günay’ın ahşap yapılara bakışına tanık olmak, mimarlık mesleğinin incelikleri ile birleşince yapıyı adeta yeniden tasarımlayabileceğiniz duygusunu yansıtır.

Yıllar sonra bir Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi (ANAMED) projesi için karşılaştığımızda konu Adalar ve Adalar’ın ahşap yapıları olmuştu.

Bu konuda YEM yayınlarından çıkan İstanbul Adalarının Yaşayan Ahşap Konutlarının yeni baskısı sohbetimizin konusu olmuştu.

Kendisiyle sohbetimiz süresince serbest aldığım notlarını derleyip paylaşma istedim.

Konu Adalar ve Mimarlık olunca Adalar’da yaşamın bir köy boyutundan çıkıp ulaşımın ana karadan biraz daha kolaylaştığı planlı kadastral bir yerleşime geçişin ancak 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra ortaya çıktığı görülür. Dolayısıyla sadece merkezde olan derme çatma bir yerleşim, ada sahilleri boyunca balıkçı barınaklarına ve iskelelerine kadar uzanır. Adalar’da manastır ve kiliselerin varlığına rağmen, bağ ve bahçelerin bu yapılarla beraber ada yerleşiminin ancak küçük mahalle ölçeğinde ve sivil mimarlık konut yapıları olduğu yazılı kaynaklardan bilinir.

Adalar’da konut mimarisi ve mahallelik oluşumu hangi kriterlerle gerçekleşmişti, ilk yapılar nasıl bir tipoloji içerirdi?

19.yy. öncesi yapılarının belli bir tipolojisi yoktu, küçük bir balıkçı köyü denecek sadece sivil mimarlık yapıları olup kalfa uygulamalarını kapsamaktaydı. Boyutları küçük genellikle ikişer katlı beşik çatılı merkez sokak oluşumuna açık bitişik ve genelde taş kerpiç ahşap yapılardı.

19. yy. sonlarında Adalar’da genellikle ahşap olan konut mimarisi nasıl ve neden bir değişime uğradı?

O yıllarda ulaşımın kolaylaşması ve düzenli vapur saatleri ile Adalar’ın sayfiye etkisi arttığından elit İstanbullu kesimin taşınmaları batı üslubunda birçok yapının inşasına yol açar. Bu zengin kesim yazlık kavramını büyük parsellere yapılmış ahşap köşk ve konaklarla belirginleştirirler.

Neo Klasik, Barok ve Ampir üslupları ile Art Nouveau etkileri de özellikle görülür. O zamana kadar sürgün ve inziva yeri diye anılan Adalar, ilk kimliklerini sayfiye yeri olarak kazanmıştır. Bu yapıların bir kısmı halen kullanılmaktadır. Bunlar oldukça ustalık isteyen yapılarıdır ve ahşap işleme sanatının özgün örnekleri barındırmaları nedeniyle aslında Adalar’ın simgesi olmuşlardır.

 

Kitaplarınızda bu mimari değişimin gerekçeleri ile yapım biçimlerinin ve tasarım prensiplerinin üzerinde detaylı duruyorsunuz. Buna nasıl bir dönüşüm yorumu yapılabilir?

Adalar arasında en büyük değişimi gören, gerek konumu gerek florası ve manastırlarının varlığıyla değişimden en çok etkilenen Büyükada olmuştur. Adaya gelen Levanten ve Avrupa kökenli yazlıkçılar ile Rumlar ve Ermeniler adanın yerli halkıyla bütünleşerek hızla popülerleşen bu sayfiyede yer edinmişlerdir. Kendi mimar ve zanaatkarlarını da getirerek adeta bir mimari görsel ve estetik yapılar zincirine yönelmişlerdir. Artık çok kültürlü çok dilli batı yaşam biçimli bir Büyükada’dan söz etmek mümkündür. Büyükada’nın, nüfusundaki artışla birlikte sosyoekonomik yapıda da değişimler ve büyümeler başlamıştır.

 

Adalar’da yapı ustaları genellikle Rum ve Ermeni’ydi. Bunlar daha çok kalfa çırak ilişkisi yürüten zanaatkârlardı. Buna rağmen yapıların mimari tasarım prensipleri yerli yerine oturmuştu. Bu gelişimi neye bağlıyorsunuz? Özellikle Rum zanaatkarlar, mimarlar adadan uzaklaşınca eskilerin yerini alan yapılar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Ada’nın söz konusu yapıların yoğunlukta olduğu Nizam ve Maden Mahalleleri’nde yer alan yapıların çoğunluğu varlıklı kesimin ahşap köşk ve konaklarıydı. Bunlar yapım aşamasında gerçekten çok değerli zanaatkarların emekleriyle oluşmuş yapılardır. Bu yapıların malzeme ve teknik, plan tipleri, cephe düzenleri, bezeme sanatı ve ahşap oymacılığın özgünlüğü, bahçelerinin tasarımsal özellikleri ile sınıflandırılması uygundur. Bunların her birinin kendine has bir anlatım dili ve kültürel miras vasfı vardır. Bunu değerlendirirken Osmanlı konut mimarisi özellikleriyle ve etkileşimiyle de değerlendirmek gerekir.

Ada’dan Rumlar’ın uzaklaşmasıyla yaşanan ve talihsiz olaylarla ortaya çıkan sosyopolitik ortam bu kültürel aktarımın etkisini de yok etmiştir. Kalfa-çırak ilişkisinin kalmaması, yeni gelen yapı ustalarının geldikleri yöre yapım tekniğinin üslup uyumsuzluğu ve malzeme bilgisi de eksik kalınca yapılar ne yazık o kaliteyi sağlayamayacak duruma gelmiştir.

 

 

Adalarda özellikle 50’li 60’lı yıllardan sonra yapılan modern mimarlık örnekleri hakkında görüşleriniz nedir? Bu mimarlar ve yapıtları hakkında bilgi verebilir misiniz ? 

50ler’e gelmeden 1920ler’de özellikle yapılarda malzeme kullanımı da değişerek Art-Deco etkileri görülmeye başlandı. Geniş pencereler hâkim manzaraya açılırken yükseklikler ve arazi eğimleri kullanımları mimarinin kendine has bir ada üslubuna olanak sağladı.

Bunlar Adalar’da  modern mimarlığın yerel ilk örnekleri olurlar. 1950ler’e gelindiğinde birçok önemli mimar adalarda kendi arayışlarıyla oluşturdukları modern binalar yapmaya başladılar. Sedad Hakkı Eldem, Emin Necip Uzman, Abdurrahman Hancı, Turgut Cansever, Edmond Sarfati, Bernard Motola ve İlya Ventura gibi dönemin tanınmış mimarları Adalar’da da kendilerine özgü yapılara imza attılar. Bunlar Özel Sit alanı kabul edilen Adalarımız’ın korunması elzem yapılarıdır.

 

Adalar’ın bunca yıl içinde yapısal anlamda geçirdiği birçok değişime rağmen birtakım ahşap köşkler ve sembol yapılarda da korunabilmiştir. Kitabınızda da bunlardan bahsediyorsunuz. Bunu neye bağlıyorsunuz?

Ada halkları son yıllarda oldukça değişkenlik göstermekte ve Adalar halen göç almaktadır. Yapıları korumak öncelikle bir kültür bilincidir. Korumanın denetim ve yasaklamalarla değil bilinçle ele alınması ve bilgiyle sürdürülmesi gerekir. Elbette yerel yönetimlerin, imar kanunlarının ve mühendislik deneyimlerinin önemi vardır.

 

Adalar’daki ahşap köşklerin zaman içinde değişimi, adaların sembolü de sayılan faytonların da yokluğu geçmiş bağların kopması anlamı taşıyor mu sizce? Bu bağların kopmasıyla devşirme bir kültür mirası sizce adaları tehdit eder mi? Bu tehdit geçerliyse sebepleri hakkında fikriniz nedir?

Adalar’da zamanında ahşap olsun, kargir olsun, modern olsun kaliteli, özgün binalar yapılmıştır.

İstanbul’un belki en küçük fakat bunca yapı çeşitliliğine sahip ender ilçelerinden biridir.

Buradaki yapılar en azından görece zamanın ve cehaletin ihanetine karşın direnip varlıklarını sürdürüyorlar. Bunun gereği olan imar izinlerinin alınma zorlukları ve inşaat yasağının getirisi önemli. Bu yapıların korunuyor olması geçmiş bağların korunmasını da sağlıyor. Öte yandan faytonların farklı gerekçelerle ortadan kaldırılması, bu kültürel hafızanın da yokluğuna sebebiyet vermiştir. Şimdi kimse Adalar’ı kendi özgün ulaşım aracı olan faytonlarla hatırlamıyor. Ada demek ahşap köşkler ve faytonlar demekti. Şimdi yetim kaldı. Oysa faytonlar dünyanın bir çok ülkesinde görüldüğü gibi pekala mahdut sayıda tutulup bakımlı ve adalar hafızasına uygun sürdürülebilirdi.

 

Adalar’da bir tehdit ile karşı karşıyayız: çoğunluğunu adayı tanımayan ve tanımaya çalışırken de bir taraftan farkında olmayarak Adalar’ın özgün flora ve faunasına zarar veren günübirlik ziyaretçilerin oluşturduğu bir tehdit bu.  Endemik bitkilerde ve ağaç türlerinde bile ciddi azalmalar yaşanıyor…

Doğrudur. Adalar, florası bahçeleri çam türleri ve endemik bitkileri ile ana karadan çok farklı bir peyzaj göstermektedir. Bunun korunması şarttır. Yoksa kısa zamanda tükenmesi işten bile değildir. Orman sınırlarının korunması, orman alanları içindeki canlıların yaşamlarını sürdürmeleri gerekmektedir. Bu da denetim ve gözetimle kontrolün yanı sıra bilgi, görgü, sevgi ve farkındalık gerektirir.

 

Son bir soru: yıllarca Adalar’ın yapılarını incelediniz. Ahşap konak, köşk ve konutlar hakkında araştırmalarınızı ve bunları derleme ve kültür mirası olarak belgeleme misyonunuzu açıklar mısınız? 

İstanbul Adaları’nın hâlâ canlılığını sürdüren ahşap yapı dokusunun kaybedilmemesi gerekir. Bunun için Adalı olsun olmasın her birey bu sorumluluğu taşımalıdır. Gerçekten de İstanbul’un hemen dibinde ayakta duran bu yapılar sahiplerinin kim bilir ne kadar sıkıntı ve gayretiyle yaşamaya devam ediyor. Bu sayede biz, anakarada kaybettiğimiz kültür değerlerini topluca bu doğa harikası coğrafyada hazır buluyor ve doya doya seyrediyoruz. Kültür mirası bize zamanın bir geçişi olarak tarihi öğretiyor. Yalnız olayları değil, insanı, ekonomiyi, teknolojiyi, sanatı ve kültürü de…

Adalar 19. yüzyıl Avrupa mimarlığının farklı üsluplarını yansıtan bir açık hava müzesi gibidir. Bu mirasa hep birlikte sahip çıkalım.

Reha Günay 1937 yılında İstanbul’da doğdu. 1960 İstanbul Teknik Üniversitesi’nden Y.Müh. Mimar olarak mezun oldu. İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’nde doktora yaptı. 1994 yılında profesör olan Reha Günay, Yıldız Teknik Üniversitesi’nde çalıştıktan sonra Yeditepe Üniversitesi’ne geçti. Halen kitapları yayımlanmakta ve mesleki faaliyetini sürdürmektedir.


Yayınlanma Tarihi: 11 Kasım 2024  /  Son Güncellenme: 11 Kasım 2024


Bu yazı hakkında yazarımıza ve editörlerimize iletmek istedikleriniz mi var?
Aşağıdaki formu kullanarak kendisine ulaşabilirsiniz.
(Bu formdaki bilgiler, yazarımız ve editörlerimizin mail adreslerine iletilecektir.)


Çerezleri Yönetin!

Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.

Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.

Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.