Paylaş
Tüm Sayılar      2024      Sayı 234 – Aralık 2024      Adanın Delinimetleri – IV

Adanın Delinimetleri – IV


Mesafe var. Adadan karşıda, şehirdeki bir yere. Ne kadar? Bostancı yarım saatten az, Kadıköy bir saat sürüyor, öbürü de işte, diyelim, bir saat yirmi dakika. Öyle çok da uzun değil yani. Ne mesafe koyuyor öyleyse adalıyla ada olmayan yer arasına esas? Üşengeçlik mi? “Hah!” Tembellik? “Eh!” Kendini beğenmişlik? “Peh!” Ne peki? Burada olmak, oralarda bir yerde olmaktan daha iyi çünkü. Çoğu zaman. “Saat kaç?” “Altı dakika var vapura.” Buradan bir yere gitmek, oradan bir yere gitmekten daha zor. “Hadi ordan!” Şöyle şöyle şeyler de konuşmuyor muyuz aramızda bazen? “Eğer adada yaşamamış olsak şimdi çoktan bilmemnerdeydik.” Kanada, Amerika, Almanya… Hâlâ burada mıyız? Buradayız. Küçük küçük adımlar atıyoruz burada, küçük isyanlar, küçük eylemler, küçük hareketler. Büyük büyük fikirler üretip küçük küçük sonuçlar alıyoruz, küçük zaferler. Alınmıyoruz buna ama. Devam. Adayı biliyoruz, iyi bildiğimizi iddia ediyoruz. Buradan bir adım ötesi nereye çıkar, hepimizin ezberinde fakat bir yere çıktığımız yok. Kanada’ya falan gitmiyoruz mesela bir türlü. Gitmedik. Burada, kendi adamızda kendi işimiz gücümüzle meşgulüz. N’apıyoruz? Küçük yerde insan birbirinden haberdar olur halbuki. Kim ne yapıyor, pek de bilmiyoruz. Neyle meşgul? Çok da şey yapmıyoruz. “İyisin, değil mi?”,“Yok, değil mi bir ihtiyaç?”, “Aman aman, iyi.”

Kim kime küs biliyoruz ama kesin. Fısıldaşıyoruz. Somurtuyoruz. Fısıldaşıyorlar. Somurtuyorlar. “Şu, var ya…” diyorlar ya da biz, “Ah ah!” diyoruz bir vicdan aksiyle. Soruyoruz, “O gitmiş. Niye gitti biliyor musun?” Soruyorlar. Cevabı iyi bilmiyoruz. Onlar da bilmiyor. Giden gidiyor. Küçük, küçücük adamızdan büyük, koca koca insanlar… Gidiyorlar. “Gitmişler.” Derken yavaş yavaş unutuyorlar sormayı. Unutuyoruz. Adada her şey kolay mı unutuluyor yoksa? “Ne kolayı canım!” Zor mu unutuluyor yani? (Bir dahaki seferin düşüncesi bu.)

Bir şeyleri unutmak da şart ama değil mi yaşamaya devam edebilmek için, hele ki bu küçücük, küçücük, küçücük yerde?

Küçük cennetimizde olması gereken bu belki de. Unutmak. Yeniden başlamak. Unutup unutup başka bir şeyler söylemek. Bulanmadan, donmadan akmak. Yeni bir şeyler, güzel şeyler hep. En baştan yaratabilmek için o küçük cenneti. Küçücük.

 

Faruk

İki yaşında geliyor Faruk İstanbul’a. Babası Silvan’a vaktinde ulaşmayan celpler yüzünden askere geç kalıyor, bu gecikmeden ceza alarak Beykoz’da üç yıl boyunca askerlik yapıyor. Askerlik bitince Diyarbakır’a geri dönmeye niyetlenmiyor hiç. Farsçası ve Arapçası var, sahaflar çarşısında çalışıyor, sonra da saatçilik yapıyor. Önce Bahçelievler’e yerleşiyorlar, Faruk ortaokuldayken yazları adaya gelmeye başlıyorlar. Faruk asi çocuk, yazlar yetmiyor, kışları da adaya kaçıyor. Çok sevdiği yalnızlığın buraya çok yakıştığını fark ediyor, adadaki kökleri yavaş yavaş beliriyor böylece. Yirmili yaşlarına geldiğinde de temelli yerleşiyor adaya. Şirin mi şirin bir atölye kuruyorlar, Mürvet ve adanın başka bir delinimeti olan Şükran’la. Ada, ekmek teknesi de oluyor böylece Faruk için, zevkle yaptığı bir işin yuvası. Eşi benzeri olmayan kolyeler, küpeler, yüzükler yaratıyor burada. Tezgâhının başındayken unutuyor zamanı.

Bir süreliğine alıkoyuyorum onu işinden, konuşmamız lazım bunları. Hemen çay almaya koşuyor. Her tarafından güzelliğin, emeğin, zarafetin taştığı sıcacık atölyesinde konuşmaya başlıyoruz.

 

  • Nihayet buluştuk Farukçuğum!

Evet! Hoş geldin.

  • Aklıma gelen şu an, sana sormak istediğim ilk şey, adaya ilk geldiğin gün. Hatırlıyor musun o günü? İlk nasıl gördün adayı, herhangi başka bir yere benzettin mi mesela?

Bizimkilerle adaya taşındığımız o ilk gece. On bir buçuk vapuru, son vapurla geldik. Eşyalarla Rıfat Bakkal’ın hemen yanındaki ufacık bir yere yerleştik. Eşyaları eve bırakıp bakkala indik, bakkal hâlâ açık, gece iki filan halbuki. Birer kola aldık, gittik, sahildeki banklardan birine oturduk. Etrafa şöyle bir bakınca büyülendim. Daha önce gördüğüm hiçbir yere de benzetemedim. Florya’ya falan giderdik yüzmeye, deniz kenarına yabancı biri de değilim aslında ama gelir gelmez bir aidiyet hissettim buraya, onu hatırlıyorum.

 

  • Sen çok yetenekli birisin. Bu yeteneğini buradayken mi keşfettin?

Yok, bayağı farklı süreçlerden geçtim. Abim kuyumcuydu, bizi de yavaş yavaş yanına çekmeye başladı. Ben başta pek yanaşmadım, farklı alanlarda çalıştım. Sonra sonra içinde buldum kendimi. Abim çantaya çıkıyordu, çantacılık da şu, yaptığın ürünleri, alyansları çantaya koyarsın, Anadolu’da gezersin, mağazalara satarsın. Bu işe başladım ben de onunla. Ortağımız ayrılınca atölyeyi kapattık, sonra da herkes kendi yoluna gitti. Bir Nazar Ustam vardı, Kayseri Ermenileri’nden, onun yanında sadekârlığa başladım, kuyumcu ustalığına yani. Çok iyi bir ustaydı, zır deliydi! Onun yanında yetiştim ben. Derken bir gün, “Kanatların çıktı senin, hadi uç bakalım artık,” deyip gönderdi beni, kovdu resmen. Büyük Valide Han’da, Kapalıçarşı’da kendi atölyemi açtım. Piyasaya dönük değil de kuyumculuğun daha unutulmaya yüz tutmuş işlerine yöneldim.

 

  • Gümüş takılar, kemik takılar yapıyorsun. Üretmende adanın bir ilhamı var mı?

Gümüş, kemik, boynuz ve kızanlar çıkabilir, fildişiyle de çalışıyorum ama gerçekten geridönüşümden olan fildişiyle. Nerede olsam aynı ilhamla çalışırdım. Adanın buradaki etkisi şöyle, evimden çıkıyorum, insanlara selam vere vere atölyeme geliyorum. Misafirim gelirse onlarla sohbet ediyorum. İşyeri gibi değil yani burası, ikinci evim gibi.

 

  • Evinden adaya doğru bakarken ya da vapurla adaya yanaşırken ilk nereye bakıyorsun?

Adanın tamamına. Evimi falan aramıyor yani gözlerim. Ev Heybeli çünkü, hatta İstanbul’dan vapura bindiğin anda evindesin. İstanbul’daki hemen herkes vapura sadece bir ulaşım aracı diye bakar, bizim içinse aynı insanlarla bir araya gelip aynı dili konuşabildiğimiz sosyal yaşamımızın çok değerli bir parçası vapur. Olmazsa olmazı. Mesela arkadaşların yedi buçuk vapurundaysa ona muhakkak yetişmen lazım.

 

  • Peki, bu adada ya da adalarda şöyle bir şey var mı, birileriyle yakınlaşıyoruz mesela, senelerce, sabah akşam deliler gibi onlarla takılıyoruz, sonra bir bakıyoruz, aaa, kimse yok ortalıkta! Ya bir şeyler oluyor, kopuyoruz birbirimizden ya da zaten gelen, bir altı yedi sene sonra gidiveriyor adadan… Var mı böyle bir şey senin için?

Belli ekonomik, ailevi şartlar yüzünden adadan gitmek zorunda kalanlar oldu tabii. Benim için böyle bir şey olmadı. Şehirden güneye falan gidenler var ya, Akdeniz’e, Ege’ye, oralarda bir yere yerleşeyim, diyerek. Bende de oldu bir ara, gitmek istedim, gittim, her yeri de gezdim. Kendi kendime şey dedim, küçümsemek için söylemiyorum kesinlikle, yapı olarak örnek veriyorum, “Zeytinburnu’ndan gelmedin ki oğlum sen buralara,” dedim, “Heybeli’den geldin.” Hiçbir yeri beğenemedim çünkü. Oralara kaçanlar İstanbul’u oraya götürüyor, buna da bir anlam veremedim. Bir de şehirden köy yaşamına kaçanlar var. Biz onun da özlemini çekemeyiz, burada yarı köy hayatı yaşıyoruz çünkü. Yangın sonrası, gazetede çıkan bir haberde, “Ada köylülerinin yardımıyla yangın söndürüldü” yazıyordu.

Yaşanan dostluklarda, ilişkilerdeki kopuşu ise adaya has bir şey olarak görmüyorum. Her yerde oluyor bu.

 

  • Burada seni en fazla zorlayan şey ne oldu?

Oldu tabii bir şeyler ama bunlar etrafa yansıtmayı tercih etmeyeceğim meseleler…

 

  • Tamam, tabii. Fayton peki? Sormadan edemiyorum bunu, arada adını telaffuz etmezsem eksikliğini hissediyorum!

Bu konudaki düşüncem sadece faytona özgü değil, yönetim zihniyetine dair hemen hemen her şeyi kapsıyor. Hep yasakçılığa dayalı bir zihniyet var. Bir şeyi yasaklamak yerine onu düzenleyip işleri rayına koymak gerek, bu da kimsenin işine gelmiyor. Akülü araçlarla ilgili de aynı şeyler yaşandı. Denetim yok. Faytona dönersek, Büyükada’da arabacılık vardı, buradaki atlarsa çoğunlukla faytoncuların kendi atlarıydı, o yüzden hayvanlar nispeten daha iyi bakılıyordu burada. Keşke kaldırılmasaydı. Dünyanın her yerinde var bu, niye kaldırıyorsun ki?

 

  • Adada en çok neyi görmekten hoşlanıyorsun ve neyi görmekten rahatsızlık duyuyorsun?

Şöyle söyleyeyim, mesela babam, 73 senesinde kalkıp İstanbul’a gelmiş, adaları keşfetmiş. Burada nasıl yaşanacağını öğrenmiş, buranın şartlarını gözeterek bir uyum yakalamış, davranışlarını da buna göre geliştirmiş. Babam köylü halbuki, bugünkü koşullarda buradan New York’a gitmek gibi yani yaptığı iş.

Buraya gelenler bakımından da bana göre en büyük mesele, sanki yaşayamadıkları yerden hınçlarını çıkarmak ister gibi bir halleri var. Buradaki hayatı görmezden geliyorlar.

 

  • Burada bir dayanışma var mı peki, yeterli bir dayanışma? Bir örgüte falan dahil misin sen mesela?

Yok, değilim. Ben adada şunu gördüm, dayanışma konusunda bile insanların bir tavrı var, “Benim dayanışmam!”, “Senin dayanışman!” Halbuki adı üzerinde, şahsa ait bir şey olamaz yani dayanışma. Maalesef bunda bile bir yarış içine girebiliyor insanlar. Birkaç tanesinin toplantılarına da gittim. Otuz kişiyle toplantı yapılıyor, sonra altı kişi arka tarafa geçip orada ayrıca toplantı yapıyor. O zaman diyorum ki ben de, bu yapı bu altı kişinin demek ki. O yüzden pek bulunmuyorum içlerinde.

 

  • Bu atölyeyi açalı ne kadar oldu?

On yıl olmuştur. Mürvet’le beraber bir telkâri kursuna gitmiştik. Eğitmenlik yolu da bana ilk böyle açıldı aslında. Önce ustalık belgesi aldım. Usta öğreticilik programında öğretmen olup Bostancı ve Kartal Halk Eğitim merkezlerinde, İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde çalışmaya başladım.

O sıralar Şükran Abla da ebru yapıyordu. Burası postaneydi evvelden, epey zaman da boş kaldı. “Tutalım mı?” dedik ve tuttuk. “Heybeli Atölye” macerası böyle başladı yani.

 

  • Bu atölyede bir şey yapmak isteyip de yapamadığın, işe başlamaya niyetlenip de başlayamadığın oldu mu hiç?

Çok! Senin saatin mesela! Bak, duruyor orda!

 

  • Ondan soruyorum zaten bu soruyu! (Gülüyor.) Peki, bir şey yaratmak ne demek senin için? Burada, adada olmak yaratıcılığının önünde bir engel mi, yoksa besliyor mu yaratıcılığını?

Besliyor tabii. Bu işi yapmak için ya sabırlı biri olacaksın ya da bu iş sana sabır kazandıracak. Ruhun dingin olacak. Ada bunun için çok güzel bir yer. Herhangi bir keşmekeşe girmeden buraya geliyorum. Bir şey yaratıyorsun, tanrısal bir şey bu! Birisi, “Ne güzel olmuş!” dediğinde ya da kıymet verip satın aldığında çok mutlu oluyorum. Demek ki, “Güzel bir şey yaptım,” diyorum, o zaman yarattığımı hissediyorum.

 

  • Adada kendini en yalnız hissettiğin anlar ne zamanlar?

En sevdiğim anlar onlar!

 

  • Peki… Burada çok içiyoruz. Sen müthiş bir irade göstererek, büyük bir mücadele sonucu bundan kurtardın kendini. Bundan bahsetmek ister misin biraz? Bahsetmek istemiyorsan da geçelim, boş ver.

Yoo, bahsedelim tabii. Şimdi, biliyoruz ki bütün deniz kenarları içer, artık huyundan mıdır suyundan mıdır, buralarda içilir hep. Ben de çok uzun süre içtim ve bunun rahatsızlığını çekmeye başladım. Şimdi içmiyorum, epeydir içmiyorum, içmeyi de düşünmüyorum. Yani, her şeker yiyen şeker hastası olmuyor, şeker hastalarına şeker yasak oluyor, bana da alkol yasak. Böyle bir hastalığım var, diye bakıyorum, o yüzden içmeyeceğim. Keşke içebilseydim.

 

  • Adada seninki gibi bir mesleğin erbabı olmak, çırak da yetiştirmeyi gerektirmez mi? Ben her bir şeyden anlayan rahmetli Recep Usta’ya hep, niye senin çırağın yok diye sorardım, gülerdi sadece. Senin niye yok?

Sen gelmeden hemen evvel bunu tekrar düşündüm. Evvelden bütün alanlarda, zannatkârların yanına çocuklar aileleri tarafından, “Eti senin, kemiği benim” diyerek çırak verilirdi. Şimdi daha çok çocuk okul okuyor, çocuklara eskisinden daha fazla kıymet veriliyor. Eskiden çocuğa böyle yaklaşılmazdı, hayatları sadece çocuklarının etrafında dönen aileler var şimdi. Ben burada şunu yapmaya çalıştım, üniversite öğrencileri geliyordu. İsterse babaları fabrikatör olsun, ücretsiz atölyeler başlattım burada. Epey de uzun sürdü. Sonra pandemi patlayınca birden her şey altüst oldu.

 

  • Kendini hiç yabancı gibi hissettiğin oldu mu adada?

Evet. Sen kendini buralı hissediyorsun, birileri çıkıp buralı olmadığını hissettiriyor sana. Adada böyle bir durum var, “Ben doğma büyüme adalıyım.” Eee, ne olmuş! Buraya dün gelmiş biri adaya senden daha fazla kıymet veriyor olabilir.

 

  • Buradaki en büyük derdimiz ne sence? 

Ulaşım herhalde, değil mi? Adalararası yıllık aidat ödeyerek ücretsiz ulaşım var, deniyor ama ücretsiz değil işte. Yıllık aidat beş yüz falandı bu sene. İstanbul’da maddi durumuna göre bir ulaşım aracı tercih edebilirsin, helikoptere binersin istersen. Adalar’a ulaşmak içinse tek bir ulaşım yolu var. O yüzden adalara ulaşım meselesinin yeniden bir gözden geçirilmesi gerek.

 

  • Birkaç sene öncesine göre bugün hepimiz hayatımızı daha zor idame ediyoruz, ettiriyoruz, ettirtiyoruz. Gümüş falan, aşırı pahalı şeyler bunlarSen nasıl yapıyorsun?

Altın çok daha pahalı. Altının kilosu üç milyonsa gümüşünki otuz beş bin lira falan. Ama ben altınla çalışayım arzusunda da değilim. Gümüş çok asil! Tezgâhın başında kalabilmek bana yetiyor şimdilik…

 

  • Burada çalışırken ne dinliyorsun?

Doğru düzgün radyo kalmadı. Dayatmacı kanallar var birtakım, onları da dinlemiyorum. İnternetten canımın istediği bir parçayı açıp dinliyorum.

 

  • Adaya şöyle bir bakınca, uzaktan ya da yakından, onu hangi mücevher gibi görüyorsun, öyle görüyor musun ya da? Amma gıcık bir soru sordum, değil mi!

Evet! (Gülüyor.) Şimdi, “Pırlanta gibi görüyorum!” falan dersem olmaz çünkü ben pırlantaya bir kıymet biçmiyorum. Birtakım büyük firmalar bu taşa değer biçiyor, halbuki herhangi başka bir taştan daha kıymetli değildir pırlanta. İşlenmiş bir cevher olarak göreceksem adayı, hangi mücevher olduğunun bir önemi yok.

 

  • Peki mutlu musun burada?

Evet, çok mutluyum.

 

  • Çok güzel oldu Farukçuğum… Çok çok teşekkür ederim.

Aaa, bitti mi? Hay Allah, bir şey konuşamadık ki!..


Yayınlanma Tarihi: 07 Aralık 2024  /  Son Güncellenme: 07 Aralık 2024


Bu yazı hakkında yazarımıza ve editörlerimize iletmek istedikleriniz mi var?
Aşağıdaki formu kullanarak kendisine ulaşabilirsiniz.
(Bu formdaki bilgiler, yazarımız ve editörlerimizin mail adreslerine iletilecektir.)


Çerezleri Yönetin!

Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.

Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.

Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.