Şakir Paşa Köşkü 1984'de yeniden yapıldı.
Aliye Berger: “Biz Şakir Köşkü’nün çocukları sanki bir ana-babanın değil de bu ahşap Osmanlı Konağı’nın tohumlarıydık. Köşk, bizi dokuz ay yerine yıllarca rahminde taşımış gibi, genlerimize sinmiş iliklerimize ilişmiş ve bize özsuyumuzu vermiştir.”
Musa Cevat Şakir: “Büyük ev büyük cehennem. Ben burada yaşadım. Burada öldüm.”
Şakir Paşa ailesi ve yaşadıkları Büyükada’daki köşk şu sıralarda bir televizyon dizisi sayesinde yeniden ilgi alanımıza giriverdi. Şakir Paşa ailesi için yazılan ya da yazılacak senaryolar, oyunlar, yazılar, sohbetler dönemin iyi eğitimli aristokrat bir aileyi ve Cumhuriyet öncesi yılları yakından tanımamıza yarıyor.
Aliye Berger’in dediği gibi Şakir ailesinin tohumlarının atıldığı, özsuyunu verdiği bu ahşap Osmanlı Konağı’nı Şakir Paşa ailesinden de öncesini ve köşkün onlar yaşayıp gittikten sonrasını, ilk gençlik yıllarımda köşkün bahçesinde yaşadıklarımı kendi penceremden anlatayım.
Ayrıca köşkle ilgili çok özel bilgileri, Şakir Paşa ve ailesinden sonra köşkte yaşamış ailelerin üyelerinin bana anlattıklarını sizlere aktarayım. Köşkün Şakir Paşa sonrasını ve akıbetini de böylece öğrenmiş olalım. Balıkçının dediği gibi sonra “Siz de başkasına anlatın!”
Öncelikle diziyi seyredenler ve konuyla ilgilenenlere baştan söyleyeyim. Dizinin çekildiği yer Şakir Paşa’nın ailesiyle birlikte yaşadığı o köşk değil. Yapımcılar kendilerine bir başka köşk, onunla da yetinmeyerek rahat çalışabilecekleri yani köşke benzeyen büyük bir dekor plato yapmışlar. Haklı olarak çünkü Şakir Paşa’nın yaşadığı Şehbal sokakta ki köşk önce yanmış sonrasında onun yerine kocaman bahçesi bölünerek iki parsele 1980’li yıllarda apartman şeklinde başka farklı yapılar yapılmış. Ne yazık ki bu yazıyı yazdığım sırada köşkün bire bir benzerinin yapıldığı plato gece yarısı çıkan bir yangınla ortadan kalktı. Yapımcılar diziye ara verdiklerini, yangını çıkış nedenini uzman ekiplerin araştırdığını ve platoyu yeniden yaptıktan sonra yeni bölümlerin ekrana getireceklerin açıkladılar.
Tripo Köşkü
Önce televizyon dizisinde Şakir Paşa Köşkü diye gösterilen köşkten bahsedeyim. Maden Yılmaztürk Caddesi 127 numarada bulunan ev de Büyükada’nın önemli Osmanlı köşklerinden biri.
1897 yılında deri fabrikatörü Konstantin Tripo tarafından Hristos Yovanidis’e yaptırılmış.
Sedef Adası manzaralı denize doğru merdivenlerle inilen bahçesi bulunan, iki katlı, bodrumlu olarak inşa edilmiş. Konstantin Tripo’nun Kumsal caddesinde şimdilerde çok değişikliğe uğramış bir başka köşkü daha bulunuyor. Deniz kıyısında yer alan bu köşke karşılık Şakir Paşa’nın adada yaşadığı köşk çok geniş bir bahçe içinde yer alıyor. Fakat hiçbir yerinden deniz görünmüyordu.
Şakir Paşa neden Büyükada’ya geldi?
Şakir Paşa ve ailesinin Büyükada’ya bu köşke yerleşmeleri Mehmet Şakir Paşa’nın Sadrazam ağabeyi Cevat Paşa’nın Padişah Abdülhamit’in gözünden düşmesi ile başlıyor.
Şakir Paşa Ailesi, Şakir Paşa Köşkü’nün Bahçesinde
Cevat Paşa sözünü esirgemeyen, şahsiyet sahibi bir devlet adamıdır. Kendisine bir komplo düzenlediğinden kuşkulanan Abdülhamit onu sadrazamlıktan azleder ve Şam’a sürgüne gönderir. Sadrazam Cevat Paşa Şam’da tüberküloz olur. Cevat Paşa’nın akrabaları Abdülhamit’e yalvarırlar İstanbul’a getirilmesi için ancak Abdülhamit hiç oralı olmaz ve bu isteği kabul etmez. Nihayet İstanbul’a koma halinde sedye ile getirilir. Hasta bedeni İstanbul’a geldikten sonra sadece yirmi gün dayanır. Cevat Paşa’nın Teşvikiye Işık Lisesi’nin bulunduğu yerde bir köşkü vardır. Abdülhamit sordurur “Şakir Paşa orada mı oturacak?” diye. Şakir Paşa, “Ağabeyimin ayağının basmadığı bir yerde oturmak isterim” diye cevap gönderir. Şakir Paşa, kardeşinin uğradığı haksızlığı sineye çekemediği için Abdülhamit’in verdiği Teşvikiye’deki konakta oturmayı reddeder. Sultan Abdülhamit’in baskısından kurtulmak için azınlıklardan başka kimsenin ayak basmadığı bir Rum balıkçı köyü olan Büyükada’ya gelir.
1846’da Adalar’a düzenli vapur seferlerinin başlamasıyla Adalar’ın ve Büyükada’nın Rum ve Ermeni nüfusuna varlıklı Türk aileleri, paşalar, beyler, bazı devlet erkanı da dahil olur. Abdülhamit’in şehzadeleri Burhanettin ve Abdülkadir Efendiler, Büyükada’ya gelip köşk yaptırır. Bazıları da Rum ve Ermeni zenginlerinden köşkler satın alırlar. 1908’de Meşrutiyet ilan edilip II. Abdülhamit tahtan indirilince bir çeşit Ada sürgünleri oluşur. Arap İzzet Paşa, Tophane Müşiri Zeki Paşa, Baş hafiye Kadri Bey gibi adaya yerleşenler olur.
Maden Mahallesi Şehbal sokağı başında dönemin ünlü oteli Pascal’ın yer almasından dolayı burası Paskal Mahallesi olarak da biliniyordu. Pascal Oteli, 1900’li yıllarda Büyükada’nın karakol binası olarak da kullanıldı. Sermed Muhtar Alus, İstanbul Ansiklopedisi notlarında “Adada polis molis hiç göze görünmezdi. Eminlik bu kadar olur. İki zaptiye esbak sadrazam Cevad Paşanın biraderi Şakir Paşa köşkünün altında, iki dahası da Nizamda dururlardı. Ufacık bir vak’ayı duyan yok” diye yazar.
Şehbal sokağına girip yokuşu biraz çıkınca sol tarafta Dimitrios Çolas’ın kargir konağının (önce yetimhane sonrasında, Vatikan Büyükelçiliği’ne bağışlandı) hemen hemen karşısında bir girişi olan Yeorgios Rosolatos’un dört dönümlük bahçe içerisinde birçok farklı türden ağaçlarla çevrili görkemli köşkü bulunuyordu. Burası Panayia Manastırı’nın yerine 19. yüzyılda yapılmış ve Rosolato Köşkü olarak da tanınıyordu. Üç katlı ahşap köşkün iki büyük bahçesi, kargir ahırı, yirmi dört odası, bir de motorhanesi, vardı. Şakir Paşa bu köşkü çok beğenir, 1900 yılının hemen başlarında da sahibi Rosolato’dan satın alır.
Mehmet Şakir Paşa ailesini yanına alıp bu köşke yerleşirler. Şakir Paşa ailesinin Büyükada hayatı böyle başlar. Şakir Paşa, siyasi, askeri işlerden elini ayağını çekerek Osmanlı İmparatorluğu tarihini yazmaya başlar.1912 yılından başlayarak beş ciltlik “Yeni Osmanlı Tarihi” eserini bu köşkte tamamlar. Diğer zamanlarda köşkün bir bölümünde kurduğu karanlık odasında evinde ve bahçesinde çektiği aile fotoğraflarını bizzat kendisi banyo eder ve tab eder. Dört dönümü biraz geçen bahçesinde serasında çiçeklerle ilgilenir. Orkideler ve güller yetiştirir. Köşkün elektriğini ve suyunu da kendi üretmeye çalışır ve başarır.
Anlatılanlara göre Şakir Paşa bahçesinden çıkardığı suyu pek kimseyle paylaşmak istemezmiş. Komşuları tarafından bu cimriliği yüzünden de pek sevilmezmiş.
Bu köşkte kimler kalmamış, kimler yaşamamış ki: Mehmet Şakir Paşa, eşi Sara İsmet, Musa Cevat (Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaç), Agnesie Kafiera Pallotta(Cevat Şakir’in İtalyan eşi) Mihrinnisa Fatma-tüzzehra (Hakkiye Koral), kızı Füreya (Koral), Nurunnisa Ayşe Sıdıka (Ayşe Erner), Mustafa Suat (Suat Şakir Kabaağaç), Fahrünnisa Emine (Fahrünnisa Zeyd), Hayrünnisa Hatice Aliye (Aliye Berger). Fahrünnisa Zeyd’in ikinci eşi İzzet Melih (Devrim). Çocukları Nejad Devrim ve Şirin Devrim ise yaz aylarında bu köşkte kalırmış. Zamanın ünlü sanatçıları ve devlet adamları da köşkün sık ziyaretçileri arasında yer alırmış.
Askerlik eğitim alıp paşa olmuş, Girit ve Atina’da elçilik yapmış kardeşi Cevat Paşa sadrazam olmuş, hariciye tecrübesi ile çok donanımlı Şakir Paşa, Padişah Abdülhamit ile sorunları ile nedeniyle Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı sırasında ülkesinin üst düzey kurmayları arasında yer almamış. Onun yerine Büyükada Rosolato Köşkü’nün ihyasına girişmiş, aile üyeleriyle burada inzivaya çekili bir hayatı tercih etmiş.
Rosolato Köşkü Bahçe Kapısı
Büyük oğlu Musa Cevat Şakir, ilkokulu Büyükada’da köşke çok yakın mahalle mektebinde tamamlar. Daha sonra Robert Koleji’nde yatılı okumaya başlar. Cevat Şakir Kabaağaçlı, fırtınalı bir hafta sonu kolejden adadaki köşke gelebilmek için önce Kartal’a gider.
Fırtınalı hava nedeniyle vapurlar çalışmayınca annesi Sera İsmet Hanım oğlunu hafta sonu Büyükada’da görebilmek için her şeyi göze alır. Büyükada’dan karşıya kayık gönderir o şiddetli havada, Cevat Şakir’i Büyükada’ya getirir. Bunun için fırtınalı havada hiçbir kayıkçının gitmek istemediği Kartal’a gidebilmesi için yedi altını gözden çıkarır ve kayıkçılara öder. O dönemde dört aylık teğmen maaşına tekabül eden yedi altını kayıkçılara ödediğini öğrenen Şakir Paşa, İsmet Hanım ile oğlu Cevat Şakir’in önünde çok şiddetli bir tartışmaya girer. Cevat Şakir daha sonra o günü şöyle anlatır:
“O tartışma o kadar şiddetli oldu ki, babamla o gün duygusal bağım koptu.”
1914 yılının yazında oğulları Asım, Cevat ve Suat’la gittiği Afyonkarahisar’da aile çiftliğinde oğlu Musa Cevat Şakir yine girdiği bir başka şiddetli tartışma sırasında babasını odada bulunan bir silahtan çıkan kurşunlarla öldür, on beş yıl ceza alır. Şakir Paşa’nın cenazesi Afyon’dan Büyükada’ya getirilerek Tepeköy’deki Müslüman mezarlığına defnedilir. Şakir Paşa ailesini bu olay perişan eder.
Cevat Şakir babasını neden öldürdü? sorusuna günümüz de bile hala tüm netliğiyle cevap bulunamamıştır. Peki bu trajik olayın ertesi günü köşkte neler yaşanmıştır?
Büyükada’daki köşkte yaşananları Şakir Paşa Ailesi kitabında Fahrelnissa Zeid’in kızı Şirin Devrim şöyle anlatır:
“O uğursuz gecenin sabahında Nisa, annesini yukarıdaki salonun ortasında diz çökmüş, öne arkaya sallanarak “Allah’ım, Allah’ım bana yardım et” diye ağlayıp inlerken gördü. Öbür yanda Ayşe, Cevat’ın fotoğraflarını çerçevelerinden çıkarıyor, bin parça edip üzerinde tepiniyordu. Nisa büyük bir şaşkınlık ve korku içindeydi. Bütün bu garip davranışların anlamı neydi? Ama öğrenmeye fırsat kalmadan, Aliye ile birlikte Üsküdar’da yaşayan halalarının evine yollandılar ve ancak cenaze kalktıktan sonra dönebildiler. Onlara babalarının bir kalp krizi geçirip öldüğü ve bu konu hakkında soru sormamaları söylendi.”
Fahrelnissa Zeid de bu konuda hiçbir zaman konuşmadı. Musa Cevat Şakir de köşk için sonraları “ Büyük ev, büyük cehennem. Ben burada yaşadım. Burada öldüm” diyecekti.
Şakir Paşa Köşkü’nün bahçesi Lunapark oluyor.
Bu trajik olaya yukarıda adını saydığım, Türkiye’nin sanat dünyasına damgasını vurmuş isimlerin neler ürettiklerine neler yaptıklarına artık değinmeyeceğim. İlgilenenlere Şakir Paşa ailesi hakkında torunlarının yazdığı birçok kitapta ailenin öyküsü var. Aile hakkında ve aileden çıkan sanatçıların başarılarının yer aldığı birçok belgesel video da bulunuyor. Şu sıralarda da televizyon dizisinde bu geniş ailenin yaşadıkları, başına gelen olaylar detaylarıyla anlatılıyor.
Ben size Şakir Paşa ailesinin köşkten ayrılmasından sonra ailenin köşkte kalan izlerinden ve köşkün aileden sonrasından bahsedeyim.
Haldun Güner’in oğlu Haluk Güner Büyükada Lunaprak’ta gokarta binerken.
1960 -1970-1980’li yıllarda Şakir Paşa köşkünün bahçesi ailenin birçok renkli kişisi gibi rengârenk bir Lunapark’a dönüşmüştü. Dönme dolaplı, salıncaklı, komik aynalarıyla eğlendiğimiz bir Lunapark’a. Sanki köşk aile üyeleri evi terk ettiği için çok sıkılmış ve bahçesini her gece insanların geldiği, geç saatlere kadar eğlendiği bir park haline getirmişti. Yaz geceleri Şakir Paşa Köşkü’nün bahçesinin her köşesinden eğlence fışkırıyordu. Işıklar içinde adanın birçok yerini görebilen dönme dolap, atlı karınca, salıncaklar, sinema ve diskotek. Her türlü eğlencenin farklı müziği çalıyordu o geniş bahçe içerisinde. Arkadaşlarıyla, sevgilileriyle eğlenenler, gecenin bir yarısına doğru karanlıkta, ıssız bir köşede ağaçların hemen ardında onları izleyen Şakir Paşa Köşkü’nün önünden geçerek, adanın mis gibi çiçek kokan yolarından dağılarak evlerine gidiyorlardı.
Haldun Güner en önde Ağustos 1967 Lunapark
Haldun Hoca
Peki Şakir Paşa Köşkü’nün bahçesi nasıl Lunapark haline geldi?
Haldun Güner’in çocukları Mualla Güner ve Hadiye Boralılar’dan aldığım bilgilere göre,
Şakir Paşa’nın hayatta kalan varisleri iyice bakımsız kalan köşkü ve bahçesini kiraya veriyorlardı. O kiracılardan birisi de Büyükada’da daha önce manifaturacılık yapan Haldun Güner’di. Haldun Güner, arpacı Ferit Meriç ile birlikte Lunapark kurmak için çoğu adalılardan oluşan yüz kişilik bir kooperatif kuruyor. Paralar toplanıp ilk çalışmalar sürüyor. Kooperatifin hedefleri yerine getirme süresi bir hayli uzayınca birçok kişi adada bir lunaparka ortak olma fikrinden soğuyor ve kooperatiften paralarını geri alarak ayrılıyor. Haldun Hoca (herkes ona hoca derdi) bu fikirden pek vazgeçmiyor. Kadıköy’de Lunapark işleten Suavi isminde bir kişi de Şakir Paşa Köşkü’nde kiracı. Onunla birlikte Arpacı Ferit ve Haldun Hoca Şehbal Sokak ile Sakarya Sokağı arasında bulunan Şakir Paşa Köşkü’nü kiralayıp doğal su havuzlarının ortasına büyük bir çay bahçesi bulunan Lunapark’ı kuruyorlar. Bahçeyi dev bir eğlence yerine dönüştürüyorlar. Kirasını da o sıralarda yine adada yaşayan Aliye Berger’e gönderiyorlar.
Lunapark’ı işleten Şakir Paşa Köşkünde kalan Haldun Güner 1981 yılında hayata veda etti
Köşkün bahçesinde kolumu kırdım
Büyükada’da eğlenmek, vakit geçirmek için Şehbal Sokak ile Sakarya Sokağı’nın olduğu geniş alanda kurulu o lunaparka giderdim. Büyük bir bahçe içindeki lunaparkta çarpışan otolar, dönme dolap, hem büyükler hem de küçükler için birer salıncak, atlıkarınca, korku tüneli, komik aynalar, boks topu, sigara kutularının üzerine atılan halkalar, buna benzer oyunların yer aldığı geniş alanda zamanımı geçirirdim.
Bahçe de bilardo, pinpon (masa tenisi) oynanır, kapalı bir alanda müzik kutusuna para atılarak müzik dinlenir, dans edilirdi. Bahçenin köşesine beton dökülerek yapılan ve hem basketbol, hem mini futbol oynamak için kullanılan ışıklandırılmış beton sahada futbol ve basketbol turnuvaları çok çekişmeli geçerdi. Tribünleri kalabalık seyircilerle dolardı. Ben çok hatırlamasam da bu alanın içerisinde 1969-1975 yılları arasında önce Haldun Hoca ardından Ali Akpınar tarafından işletilen yazlık Lunapark sineması da kuruluyormuş. 500 kişilik kapasitesi olan yazlık açık hava sinemanın biri Şehbal Sokak’ta diğeri Sakarya Sokağı’nda olmak üzere iki girişi mevcutmuş. Bu geniş alanda yaz akşamları dokuzdan gece yarılarına kadar hemen her akşam bahçenin farklı köşelerine uğrayarak eğlenirdim. Bahçenin Şehbal Sokak’a bakan köşesinde üç katlı ahşap köşkün içine girmeye korktuğumuz sera ve mutfağı vardı. Köşkün hemen önünde kameriye, birbirine köprü ile bağlı üç havuz, bir kümes, mağara şeklinde çağlayan suyu akan sarkıtlı havuz bulunurdu. Doğal kayalık ve taşlardan yapılı havuz uzun süre kullanılmadığı için içinde kurbağalar, yosunlar ve çalı çırpı yuva yapmıştı. Bu havuzun hemen kenarında yana doğru gelişmiş bir sedir ağacı vardı. Çok geniş dalları olan bu ağaca çıkıp oynamaktan, oradaki havuza bakmaktan çok keyif alırdım. Eski köşk binası hem hoşuma gider, hem de orada oynamaktan çok korkardım. Bir gün bu sedir ağacının tepesindeki geniş daldan aşağıda havuzun çıkıntılı köşesine doğru düştüm. Düştüğüm yerden kalktığımda sağ kolumun çok acıdığını ve kırıldığını hissettim. Arkadaşımın yardımı ile acılar içinde eve gidebildim. Sonra Tepeköy’de bulunan kırık çıkıkçı Kevork’a gittik. Una yumurta kırdı ve sargı beziyle kolumu sardı. Fakat bu kolumu iyileştirmedi. Birkaç gün sonra Horoz Reis, beni teknesiyle karşıya götürdü. Hastanede koluma güzel bir alçı yapıldı. Boynuma bir bezle bağladık alçıyı. O yaz ilk defa hiç denize girmeden yazı tamamladım.
Kışın alçı çıktıktan sonra yine kolumu kırdığım o ağaçların hemen yanındaki beton top sahada futbol oynamaya devam ettim. Kışları lunapark faal olmazdı. Futbol sahası da kapalı olurdu. Dışarıdan getirdiğimiz bir futbol topuyla boş olan bu sahada maçlarımızı yapardık. Maçın ortalarına doğru tam terlemeye başlardık ki en keyifli yerinde sahada uzun boylu, gözlüklü, elleri arkada beline bağlı, paltolu, kaşkolü boğazına sımsıkı sarılı bir adam sahada dolaşmaya çıkardı. Kafamızı kaldırıp onu görünce dururduk. Bazen de o topu ayağının altına alır, maçı durdur, sahanın ortasında bekler, “Hadi çocuklar, bir yoğurt parası” derdi. Bu kişi Haldun Hoca’ydı. Biz maçın tam ortasında terli terli soyunma odasına gider, pantolonlarımızın cebini kontrol eder, topladığımız ne kadar bozuk para varsa hiç saymadan birleştirir, Haldun Hoca’nın eline bırakırdık. Sonra kaldığımız yerden maçımızı kan ter içinde kalana kadar devam ederdik.
Eskiden adada manifaturacılık yapan Haldun Güner, Arpacı Ferit Meriç, Kadıköy’de Lunapark işleten Suavi ve daha sonra da Şişli’de bu tür eğlence işletmeleri olan Antakyalı Yusuf ve değişik zamanlarda ki başka ortaklarıyla o mini futbol sahası ve lunaparkın bazı bölümlerini işletiyordu. Haldun Hoca, uzun kış günlerinde adanın gençlerinden sahayı izinsiz kullandıklarında böyle maçın tam ortasında sahaya girer, yoğurt parası toplardı. Türkiye İşçi Partisi Adalar İlçe Başkanı’ydı. En yakın arkadaşı Büyükada’da çektiği Kamelyalı Kadın filminin yapımcı ve yönetmeni Şakir Sırmalı’ydı. Haldun Hoca da elinde 35 mm kamerasıyla ailesinin ve ada insanlarının filmini çeker, akşam köşkün bir odasında sinema makinesinde ailesi ve dostlarına film gösterileri düzenlermiş. Ailesi bu çekilen filmleri şimdilerde bulamıyor. Bobinler ya birisinin eline geçmiş ya da kaybolmuş. Kim bilir o filmlerde adanın yakın tarihine ışık tutacak neler ve kimler vardı?
Haldun Hoca sıkı bir sosyalistti. Hatta Şakir Paşa köşkünün uzak köşesine yaptırılan diskotekte gündüzleri o zamanın devrimci subayları Sarp Kuray, Selim Yalçıner ve diğer arkadaşlarını buluştuğu toplantılar ve tartışmalar da yapılırmış. Bu bölüm daha sonra ufak çaplı bir kumarhane bile oldu. Haldun Hoca futbol oynadığımız sahanın hemen karşında üç katlı, kararmış ahşapları artık çivi tutmaz Şakir Paşa Köşkü’nün en alt bölümünden gelir, yoğurt parasını aldıktan sonra o karanlık köşke geri dönerdi. Haldun Hoca’nın ailesi ile oturduğu bahçesindeki havuzun yanındaki ağaçtan düşerek kolumu kırdığım köşkte, yaşayanların trajik hikâyelerini, sanatçı kişiliklerini, yaptıkları güzel şeyleri, köşkün yanıp yeniden yapıldığı yıllardan sonra öğrenecektim. Kocaman bahçesinde oynadığım ve kolumu kırdığım için hiç aklımdan çıkmayan o köşkün içerisinde büyüyen Şakir Paşa’nın çocuklarının ve torunlarının, Türkiye kültür ve sanat tarihine nasıl damga vurduklarını o dönem nereden bilebilirdim?
Köşkün o dönem hâli
Haldun Hoca’nın oturduğu ev yani Mehmet Şakir Paşa’nın köşkü ve bahçesi tıpkı Dostoyevski’nin romanlarında karakterlerinin kaldığı yaşamlarını sürdürdüğü odalara dönüşmüştü. Köşk bağımsız bölümler şeklinde kiracılara açılmıştı. Haldun Hoca köşkün birçok odasını fakir fukaraya kiraya veriyor, bazı kullanılmayan bölümleri Şakir Paşa’nın kupa arabasını ve atını koyduğu alanı kavun karpuz sergicilerine, başka bağımsız bölümleri de eskicilere depo olarak kullandırıyordu. Köşkün her odasında bağımsız odacıklarda başka başka aileler, kişiler kalıyordu.
Güner ailesinin üyelerinin anlatımlarına göre köşkün giriş bölümünde nerdeyse bir oda büyüklüğünde bir ayna bulunuyordu. Hemen hole açılan bölümde ise dört oda, sağ tarafında yukarı katlara çıkan merdiveni vardı. Ayrıca bahçe içinden de yukarı kata çıkan bir başka merdiven bulunuyordu. Orta kat ise yukarıda bahsettiğim kiraya verilen bölümdü.
Güner ailesinin köşkte yaşadığı yıllarda bile tüm görkemiyle evin orta katında büyük bir hamam vardı. Hamamın beyaz fayanslarla süslenmişti ve Cevat Şakir’in yaptığı bir palyaço resmi bulunuyordu. Orta kattan üst kata çıkan bir merdiven vardı. Üst kat ailenin bir araya geldiği oturma salonuydu. Üst kattan yukarı terasa çıkılıyordu fakat en üst kattan terastan bile deniz görünmüyordu. Köşkte iki tuvalet vardı. Çok yıpranmış, çok para harcanması gereken kocaman bir evdi. Herkes odasında kendi sobasını kurarak öyle ısınıyordu. Sobanın olamadığı bölümler çok soğuktu. Bahçesinde bir mağara ve bir kuyu vardı. Üç havuz ve küçük şelalelerle bir mağara havasında suların aktığı, doğal kayalık havuzlardı bunlar. Su kuyusu, arkada ahır şeklinde bir arabanın konduğu bir yer mevcuttu. Sera içinde su tertibatı, bahçe içerisinde değişik yerlerde kameriyeler, fıstık ağaçları, sedir ve diğer büyük ağaçlar sarmaşıklar içinde saklanıyor gibiydi köşk.
Şakir Paşa Konağı Son Dönem
19 Nisan 1974’de köşk Şakir Paşa’nın varisleri tarafından satıldı. Lunapark, küçülüp Golf adını almış karakolun bulunduğu yere taşındı. Bahçe dört yıl öylece yerinde durdu. 1978’de köşk yandı.18 Temmuz 1984’de dört dönümlük bahçesi iki parsele bölündü. Sakarya Sokak girişine bir apartman inşa edildi. Şakir Paşa ve ailesinin yaşadığı köşk de eskisine benzetilmeye çalışılarak yeniden yapıldı. Girişine Şakir Paşa Köşkü tabelası kondu.
Yayınlanma Tarihi: 08 Ocak 2025 / Son Güncellenme: 09 Ocak 2025
Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.
Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.
Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.