Paylaş
Tüm Sayılar      2025      Sayı 235 – Ocak 2025      Büyükada’nın Güzel Yüzü Ayten Sabis

Büyükada’nın Güzel Yüzü Ayten Sabis


Büyükada’nın güzel yüzü Ayten Sabis’i, 2025’in ilk günlerinde kaybettik.

Ayten Hanım, uzun ve zarif bedeni, yüzünde eksik olmayan gülümsemesi ve tatlı sohbetiyle çok sayıda dost edinmiş bir güzel insandı. 

2009 yılında Adalar Müzesi hazırlıkları sırasında kayıt altına alınan sözlü tarih görüşmelerinden biri de Ayten Hanım’la idi. Alev Tersakyan’ın yaptığı bu görüşmenin bir bölümünün kaydını sevgiyle paylaşıyoruz.  


8 Temmuz 2007. Turing Kültür Merkezi bahçesinde, Çelik Gulersoy anmasında Adalı dostlarıyla.

Nasıl Adalı oldunuz Ayten Hanım?

Efendim benim Adalılığım epey eskilere dayanıyor. Tepeköy’de çok yakın akrabalarım oturuyordu, Ali Atıcı, Arif Atıcı ve eşi Fikret Hanım benim ablamın görümcesi. Çocukluğumda ben onlara çok fazla giderdim, aşağı yukarı on yaşımdan beri Adalı sayılırım.

Bu söylediğim seneler tabii 40’lı seneler. O zaman tabi çocuktuk, devamlı oturmuyordum ama sık sık geliyordum. Aslen Çamlıcalı’yım ben, Çamlıca’da doğdum ve okulumu Bağlarbaşı’nda okudum. Sonra üniversiteye gittim, gene Çamlıca’da. Sanat tarihi ve arkeoloji bölümünü okudum. Ama çocukluk zamanımda Ada’da çok güzel insanlar gördüm ve Ada’yı o kadar beğenirdik ki iskeleyi filan; herkes güzel güzel akşamüstleri giyinir, gelir. Bana Ada sanki çok değişik gelirdi; daha Avrupa şehirlerini falan görmemiştim ama oradaki insanları fotoğraflardan herhalde benzetiyordum, çok hoşuma giderdi. İskeleden çıktığımız zaman sağda Saraylı Hanım’ın pastanesi vardı, onu hatırlıyorum, Güzel beyaz masa örtüleri ve beyaz saçlı hoş bir hanım. Güzel çay servisi yapardı, porselen tabaklar, fincanlarda. Ve Fikret abla, hepsi bugün Tepeköy’de yatıyorlar, hepsinin ruhları şad olsun, onlar beni çok severdi ve onlarla birlikte orada çay içtiğimizi hatırlıyorum. Bir de bu Çarkıfelek sokağında çok güzel dikiş diken bir Rum matmazel veya madam vardı, bana çok güzel elbiseler dikerdi, Çarkıfelek’ten Şehbal Sokak’a çıkarken orda evleri vardı. O bana çok güzel genç kızlık elbiselerimi, hatta ilk tuvaletimi de dikmişti. Sonra ben o tuvaleti, müsabaka gecesi giymiştim. Bu kadar yani o çocukluk anılarım.

Ondan sonra, evlendim.

Evlilikle birlikte adaya temelli geliyorsunuz…

Evlendikten sonra -demek ki 1954 senesinden itibaren- devamlı Ada’da yaşamaya başladım. Ama o zamanlar daha ziyade yazları geliyorduk. Benim Türkoğlu sokakta evim vardı, çok sevdiğim; benim gelin geldiğim diyeceğim evim, orada eşimle birlikte otuz sekiz küsur sene çok güzel, mutlu, sevgi ve saygı dolu bir yaşamım oldu.

Maalesef sonra bir acı tesadüf. 2001 yılında o ev maalesef elimden alındı ve yıkıldı. 16 Şubat 2001’de bu şimdi gördüğünüz, bu söyleşiyi yaptığımız bu evi aldım. O zamandan beri de burada yalnız yaşıyorum çünkü eşimi 1993 senesinde -on beş sene oluyor- kaybettim, ondan beri de burada yaşıyorum.


Ayten Sabis yazısında bu resmin altına, Ayten Akyol yarışmada, solda. Cengiz Kahraman Arşivi

Güzellik yarışması sizin yaşamınızda bir dönüm noktası olmuş. Bunu anlatır mısınız?

Üsküdar Türk Kız Koleji’ni bitirdikten sonra üniversiteye o sene kaydoldum. Üniversitede doktor olmak çok isterdim fakat beni caydırdılar, kendimi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Arkeoloji Bölümü’nde buldum. 1953 yılı. O sene orada okula devam ederken bir edebiyat hocam vardı, Çolpan İlhan’la Atilla İlhan’ın amcası, Hayrettin İlhan, beni çok severdi. Benim de edebiyata ayrı bir ilgim vardı zaten yalnız ondan değil, Haldun Taner de benim kuzenim olduğu için Haldun Taner’den de çok kültür birikimimi aldım, edebiyat hususunda, güzel konuşma, cümlede hata yapmama, kelimeleri yerinde kullanma gibi konularda bana nur içinde yatsın, çok büyük yardımı olmuştur Ben üniversiteye imtihan günlerini öğrenmeye gidiyorum Mayıs’ın başı. Benim edebiyat öğretmenim de tesadüf Çamlıca’da bize çok yakındı, bizim evimin önünden geçerken geldi, “Kızım” dedi “Ben önce Cumhuriyet gazetesine gideceğim, güzellik müsabakası varmış, bir davetiye alacağım.” E tabi, Cumhuriyet gazetesi de Cağaloğlu’nda, üniversitenin, yolu üzerinde, “Hadi oraya uğrayalım” dedi. Beni böyle bilinçsiz şekilde oraya soktu, o sırada yazı işleri müdürü Abidin Davar, Cevat Fehmi Başkurt, bir de Feyyaz Tokar üçü orda, “Aaa” dediler “Siz niye müsabakaya girmiyorsunuz, sizin illa ki kaydınızı yapalım.” Aman n’apıyosunuz dedim böyle ben, müsabakaya hazırlıklı değilim çünkü birinci eleme yapılmış, ikinci eleme yapılmış, bu üçüncü eleme. Böyle apar topar, “Yok” dedim, “ben böyle bir şey düşünmem hiç bir zaman,” yapmayın, etmeyin derken “Biz sizin yine de kaydınızı yapalım, her ihtimale karşı” diyerek benim kaydımı yapıverdiler. Ben gittim üniversiteye, imtihan günlerini öğrendim, sonra eve döndüm, işte sağa sola danıştım, komşumuz şu bu, ay illa ki Ayten girmemiş, niye girmiyorsun filan derken, annemi de ikna ederekten ben apar topar müsabakaya girdim.

Müsabakaya sonra giren yalnız ben değilmişim; benim girdiğim sene Belgin Doruk da var, o da benim gibi baştan girmemiş, o da son elemeye giriyor ve bizi jürinin kabul etmesi lazım. Eğer bizi jüri kabul ederse biz müsabakaya girebileceğiz. Jüri de çok kalabalıktı. Neyse biz çıktık, müsabakaya kabul edilecek miyiz diye, kabul ettiler, girebilirler dediler. Onun üzerine biz müsabakaya girdik. Ama ben ne yürümesini biliyorum ne bir şey biliyorum; ilk defa topuklu ayakkabı giymişim! Neyse biz böyle ite kaka girdik müsabakaya. Fakat jüride o kadar güzel insanlar var ki, mesela Refik Halit Karay bana devamlı sualler soruyor, benim diyor Nilgün filmim oynayacak, onda oynar mısın, halbuki benim film milim bir şey düşündüğüm yok, aklıma bile gelmiyor. En iyisi onlara bir cevap. Derken bir o tarafa, bir tarafa gidiyorsunuz size İngilizce bir şeyler soruyorlar. Jüride kimler vardı, Neyzen Tevfik vardı, aklımda kalanlardan. Geçenlerde Bodrum’a gittim, Harika Yardımcı da benim jürimdeydi, “Seni görür görmez hemen oyumu vermiştim” dedi mesela. Günseli Başar vardı o zaman, benden daha önce müsabakaya girmişti. İşte böyle güzel güzel insanlar. Bir de baktım ki birinci seçilmişim ben. Feyyaz Tokar beni valiye, oraya buraya götürüyor, gittiğimiz yerlerde hep güzel güzel böyle şeylerle, övgülerle karşılaşıyorum.  Gazeteler güzel yazıyor, çok kültürlü bir insan yolluyoruz filan şeklinde yazıyor Cumhuriyet gazetesi. Derken taç giyme töreni oldu, Doğan Nadi dedi ki, sizden sonra Cumhuriyet gazetesi bir daha dedi yarışma yapmayacak, Cumhuriyet gazetesinin son yarışmasını siz yapacaksınız dedi bana. Tacımı taktı, Fahrettin Kerim Gökay valiydi o zaman. Spor Sergi Sarayı Açık Hava Tiyatrosu’nda o taktı tacı. O zamanki gazetelerde yazılıydı bunlar; Cumhuriyet’in arşivinde var hepsi.

Lale Oraloğlu’nun eşi vardı, onlar o zaman Ekspres gazetesi çıkarırlardı. Müsabakaya girdiğim gece ben tabi Çamlıca’ya gidemiyorum; o zaman köprü yok, müsabaka geç saatte bitmiş, ablam Ortaköy’de oturuyor, eşi de Yıldız’daki Kurmay okulunda askerdi. Onlar Ortaköy’de hemen iskelenin ilerisinde, restoranların, eğlence yerlerinin olduğu kısımda güzel bir evde oturuyorlardı. Orda kalmıştım. Saat ikide kapı çalındı. Halit Kıvanç. Evi nereden bulduysa! Halit Kıvanç ilk röportajını ben yapacağım diye geldi. Siyah saçlıydı o zaman, hatta beraber resmimiz de var.

Los Angeles’ta Miss Universe

Sonra ben yavaş yavaş hazırlanmaya başladım. Amerika’ya gideceğim; Los Angeles’te Miss Universe yarışması var. O zaman Pan American tertipliyordu yarışmayı. Bir de Amerikan Katerina mayoları ile Universal film stüdyosu, bu üçü sponsorluğunu yapıyordu yarışmanın.

Havaalanına geldiğim zaman nasıl kalabalık biliyor musunuz, iğne atsanız yere düşmeyecek. Amerikan Konsolosu’nun hanımı gelmiş, bana gayet güzel kocaman bir orkide getirmiş, dediler ki adettir, orkideyi göğsüne takacaksın, ben tabi uçağa bineceğim… Feyyaz Tokar sağ olsaydı bunların hepsini çok daha detaylı olarak anlatırdı, hep yanımda olduğu için görmüştü: ben orkideyi taktım göğsüme, resimlerim filan var. Günseli gelmiş beni geçirmeye, kalabalık kıyamet, gazeteciler, şunlar bunlar. Uçağa bindim, uçak da Uzakdoğu’dan geliyor ve Hintliler de var büyük sarıklı. O kadar çok çiçek geldi ki bana, büyük Bakara gülleri filan. Uçağa bindim, dediler ki kim biniyor uçağa, bütün o koltuk üstü dolapları, raflar çiçeklerle doldu. Ve iki katlıydı, uçak. İlk önce Brüksel’e uğruyor, Londra’da kalıyorsunuz, ondan sonra Amerika’ya gidiyorsunuz. Gazeteciler de vardı uçakta; iki katlı uçak, alt kata indim, gazeteciler benimle ilk röportajı yapıyorlardı. O kadar korktum ki; dikkatle düşünerek konuşuyordum ki aman sözlerim Türkiye’nin aleyhinde kötü bir puan olmasın diye, hep düşünerek, tartarak kelimeleri, teker teker konuştum. Türkiye, harem, Atatürk’ün devrimleri, her şeyi soruyor tabi ecnebi gazeteciler… Brüksel’e geldim, orada yine Brüksel konsolosumuz karşıladı beni çiçeklerle. Belçika’dan sonra Londra’ya vardık, orada da yine aynı şekilde. Londra’da bir gece Savoy Oteli’nde kaldım. Konsolos ve eşi beni Thames nehrindeki Cambridge-Oxford yarışlarına, kürek yarışlarına götürdüler. Sonra Edinburgh şatosunu gezdim. Ertesi gün de, zaten fazla kalamadım, yine büyük bir uçakla Los Angeles’a gittik. Pardon Los Angeles’tan önce New York’a gittik tabi. New York’ta o zaman Nejdet Kent, Allah rahmet eylesin, eşi Sevim Kent, sonradan hepsi bizim dostlarımız, uzaktan akrabalarımız oldu; o zaman onlar karşıladılar beni.

Cumhuriyet gazetesinin aynı zamanda yazarı olan, Vip Turizm’in sahibi Fethi Pirinçcioğlu’yla eşi İnci Hanım da vardı Amerika’da. İnci Hanım da Columbia Üniversitesi’nde Fulbright bursu kazanmış, orada okuyordu; beni karşıladılar yine çiçeklerle. Otele yerleştim. Gündüz muhtelif programlar var, Birleşmiş Milletler’e gidiliyor, Hürriyet Abidesi’ne gidiliyor… Diğer güzeller de gelmeye başladı, onlarla birlikte New York’u dolaşıyoruz. New York’ta bir hafta kadar kaldım, oradan uçakla Los Angeles’a geldik. Hepimize güzel birer hostes verdiler. Çok sevdi beni, hep sen bir şey yemiyorsun, çok zayıfsın derdi, bana yoğurt getirirdi akşamları, sen bu bizim Amerikan yemeklerini bir türlü sevemedin, yemiyorsun derdi. Orada gazeteler çok sitayişle bahsediyorlardı, Miss Turkey, Miss Universe kıyamet kopuyor, gittiğimiz yerlerde imza alıyorlar. Hatta özel çiçekli arabalarla geziler tertipleniyor, gazeteciler geliyor boynuma sarılıyor; o zaman Ava Gardner çok meşhur, Ava Gardner gibisin sen diye. Elizabeth Taylor da çok meşhur bir artist o günlerde, ay sen ondan daha güzelsin… derken bana bayağı bir sevgi gösterisi var ama tabi biliyorsunuz her müsabakada olduğu gibi Türkler galiba kendini çok fazla ön plana çıkaramıyor.

Her neyse. Yarışmada ben ancak altıncılığı kazanabildim.


Yayınlanma Tarihi: 08 Ocak 2025  /  Son Güncellenme: 09 Ocak 2025


Bu yazı hakkında yazarımıza ve editörlerimize iletmek istedikleriniz mi var?
Aşağıdaki formu kullanarak kendisine ulaşabilirsiniz.
(Bu formdaki bilgiler, yazarımız ve editörlerimizin mail adreslerine iletilecektir.)


Çerezleri Yönetin!

Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.

Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.

Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.