Paylaş
Tüm Sayılar      2024      Sayı 229 – Temmuz 2024      Bir Efsaneyle Yaşamak: “Halki Palas Oteli”

Bir Efsaneyle Yaşamak: “Halki Palas Oteli”

Yüksek Mimar


1940'lı yıllar

Çocukluk yıllarımın oyun alanı, Heybeliada’daki Refah Şehitleri Caddesi’nin ortasında bulunan eğri ağaca bitişik evimizin çevresiydi.

Garip bir şekilde yolun ortasında geniş gövdesiyle ve iyice eğilmiş olan yüzyıllık bir çam ağacı yıllarca ne yola ne geçişe engel olmuştu. Dalları caddenin her iki yanına kadar uzanır faytonların geçişinde bile faytoncunun yüksekliği kestirip hafifçe başını eğmesi bana gururla bitişiğindeki evimizi selamlıyor duygusunu uyandırırdı. İlginçtir, yolun neredeyse ağacı ortalayarak geçmesi aklımı kurcalar, en azından yol için ağacın kesilmemiş olup evimizin bir tür simgesi olma duygusu bana güven verirdi.

İlk yapıldığı yıllar, iki katlı

Ağacın hemen etrafı ve Panayia yolunun (sonraki adı Refah Şehitleri) eğri ağaçtan sonraki düzlüğü çocukluğumun oyun alanı olurdu. Ağacın hemen başındaki eski ahşap ikiz köşkün zemin katında otururduk; bir yanımızda İsmet İnönü’nün (o zamanlar kendisi de hayattaydı) önü geniş teraslı evi vardı vardı.  Ev erişilmesi zor, izlenmesi saygı gerektiren duruşuyla oyun alanımızın dışında biraz yüksek ve gururlu bütün haşmetiyle yükselirdi. Zaman zaman Mevhibe Hanım ile terasta hasır koltuklarında kahve içişlerini hatırlar oyun sırasında sesimizi kesmez ama iyice alçaltırdık.

1920 savaş yılları

Zaman zaman cephesine bayrak çekilir, o günler bizim için şenlik olurdu. Küçük bir tören alayı bando mızıka sahildeki Deniz Harp Okulu’ndan İnönü Evi’ne kadar gelirken eğri ağacın etrafını kavisle geçer göndere bayrak çeker ve töreni bitirmek üzere geri dönerdi. Bunun hevesiyle annemiz kardeşimle beni Bahriyeli giydirir, kapının önünde töreni izlememizi isterdi.

Sanırım çocukluğumun yaklaşık beş-altı orada oturduk. Daha sonraki adalı yıllarım daha ileriye yine Panayia yolu üzerindeki (Refah Şehitleri caddesinin sonunda) ormanın başladığı konumda görkemli yapısıyla hayallerimde yer etmiş bir ahşap binanın ikinci katına, Halki Palas Oteli’ne yazlık konuk olarak yerleştik. Yazlık yıllarımız uzundu. Mayıs başından orada olur 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı kutlanmadan dönmezdik.

Yeni mekanımızda bu kez yaz tatillerindeki ergenlik günlerimin maceralı günleri başlamıştı. Ana girişe göre arkamızda koca bir orman önümüzde kıvrılan sahili ucunda yıkık bir değirmen yapısıyla henüz boş bir sahil görünümünde küçük bir plajı olan Değirmen Koyu, tepede Ruhban okulu (Aya Triada Manastırı) bulunurdu.Özenle yerleştirilmiş bu alanların tam ortasında Halki Palas Oteli ve yatağımın yanındaki pencereden kuş bakışı izlediğim Değirmen Burnu’yla coğrafi konumum netleşmişti.

Otelin girişinde altı sarnıç olan iki büyük veranda binanın kullanım suyunu depolamakla kalmaz, akşamları akordeonlu müzikli eğlencelere olanak sağlayan devasa konumuyla yapıyı taçlandırırdı. Bina girişine doğru basamaklı bir inişle gelinen bir alt teras, sonrası görkemli girişi ve Art Nouveau tarzı süslemeleriyle geniş kapısı ile hemen girişin yanında resepsiyon bankosu karşılardı. Bankonun tepesinde bronz süslemeli Halki Palas yazısı misafirlerle görevliyi ayırır, arkasında ise kocaman siyah ahizeli bir telefon ile duvarda bronz anahtarlıkların asıldığı pano ve çok düzgün bir kaligrafiyle yazılmış başında binanın ve kayıtların tutulduğu defter, bir de tabi bina sorumlusu Hamdi Amca bulunurdu.

Hamdi Amca

Hamdi Bey ve kızı Türkan, Fotoğraf: Turgut Kuli

Geniş lobi olduğu gibi Değirmen Koyu’na bakan dev bir balkonla birleşirdi. Yere kadar inen pencereler geniş kadife perdelerle kaplı olup salon koltukları da aksesuarlarıyla Art Nouveau tarzında dekore edilmiş bir müzeyi andırırdı. Akşam saatlerine yakın hava kararınca antika abajurlar yanar lobiye daha farklı bir huşu ve bir esrarengiz bir hava katardı. Tam karşı tepede Ruhban Okulu da neredeyse eş zamanlı ışıklarını yakar, ormandan çıkan yolun sokak lambaları buna eşlik ederek tepeyi bir gerdanlık gibi ışıltıya boğardı.

Çocukluk yıllarımın adeta bana özgü bu ritüeli uzun yıllar hayallerimi süsledi. Halki Palas’ın o görkemli yapısı, bizim gibi yaklaşık her katında dokuz ailen birlikte yaşadığı takriben otuz altı  aileyi barındırır ve herkes aynı evin bireyleri gibi eğlencesiyle sorunlarıyla günlük telaşları ve keyifli paylaşımlarıyla yazları bir arada yaşarlardı. Otel sorumlusu Hamdi Amca, eşi Ayşe Hanım ve iki oğulları Turgut ve Tuncay Kuli oraya taşındığımızda o kalabalık ailenin içinde ilk tanıdığım akrabalarım olmuşlardı. Hamdi Amca’nın hoşgörülü yanı sıra otoriter tavrına karşılık Ayşe Hanım’ın otel içinde sürdürmeye çalıştığı disiplini bize hep çocukça haşarılıklarımızın sınırlanması gereğini hatırlatırdı. Halki Palas’la ilk tanışmam böyle olmuştu.

Turgut Kuli

O yıllarında Refah Şehitleri’nden olan arkadaşlarım ile özellikle Ruhban Okulu’nun kapanmasından önceki son yıllarında henüz Yunanistan’a gitmemiş ve orada eğitim alan arkadaşlarımdan oluşan gurubumuzla neredeyse adayı karış karış kullanır, doğanın bize sunduğu eşsiz dostluğu yüreklerimizde hissederdik. Değirmen Burnu’nun iki yanını sahilden kayalardan atlayarak dolaşmak tam burundaki kayalıklarda poyraza karşı balık avlamak en maceralı anlarımız olurdu. Zaman zaman Ruhban Okulu, bahçesindeki basket sahasıyla bizlere kucak açar akşamüstü saatlerini basketbol oynayarak geçirirdik. Ruhban okulundaki arkadaşım Yani’nin bize sağladığı imtiyazla binanın içinde gezme özgürlüğümüz olduğunu, Bayram ayinlerine katıldığımı ve özellikle kütüphanesi içinde kaybolup kitapları okşama duygumla yolumu aradığımı bugün gibi hatırlarım. Adeta milyonlarca kitap sonsuz bir zamandan gelmiş bir araya toplanmış gibiydi. Uzun koridorlardan geçilen ve duvarları tümüyle kitap kaplı koridorlar sonunda açılan dev kütüphane ile bana zaman ve mekân duygumun düş gücüyle nasıl da şekillenebileceğini hissettirirdi.

Adanın Ümit Tepesi olarak bilinen görkemli yükseltisi üzerinde bulunan Aya Triada Manastırı 1844 yılında Patrik 1. Germanos tarafından Ortodoks rahiplerinin eğitimi ve öğrenci yetiştirebilmeleri için Ruhban Okulu’na dönüştürülmüştü. Yaklaşık elli yıl sonra Adalar’da yaşanan deprem sonrası bina oldukça hasar almış ama yıkılmamıştı. Aynı yıl, Panayia Caddesi’nin son yapısı olan ve 1813-1918 yılları arasında eğitim veren Helen Ticaret Okulu’nda okuyan yaklaşık iki yüz elli çocuğun ailelerinin ziyaretlerinde konaklama ihtiyaçlarının karşılanması amaçlı Kosmetos tarafından Halki Palas Oteli inşa edilmişti. Heybeliadalı ve Romanya uyruklu bir tüccar olan Aristodimos Kosmetos, yapıyı o yıllarda dört katlı ve iki bodrumlu olarak takriben 3700 m2 kullanım alanı olarak inşaa ettirmişti. Alt katı kısmen kiler büyük oranda servis ve personel konaklaması için kullanılmış 1916 yılında o zamana kadar kullanımı iki katlı olan binaya üst katlar ile bahçe alanına ek binalar ilave edilmişti. Bina tamamen Romanya’dan getirilen kerestelerle ahşap konstrüksiyon olarak ada koşullarında çalışacak dönemin yetkin ahşap ustaları tarafından yapılmıştı.

1969 Yıllarında Halki Palas Salonu, Fotoğraf: Turgut Kuli

Otelin üst ve alt yola bakan iki ana girişi mevcuttu. Üst yol girişinde iki büyük sarnıç kuyulardan temin edilen suyla otelin kullanım suyu ihtiyacını karşılamaktaydı. Alt yola bakan bahçede sebze ve turfanda yetiştirildiği gibi küçük baş hayvan da beslenip sütünden yumurtasından servislerde faydalanılırdı. Otelin iki bodrum katı tuğla kâgir olarak inşa edilmiş. Zemin birinci kat ve sonradan eklen diğer kat ise ahşap konstrüksiyon olup cephe yüzeyleri ahşap yalı baskısı ile tamamlanmıştı. Duvarlar bağdadi sıvalı, tavanlar bezemeli motifli ahşap kaplama olarak inşa edilmişti. Binanın bodrumdan başlayan tüm katları çatıya kadar ulaşımını sağlayan altıgen formda eklenmiş bir servis merdiveni mevcuttu. Merdivenin en üstü bu olağanüstü manzara için seyir terası olarak kullanılırdı. Binada olası yaşanabilecek en küçük sorun Hamdi Bey ve oğulları Turgut ve Tuncay tarafından hızla çözülür, konaklayanlar farkında bile olmazlardı. Ailemle yaşadığımız yıllarda sarnıçların üstleri dönem mimarisine uygun Art Nouveau stili kameriyeler şeklinde kapatılmıştı; eğlencelere, kutlamalara ve önemli günlerin ziyafetlerine açık alanlar olarak otel konaklayanlarına hatta dışardan gelen konuklarına da açılır, geç saatlere kadar eğlenceler sürerdi.

1987 yılında otelin yarı hissesi Milli Emlak’a geçti, diğer yarısı ise Rum varislerine. Onların da katılımıyla otel 1991 yılına kadar faaliyet gösterdi. Halki Palas Oteli’nden ayrılıp Büyükada’ya taşınmamızdan on üç yıl sonra otel şömine bölümünden çıktığı düşünülen bir yangın sonucu 27 Ekim 1991 tarihinde kül oldu. Yangın gece yarısından sonra başlamış, çok zorluklarla müdahale edilmeye çalışılmış fakat sabah saatlerinde o görkemli Halki Palas enkaz haline gelmişti. Yangının olduğu gün talihsizlik adada sular kesikti, buna rağmen itfaiye elinden geldiğini yapmış, Turgut’un da gayretleriyle Ayşe Hanım ve diğer oğlu Tuncay’ın yaşadığı yan binaya ve çevre binalara sıçraması önlenebilmişti.

Bu yangınla artık Halki Palas Oteli için bir devir kapanmış oldu. Bir daha o şekil bir ortak hayat sürdürülemeyecekti. Otel müşterileri bir toplum mozaiği gibiydi. Türkü, Zasası, Rumu, Yahudisi, Ermenisi, Sırpı, Müslümanı bir aradaydılar. Aynı gün sekiz farklı lisanın konuşulduğuna şahit olurduk. Kocaeli Pirelli fabrikasının inşaatının devam ettiği seneydi. Bir İtalyan mühendis gezmek için adaya gelmiş Halki Palas’a da uğramıştı. Otel sakinlerinden biri İtalyan asıllı bir Rum’du. İtalyanca sohbete başladı ve saatlerce devam etti. Aynı gün İspanyol asıllı Amerikalı bir turist de otele uğramıştı ve otelin Yahudi sakinlerinden biriyle Ladino sohbete dalmıştı. Otel sakinlerinin çoğu liseyi yabancı dilde eğitim veren okullarda tamamladıkları ve farklı uyruklu ailelerden geldikleri için Fransızca, İngilizce, Ladino ve Rumca günlük kullanımdaydı.

Yıllar sonra binanın varislerinden biri olan ve Yunanistan’da yaşayan Elizabeth Fortinelli hissesini Hasan Hallacıoğlu’na sattı. Net Holding’in sahip olduğu hisse ile birleştirilerek bina orijinaline çok uygun restore edidi. Dış cephesinin pembe beyaz ahşap dokusu, alt bahçesinde oluşturulan havuz ve olağanüstü Değirmen Koyu manzarasıyla kısa süre sonra yeniden açıldı ve yine Halki Palas Hotel olarak Net Holding bünyesinde hizmet vermeye devam etti. Ta ki Hasan Hallacıoğlu ile Net Holding arasında çıkan uyuşmazlığa ve otelin faaliyetini sürdürmeme kararı almasına kadar da hikaye devam ettis.

Dönemin yaşam biçiminin Adalar’ın kendine has kültürel yapısını koruduğu nesillerle aktarılan çevresel duyarlılıklar ve duygusal bağlar bugün ne yazık ki birbirine çokça yabancılaşmış ve değerlerini kaybetmiş halde. Halki Palas Oteli efsanesi de bu ortak kültüre ve bu kültürün mirasına tam yüz yetmiş sekiz yıl ev sahipliği yapmıştı. Nice hayatların yaşandığı, nice anıların içinde saklandığı o sandık kutusu artık yok.

Yazık olan artık içindekiler de yok.


Yayınlanma Tarihi: 12 Temmuz 2024  /  Son Güncellenme: 16 Temmuz 2024


Bu yazı hakkında yazarımıza ve editörlerimize iletmek istedikleriniz mi var?
Aşağıdaki formu kullanarak kendisine ulaşabilirsiniz.
(Bu formdaki bilgiler, yazarımız ve editörlerimizin mail adreslerine iletilecektir.)


Çerezleri Yönetin!

Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.

Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.

Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.