Doktor Sosın Fisli ismini muhakkak duymuşsunuzdur. Aile Hekimi olarak sadece üzerine düşeni değil her zaman ondan fazlasını yapmaya çalışan, hastalarına sadece tıbbi olarak değil insan olarak da yaklaşan, Heybeliada Sanatoryumu’nun yeniden açılması için sürekli projeler üreten, uğraşan bir sağlıkçı kendisi.
Geçtiğimiz aylarda İstanbul Tabip Odası ile “Sağlıkta Hafıza Mekanları: Heybeliada Sanatoryumu Belgeseli”ni hazırladılar ve son gösterimini Heybeliada’da açık havada yaptılar.
Bu topraklarda açılan en önemli sağlık kuruluşlarından biri olan Sanatoryum’un yüzüncü yılını onunla konuşalım istedik. Aynı zamanda Türkiye’nin en büyük şehrinin yanı başında yer alan ama sağlık açısından son derece zayıf bırakılan Adalar’ın sorunlarını da ondan dinledik.
Sizin adayla ilişkiniz nasıl başladı?
Aslen Diyarbakırlıyım. Mezun olduktan sonra orada bir süre çalıştım, sonra yurt dışına gittim Ardından da Datça’da görev yaptım. 2019 yılında ise İstanbul’a tayin oldum. İlk tercihim Adalar’dı ve Heybeliada Toplum Sağlığı Merkezi’ne atandım. O zamandan beri de Adalar’da yaşıyor ve çalışıyorum.
Adada yaşamaya başlamak, adalardaki hayat sizi nasıl etkiledi?
Burada yaşamak bambaşka bir şey. Hem İstanbul’dasınız hem değilsiniz. Bir kere deniz var. O beni çok sakinleştiren bir şey. Orman var, doğayla iç içesiniz, ekosistemi harika. Burada tüm mevsimleri yaşıyorsunuz; mevsimleri fark etme şansınız oluyor. Şehirdekinden çok farklı, burada mevsimlerin her tonunu, her saatini hissedebiliyorsunuz. Kokusuyla, rengiyle o değişimi an be an yakalıyorsunuz. Özellikle işe gitmenin şöyle bir güzelliği oluyor. Araç kullanmıyorum. Görevlendirildiğim yere ya yürüyerek ya da vapurla gidiyorum. Vapurdayken bazen yunuslara denk geliyorsunuz. Bence Adalar’da yaşamak büyük bir şans ama tabii beraberinde getirdiği bazı sıkıntılar oluyor. Özellikle ilk gelişimden hemen sonra başlayan pandemi süreci bende farklı duyguları da tetikledi. Daha çok izolasyon, o karantina dönemi, Adalar’ın kapatılması, dışarı çıkamama bir anda zindan adasına da döndü benim için. Her ne kadar sağlık çalışanı olsam da yeni geldiğim için özgürlüğümün alındığını hissetmiştim o dönem, ama onun dışında şimdi Adalar’da çok mutluyum. Tabii sağlık, iş hayatımı soracaksanız orada bayağı sıkıntıları var. Özellikle sistemin geldiği noktada Adalar adeta mahrumiyet bölgesi.
İstanbul’un içindesiniz ve maalesef ulaşılabilir bir sağlık sistemi yok. Büyükada’da bir hastane var, bir sağlık ocağı var ama hâlâ yeterli değil. Biraz tarif eder misiniz ne tür bir sorun var adalarda yaşayanlar için?
Evet bir toplum sağlığı merkezi ve bir hastane var ama aslında tam bu kapsamlı bir hastane değil, Doktor Lütfü Kırdar’ın ek binası. Orada geçici görevle bazı bölümler kurulmuş. Ameliyat, tomografi gibi işlemler yapılamıyor, doğum gerçekleşemiyor. Sadece ayakta sağlık hizmeti verebilen bir yer. İhtiyaçları karşılanıyor bir ölçüde ama uzman hekimler belli günlerde geliyorlar. Öte yandan ada nüfusunu baz aldığımız zaman esas sorun başlıyor. Örneğin ben pandemiyle beraber Heybeliada’da aile hekimi olarak çalışmaya başladım. O dönemde neredeyse hiçbir şey yapamıyordum. Tanı koymak hakikaten çok zordu. Bir hastayı tek başımıza takip etmek zorunda kalıyorduk, akciğer filmi çekemiyordum mesela ya da test yapamıyordum. Adalar’da test o dönem başlangıçta yapılamadığı için Kartal’a ya da Maltepe’ye gidiyorlardı insanlar. O şüpheli hasta vapura biniyordu, karşıya geçiyordu, test yaptırıyordu, tekrar adaya dönüyordu. Test yaptıran ya vapurda pozitif olduğunu öğreniyordu ya da ana karada. Dolayısıyla pandemiyi biz Adalar’da maalesef çok kötü bir şekilde geçirdik. Öte yandan başka problemler de var. Şu an ben Burgaz’da aile hekimliğine geçtim. Heybeliada’da daha önce yaşadığım sorunlara benzer bir durum devam ediyor. Tek bir aile hekimliği birimi var, hastane acili olmadığı için acil vakalar olduğunda başvurabilecekleri bir yer yok. Sağlık ocağında bir ben varım, bir stetoskop ve bir EKG ile bir şey yapamam ki.? Bir şekilde yapmaya çalışıyorsunuz ama şunu fark ediyorsunuz, bir hastane lazım oraya. Mesela o acil hasta Heybeli’ye geldiği zaman Büyükada’daki hastane de am kapsamlı olmadığı için oraya gönderilemiyor. Anakaraya gönderiliyor. Karşıdaki trafiği düşünüyorsunuz. Deniz ambulansı bir tane, o da yeterli olmuyor. Bir hastanın karşıda bir hastaneye transferi için en az iki kara ambulansı ve bir deniz ambulansı gerekiyor. Bunu organize etmek gerçekten kolay değil.
Dediğiniz gibi Adalar’ın nüfusu yazın çok fazla oluyor ve bu her açıdan olduğu gibi sağlık açısından da çok büyük problem.
Tabii yazın nüfus artıyor. Özellikle bisiklet kullananlar adayı bilmiyor. Sonuçta adanın bir tarafı uçurum, farkında değillerse ciddi kazalara, kafa travmalarına, çoklu organ yaralanmalarına neden olabiliyor böyle kazalar. Normalde kask takmaları gerekiyor, kolluk takmaları gerekiyor. Bir yönetmeliğin olması lazım bisiklet kullananlar için o da yok. Öte yandan boğulma vakaları olabiliyor ya da kavgalar yaşanıyor. Bu nedenle Adalar ve sağlık dediğinizde yaz aylarını da çok kapsamlı düşünmek, bir turizm beldesi gibi organize etmek gerekiyor. Bizde mesela sağlık ocağı da beşten sonra kapalı, sabah kapalı, hafta sonu kapalı, o bile yok. Sadece bir ambulansa kalıyor her şey. Bu da tabii çok yetersiz.
Çok garip geliyor insana bütün bunlar. Adalar, İstanbul gibi büyük bir kentin yanı başında ama hiçliğin ortasında gibi bir durum söz konusu. Türkiye’de bir sağlık sektörü meselesi her zaman var ama bu kadar yakınındaki bir ilçenin de bu kadar boş bırakılmış olması çok acayip.
Sadece bunlar değil. Ben Heybeliada’ya geçtiğim zaman başka bir sorun yaşamıştım. Önceki doktor pandeminin ortasında eşyalar benim dedi ve hepsini aldı gitti. Biz böyle bomboş bir sağlık ocağında kaldık. Sonra insanlarla bir araya geldik ne yapabiliriz diye. Çünkü benim bütçem yok, bir de bana ait değil. Poliklinik hizmeti vermiyorum sonuçta. Ne yapacağım? Hiçbir şey yapmayabilirdim ama bu defa pandeminin ortasında kaybedecek vakit yok. Çok iyi hatırlıyorum, Mart ayından önceydi ve daha pandemi pik yapmamıştı ama gidişata bakınca fırtına geliyor diye düşünmüştüm. Bizim bir an önce insanları aşılamamız gerekiyor, hazırlanmamız gerekiyor. Adalılar’la bir araya geldik ve sağlık ocağının eşyaları imece olarak tedarik edildi. Şimdi aynı sorunu Burgazada’da yaşıyorum maalesef. Bir sürü eksik var, ciddi bir bütçe çıkıyor. Aslında izinde olmam gerekiyordu ama şimdi oturmuş hesap kitap yapıyorum. Muhtarla ve diğer adalılarla tanıştım, bir taraftan da eksikler listesini çıkarmaya çalışıyorum. Daha görevime başlayamadım yani eşya sorununu halledebilirsek 16 Eylül’de görevime başlayacağım.
Belki bu söyleşiyi okuyan Adalılar da katkıda bulunmak isteyebilirler sağlık ocağının toparlanması için, böyle bir çağrı yapmış olalım biz de.
Yanlış anlaşılmasın ben kendim için istemiyorum bu yardımı. Benim yapmak istediğim burada düzgün bir sağlık hizmeti verebilmek için bir ortam oluşturmak. Mesela o eşyalar bağışlanırsa bu merkezin demirbaşı olarak kaydedebiliriz ve hepsi Burgazada sağlık ocağına ait olur. Örneğin ben Heybeliada’ya ilk gittiğimde jinekolojik masa istemiştim, “sen ne yapacaksın onu?” diye sormuşlardı. Fiyatı hala aklımda. 2300 liraya bir jinekolojik masa alınmıştı ve biz o sayede benim çalıştığım iki sene içinde iki yüz elliye yakın kadından smear aldık o dönemde ve üç kanser vakasını erken teşhis edebildik. Şimdi de benzer bir sistem kurmak istiyorum. Rahim ağzı kanseri taramalarına başlamayı düşünüyorum. Meme kanseri ve kolon kanserleri taramalarını, yatalak hastaları tespit etmeyi, onları evde ziyaret etmeyi, gebeler varsa onları takip etmeyi planlıyorum. Ancak dediğim gibi ben bunları yapmaya çalışırken öteki taraftan Türkiye’deki aile hekimliği sisteminin yarattığı sorunu da aşmaya çalışıyorum. Geride kalmış bir enkaz var. Hep bunlarla meşgul kafam. Şu anda bir sıfır geriden başlıyoruz, elimizde hiç eşya yok ne yapacağız ben de bilmiyorum.
Sizinle bu söyleşiyi yapmak isteme sebeplerimizden biri de Sanatoryum’u konuşmaktı. Yüz yıl önce kurulmuş bir yer burası ve şimdi siz bir taraftan bütün bunları, bu sorunları anlatırken bir asır önce kurulan bir sistemin mükemmelliğini düşünüyor insan ve burayı bir anda yok etmeleri geliyor aklımıza. Siz nasıl yorumluyorsunuz bu yaşananları ve Sanatoryum’un kapatılmış olmasını?
Ben tıp fakültesinde öğrenmediğim çoğu şeyi bu yapıya dair yazıları okurken öğrendim.
Sağlık sistemi nasıl kurulmalı? Sağlık hizmeti nasıl verilmeli? Ben bunu sanatoryumun tarihinden öğrendim. Ya ben hiçbir şey bilmiyormuşum dedim. Sağlık sadece beden sağlığı değildir. Ruh sağlığıdır, aynı zamanda sosyal sağlıktır. Bunun tanımına uyan ve bu kapsamlı hizmeti verebilen kaç tane sağlık kuruluşu var bugün? Sanatoryumun kuruluşu öncesinde tamamen yokluğun olduğu savaş döneminden bahsediyoruz. Yani bütün dünyayı etkisi altına alan bir açlık, yokluk, salgınlar var. Tüberküloz bunlardan biri. Ayrıca şu da var; hemen gidip bir yere kurulmuyor sanatoryum. Bir sene öncesinden çalışmalara başlanıyor. Bunun için her gün gidilip ölçümler yapılıyor. Örneğin, burası ne kadar güneş alıyor? Nemi nasıl? Rüzgâr, hava akımı nasıl? Çam ağaçları var, bunların verdiği oksijen nasıl? Böyle bir araştırmaya giriyorlar. Bu elde edilen verilerin akciğer hastalıklarına çok iyi geldiği tespit ediliyor. O dönemde Davos’ta olan bir sanatoryum var ve o sanatoryumun mimari yapısı dikkate alınıyor. Yani herhangi bir şekilde sadece bir bina da inşa edilmiyor. Bütün her şey, tüm aşamalar çok akılcı bir şekilde planlanıyor. Yüksek pencereleri var, balkonları var. O balkonlarda insanlar güneş kürüne çıkmış, güneş tedavisi yapılmış, güneşle desteklenmiş. Aynı zamanda açık hava, temiz hava. Bütün deniz havasını alıyorsunuz, hem ruhsal olarak size çok iyi geliyor, hem de balkona çıktığınız zaman doğanın içine giriyorsunuz.
Bir de orada kendine yetebilen, kendini çeviren bir hastane sistemi kurulmuş. Örneğin çobanlar varmış. Oradaki hastaların günlük protein hesaplanır, ihtiyaçlar o çobanlardan karşılanırmış. Oraya gelen insanlar genelde sosyoekonomik düzeyi düşük insanlar. Zaten savaştan çıkmış bir halk var, tamamen kırılıyor. Ve bu insanların hepsi çok ağır bir hastalık geçiriyorlar. Hastalığın mortalitesi yani öldürme oranı da çok yüksek ve uzun süre tedavi olmaları gerekiyor; iki yıla kadar da uzanıyor. Sosyal hayata döndükleri zaman basit işlerle hayatlarını idame etmeleri gerekecek ve bu insanlar için örneğin daktilo kursu, terzilik, okuma-yazma kursları açılıyor, hatta genç kızlar için hemşirelik eğitimleri veriliyor. Oraya hasta olarak gelenler iki sene eğitim aldıktan sonra iyileşince hemşire yardımcısı olarak işe başlamışlar. Bütün bunları okuduğum zaman ben hayretler içerisinde kaldım. Tedavi görenlere bakıyorsunuz, yazarlar kalmış, hatta dönemin cumhurbaşkanı gelip yatmış orada. Anadolu’nun ücra köyünden gelen bir gencecik çocuk da cumhurbaşkanı orada yatıyor ve ikisi de aynı sağlık hizmetini alıyorlar. Ancak muhteşem bir sağlık sistemi ile kurulmuş bu yapı şu anda tarihin çöplüğüne atılmış durumda. Bunu görmek insanın içini sızlatıyor.
Siz burası ile ilgili bir de belgesel hazırlanmasına ön ayak oldunuz değil mi?
Bizim çabamız buraya dikkat ekmek ve ses getirmekti. Meslektaşım Ceğerhun Polat’la deprem sonrası bölgede çalışmaya gitmiştik. Döndükten sonra burada ne yapabiliriz diye konuştuk ve bu belgesel fikri geldi aklımıza. Orada yatan hastalara, çalışan doktorlara ulaştık ve görüştük, sonuçta böyle bir belgesel çıktı ortaya. En son gösterimi de Heybeliada’da yaptık ve altı yüz kişiyle beraber izledik. Herkes o kadar etkilenmişti ki yani gördük ki, dokunmadığı insan kalmamış o kurumun. Hatta Büyükada’da Taş Mektep’te yaptığımız bir gösterimde, elli yıl önce orada tedavi olmuş, orada daktilo kursuna devam etmiş ve sonrasında bu sayede iş bulup Heybeliada’ya yerleşmiş yaşlı bir amca da vardı. Gözyaşları içinde kalkıp hikayesini anlattı. Bir insanın hayatını böyle değiştirebilecek böyle bir kurum yok artık.
Depremden bahsettiniz, böyle de bir meselemiz var tabii ki. Sanatoryum gibi bir kurumun artık olmaması nasıl etkiler bizi böyle bir felaket söz konusu olduğunda?
Maalesef Diyarbakırlı olarak hem ailem deprem bölgesindeydi hem sevdiklerim; maalesef ülkenin büyük bir kesimini etkiledi bu felaket. Bölgeye giderken bu kadar büyük bir deprem olduğunu tahmin edememiştim. Gördüğüm o yıkımı ancak kıyamet olarak tanımlayabilirim. Oradan döndüğüm zaman, burada ne yapılabilir diye düşündüm. Şebnem Korur Fincancı Hocamız’ın çok değer verdiğim bir sözü vardır: “Önlenebilir ölümler cinayettir” der. Bütün o ölümler önlenebilirdi ama olmadı maalesef. Peki, biz bunların önüne nasıl geçebiliriz? Bence hekimlik sadece reçete yazmak değil, görebildiğimiz, tespit edebildiğimiz şeylerden ders alıp yaşanabilecek felaketlerin bir adım öncesine geçmek. İstanbul depremi yaşandığında Adalar ne kadar hazırlıklı buna? Deprem bölgesinden döndükten sonra hep bunu düşündüm. Adaların nüfusu resmiyette 16.000-17.000 ama belli dönemlerde 50.000 ile 200.000 arasında değişebiliyor. Bu insanlar günübirlik geliyorlar ama depremin ne zaman olacağını bilmiyoruz. Öyle bir felaket yaşandığı zaman tek tek ambulansla karşıya mı geçecekler? Mümkün değil. Sırf bu nedenle bile bu sanatoryum kesinlikle açılmalı. Hızlı bir şekilde planlanır, güçlendirilip hizmete verilirse, şanssızlık şansa dönüşebilir. Heybeliada’da harp okulu var. Burada çok ciddi teçhizatlar bulunuyor sonuçta savaşa hazırlar yani. Çok eğitimli dört yüz genç yaşıyor orada. Yani onlar örneğin devreye girip ilk etapta enkaz çalışma, kaldırma çalışmalarına katılabilirler. Biz felaketin en kötüsüne hazırlanmalıyız.
Sanatoryum hazırlanabilirse sadece Adalar için değil, anakara için bile şans olacak çünkü yollar yıkılacak, karadan insanlar şehir hastanelerine ulaşamayacak ama deniz yolu, hava yolu her zaman açık olacaktır. Kartal’daki, Bostancı’daki, Kadıköy’deki ya da Pendik’teki hastayı tam tersine biz alıp sanatoryuma götürülebiliriz, yanına bir sahra hastanesi kurulabilir, denizden yanaşacak gemiler hastalara alıp diğer illere nakledilebilir. Ayrıca Adalar insanların açık alanda kalabileceği bir toplanma alanı olabilir. Sahra hastaneleri kurulabilir. Hem burada eski evlerin kuyuları var. O kuyular temizlenip, dezenfekte edilip su ihtiyacını karşılamak için kullanılabilir. Sanatoryumun yukarıda olması aynı zamanda besin ihtiyacına da iyi gelecek çünkü Adalar’da yerleşim tamamen gıda maddelerinin deniz seviyesinin altında kalacağı yerde ama sanatoryumda bu risk yok. İnanır mısınız sanatoryum öyle bir yere kurulmuş ki burası asla çökmeyecek bir zemin. Yüz sene önce kurulan bir yapıya bakıyorsunuz ve her düşünülen noktaya hayret ediyorsunuz. Deprem düşünülmüş, salgın düşünülmüş. Nasıl daha akılcı yapılır bilemiyorum. Herhalde bu dönemde olsaydı güneş enerjisi, rüzgâr enerjisi de kullanılırdı. Herhalde böyle şeyler yapılırdı. Ancak maalesef böyle bir yer on dokuz senedir kapalı. Kapısında bekçisi bile yok. Böyle bir şey olabilir mi?
Sizce Sanatoryum’un tekrar açılmamasının sebebi Sağlık Bakanlığı’nın oraya ayıracak parasının olmaması mı? Yoksa başka bir şey mi?
Buna cevap verebilecek sorumlu kişi ben değilim diye düşünüyorum.
Sadece fikrinizi öğrenmek istiyorum.
Muhtemelen oranın kapatılmasının birçok nedeni vardır. Ama bence açılmasının önünü tıkayan bir şey yok. Yani sadece tablonun bu kısmı görülseydi çok hızlı adım atılacak potansiyel de var. Üniversitedeyken hocalarımız hep “Çocuklar mesleğinizi en ücra bir köyde icra edecekmişsiniz gibi hazırlayın kendinizi, ona göre donanımlı olun” derlerdi. Ben de burada kendimi öyle hissediyorum açıkçası. İstanbul’un yanı başındayım ama hem içindeyim hem de çok uzağında. Demin anlattım pandemi döneminde o kadar büyük zorluklar yaşadık ki, sadece sağlık ocağı değil yukarıdaki sanatoryum olsaydı bütün o sorunlar yaşanmayacaktı. Aslında çözümü hemen kafamızı kaldırdığımızda görüyorduk.
Şu an yine çözümü görüyoruz. Sanatoryum sadece Heybeliada ve İstanbul’a da ait değil; tüm Türkiye tarihine mal olmuş bir yer. Hakikaten çok hazin bir yerdeyiz. Bizim görevimiz bence projeler yapmak, sürekli gündemde tutmak ve ısrarcı olmak çünkü sadece bizim değil bir gün herkesin ihtiyacı olabilir böyle bir kuruma.
Yayınlanma Tarihi: 10 Eylül 2024 / Son Güncellenme: 11 Eylül 2024
Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.
Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.
Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.