Paylaş
Tüm Sayılar      2024      Sayı 232 – Ekim 2024      İhtimalin Gölgesinde: 6-7 Eylül Tehdidi/Tedirginliği

İhtimalin Gölgesinde: 6-7 Eylül Tehdidi/Tedirginliği


Sürgünler Yunanistan Sınırında

“Nereden başlayayım? Biz orada iyi geçiniyorduk. Babam çalışıyordu. Annem ev hanımıydı. Biz okula gidiyorduk, biz de çalıştık biraz çocukken yazları. Yaz geldiğinde evimizi kiraya veriyorduk. İyi geçiniyorduk, bizim komşularımızla da aramız çok iyiydi. Ben on yaşındayken, 1955’te, orada şeyler olmuştu… Onu hatırlıyorum…  Babam dedi ki “arka eve gidelim”; çünkü bizim bahçemiz vardı ve bu bahçede küçük bir evimiz daha vardı arkada, yazın öndeki evi kiraya verdiğimizde biz orada kalıyorduk. Yanımızda Türk komşumuz vardı, Nuri Bey. Nuri Bey dedi ki “Yorgo, Türk bayrağını evinin penceresine as, Leonidas’a da söyle, o da Todoras’a söylesin, bu evleri koruyalım ki bir şey yapmasınlar”. Böylecesine bize bir şey yapmadılar;  bunları yapanlar başka yerlerden geldiler kırıp dökmek için ama o zaman dört-beş tane Türk bayrağı gördükleri zaman o mahalleye bir şey yapmadılar.”[1]

Ege Ekspres 30 Ağustos 1964

Savva’ya Büyükada’da geçen çocukluğunu sorduğumda, bu sözlerle hikayesini anlatmaya başlamıştı. Sakarya sokak 15 numarada yaşayan Savva ve ailesi görece şanslıydı, saldırıları hasarsız atlatmışlardı. Sohbetimiz ilerledikçe Savva’nın adada çok renkli ve neşeli bir çocukluk geçirdiğini öğrendim. Ne var ki çocukluğuna dair ilk hatırladığı şeylerden biri 6-7 Eylül’dü.

6-7 Eylül’ün ilk hatırlanan çocukluk anılarından biri olması Savva’ya özgü bir durum değildi. 64 Sürgünü’nü konu edinen doktora araştırmam için dönem tanığı olan İstanbullu Rumlar’la yaptığım görüşmelerde[2] “nasıl bir çocukluk geçirdiniz” sorusuna verilen yanıtlarda da aynı durum söz konusuydu; 6-7 Eylül pogromu çocukluğa dair ilk hatırlananlar arasında yer alıyordu. Görüşmecilere ucu açık sorular sormama, büyük olaylardan ziyade gündelik anlara yönelmeme rağmen istisnasız her görüşmede konu dönüp dolaşıp pogroma geliyordu.  Günlük detaylardan, örneğin çocukluk evlerinin pencerelerinden ya da kapılarından bahsederken de 6-7 Eylül hatırlanıyordu; Rita Tarlabaşı’ndaki evlerinin yüksek pencerelerinden bahsederken pogrom gecesi saklandıkları pencere pervazının altından arada başını kaldırdığında gördüğü eli meşaleli kalabalığın sokaktan geçişini, o esnada  meşale ateşinin aydınlattığı yüzlerden ne kadar korktuğunu hatırladı.[3] Stella ise bir terzihanenin üst katında olan evlerinin giriş kapısından bahsederken pogromu anmadan edemedi, zira evin girişi dükkanın içindendi ve üzerine ayna asılı bir kapı ile ev ile dükkan birbirinden ayrılıyordu. Saldırganlar terzihaneye girdiklerinde, annesi ile henüz beş yaşında olan Stella, evden buldukları eşyaları zorlukla merdivenlerden indirip kapının arkasına bir barikat örmeye çalışmışlardı.[4] Ya görülen hasar, ya yaşanılan korku, ya Savva’nın hikayesinde olduğu gibi destek gösteren bir komşu ya da aksine aynı sokağın/semtin insanlarının saldırganların arasında olmasının yaşattığı hayal kırıklığı görüşmelerde yer buldu. Pogrom ve yaşattıkları oradaydı; her çatlaktan sızıyor, her anlatıda mutlaka kendine yer buluyordu.

Cumhuriyet 17 Mart 1964

Bu kısa yazı ise pogrom gecesine odaklanan tanıklıkları bir adım öteye taşıma niyeti ile kaleme alındı. Pogrom bir gece ile sınırlı kalmadı; 6-7 Eylül, sonrası için bir dönüm noktasıydı. İstanbul Rumları için daha önce maruz kaldıkları 2007 sayılı meslekten men kanunu, Varlık Vergisi, 20 Kur’a Askerlik gibi uygulamalar oldukça zorlayıcıydı; ancak pogrom gibi kitlesel şiddete dönüşen bir öfkenin varlığını çıplak gözlerle görmek çok daha zorlayıcı olmalıydı. 6-7 Eylül’e tanıklık etmek bir yana, pogromun yeniden olabilme ihtimali, yıllarca devlet karşısında temkinli ve tedbirli olma halini içselleştiren Rumlar için apayrı bir tedirginlik sebebiydi.

Cumhuriyet 21 Temmuz 1974

Görüşmecilerimden Dimitri’nin tanıklığı, üzerinden neredeyse on yıl geçmesine rağmen olası bir pogrom tedirginliğinin, dolayısıyla 6-7 Eylül’ün etkisinin, sürdüğünü göstermesi açısından önemlidir.[5] Dimitri çocukluğundan bahsederken Gedikpaşa’daki tek katlı evlerinin 6-7 Eylül’de yerle bir edildiğini, olaylar durulduktan sonra ailesiyle evin enkazına gittiklerini, bu enkazda oyuncak arabasını bulmaya çalıştığını hatırladı. Babası kısa süre sonra Beyoğlu’nda olası bir pogromda görece güvenli olacağını düşünerek asansörü olmayan yüksek bir apartmanın en üst katını kiralamıştı. 1963 Noel’inde Kıbrıs’ta cemaatler arası şiddet olayları tırmandığında yeniden bir 6-7 Eylül yaşanacağı söylentileri çıkınca tüm aile uzak yakın akrabalarıyla bu evde toplanmış, 1964 yılının yılbaşı gecesini hep birlikte endişe içinde geçirmişti.  Burada Dimitri’nin bahsettiği “6-7 Eylül söylentisi” yanlızca içkin bir korkunun eseri değildi, zira Kıbrıs krizinin gündemde olduğu 1960’lı ve 1970’li yıllarda olası 6-7 Eylül hatırlatmaları/imaları/tehditleri ile karşılaşmak mümkündü. Örneğin 29 Ağustos 1964’te, İzmir Fuarı’nda Türkiye’nin Kıbrıs’a asker çıkartmasına müsaade etmediği gerekçesiyle Amerika’yı protesto etmek amacıyla toplanan kalabalık önce fuardaki çeşitli ülke pavyonlarını tahrip etmiş, kısa süre içinde şehrin farklı noktalarına dağılmış, Anglikan kilisesi ile  Yunanistan Konsolosluğu’na saldırmıştı.[6] Yaşananlar sonraki günlerde basında “6-7 Eylül olayarının benzeri” olarak adlandırılmıştı.[7] İzmir olaylarından sadece bir hafta sonra, 6 Eylül 1964’te ise İstanbul Üniversitesi’nde başlayacak olan bir protesto yürüyüşü, pogrom yıldönümü olması sebebiyle taşkınlıkla sonuçlanabileceği endişesini doğurmuş ve sıkı yönetim komutanlığı tarafından iptal edilmişti. Dağılmamak için direnen protestocular ise endişeyi haklı çıkaracak şekilde Beyazıt yakınlarındaki sokaklara “bugün 6 Eylül” yazılaması yapmıştı.[8] 1965 yılına gelindiğinde ise “6-7 Eylül mirası” bu kez dönemin başbakanı Suat Hayri Ürgüplü tarafından sahiplenilecekti. Ürgüplü, 16 Ekim 1965 tarihli basın toplantısında, “Bugün Kıbrıs’ta bir Türk öldürülürse, bir Türk’ün kanı aksa, İstanbul’da ne olacağını ben temin edemem. Bunları ve muhtemel olayları önlemek için sıkı polis tedbirleri alınmıştır. Bu tedbirler daha önce de mevcuttu, ben bir 6-7 Eylül hâdisesinden korkarım” demekten geri durmayacaktı.[9] 1970’li yıllara gelindiğinde ise özellikle Kıbrıs krizinin tırmandığı ve Türkiye’nin adaya asker çıkarttığı 1974 yazına dair anlatılarda pogrom tedirginliğinin yeniden kendisini hissettirdiğini söylemek mümkün. Örneğin 1974 yazında, çıkartmanın ilk gününü Heybeliada’daki evlerinde annesi ve kızı ile geçiren İrini, Türkiye ile Yunanistan arasında savaş çıkması durumunda olası bir pogroma maruz kalacaklarından çok korkutuklarından, birkaç gün evden çıkmadıklarından, Türkiye’nin adaya asker çıkartmasını fırsat bilenlerin ise evlerinin tam karşısındaki meşhur Rum mezecinin dükkanını yağmalamaktan çekinmediklerinden, mezecinin de olan biteni sessizce izlediğinden bahsetti.[10]  Aynı günlerde Heybeliada’da olan bir başka dönem tanığı Stratos ise evlerinin yakınındaki kahvehanede yükses sesle dinlenen radyo haberlerine verilen tepkinin zamanla kendilerine yöneldiğini, bu sebeple olası bir pogrom korkusu ile evden çıkmadıklarını ve adada kalmakta zorlandıklarını anlattı. Stratos görüşmemizde aynı zamanda 1977 yılındaki Sismik krizi sırasında, mahalleden tanıdıkları birinin elinde tebeşir ile gelip Kurtuluş’ta yaşadıkları evin hemen önüne yere büyük harflerle “adi Rumlar 6-7 Eylül’ü unutmayın” yazdığını da hatırladı.[11]

Cumhuriyet 7 Eylül 1964

Tanıklıklar anektodal görülebilir; yine de pogrom ve sonrasında Rumlar’ı hedef alanların 6-7 Eylül’ü bir gözdağı ve tehdit aracı olarak kullandıklarını, diğer taraftan da hedef alınan Rumlar’da olası bir pogrom tedirginliğinin gündelik hayatlarının bir parçası haline geldiğini göstermesi açısından önemlidir. 6-7 Eylül’ün ekonomik, psikolojik ve sosyolojik etkilerinden bahsedilirken verilen mali zararın tazmin edilmemesine rağmen Rum cemaatinin azimle İstanbul’daki hayatlarına devam etmeye çalıştığı ve bu dönemde 1964-65’e kıyasla çok az sayıda göç verdiği dile getirilir.  Bu tespit oldukça yerinde bir tespittir, ancak sonrasındaki yıllarda da 6-7 Eylül’ün iktidar-paydaşları tarafından sahiplenildiğinin, bir nevi aba altından gösterilen sopa olarak kullanıldığının, İstanbul’da yaşamaya devam eden Rumlar için pogrom tedirginliğinin süreklilik kazandığının ve dolayısıyla 6-7 Eylül’ün etkisinin çok daha uzun süreli olduğunun da göz ardı edilmemesi gerekir.

Cumhuriyet 17 Mart 1964 detay

[1] Savva ile görüşme, 12.01.2021, Online.
Bu yazıda yer verilen tanıklıklarda kullanılan isimler, görüşmecilerin gerçek isimleri değildir.

[2] Toplamda 6 ay süren  3 ayrı saha araştırmasında, 64 Sürgünü’ne tanıklık etmiş 80 İstanbullu Rum ile Atina ve Selanik’te (pandemi döneminde de online olmak üzere) sözlü tarih görüşmeleri gerçekleştirdim. İlgilenenler, Boğaziçi Üniversitesi Tarih bölümünde tamamladığım ve söz konusu görüşmeleri temel alan “Re-membering İstanbul: The Deportation of Greeks of Istanbul in 1964-65” başlıklı doktora tezine Ulusal Tez Merkezi üzerinden (online erişimle) ulaşabilir.

[3] Rita ile görüşme, 14.01.2020, Atina.

[4] Stella ile görüşme, 18.03.2023, Selanik.

[5] Dimitri ile görüşme, 7.11.2022, Atina.

[6] 30-31 Ağustos 1964, Yeni Asır; 30-31 Ağustos 1964, Demokrat İzmir.

[7] 30-31 Ağustos 1964, Ege Ekspres.

[8] 7 Eylül 1964, Cumhuriyet.

[9] 17.10.1965, Cumhuriyet. Ürgüplü’nün beyanı ertesi gün Cumhuriyet gazetesinin okur köşesinde, o dönemde askere gitmeye hazırlanan bir İstanbul Rumu olan Herkül Millas tarafından şöyle eleştirilecekti:
Ben yakında Anadolu’ya askerlik vazifemi yapmaya gidecek fakat bir 6/7 Eylül tehlikesi altında olan bir Türk’üm. Önümüzdeki hafta sayımda Türkiye’nin nüfusunda ‘artı bir’ olarak sayılacak bir Türk’üm fakat bu arada Amerikalı bir Yunanlı milyoner Ortodoks Patrikhanesi adına atar tutarsa yaşayışının gidişi aksayacak bir Türk’üm. Türkiye’de çalışacak ve ölecek bir vatandaşım, fakat Kıbrıs’ta bir sapık masum bir Türk’ü öldürürse eğer, mesken masuniyeti kalmayacak bir Türk’üm. Ben bir Türk’üm, ve bin sapık yüz Türk’ü katletse, Türkiye’de hayatı tehlikeye girecek bir Türk’üm.  İlkokulda her sabah beş yıl ayağa kalkar ‘Türk’üm doğruyum…’ derdim, fakat bugün Türkiye’nin Başbakanı bana Türk halkından sakın kendini diyor, eğer Kıbrıs’ta bir Türk öldürülürse…
6/7 Eylül’ü yapanlar Yassıada’da hesap verdiler. Tarih o yüz karası geceyi Türk halkına mâl edemez. O utanç gecesi birkaç iflas etmiş politikacının sinir kriziydi. Ve bugün verilecek demeç şöyle olmalıydı: ‘Eğer Kıbrıs’ta bir Türk öldürülürse, Türkiye sınırları içinde intikam almak için rehinemiz yoktur!’ (17.10.1965, Cumhuriyet) Millas yıllar sonra bir sohbetimizde askelik anılarını anlatırken başbakanı hedef alan mektubu sebebiyle askerliğini Muş’ta sürgün alayında yaptığını dile getirecekti.

[10] İrini ile görüşme, 21.05.2022, Atina.

[11] Stratos ile görüşme, 11.07.2022, Atina.


Yayınlanma Tarihi: 08 Ekim 2024  /  Son Güncellenme: 08 Ekim 2024


Bu yazı hakkında yazarımıza ve editörlerimize iletmek istedikleriniz mi var?
Aşağıdaki formu kullanarak kendisine ulaşabilirsiniz.
(Bu formdaki bilgiler, yazarımız ve editörlerimizin mail adreslerine iletilecektir.)


Çerezleri Yönetin!

Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.

Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.

Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.