Paylaş
Tüm Sayılar      2024      Sayı 232 – Ekim 2024      Adaları Aştık da Geldik

Adaları Aştık da Geldik


Jolly Baba Paksos'ta

Bu bizim ikinci Adriyatik – Ege geçişimiz.

İlkini on iki yıl önce, 2013 yılında Slovenya’nın Adriyatik kıyısındaki limanı Portoroz ile Marmaris arasında yapmıştık. Aylardan Mart sonu-Nisan başı idi ve yelkenli teknemizi salimen yerine ulaştırmaktı niyet. Buz gibi bir havada yola çıkmış, güneye indikçe ısınmış, biri Arnavutluk açıklarında, diğeri Patras önlerinde kafadan 33 knot rüzgarı görmüş, on üç günde Marmaris gümrüğe ulaşmıştık. Derdimiz transfer olduğu ve sezon da henüz hiçbir yerde açılmadığı için Dubrovnik, Mesalongie, zorunlu nedenlerle Patras, Egina ve Simi dışında karaya çıkmamış, yolu büyük ölçüde seyirde geçirmiştik.

Ama bu kez farklıydı. Ağustos’un son günleriydi ve her yer cıvıl cıvıldı. Evet, bu kez de dert teknenin transferi olacaktı ama henüz görmediğimiz, şanını duyduğumuz yerler de (çoğunluğu adalar) bizi bekliyordu.

Sadece iki kez gece gündüz seyir yaptık bu defa, öteki günler sabah çıkıp akşam olmadan varış noktalarımıza ulaştık ve 27 Ağustos sabahı transferini yapacağımız yelkenli tekne Jolly Baba’nın iki yıl konakladığı Kremik marinaya elveda diyerek başlayan seyir, 9 Eylül öğleden sonra Marmaris gümrükte sona erdi.

Bu kez, durak noktalarımız arasına Dubrovnik gümrük, Kotor, Paxos Adası, Corfu, Fiskardo (Kefalonya), Mesalongie, Korint, Hydra, Naxos, Nisyros ve Simi katıldı.

En çok nereler mi hoşumuza gitti?

Paxos tam bir sürpriz oldu bizim için. Aslında benim için değil. Çünkü 4-5 ay önce Netflix’te Maestro adlı Yunan yapımı bir dizi seyretmiştik. Tamamı bu adada geçiyordu ve neredeyse her bir yeri, özellikle de adaya giriş veren daracık kanalı aklımızda kalmış, burayı mutlaka görmeliyiz demiştik. Sürpriz ise yol planında bulunmamasıydı. Ama Corfu’dan geç çıkıp, 110 mil ötedeki Kefalonya ancak sabaha karşı varılabilecek yer olunca, kimse teklifime hayır demedi. Ve herkes de bayıldı bu sevimli adaya.

İkinci sıraya hangisini koyacağımızı aramızda tartıştık mı bilmiyorum ama galiba Hydra diyeceğiz. Evet kocaman Kefalonya’nın butik ve galiba da en turistik noktası Fiskardo da güzel ama Hydra hepimizi büyüledi diyebiliriz.

Su ve yakıt almak için uğradığımız Mesalongie bu kez kent olarak fazla tat bırakmadı damağımızda. İlk gidişimiz gece karanlığındaydı ve pek canlı görünmüştü gözümüze ama bu kez lokanta ve barların çoğu kapalıydı. Üniversiteler henüz açılmamış ve kentin sakinleri dışında kimse yoktu ortada. Marinaya giriş veren sığ lagün geçişi ve sabah suya inen gündoğumu renkleri ise ölümsüz. Kıyıda uzun yürüyüş her şeye değdi.

Ne yedik içtik?

On beş günlük seyrin yarısında akşam yemekleri teknede yenildi. Yaptığımız alışveriş yolda takviyelerle pek güzel yetti.

En iyi akşam yemeğini nerede yedik dersek, sıralama ekip tarafından belki tartışılır ama Fiskardo, Hydra ve Kotor diyebiliriz. Elbette Corfu’yu saymıyorum. Çünkü Corfu’da sevgili ekip arkadaşımız Henry bize evini açtı, sevgili eşi Helen ile tanıştık ve olağanüstü misafirperverliklerine tanık olduk. Yemekte denizci arkadaşları Jem ve eşinin de varlığı güzel bir sürpriz idi. Yemek sonrası yüz metrekarelik güzel bahçelerinde on sekiz delikli golf alanında (!) golf oynamak ise bizim şansımız.

Yemekler ister dışarıda ister teknede yensin, mutlaka arkası dondurmacıda bitti. Henry tam bir dondurmacı. Hani yemeğe dondurmaya hazırlık için oturuyor dense yeridir. En sevdiği dondurmayı nerede yedim sorusuna, ilk günden itibaren Kotor-Karadağ demekten vazgeçmedi bu arada.

Yaşadığımız sorunlar

İki haftalık seyahatte öyle çok büyük sorunlarla karşılaşmadık. Tekneye 25 Ağustos’ta adım attığımızda ekibin ilk gelen iki üyesi birçok şeyi hazır etmişlerdi zaten. Kalan eksikten en önemlisi gaz tüpüydü, yolda nasılsa buluruz dedik ama Corfu’ya kadar bu mümkün olmadı ve tüp tam da Arnavutluk açıklarında yakaladığımız ilk tombik (ton yavrusu) makarna sosu olmaya hazırlanırken bitti ve kala kaldık. Allahtan bir bölümü ile yaptığım çiğ balık (sashimi) imdada pek güzel yetişti de aç kalmadık.

En önemli sorunu, ilk gece yolculuğumuzda, nöbet bizdeyken, Dubrovnik yakınlarındaki adaların önünden geçerken motorun patlama ve kesif duman sonrası stop etmesiyle yaşadık. Önce yangından korktuk. Ama yanan bir şey yoktu. Bir süre sonra motor kapağı açıldı, motorda ya da yuvasında da yanan bir şey yoktu. Soğuduktan sonra tekrar çalıştırıldı, çalışmasında da sorun yoktu. Yağı ve suyu da yerindeydi. Allahtan rüzgâr da yoktu ki, yarım saat öncesine kadar 20-25 knot esiyordu, bir süre sonra da aynı hızda esmeye başladı. Aramızda motordan ve elektrik sisteminden en çok anlayan Burgazlı arkadaşımız Şükrü’nün tetkiklerinden sonra anlaşıldı ki, motor yuvasını serinleten fan bozulmuş ve oda sıcaklığı da artınca yangın söndürücü otomatik olarak devreye girmiş ve motor da oksijen yetersizliğinden susmuş.

Bir başka sorun Kotor marinada oldu. Marinaya kıçtan kara bağlanırken, kıyıdaki görevlilerin hatası sonucu tonoz halatı pervaneye dolandı ve durdu. Şükrü sağolsun, bir dalışta sorunu çözdü. Küçücük Kotor’a ve daracık limanına Kotor nüfusundan daha çok yolcu taşıyan cruise gemilerinden aynı anda dördü beşi giriyor, bağlanıyor ve çıkıyor. Cruise gemilerinin ve seyahatinin bu tarz limanlara faydasından çok zararının olduğu fikri bu gezimizde baskın hale geldi hepimiz arasında. Üstelik adada (Büyükada) daha yeni yaptığımız “aşırı turizm” (overtourism) konusunu aramızda tartışıyorduk ki, bu da iyi bir örnek oldu.

 

Gezip gördüklerimizden aklımızda kalanlar

Her şeyden önce giriş çıkış yaptığımız ülkeler arasında kim daha denizci ve denizi, denizciyi seven ülke siye sorsak, Yunanistan tek cevap olur.

Bir kere teknecileri ve denizcileri yolunacak kaz olarak görmedikleri için. En yüksek marina ücretleri Hırvatistan ve Türkiye’de. Yunanistan ise bu iki ülkenin üçte biri kadar. Bağlanacak yerleri çok. Binlerce adası ve on binlerce koyu var. Deniz her şeye ve tüm yoğunluğuna rağmen temiz. Yeme içme hem güzel ve hem de bu iki ülkeye göre hesaplı. Deniz ürünlerini her yerde iyi yapıyorlar üstelik. Dondurucudan çıkarıp da yüz yıllık balığı ya da kalamar-karidesi servis etmiyorlar. Alkollü içkilerin üzerine iki üç kat vergi koymuyorlar. Kendilerini pek akıllı sayanlar dersini bu yıl aldı mı bilinmez ama cezasını ülke ve vatandaşları olarak çektiğimiz muhakkak.

Karadağ küçük Türkiye, Kotor ise küçük Bodrum olmak yolunda hızla ilerliyor. O güzelim doğa harikası on yıl sonra ne hale gelir bilinmez…

Hırvatistan’ın Dubrovnik-Split arasını iki yıl önce yine aynı tekneyle gezmiştik. Kıyı kentleri inci gibi gerçekten de. Allah doğasını da özenerek yaratmış. Split-Sibenik arası ise koylarıyla doğal marina. Dalgakırana ihtiyaç duymayan marinalar. Çıkış yaptığımız Kremik de böyleydi.

Yarım günümüzü Krka doğa parkı gezisine ayırdık ki muhteşemdi. Cennetten bir köşe.

Bu arada, Split havalimanından çıkıp da marinaya giderken yolun iki yanındaki incir ağaçlarından söz etmeden geçemeyeceğim. Üzeri ballı incirlerle dolu bu ağaçları görür de durmaz mıyım? İki arkadaş yan yana sadece üç ağaçtan on dakikada dört kilo dolusu incir topladık ki, hayatımda yediğim en lezzetli incirler diyebilirim. Sadece bunun için bile gelecek Ağustos sonunda Split’e gidebilirim.

Corfu’ya bu ikinci gidişimiz. Ama Corfu en azından üç gecelemeyi hak ediyor. Yunanistan’ın İon denizindeki adaları, Ege’nin aksine yeşil. Corfu da öyle. Henryler’in evi de bu yeşil vadiye ve yıl boyu günbatımına hakim konumuyla göz alıcı.

Motorlu araçsızlığı ile bizim adalarla bağ kurulan Hydra kurak mesela. Zaten bir küçük limanı var o kadar. Toplam yerli nüfusu bin kişiyi bulmaz. Atina’ya uzaklığı en az elli mil. Yani bakın onlar korudu bu özelliğini, biz koruyamadık ile karşılaştırılacak yanı yok. Tek güzel ve örnek alınacak tarafı ise, zaten sayıları elliyi bulmayacak katırları değil, deniz yolunu küçük deniz taksiler ve dolmuşlarla çok efektif olarak kullanmaları. Tabii ki, yerel mimariyi de bozmamaları ki bu, sadece Hydra’ya özel değil.

Peki bu adalarda “mass” turizm yok mu? Yani binler, on binler akmıyor mu? Valla Santorini bu sorunla mustarip biliyorsunuz. Ada sakinleri başta olmak üzere. Önlem almaya çalışıyorlar ama ne çare. Gördüğümüz Naxos da farklı değil. Feribotlar peş peşe binleri boşaltıyor, topluyor.

Deniz gibisi yok

Yaşadığımız iyi kötü ne olursa olsun, bu gezide de anladık ki deniz gibisi yok. Denizsiz dünya neye benzerdi hayal bile edemiyor insan.

Çok da büyük konfor sunmayan bu on beş günlük tekne gezisi yormadı mı sizi diye soracaklara, Marmaris’te gümrükte ardımızda bıraktığımız sulara, ertesi gün Orhaniye’de bu defa kendi teknemizle yeniden açıldık diye cevap vermeliyim. Eminim ekibin diğer üyeleri de aynı şeyi düşünüyorlardı, birbirimize hoşça kal dediğimizde.

Deniz böyle bir şey işte.

                 


Yayınlanma Tarihi: 08 Ekim 2024  /  Son Güncellenme: 08 Ekim 2024


Bu yazı hakkında yazarımıza ve editörlerimize iletmek istedikleriniz mi var?
Aşağıdaki formu kullanarak kendisine ulaşabilirsiniz.
(Bu formdaki bilgiler, yazarımız ve editörlerimizin mail adreslerine iletilecektir.)


Çerezleri Yönetin!

Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.

Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.

Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.