Paylaş
Tüm Sayılar      2024      Sayı 230 – Ağustos 2024      Adalar’da Doğa ve Kent Mücadelesini Yeniden Düşünmek

Adalar’da Doğa ve Kent Mücadelesini Yeniden Düşünmek


Karakutu Derneği’nin* Umut Azak’ın yürütücülüğündeki, Heybeliada İnönü Evi Müzesi’nde düzenlenen “Semtlerle Şehrin Hafıza Katmanları: Adalar Atölye Dizisi”** kapsamında 20 Nisan 2024’te, muhabir, editör ve araştırmacı Ömer Süvari ile bir buluşma gerçekleşti. 1990’lı yılların sonundan bu yana Heybeliada Forumu, Adalar Savunması, İstanbul Kent Savunması, Kuzey Ormanları Savunması, Adalar Ekolojik-Biyolojik Envanter Çalışması gibi bir dizi mücadele  ve çalışmanın içinde yer alan Ömer Süvari, konuşmasında Adalar’da kent hakkı ve mekân mücadelelerinin gelişim sürecini ele aldı. Süvari, yakın tarihteki sivil örgütlenme ve direniş hafızasını Adalar’ı odağa alarak tazeleyen kapsamlı değerlendirmesi ile Yassıada ve Sivriada süreci, imar planları, Adalar’ın kentsel, sosyal ve ekonomik dinamiklerinden yola çıkarak imar, ulaşım, hayvan hakları, doğa koruma gibi konulardaki güncel ve yerleşik sorunların tartışıldığı atölyeyi Adalı Dergisi için özetledi:

Bugün İstanbul Adaları’nda sosyal ve doğal yaşam yanı başındaki metropol İstanbul’la birlikte dönüşüyor ve pek çok yeni kriz alanı yaratıyor. Adalar’daki tahribat ve mekânsal kriz İstanbul’un yaşadığı dönüşümün bir uzantısı olarak ulaşım, imar planları, hayvan hakları, doğal alanların çitlenmesi, ticarileşme, demografik değişim, turistikleşme gibi büyük mekânsal ve ekolojik sorun alanları (büyük bir bölümü sonuçsuz) yeni tartışma ve mücadeleler üretiyor. Bu durumun gerisinde yatan gelişmeleri ve dinamikleri anlamak, geçmişten bugüne yürütülen mücadeleleri tartışmak günümüzde belki de her zamankinden daha büyük önem taşıyor.

Öncelikle Adalar’da son dönemde giderek daha görünür olan mekânsal, sosyal ve ekolojik tahribatın, yalnızca son 20 yılda yaşanan yıkım ve dönüşümün ürünü olmadığını söylemek gerekir. İstanbul adalarını yaklaşık iki yüzyıl içinde küçük birer balıkçı köyü ve ibadet-sürgün-inziva coğrafyası olmaktan çıkararak önce birer sayfiye mekânına, ardından da göç, etnik dönüşüm, yeniden iskân ve mülk transferi travmalarıyla yüzyüze bırakan yıkım alanına dönüşümünün sonuçları halen devam ediyor. 1980’lerin ANAP’lı yıllarından başlayarak günümüze kadar devam eden plansızlık, mutenalaştırma, ticarileştirme ve turistikleşmeye uzanan süreç boyunca kent ve doğa mücadelesi alanındaki kimi kazanımlara rağmen bugünkü çözülme ve başarısızlıklar dizisi yaygın bir umutsuzluk ve karamsarlık yaratıyor.

Bu çerçevede son dönemde yaşanan fayton, minibüs, ulaşım, imar planı gibi tartışmalar içinde gerçekçi ve doğru tutumlar alabilmek, tutarlı, yaygın, etkili ve kitlesel bir kent ve doğa mücadelesi yürütmek her zaman mümkün olmuyor. Tutarlı ve sürekliliği olan bir kent ve doğa mücadelesi anlayışının olmadığı her durumda hızla zayıflayan ve etkisini yitiren bir girişimler dizisi üretiliyor. Karakutu Derneği’nin ve Umut Azak’ın ricasıyla  20 Nisan 2024 tarihinde Gezi Direnişi öncesi ve sonrasında Adalar’daki kent ve doğa mücadelesinin son 20 yılını tartıştığım sunum çerçevesinde kaleme alınan bu yazının Adalar’daki kent ve doğa mücadelesinin geliştirilmesine anlamlı bir katkı olması dileğiyle…

Adalar’da sayfiyenin kuruluşu ve çözülmesi

Öncelikle belirtmek gerekir ki Adalar’daki kentsel ve doğal yaşamın tarihsel gelişimi, sosyal, siyasal, ekolojik vb. yürütülen tüm mücadeleler açısından göz ardı edilemez bir temel oluşturuyor. Günümüzde birçok İstanbullu için halen “Son İstanbul” parçası ve “İstanbul’un son sayfiye mekânı” olarak düşünülen; tarihi mekânları, zengin mimari birikimi, çokkültürlülük simgesi dinsel geçmişi, “mahalle kültürü” ve doğal zenginliğiyle İstanbul’un eşsiz bölgelerinden biri olarak tasvir edilen Adalar, gerçekte bu durumun çok uzağında. Tarihi ve doğal mekânlarının önemli bir bölümü yıkıma uğramış ya da işgal edilerek ticarileştirilmiş; çokkültürlülük ifadesi sosyal yaşam biçimleri 1980’lere gelinceye kadar simgesel birkaç özel gün dışında tamamen ortadan kalkmış; mahalle yaşamı Adalar’daki göç ve iskan hareketleriyle birlikte 1980’lere gelinceye kadar büyük oranda tasfiye olmuş bir coğrafyanın, bu çoktan kaybedilmiş nitelikleriyle anılması kuşkusuz İstanbul’un ve Türkiye’nin yaşadığı büyük travmalarla ilgili. Adalar maalesef bundan önce “doğanın korunduğu, mimari zenginliğin, dinsel çokkültürlülüğün, hayvanların, canlıların, endemik bitkilerin, soyu tükenen hayvanların, zengin ve fakirin, güzel ve çirkinin uyum içinde yaşadığı, yaşayanların kendilerini ayrıcalıklı ve özel hissettiği, sayfiye hayatının canlı olduğu asude bir bahar ülkesi” değildi! Kuşkusuz herkes kaybettiğini arar, ancak bu algının oluşumunda İstanbul başta olmak üzere tüm ülkede hızla dönüşen yaşamın yarattığı kentsel baskıların; darbeler, siyasal, ekonomik ve toplumsal yıkımla geçen on yılların, gizlenen gerçeklerin ve değişik siyasal kamplardan yapılan propagandaların ve hepsinden önemlisi Adalar’ın İstanbul’un diğer sayfiyelerine oranla yaşadığı yaklaşık 50 yıllık “kentsel gecikme”nin büyük payı var.

Adalar’daki ilk büyük mekânsal-sosyal dönüşüm kuşkusuz 19. yüzyıl ortalarına dayanıyor. 19. yüzyıla kadar küçük Rum balıkçı köylerinin sosyal yaşamına, yüzlerce yıllık ibadet, inziva, fetih ve sürgün anılarının eşlik ettiği Adalar’da kentsel ve doğal yaşamı dönüştüren ilk büyük gelişmeler dizisi 19. yüzyıl ortalarında sayfiyeye dönüşüm sürecinin tetikleyicisi olan vapur seferleriyle başlamıştır. 1848’de Tersâne-i Âmire’nin, 1851’den sonra da Şirket-i Hayriye’nin Adalar’a düzenli vapur seferleri yapmaya başlaması, adaların kent merkeziyle olan mekânsal, düşünsel ve kültürel kopukluğunu büyük ölçüde ortadan kaldırmış, bu yıllardan itibaren Adalar özellikle yeni zenginleşen sınıfların ve özellikle dinsel taassuptan kaçan gayrimüslimlerin kaçtığı sayfiye bölgeleri haline dönüşmeye başlamıştır. Vapur seferlerinin başlamasının ardından geçen yaklaşık 40 yıl sonunda 1890 tarihli Osmanlı nüfus sayımına göre Adalar’da toplam 10.503 kişi yaşamakta, bunun yüzde 48’i Rum Ortodoks, yüzde 29’u Müslüman, yüzde 12’si Ermeni Gregoryen, yüzde 11’i Ermeni Katolik vatandaşlardan oluşmaktadır.

Adalar’da olduğu gibi tüm İstanbul’da sayfiyeler 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren zenginleşen Osmanlı bürokrasisinin, elitlerin, aristokrasinin, ticaret, sanayi ve bankacılık yoluyla zenginleşmiş yeni burjuvazinin kendi soyut temsilini ve yaşam deneyimini yaratacağı güvenli bölgeler arayışı içinde şekillenmiştir. Geniş bahçeler içindeki evlerden ve köşklerden oluşan klasik Osmanlı sayfiyesi, kendi dönemi açısından ve mimari-mekânsal özellikleri bakımından batıdakine benzer bir şekilde modern ve toplumda yükselen yeni sınıfların kendini ifade ettiği bir kentsel doku olarak doğmuş ve gelişmiştir. Adalar bu açıdan gayrimüslimler için olduğu kadar, Osmanlı müslüman yüksek bürokrasisi için de uzunca bir süre ilgi odağı olmaya devam etti. Bu süreçte esas olarak yazlıkçı/kışlıkçı ekonomisine dayanan, balıkçılığın yaygın olarak devam ettiği, küçük çaplı seracılık ve hayvancılık yapılan, yine küçük çaplı sanayi ve el sanatlarıyla süren bir ekonomik yaşam döngüsü Adalar’daki sayfiyeyi Cumhuriyet dönemi de dahil olmak üzere yüzyıl boyunca ayakta tuttu. İttihat ve Terakki ve ardından gelen Cumhuriyet dönemi bu dokuya büyük bölümü parti, devlet ve ordu içinde yükselen yeni bürokratların yazlıklarını, yeniden düzenlenen ve yenileri açılan askeri binaları, kamu ve özel sektöre ait yaz kamplarını, sanatoryumları, deniz banyo ve plajlarını, mesire alanlarını, yeni yat ve deniz kulüplerini ekledi.  Adaların kamusal alanları birer karşılaşma, buluşma ve yeni rejimin sosyal yaşamı için bir gösterim mekânı olarak yeniden işlevlendirildi.

İstanbul ve yakın çevresindeki sayfiye bölgelerinin bir kısmı 1950’lerden itibaren artan gecekondu yerleşimlerinin baskısı altında birer banliyöye dönüşürken, bir bölümü de doğrudan kent merkezine bağlanarak orta üst sınıfların yeni yerleşim bölgeleri haline geldiler. Boğaziçi köylerinin (Yeniköy, Arnavutköy, Tarabya, İstinye, Kanlıca, Beykoz, Büyükdere vb.), Anadolu yakası (Bağdat Caddesi Erenköy, Suadiye, Caddebostan, Maltepe, Dragos vb.) ve Avrupa yakası (Yeşilköy, Florya, Bakırköy, Büyükçekmece vb.) sayfiyelerinin kent tarafından yutulması ve orta üst sınıfların konut-ticaret alanlarına dönüşümü büyük ölçüde 1980’li yıllarda tamamlandı. Adalar, İstanbul’a olan fiziksel uzaklığı ve ulaşım, sağlık, eğitim gibi temel hizmetler ve yatırım potansiyeli açısından “zaaflı” olması gibi nedenlerle bu süreci yaklaşık 50 yıllık bir gecikmeyle, 1970’lerin sonlarından itibaren yaşamaya başladı.

1980’lere kadar “sosyal devlet” ve “sosyal belediyecilik” uygulamalarının egemen olduğu bir tarihsel kesitte yaşanan ve bu nedenle kimi sosyal tamponlar ve görece düşük profilli bir kentsel yıkım sürecinin damga vurduğu Türkiye’deki kentleşme süreçleri, bu döneme kadar Adalar’ın oldukça uzağından geçti. Sayfiye dönemi boyunca yazlıkçı-kışlıkçı ekonomisinin damga vurduğu ve balıkçılık, seracılık, bahçıvanlık, küçük esnaflık gibi iş kollarıyla görece kapalı ve kendine yeterli bir manzara sunan ada yaşamı 1980’li yıllara kadar aynı zamanda daha çok gayrimüslim mülklerinin ve iş kollarının Adalar’a bir ya da birkaç nesil önce gelen kesimlere devredilmesi ya da Milli Emlak veya Vakıf mülklerine dönüştürülmesine dayanan örtülü bir “millileştirme” sürecine sahne oldu. 1980’lere gelindiğinde yazlıkçı-kışlıkçı ekonomisinin yerini ticarete dayanan küçük çaplı turizm ekonomisi almaya başlarken 1980’lerin ANAP’lı yıllarında başlayan imar hareketleriyle birlikte sayfiye döneminin bitişi belirginleşmeye başladı. Artık Adalar’ın demografisi büyük ölçüde değişmiş, sayfiye ekonomisinin temel dinamikleri çözülmüşken ANAP’ın neo-liberal ekonomisinin vurgun, fırsat ve talan kültürü de giderek yerleşmeye başladı. Adalar, İstanbul ilçeleri içinde ANAP’ın en uzun süre belediye iktidarında kaldığı ilçe oldu (1984-2009) ve aykırı imar uygulamalarının, denetimsizliğin, faytonlar ve atlar başta olmak üzere hayvan hakları ihlallerinin, orman ve kıyı yağmasının, mekânsal dönüşümün plansız bir şekilde hızla yaygınlaşmaya başladığı, belediye başkanlarının öldürüldüğü, hemşehrilik ilişkileri temelinde mafyatik girişimlerin belirginleşmeye başladığı bir coğrafya haline geldi.

Gezi’den önce: Sayfiyeyi korumak!

1980’li yıllarda Adalar’da sayfiyeye özgü sosyal-ekonomik dokunun ortadan kalkmasına ve mekânsal dönüşüme yönelik ilk itirazlar ve “kentsel muhalefet” olarak adlandırılabilecek ilk tepkiler Osmanlı ve Cumhuriyet yıllarının Adalar sayfiyesinde yaşayan ailelerden ve Adalar’ın entelektüel kesimlerinden geldi. Tiraje Dikmen, Çelik Gülersoy gibi isimlerin öncülüğünü yaptığı bir dizi girişim “sayfiyenin korunması”na yönelik adımların ilk örnekleri oldular. Çelik Gülersoy’un restorasyon ve mimari koruma projeleri, fayton dönüşüm projeleri, kültür merkezi ve kentsel peyzaj çalışmaları, Tiraje Dikmen’in Adalar’ın SİT alanı olarak ilan edilmesine yönelik girişimleri 1980’lerden 90’lara uzanan süreçte sayfiyeyi korumaya yönelik ilk adımları oluşturdular.

Daha önce 1976 tarihli parçalı koruma kararları bulunan Adalar’da Tiraje Dikmen’in öncülüğünü yaptığı girişimlerle Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 31.03.1984 tarih ve 234 sayılı kararı ile doğal ve tarihi özellikleri nedeniyle Adalar bütününün SİT alanı olarak ilan edilmesi sağlandı. İdari ihmaller, yetersizlikler ya da kasıtlı amaçlarla pek çok zaman kâğıt üstünde kalsa da 1984 tarihli bu sit alanı kararı Adalar’daki kent ve doğa koruma mücadelesi için en önemli hukuksal dayanaklardan biri oldu ve bir tür şemsiye karar olma niteliğini bugüne kadar korudu.

Yine bu yıllarda Adalar’da kurulan kültür derneklerinin, Adalar Vakfı gibi girişimlerin ilk muhalefet girişimleri olarak nitelenebilecek çalışmalara rağmen İstanbul’un kentsel ve Adalar’ın sosyal-ekonomik dinamikleri sayfiyenin tasfiyesi sürecine hız kesmeden devam etti. Günümüzde tamamen İstanbul’un kentsel merkezi içinde kalan Sulukule, Ayazma, Tarlabaşı gibi mekânların  tümüyle “temizlenerek” turistikleştirildiği ve yatırım alanları olarak yeniden kurgulandığı, eski sayfiye bölgelerinin kent merkezi içine alındığı “Yeni İstanbul” içinde; kent merkezine uzaklığı ve SİT alanı kararları nedeniyle kısmen korunabilmiş olan Şile, Ağva, Riva, Polonezköy, Göktürk, Adalar gibi bölgeler 1990’lardan itibaren ve özellikle 2000’li yıllarda birer “rekreasyon ve turizm alanı” olarak yeniden tanımlanarak ticaret ve sermaye yatırımlarına açık hale geldi. Adalar 2000’li yıllara gelindiğinde hızla turizm endüstrisinin hatlarına bağlandı. Büyük ticari toptancılar, faytonlar, dinsel ve kültürel mekânlar, orman alanları, plajlar, kıyılar, restoranlar hızla seyahat acentalarının ve motor taşımacılığının denetiminde turistik birer enstrümana dönüştürüldü. Literatürdeki adıyla hızlı bir turistikleştirme (touristificaton) süreci yaşayan ve yaklaşık 14 bin kişinin yaşadığı İstanbul adalarında, önemli bir kısmı Büyükada’da olmak üzere 430 civarındaki işletme yılda 6 milyonu aşan günübirlik ziyaretçiye hizmet vermeye başladı. Plansızlık ve denetimsizlik konut ve konut+ticaret alanlarından, özellikle de çarşı bölgelerinden konutların kovulup salt ticari alanlar haline getirirken, toptancılık, marketçilik, restorancılık, otelcilik, müteahhitlik, faytonculuk gibi iş alanlarında biriktirilen sermaye turizm ve emlak endüstrisinin mekânları için “iş fırsatları”na dönüşmeye başladı. 2023 yılında İstanbul’a gelen yaklaşık 18 milyon yabancı turistin önemli bir bölümü İstanbul’un Suriçi-Sultanahmet ve Boğaz’dan sonraki üçüncü büyük uğrak yeri (destinasyonu) haline getirilen Adalar’a uğrarken, yeşil alanları bütünüyle yok edilmiş İstanbul nüfusu için Adalar günübirlik turizmin alternatifsiz mekânı haline getirildi.

Adalar’daki tüm mekânsal-kültürel ilişkileri derinden etkileyen bu gelişmeler dizisi AirBnb’nin ve pansiyonların yaygınlaşması, artan emlak hareketleri, beach kültürünün hakimiyet kurması, orman alanlarının ticarileştirilmesi, kıyıların işgali ve dönüşümünün yanı sıra sosyal ilişkileri de yeniden şekillendirdi. Adalar’ın sosyal, ekonomik ve siyasal ilişki dünyası piyasalaştırmaya ve ticarileştirmeye dayalı neo-liberal değerler tarafından yönetilir hale geldi.

Tüm bu gelişmeler boyunca Adalar’da kent ve doğa koruma yönündeki arayışlar esas olarak dernekler, vakıflar ve çeşitli kişilerin bir araya geldiği sayısız girişim eliyle yürütüldü. Esas olarak Adalar’ın sayfiye dönemine ait sosyal ve kültürel niteliklerini korumaya ve sayfiyenin sosyal-kültürel ilişki dünyasını devam ettirmeye odaklanan, önemli oranda sayfiye nostaljisine dayanan muhalefet girişimleri gönüllü dernekleri (Heybeliada, Burgazada, Büyükada) ve kültür dernekleri tarafından ele alındı. Adalar Vakfı, İstanbul Adaları Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Derneği (İAKTVKD) gibi kurumlarda somutlanan hukuksal mücadele pratikleri, bu büyük dönüşüm ve yıkım sürecinde sayfiye nostaljisinden güç almaya çalıştı. Mimarlar Odası ve Şehir Plancıları Odası başta olmak üzere birçok meslek odasının ısrarlı takipleri ve desteği, İAKTVKD, Adalar Vakfı ya da kimi gönüllü derneklerinin birçok alandaki hukuksal mücadelesi saygıdeğer örnekler olarak birçok mekânın ve doğal alanın korunmasını sağlamakla birlikte Adalar’da etkili ve yaygın bir mücadele yaratmanın uzağında kaldı. Yerel yönetimlerin ve kamu kurumlarının desteğiyle doğal alanlarda yasalara aykırı olarak açılan su sporu kulüpleri, turizm merkezleri, Orman Bölge Müdürlüklerinin verdiği orman işletme izinleri, mesire alanı uygulamaları, uzun yıllara uzanan kıyı dolgusu uygulamaları, özel ya da kurumsal yasadışı iskeleler, LİDO, Seferoğlu gibi yeni turistik betonlaştırma girişimleri gibi çok sayıda örnek Adalar’ın mekansal coğrafyasındaki dönüşümün simgeleri oldular.

Kuşkusuz sayfiyenin tamamen tasfiye edildiği bu yıllarda açılan yeni dönemi sezgisel olarak kavrayan ve yeni döneme uyum sağlamayı amaçlayan çeşitli girişimler de gündeme geldi. Bir bölümü eski tip “demokratik kitle örgütü” niteliği taşıyan (Demokratik Adalar Girişimi, Arka Güverte, yeni gönüllü dernekleri vb.) ancak kısa sürede sönümlenen girişimler, kimi neo-liberal yönetişim mekanizmalarından yararlanarak kurgulanan “yönetime katılma” ve “sürdürülebilirlik” modeli çalışmaları (Alan Yönetimi Planı toplantıları), kent konseyleri vb. aracılığıyla “katılım” arayışları, Adalar’ı dünyadaki pek çok örneği gibi turistik-kültürel-nostaljik bir destinasyon olarak işaretleyerek korumayı öneren Dünya Mirası Adalar Girişimi gibi çalışmalar Adalar’ın yerleşik siyasal ilişkileri ve sosyal dinamikleri içinde yaygınlaşma ve gerçekleşme imkânı bulamadı.

Adalar’da yeni dönemdeki kentsel muhalefetin ve doğa koruma sürecinin nasıl yürütüleceğine yönelik arayışlar sürerken 2013 yılında Taksim Gezi Parkı eylemleri Adalar’da da kentsel muhalefetin ve Adalar’ı korumanın bir başka yolu olabileceğinin işaretlerini verdi. Böylece Adalar’da sayfiye sonrası dönemde nostaljik olmayan, güncel kentsel-mekânsal gelişme eğilimlerini tartışan ve onlarla mücadele eden, Adalar’da izole bir kentsel muhalefetin mümkün olmayacağına inanan, “Adalar Bizim, İstanbul Bizim” diyen yeni bir mücadele sürecinin kapıları açılmış oldu.

Gezi’den sonra: Ya hep beraber, ya hiç birimiz…

Türkiye’nin yaşadığı en büyük toplumsal dalgalardan biri olan Gezi direnişi, Adalar’ın fiziksel, siyasal ve kültürel uzaklığı nedeniyle Adalar’da yaşayan çok az sayıda insanın aktif olarak yer aldığı, ancak günler süren eylemlerin politik ve sosyal etkisinin Adalar’da da hissedildiği yeni bir evrenin kapısını araladı. Gezi direnişine katılan ve Adalar’da yaşayan birçok insan Türkiye’nin birçok yerinde olduğu gibi Adalar’da da forumlar ve kentsel, yerel muhalefet ağları oluşturmaya, neo-liberal ve muhafazakâr kent politikalarına karşı kent hakkı ve doğa koruma odaklı yeni bir mücadele sürecini tartışmaya yöneldi. Bu tartışmalar boyunca 2013 Temmuz ayından itibaren Heybeliada ve Burgazada başta olmak üzere tüm adalarda düzenlenen forumlar, kent hakkı ve kent mücadelesi kavramını Adalar’ın yerleşik (sağlık, ulaşım, eğitim doğa koruma, kıyılar, ticarileşme, turistikleşme gibi) sorunlarına yönelik nostaljik bir temele dayanmayan güncel biçimleriyle Adalar gündemine getirdi.

2013 yılında Yassıada ve Sivriada’nın SİT statülerinin değiştirilmesi, bu iki adanın Adalar’ın idari bütünlüğünden koparılması, her iki adanın doğal ve tarihsel nitelikleri yok edilerek iktidar tarafından simgesel birer mekâna dönüştürülmesine karşı muhalefet Türkiye’nin en önemli kent gündemlerinden biri haline geldi. Bu süreçte  İstanbul’daki kent hareketleriyle ortak eylemler düzenlendi, Yassıada ve Sivriada’nın imara açılması girişimlerine karşı yürütülen kentsel muhalefet Adalar’da ilk kez müşterek mekânların ve kent hakkının kitlesel olarak tartışıldığı, “Bırak Issız Kalsın” sloganıyla simgelenen insan odaklı olmayan yeni bir doğa koruma anlayışının filizlenmesine olanak tanıdı. Yine bu dönemde Adalar’ın sayfiyeden çıkış sürecinde yaşadığı kentsel yoksunluğun uzantıları olan sağlık, ulaşım gibi yerleşik sorunlar, kentsel talan, hayvan hakkı ihlalleri ve doğal alanların çitlenmesi forumların en önemli mücadele alanlarından biri oldu. Kurulan çitler yıkıldı, çok sayıda aykırı imar uygulaması durduruldu, işgal edilen birçok alan temizlendi, çok sayıda talan projesi iptal ettirildi.

Heybeliadalı Ali Mert Baltacı’nın geçirdiği kaza sonrasında yetersiz sağlık hizmetleri nedeniyle hayatını kaybetmenin eşiğine gelmesi, felç geçirmesi ve uzun yıllar acılı bir hayata mahkûm olması forumlar tarafından Adalar tarihinin en büyük kitle eylemleriyle protesto edildi. Türkiye’nin ilk ve halen tek olan “sağlık hakkı” eylemleri, 7/24 sağlık hizmeti istiyoruz sloganıyla başarı elde etti. Kısa sürede Adalar’a kara ve deniz ambulansları, ATT’ler getirildi, sağlık ocaklarının ve hastanenin açılış süreci hızlandırıldı. Turistik olmayan ulaşım hakkı, ücretsiz ulaşım, imar planlarına yönelik yeni bakış açılarının geliştirilmesi forumların 2013 yılında kurulan Adalar Savunması’na devrettiği önemli gündemler haline geldi. Adalar Savunması uzun bir süre Gezi Direnişi sonrasında Adalar’da oluşan forumların, Gökçeada, Bozcaada’daki forum ve demokratik inisiyatiflerle, Şehir Plancıları Odası, Mimarlar Odası, Çevre Mühendisleri Odası gibi meslek odaları, belediye temsilcileri ve Adalar’dan özgür ve gönüllü bireylerinin yan yana gelerek oluşturduğu dışlayıcı olmayan yeni tip bir mücadele ve iletişim ağı olarak önemli bir deneyim yarattı. Yassıada ve Sivriada’nın yanı sıra kent, mekân, insan ve doğa ilişkileri açısından büyük önem taşıyan Adalar Koruma Amaçlı Nazım İmar ve Uygulama Planları, faytonlar, Adalar’da yaşayan bitki, hayvan ve diğer canlı türlerinin kayıt altına alınması ve korunması gibi alanlarda Adalar’daki ve İstanbul’daki kişi ve kurumlarla bir bölümü gönüllüleri tarafından halen devam ettirilen uzun bir sürece yayılan çalışmalar yürüttü.

Bugün tüm Türkiye’de olduğu gibi Adalar’da da düşünsel izleri halen devam etmesine, çeşitli araçları karikatür denilebilecek biçimlerde tekrar edilmesine rağmen Gezi direnişinin yarattığı kapsayıcı, kurucu ve dönüştürücü kentsel muhalefet ve mekân mücadeleleri pratiğinin çok uzağında bulunuyoruz. Gezi direnişi dalgasının etkisini yitirmesi ve doğa koruma mücadelelerinin zayıflaması, mücadele ağlarının birer STK’ya dönüşmesi, kimi mücadele ağlarının katılım yanılsaması yaratan kent konseyleri tarafından içerilmesi, Türkiye’nin yerel yönetim ve merkezi hükümet seçimleri döngüsüne girmesi ve ardından 2019 yılında gelen pandemi süreci tüm Türkiye’de olduğu gibi Adalar’daki kent ve doğa koruma yönündeki mücadelelerin de büyük ölçüde eski biçimlerine ve söylemlerine dönmesine yol açtı.

Çoğu zaman herhangi bir kent siyasetine ve kentsel gündemlere dair bir mücadele stratejisine sahip olmayan, kapsayıcı ve dönüştürücü olmaktan uzak, suçlayıcı, insan merkezli ve çoğu zaman kent hakkına değil ayrıcalık talebine dayanan “kentsel muhalefet” biçimleri egemenlik kazanmaya başladı. Bu koşullarda, Türkiye’nin, İstanbul’un ve Adalar’ın yeni sosyal ve siyasal gelişmelerle karşı karşıya olduğu günümüzde kendi mücadele alanlarını ve ilişki ağlarını yaratan, bağımsız, dönüştürücü ve kurucu bir kentsel mücadele ve doğa koruma algısına her zamankinden daha çok ihtiyaç var. Kentsel, sosyal ve ekolojik yıkım kapımıza dayanmışken kenti ve doğayı, yürütülen mücadeleleri, İstanbul’u ve Adalar’ı yaşanan deneyimler ışığında yeniden düşünmek bunun ilk adımı olsun…

 

Meraklısına Küçük Özet Kaynakça

Kurtuluş, H. ve Türkün, A. (2005) İstanbul’da Kentsel Ayrışma: Mekânsal Dönüşümde Farklı Boyutlar, Bağlam Yay., İstanbul.

Bora, T., (1997), Sayfiye: Hafiflik Hayali, İletişim Yay., İstanbul.

dokuzdabirdeniz.org

Groundwater, B. (2017), Barcelona, Berlin, Rome and Venice: The cities that are sick of tourists. Traveller, 21 June 2017

Merrifield, A. (2014) The New Urban Question, Pluto Prs.

Urry, J. (1999), Mekanları Tüketmek, Ayrıntı Yay.; İstanbul.

Yağan, N.B. (2018), İstanbul’un Tarihi Sayfiye Alanları ve Dönüşüm Süreçleri, Libra Kitap, İstanbul. 

* 2014 yılından beri düzenlediği hafıza çalışmaları programları ve hafıza yürüyüşleriyle, gençlerin insan hakları ve demokratik değerler konusunda duyarlılık kazanmasını hedefleyen Karakutu Derneği hakkında ayrıntılı bilgi için: https://karakutu.org.tr

** Karakutu @Heybeliada Semtlerle Şehrin Hafıza Katmanları: Adalar 1 atölye dizisi ile ilgili Adalı Dergisi’nin Mayıs sayısında yayınlanan yazıya buradan ulaşabilirsiniz: https://adalidergisi.com/tum-sayilar/2024/mayis-sayi-227/heybeliadada-bir-hafiza-calismasi-karakutuheybeliada/


Yayınlanma Tarihi: 09 Ağustos 2024  /  Son Güncellenme: 26 Ağustos 2024


Bu yazı hakkında yazarımıza ve editörlerimize iletmek istedikleriniz mi var?
Aşağıdaki formu kullanarak kendisine ulaşabilirsiniz.
(Bu formdaki bilgiler, yazarımız ve editörlerimizin mail adreslerine iletilecektir.)


Çerezleri Yönetin!

Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.

Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.

Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.