Paylaş
Tüm Sayılar      2025      Sayı 235 – Ocak 2025      İzzet Keribar’ın Büyükada’sı

İzzet Keribar’ın Büyükada’sı


Rubi Asa'nın merceğinden İzzet Keribar

6 Kasım 2024’de İstanbul Modern’de açılan İzzet Keribar: Renklerin Yolculuğu sergisine girer girmez onca ustalıklı eser arasında gözlerim Büyükada’yı aradı. Tam da girişin sağ tarafında yer alan vitrindeki bir albümde iki adet siyah-beyaz, 1952 tarihli Büyükada fotoğrafı duruyordu. Keribar’ın ilk makinesini 1952’de alıp fotoğrafa başladığını bildiğim için daha da heyecanlandım. Belki de fotoğrafçılığa ada günlerinde adım atmıştı… Sevgili Rubi Asa’nın aracılığı ile İzzet Keribar ve eşi Rozet Hanım ile İstanbul Modern’de buluştuk, tadına doyulmaz bir ada sohbeti yaptık.

Sergi başlığı Renklerin Yolculuğu olsa da ilginçtir, Keribar’ın Büyükada’ya dair hatıraları kokularla bezeli. Psikolojideki “demirleme tekniği”ni (anchoring) anımsattı bu bana; çağrıştırıcılarla yüklü, anıları geri getiren. Keribar’ın adada demirlediği anılar da kokular üzerinde yoğunlaşmıştı besbelli. Sarnıcın rutubeti, yeni evin taze boya kokusu, buharlı gemilerin, atların zihninde çağrıştırdıkları…“Adaya gelince iskeleden çıkarsınız saate kadar. Solda arabacılar vardı. Onun kokusunu bile özlemişim ben. Sonuçta, at pisliği değil mi? Adalı olan, ona alıştığı zaman arıyor. Enteresan. Çünkü bana Ada’yı hatırlatan bir koku bu” diyor Keribar. Sözü hiç kesmeden ona bırakıyorum…

Konuşacak elbette çok şey var ama ben size Ada’yı anlatacağım. Ben İstanbul doğumluyum ama nerelisin diye sorarlarsa Büyükada’lıyım diyorum. Gözlerimi açtığım zamandan itibaren Adalı’ydım. Babamın ilk aldığı evi hatırlıyorum: Stelianidis (?) evi. Maden’de. Ben 1936 doğumluğum ama 1938 Eylül’ünden itibaren her şeyi hatırlıyorum. Annem bahçede sürekli sinek avlardı, ben sokakta oynardım, beni yemeğe çağırdıklarında bir türlü dönmezdim ama pirzola var dediklerinde doğru eve koşardım. 1940’a kadar o evde oturduk, sonra başka ahşap bir eve geçtik. Sarnıç vardı; kokusunu hiç unutmuyorum, küfle karışık tuhaf bir rutubet kokusu.

Küçük İzzet bahçede

1941’de gayrimüslimlere, özellikle Ermeni, Yahudi ve Rumlar’a 20 Kur’a askerlik olayı çıktı. Babam birden askere gitti 40 yaşında. Oysa 20 yaşındayken askerliğini yapmıştı. O evdeyken oldu bu, hatırlıyorum. Başta ne olacağını bilmediğim için çok korktum. II. Dünya Savaşı sürüyordu—kamplara mı gidecekler, toplanıyorlar mı? Ne olduğu belli değil. Ama kısa sürede bitti, bir sonuç vermedi. Babam Kandıra’ya geldi, burada hizmet yaptı. Hafta sonları bizi görmeye gelirdi. Altı ay kadar sürdü bu. Sonra 1942’de babam tek katlı bir ev satın aldı Kadıyoran’da. Sol tarafta Çikvaşvililer’in evi vardı, tam karşıda. Summer of 42 diye bir film vardır, belki bilirsiniz. Ben o yazı hep o filme benzetişimdir. Bizim 42 yazımız herkesin korktuğu, tatsız bir yazdı aslında. O evi hiç unutmuyorum; hep boya kokuyordu, daha perdeler bile asılmamıştı ama odam çok güzeldi. 42 yazının sonunda İstanbul’a bir döndük ki Varlık Vergisi olayı çıktı 11. ayda. Yine ne olduğunu anlamadık. Babam Defterdar’a borcunu öğrenmeye gitti -bunu anlatıyorum zira ada ile ilgisi var- dönüşte kapıda Rumca dedi ki evdeki Rum yardımcımıza (aksansız bir Rumca ile söylüyor burada Keribar) “Temizlendik. Hiçbir şeyimiz kalmadı.” Her şeye rağmen aynı apartmanda oturmaya devam ettik. Ama ne oyuncak geldi bana ondan sonra, ne yeni elbise, ne partiler. Matmazelim vardı, önce gitti, sonra geri geldi çünkü başka yerde iş bulamayınca, ben para almadan kalacağım dedi. Kalacak yeri, yiyecek yemeği olmadığı için. O dönemde ada işi bitti bir sekiz sene, ta ki babam işlerini biraz toparlayana dek, 1950’ye kadar. O sekiz sene ben nerede denize girdim diye aklınıza gelebilir. Çünkü adada biz sürekli denize giriyorduk. O dönemde Florya’ya giderdik. High Life diye bir plaj vardı Atatürk’ün köşkünün yanında. Orada da polio salgını çıktı, aşı da yoktu. Bana bir şey olmadı çok şükür ama polioya yakalanan arkadaşlarım vardı.

1950 benim adada ikinci doğumum oldu; on dört yaşındaydım. Saint Michel’de sekizinci sınıfı bitirmiştim. O dönemde üç ay Akasya Otel’de kalırdık. Güzel bir arkadaş grubumuz oldu Ceki İbrahimzadeler falan. Babam Anadolu Kulübü’nün eski üyesiydi, oraya tenise giderdik, sona Anadolu Kulübü çocuğu olduk.  Ama ancak öğleden sonra; Anadolu Kulubü’ne kimse bırakmıyorlardı bizim yaşımızda. 16-17, hatta 18 yaşına dek saat 2’ye, 3’e kadar. 4’ten sonra çocukların bahçeye girmesi yasak. Hele oyun odasına, zinhar. Sümer Palas’ın orada bir kapı vardı. Biz yine tırmanıp bahçeye giriyorduk. Tabii Ömer Efendi vardı, bizi kovalarlardı ama biz de öteki kapıdan girerdik. Çok güzel balolar oluyordu 50’li yıllarda. Daha ben evli falan değildim, 14-15 yaşındaydım ama o balolara hep kaçak girerdik. Hatta bizden büyük olan gruplara masa tutardık, onlar da bize iki buçuk lira verirlerdi. Bu 55-56’ya kadar sürdü. Tenisimiz vardı, dansımız vardı, kızlarla çıkıyorduk, dansa gidiyorduk, tura gidiyorduk. Şu hatıramı da anlatmam lazım: 14-15 yaşındayken büyükleri biz dans ederken pistte görüyoruz ama en çok beğendiğimiz kız da Ayla Algan. Ayla Kasman’dı adı o zaman. Ben bütün cesaretimi toplayıp Ayla’ya dansa kaldım. Onun da, benim de ilk dansımızdı. Sonradan tabii çok ünlü bir aktris oldu. Ne yazık ki artık hayatta değil. Bütün dostlarımızın çoğu artık ya iyi değil ya hayatta değil. Ama çok güzel hatıralarımız var adada.

1952 yılında ilk aldığı makinesi ile çektiği ada fotoğrafları

Ayrıca Anadolu Kulübü’nde maskeli balolar olurdu. Bunun şampiyonu Rıfat Saban’dı. Herkes giyinirdi, herkes süslenirdi. Yok efendim bir Arap, bir Roman, bir Fransız gibi. Güney Amerikalı kıyafeti… Ama Rıfat şahane bir şey yaptı. Gitti otuz iki kişi buldu ve bu otuz iki kişi ile bir satranç takımı yaptı. Hepsini giydirdi—kimini kale, kimini at. Bir de yere satranç tahtası yaptı.  Satrançta 3 hamlede mat yapan bir oyun vardır, onu gösterdi. O gösteriyi hiç unutamıyorum. Çünkü hakikaten herkes bayıldı o gösteriye.

Her sene farklı orkestralar gelirdi kulübe. İtalyan orkestrası vardı mesela Angelo. Çok muazzam herkesi dans ettirirdi. Franco Morelli ve arkadaşları vardı. Bazen beğenmediğimiz orkestralar da çıkardı ama bu Franco Morelli birkaç sene geldi. Hatta onun bir şarkısı vardı (şahane bir İtalyanca ile mırıldanır).  Sonra Yekta vardı. Oraya gitmeye başladık.  Yekta bütün gençliğin gittiği yerdi. Şemsi Molla’ya çıkan yolun üzerinde, çok güzel bir yerdi, bahçeliydi, şöminesi vardı. Sonradan Nizam’a taşındı.

1952 yılında ben fotoğrafa başladım. İlk çektiğim fotoğraflar sergide bir albümde var zaten. Anadolu Kulübü asansöründe oturup resim çekerdim. Çok süksesi vardı o fotoğrafların. Bu 56-57’ye kadar devam etti. 55’te askerliğe gittim ben. Fakat ondan sonra da 1980’e kadar da adalı olarak kaldık. Biz 1958’de evlendik. 56-57 zaten ben yoktum, Güney Kore’deydim. İlk sene babamın evine gittik; Rottenberg evine, kulübe yakın. Babam kulübe, müziğe çok meraklıydı. Ondan sonra bazen Nizam’a, bazen Maden’e, bazen kulübe yakın birçok yerde ev tuttuk. 50’den 80’e, otuz yıl boyunca her sene adaya gittik. Yaz başı göç yapılırdı, buzdolapları, şilteler taşınır. (Rozet Hanım burada devreye giriyor: “Büyükannem içine bir şeyler koyardı şiltenin, denk derlerdi o şiltelerin sarılıp bağlanmasına.”)

Biz evlendikten hemen sonra bir motor aldık ve Tanaş’a bıraktık. Hayat çok keyifliydi; sabah 8’de evden çıkıyorum, bisikletle kulübe tenise gidiyorum. O zaman telefon falan da yok, Rozet diyor ki geçerken kasaptan da bir şeyler al. Aldırdım, eve getirirdim, hazırlanırdık, hemen motora. Çocuklar da doğmuştu, onlarla Sedef’e, bazen Burgaz’a, bazen Tavşan Adası’na. Neandros’a. Daha kimse tekne-mekne yok. 18 beygir vardı bizde. 2 kişiysek uçuyordu. 4 kişi yavaş gidiyor. 6 kişi koyduğumuzda çökerdi fazla gitmezdi Biz motorla aşağı yukarı on-on beş sene adanın her tarafını dolaştık. Çok da güzel oldu. Sonra motordan dönerdik, bir saat yemek yerdik. Bazen piknik yapardık. Öğleden sonra da kulübe giderdik. Akşam ya Façyo’ya giderdik ya kulüpte yemek yerdik. Yemekten sonra da ya briç oynardık ya dansa giderdik. Dans önce yukarıdaydı, sonra aşağı aldılar. Bizim en güzel yıllarımız yukarıdayken oldu.

1950’lerde hâlâ eski vapurlar vardı. Ben liseyi bitirdikten sonra üniversiteye gitmedim; 1953’te işe başladım, babam beni doğrudan işe, hayata aldı. Vapurda işe giderken şık giyinirdik, kravat takardık. Öyle pejmürde kimseyi göremezdiniz. Genelde Lüks’te otururduk. Orada da bir grubumuz vardı. Daha bildiğimiz yeni gemiler gelmeden önce buharlı gemiler vardı, İngiliz gemileri– Pendik, Kadıköy gibi isimleri olan. Büyükada’da da bir tane yandan çarklı Neveser vardı, sonra Basra, Halep, hep yandan çarklı. Bunların bazıları da yük taşıma gibisiydi. En çok sevdiğim şeydi gidip buhar makinelerini yakından seyretmek. Hem o buhar kokusunu severdim. Hem de pistonların çalışmasını. Vapurda hikayeler anlatılırdı, komik fıkralar. Fıkra anlatıcıları vardı vapurda; sabah akşam güle oynaya gider gelirdik.

Bizim zamanımızda eşeğe binmek de ayrı bir keyifti.  Atlı arabalar da olmazsa olmaz. Onlar da kayboldu. Her şey kayboldu.

Kore’de bir asker

Bir de tabii 6-7 Eylül olaylarını yaşadık 1955’te. 1943 yılında dayım varlık vergisini ödedikten sonra Türkiye’yi terk etti, böyle haksızlık olmaz diyerek. İki sene Filistin’de bekledikten sonra -o zaman daha İsrail yoktu- vizesini aldı ve Amerika’ya taşındı. Dayım, teyzem, bütün aile Amerika’ya yerleşti. Benim en sevdiğim kuzenim de gitti; düşünün ben öyle bir ailede doğdum ki dokuz tane kız, bir tane erkek kuzen, o da gitti. Giderken bana şapkalı bahriyeli üniforması bırakmıştı hatta… Sonra dayım dedi ki ben bir Türkiye’ye geleyim de sizi göreyim. Yıl 1955, Eylül! Tam on iki sene sonra döndü, hem de 6 Eylül’de! Biz o sırada hâlâ Rottenberg evinde oturuyoruz. Baktım sabah bir şeyler oluyor Akasya’da, yangın mı ne çıktı. İskeleyi görünce bir şeyler olduğunu anladım ben zaten. Vapura bindim felaket. “Adada bir şey yok esas, İstanbul korkunç” dediler.  Kalbim çarpa çarpa Eminönü’nde indim. Sabuncuhan Caddesi’de dükkanımız vardı. Bütün dükkanlar yerle bir. Bizimkine bir şey olmadı. Çünkü komşumuz Abdullah Efendi demiş ki yağmacılara Rıfat Keribar Müslüman adam, yapmayın, etmeyin. Bizi o kurtardı.

Adanın hayatımızda sine qua non bir yeri vardı. Ama bir yaştan sonra çocuklar artık gitmek istememeye başladı. Biz de 1980’de adayı bıraktık.  Ama bırakmadan önce bir güzel dönemimiz daha oldu. Niso Sion’un evi vardı.  Sucu Marika’nın karşısında, Al Palas’a gelmeden. Onun bir de deniz kenarında müştemilat gibi bir yapısı daha vardı. Biz orada bir üç-dört yaz geçirdik. Ahşap, biraz dökülen bir evdi. Duş yoktu mesela dışarıda çamaşırhane vardı, büyük bir kazan vardı, eve gelmeden çocukların hepsini maşrapayla yıkardı Rozet. Çünkü iki tane kuzen de gelirdi, dört tane aynı yaşta çocuk. Ben o eve başta alışmadım hiç. Rozet dedi ki o zaman güzel bir villa al deniz kenarında, ben razıyım. Tabii alamadığımız için o evle yetindik. Ama onun tadı da başkaydı. 1000 lira kira ödüyorduk bütün yaz. Güzel bir çardağı vardı. Orada yemek yerdik. Orada Rozet davetler verirdi kocaman bahçede, masalar kurar, mangal partisi yapardı.

Bir de adada büyük bir yangın oldu tabii. O meşhur Akasya yangını. İşin tuhafı annem Sümer Palas’ta oturuyordu. Orası yanıyor diye haber geldiğinde ben bisikletle atladım. Etraf ana baba günüydü. Ben de oradaydım, ama annem ortada yok. Sonra birdenbire baktım annem gelmiş arkadan. Meğer o gün Burgaz’a gitmiş ağabeyimi görmek için.

Tekrar fotoğrafa döndüğüm dönemde adayı ben daha profesyonel çekmek istedim. Bunlardan biri Yetimhane’ydi. İzinler aldım. Benim esas başarım fotoğraf değil, ne biliyor musunuz? İnsanlarla uyum sağlıyorum, diyalog kuruyorum.  Bugün istediğim yerde fotoğraf çekebiliyorum Türkiye’de. Heybeli’deki manastırı, Aya Yorgi’yi hepsini çekebildim. Sekiz yüzden fazla adam fotoğrafım var…

Sohbetimiz keyifle sürdü gitti. Kim bilir, belki Müze’de bir sergi ve sohbetle onu yeniden adaya döndürmek mümkün olur yakın bir gelecekte…

İstanbul Modern’de açılan İzzet Keribar: Renklerin Yolculuğu sergisi 25 Mayıs 2025’e kadar devam edecek. https://www.istanbulmodern.org/sergi/guncel/izzet-keribar-renklerin-yolculugu


Yayınlanma Tarihi: 08 Ocak 2025  /  Son Güncellenme: 09 Ocak 2025


Bu yazı hakkında yazarımıza ve editörlerimize iletmek istedikleriniz mi var?
Aşağıdaki formu kullanarak kendisine ulaşabilirsiniz.
(Bu formdaki bilgiler, yazarımız ve editörlerimizin mail adreslerine iletilecektir.)


Çerezleri Yönetin!

Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.

Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.

Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.