Paylaş
Tüm Sayılar      2025      Sayı 235 – Ocak 2025      Hüseyin Rahmi’nin Heybeli’sinde Hayvanlar, Çamlar ve Haklar

Hüseyin Rahmi’nin Heybeli’sinde Hayvanlar, Çamlar ve Haklar


Halil Gökman, Heybeliada: Kartpostallarla Bir Ada Hikayesi, Denizler Kitabevi, İstanbul 2011. s. 152, 153, 154

Karakutu @Heybeliada – 9 –  

Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Fatih Altuğ, Karakutu Derneği’nin* Umut Azak yürütücülüğündeki “Semtlerle Şehrin Hafıza Katmanları: Adalar Atölye Dizisi” kapsamında 28 Nisan 2024 tarihinde adalılar ile buluştu. Heybeliada İnönü Evi Müzesi’nde düzenlenen, “Sevda Peşinde’nin İzinde Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Adası” başlıklı atölyede Doç. Dr. Altuğ, Gürpınar’ın 1912’de yayımlanan romanı Sevda Peşinde ile bir yasak aşk etrafında adanın çeşitli hallerini, mekânlarını ve cinsiyet dinamiklerini nasıl aktardığını anlattı. Adanın edebî coğrafyasının izinin sürüldüğü etkinlikte, yazarın insan olmayan adalılara yer verdiği diğer metinlere de değinen Altuğ, bu metinler üzerine Adalı Dergisi için yazdı.

Fotoğraf: Umut Azak

Özellikle II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın eserlerinde Heybeli vurgusunun arttığı görülmektedir. Bu tarihten önce de sonra da Heybeli’de yazdığı eserleri olsa da Heybeli’nin Hüseyin Rahmi edebiyatının ana figürlerinden biri oluşu 1908 sonrasıdır. Adayı insanlar ve insan olmayanları birbirinden ayırt etmeden ele almak, adanın canlılığını hem bütünü hem de her bir unsuru açısından düşünmek Hüseyin Rahmi edebiyatının kıymetli niteliklerindendir. Burada değineceğim metinlerinde de Heybeli’de insanların diğer canlılarla, adanın canlılığıyla ilişkilerine dair önemli temsiller ve tespitler yer almakta. Bu metinler Heybeli’ye dair olmaları kadar edebiyatta ve fikir âleminde insan olmayanlara gösterilmesi gereken ihtimama ve dikkate vurgularıyla da kayda değerdir.

Fotoğraf: Umut Azak

Hüseyin Rahmi’nin 31 Ağustos 1908’de Boşboğaz ile Güllabi dergisinde çıkan “Heybeliada Merkeplerinin Grevi” hikâyesi, 24 Temmuz 1908’de ilan edilen II. Meşrutiyet sonrasında etkisi artan hürriyet, adalet ve eşitlik ideallerinin adada geçen bir grev etrafında hiciv dolu bir anlatıya dönüştürülmüş bir yansımasıdır. Rum Ticaret Mektebi ve Halki Palas gibi yerler, merkeplerin protestosunun mekânsal çerçevesini oluştururken, bu alanlar aynı zamanda dönemin toplumsal düzenine yönelik eleştirilerin sahnesi hâline gelir. Bu mekânlar, merkeplerin sadece fiziksel varlığının değil, toplumsal hizmetlerdeki rolünün de tartışıldığı alanlar olarak öne çıkar.

Gürpınar’ın anlatısında merkepler, Heybeliada’nın temizliği ve taşımacılığı gibi asli işlevleri yerine getiren görünmez kahramanlar olarak sunulur. Ancak bu hizmetler, onların maruz kaldığı kötü muamele ve neredeyse açlık seviyesindeki yaşam koşullarıyla tezat oluşturur. Belediye tarafından sağlanan kaynakların yetersizliği ve bu durumun merkepler üzerindeki etkisi, merkeplerin lideri Bozca Yörük’ün dile getirdiği eleştirilerde ve protestonun dramatik sonuçlarında belirginleşir. Halki Palas önünden başlayan eylem, Rum Ticaret Mektebi yakınlarındaki bir dikili taş önünde yoğunlaşır. Bu alanlar, merkeplerin kolektif taleplerinin duyurulduğu birer sembolik mekân hâline gelir.

Metin, türler arası bir hürriyet tahayyülünü, merkeplerin hak talepleri üzerinden işler. Rum Ticaret Mektebi önünde gerçekleşen grev, insanlarla merkepler arasındaki güç dengesizliğini ve insan merkezli adaletsiz düzeni gözler önüne serer. Merkeplerin Geveze gazetesinden etkilenerek hürriyet arayışına girişmesi, dönemin özgürlük fikirlerinin ne kadar genişleyebileceğini mizahi bir dille ortaya koymaktadır. Ancak bu arayış, merkeplerin birinin ölümü, üç merkeple iki insanın yaralanmasıyla trajik bir şekilde sonuçlanır. Gürpınar, bu dramatik sonla, dönemin inkılap söylemlerindeki eksikliklere ve içi boş hürriyet retoriklerine dikkat çekmektedir.

Hürriyetin sadece insanların değil, hayvanların da ortak bir hak talebi olarak algılanabileceği düşüncesi, “Hayvanat Mitingi” (23 Kasım 1908, Boşboğaz ile Güllabi) başlıklı bir diğer metninde daha geniş bir kavramsal çerçeveye oturtulur. Burada, II. Meşrutiyet sonrası esen hürriyet rüzgârlarından etkilenen çeşitli hayvanlar, Alemdağ ormanlarında bir araya gelir ve hem kendi türlerine hem de genel olarak hayvanlara yönelik taleplerini dile getirir. Hayvanların hürriyet arayışı, insanlarla ortak yaşamlarındaki aksaklıklara dair eleştirilerle çerçevelenir. Örneğin, eşeklerden biri, Heybeli’den geldiğini ve adanın taşlık arazisinde zor koşullarda çalışarak bir ailenin tüm nafakasını sağladığını belirtir. Bunun karşılığında yalnızca ot, hatta bazen paçavra gibi şeylerle beslendiğini, bu durumun açık bir haksızlık olduğunu dile getirir. Bu eleştiriler, insanların hayvanlara bağımlılığı ve bu bağımlılığı görmezden gelmeleri üzerinden ilerler.

Fotoğraf: Halil Gökman, Heybeliada: Kartpostallarla Bir Ada Hikayesi, Denizler Kitabevi, İstanbul 2011. s. 152, 153, 154

İki Hödüğün Seyahati (1933) kitabında yer alan “Nasıl Öldürdüler?” hikâyesinde ise Hüseyin Rahmi, Heybeliada ve adadaki eşekler odağındaki toplumsal eleştirisini daha da derinleştirir. Metinde, Heybeliada’daki eşeklerin ada açısından taşıdığı önem açıkça belirtilir. Eşekler, adadaki temel ulaşım ve taşımacılık araçları olarak tanımlanır; onların olmaması adada hayatın durması anlamına gelir. Ancak bu önemlerine rağmen eşeklerin kötü muameleye maruz kaldığı sıkça vurgulanır. Gürpınar, eşeklerin sadece fiziksel yük taşıyıcıları olmadığını, aynı zamanda toplumsal yaşamın ayrılmaz bir parçası olarak yer aldığını aktarır. Eşeklerin isimlendirilerek insana özgü kimliklerle anılması (örneğin, Eleni, Katina, Yorgo gibi Rum isimleriyle) onların insanlarla kurduğu ortak yaşamı gösterirken, bu hayvanlara yönelik şiddet, açlık ve kötü muamele gibi durumlar, o dönemde hayvan haklarına dair hüküm süren duyarsızlığı da göstermektedir.

Metin, eşekler arasındaki ilişkileri ve eşeklerin bireysel karakteristiklerini de ayrıntılandırarak toplumsal eleştirisini daha güçlü kılar. Eşeklerin otlarken birbirleriyle oyun oynaması, burun buruna vererek koklaşmaları ve ardından aniden dövüşmeye başlamaları, onların gündelik hayatlarını sunan kıymetli sahnelerdir. Bu anlar, Gürpınar’ın eşekleri sadece birer mecaz olarak görmediğini, onları canlı birer birey olarak da ele aldığını gösterir. Ayrıca, ihtiyar bir eşek olan Dertli’nin hikâyesi, fiziksel yıpranmışlık ve sosyal ihmalin cisimleşmesini sağlar. Tüyleri dökülmüş, yaralı bir bedene sahip olan Dertli’nin, diğer eşeklerden uzak, melankolik bir şekilde çayırda dolaşması ve insanların ona yönelik acımasız tutumları hem bireysel bir dram olarak hem de türler arası bir adalet arayışı saikiyle betimlenir. Dertli’nin uzun yıllar süren çalışmanın ardından bakımsızlığa terk edilmesi, fiziksel ve ruhsal çöküşe sürüklenmesi, insanların eşeklere yönelik anlayışsızlığıyla birleştiğinde adanın doğal ve toplumsal dokusuna yönelik geniş bir eleştirinin parçası olur.

Fotoğraf: Halil Gökman, Heybeliada: Kartpostallarla Bir Ada Hikayesi, Denizler Kitabevi, İstanbul 2011. s. 152, 153, 154

Heybeliada’daki çevresel yıkımı ve insani ihmalleri tartışan bir başka önemli metin de Hüseyin Rahmi’nin “Heybeli Yangını” (27 Temmuz 1939, Cumhuriyet) başlıklı yazısıdır. Metin, Heybeliada’da bir çamlık alanın, büyük bir yangınla kül olmasını anlatır. Yangın sırasında hortumların patlak olması, motorlu tulumbanın bozuk çalışması gibi teknik yetersizlikler, yangının büyümesine neden olan ana faktörler arasında yer almaktadır. Ada halkı, asker ve itfaiye ekipleriyle birlikte fiziksel mücadeleyle yangını söndürmeye çalışır. Bu mücadele sırasında suyun yetersizliği ve teknik ekipman eksiklikleri üzerinden dönemin kamu hizmetlerine yönelik eleştiriler metnin merkezinde yer alır. Gürpınar, su ortasında susuzluk mecazıyla bu yetersizliklerin absürtlüğünü vurgular.

Metin, yalnızca teknik yetersizlikleri eleştirmekle kalmaz, aynı zamanda adanın doğal güzelliklerinin bu tür ihmallerle nasıl tehdit altına alındığını da vurgular. Yanan çamlık alan, adanın ekosistemine verilen zararı, insanların ihmalleriyle doğanın nasıl tahrip edildiğini anlatır. Gürpınar’ın tasvir ettiği yeşil ormanın bir kül yığınına dönüşmesi, fiziksel bir yıkımın ve toplumsal duyarsızlığın iç içe geçtiği bir sürecin sonucudur. Metin, geçmişte Kınalıada’nın da benzer bir yangınla çorak bir araziye dönüştüğünü hatırlatarak, Heybeliada’nın da aynı kaderi paylaşabileceğine dair bir uyarı niteliği taşır.

“Heybeli Yangını” metni, adanın doğal dokusuna yönelik bu tür tehditlerin sadece bir çevresel sorun olmadığını, aynı zamanda bir kültürel ve toplumsal meseleye dönüştüğünü gözler önüne sermektedir. Gürpınar, yangını söndürme çabalarını halkın dayanışma gücü üzerinden yüceltirken, modern altyapı eksikliklerini eleştirmekten geri durmaz. Bu bağlamda, Heybeli Yangını, Gürpınar’ın eleştirel üslubu ve adanın korunması gerektiği mesajıyla, Heybeliada anlatısının önemli bir parçası olarak bu tartışmaya dahil edilir.

Hüseyin Rahmi’nin 1923’te basılan Tebessüm-i Elem romanında ise çamlığın adanın canlılığındaki rolü dört başı mamur bir şekilde sunulur.  Romandaki çam ve çamlık betimlemeleri hem fiziksel mekân olarak hem de duygusal ve mecazi bağlamlarıyla dikkat çeker. Çamlık, doğanın sakin ve ağırbaşlı yüzünü yansıtarak melankoli ve yalnızlık duygularının bir taşıyıcısı hâline gelir. Ada, çamlarının vakur ve hareketsiz duruşuyla içsel bir yolculuğun başlangıç noktasıdır. Çamlar, yalnızca birer doğal unsur değil, aynı zamanda anlatının psikolojik dokusunun bir parçası olarak belirir.

Fotoğraf: Halil Gökman, Heybeliada: Kartpostallarla Bir Ada Hikayesi, Denizler Kitabevi, İstanbul 2011. s. 152, 153, 154

Karakterlerin iç dünyalarıyla doğrudan ilişkilendirilen çamlık, yalnızlık, yabancılaşma ve kendini sorgulama gibi temaların yansıdığı alandır. Heybeli’nin en tenha ve yalıtılmış mahali olarak çamlık, bir hissiyat serserisi olan anlatıcı için kaçış ve kendini yok etme mekânı sunar. Burada, fiziksel acı ve doğayla bir tür iç içe geçiş, duygusal bir boşalımın ifadesi hâline gelir. Çam altları, geçmişteki âşıkane anılara ve melodramatik yaşantılara ev sahipliği yapmış sükût mezarları olarak betimlenir. Bu, geçmişte yaşananların artık yalnızca doğanın sessiz tanıklığında saklı kaldığını gösterir.

Gece manzarasında çamların siyah, ağırbaşlı birer figür olarak suskunluğu, doğanın da karakterin ruh hâlini paylaştığını ima eder. Çamların ve onların gölgelerinin mehtap ışığında kıvrılarak hareket ettiği tasvir, doğanın bir yandan ürkütücü, diğer yandan mistik bir hâl aldığına işaret eder. Bu doğa tasviri, karakterin içsel karmaşasının bir yansımasıdır; çamlar hem huzur hem de tehdit içeren bir ikiliğin taşıyıcısıdır.

Hüseyin Rahmi’nin metinlerinde beliren Heybeli’nin hakkını vermek bu yazının sınırlarını aşıyor ancak -kısmi de olsa- bu yazıyla Hüseyin Rahmi’nin Heybeli’nin insan olmayan unsurlarını nasıl ele aldığına dair dikkate dair örnekleri betimlemeye çalıştım. Hüseyin Rahmi’nin Heybeli’sinde insani, tarihsel, toplumsal, doğal olanın nasıl bir girift bir şekilde birbirine bağlandığını keşfetmek hem Hüseyin Rahmi’ye hem Heybeli’ye karşı kavrayışımızı zenginleştirecek bir başka sorumluluk.

* 2014 yılından beri düzenlediği hafıza çalışmaları programları, atöyeler ve hafıza yürüyüşleriyle, gençlerin kent hafızası, insan hakları ve demokratik değerler konusunda duyarlılık ve farkındalık edinmesini hedefleyen Karakutu Derneği hakkında ayrıntılı bilgi için: https://karakutu.org.tr  Instagram: @karakutuorgtr


Yayınlanma Tarihi: 08 Ocak 2025  /  Son Güncellenme: 08 Ocak 2025


Bu yazı hakkında yazarımıza ve editörlerimize iletmek istedikleriniz mi var?
Aşağıdaki formu kullanarak kendisine ulaşabilirsiniz.
(Bu formdaki bilgiler, yazarımız ve editörlerimizin mail adreslerine iletilecektir.)


Çerezleri Yönetin!

Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.

Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.

Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.