Paylaş
Tüm Sayılar      2024      Sayı 230 – Ağustos 2024      Robert Schild ve Burgaz’ın “Ayrıcalığı”

Robert Schild ve Burgaz’ın “Ayrıcalığı”


Kalpazankaya - 1955 (G.Reitinger)

Burgazadalı ve Burgaz âşığı Robert Schild’in Burgazada üzerine dört yıl arayla Adalı Yayınları’ndan yayınlanan iki kitabı uzun yıllar masamızın üzerinde tutacağımız kaynaklar olmaya hak kazanıyor. 2021’de yayınlanan Canlı Bir Etnografik Müze: Burgazadası’nın ardından geçtiğimiz ay çıkan ikinci kitabı Burgazadalı Olmak, Bir Ayrıcalıktır” – 1940’lardan Günümüze Burgaz Anıları üzerine Schild ile keyifli bir sohbet yaptık.

İsterseniz kitabın başlığı ile konuya girelim. Başlık eleştiri aldı dediniz. Niye eleştiriyorlar?

Bir kere Burgazlı olmayanlar eleştiriyor. “Ne demek yani, Robert Kolej’li olmak, Galatasaraylı-Fenerbahçeli olmak bir ayrıcalıktır gibi üstten bir tavır mı bu?” diyenler var, bir de “siz kendinizi ne sanıyorsunuz?” diyenler; çok kızgın bir şekilde eleştiriyorlar. Burgazlılar bile var eleştiren. Misal, bir kişi, “o kadar da büyütme Burgaz eski Burgaz değil” yorumunu yaptı. Oysa ben kitabın başlığındaki “Burgazadalı Olmak Bir Ayrıcalıktır”ı özellikle tırnak içine aldım, teşvik için; çünkü bunu gerçekten ben söylemiyorum, söyleşi yaptığım iki bayan dile getiriyor. Bir önceki kitapta da bunu söyleyen birkaç kişi olmuştu. Bana kalırsa Burgaz’ın ayrıcalığı bir kere küçük olması; daha samimi insanlar birbiriyle yolda karşılaştığında -artık eskisi gibi değil ama- onundan dokuzu tanıdık bir şekilde; görüşten tanıdığımız, kulüpten tanıdığımız ve görüştüğümüz kişiler ve muhakkak bir merhaba diyoruz görünce.

Eski Burgaz Palas Oteli -1970 (Marc Singer)

Biraz açar mısınız bu konuyu?

2000’li yıllarda bir Adalar Festivali olmuştu. Burgaz’daki Öğretmen Evi’nde bir panel yapılmıştı, oraya rahmetli Hrant Dink, rahmetli Stefanos Yerasimos da katıldılar. Dr. Yerasimos’un söylediği bir şey var ki, çok düşündürücü: “Biz de Büyükada’da büyüdük ama daha çok hep Rumlar arasındaydık. Hiç böyle Müslümanlarla, Katoliklerle fazla bir ilişkimiz yoktu.” Burgaz’da öyle değildi. Yine daha küçük olduğu için, yollar, sokaklar daha dar olduğu için, evler daha bitişik nizam olduğu için, herkes birbirini ziyaret eder, düzenli görüşürdü. Esas ayrıcalık bu bence.

Daha farklı etnik grupların de hâlâ, özellikle Burgaz’da da var olduğu dönemlerde, çok daha yoğun bir etkileşim vardı anladığım kadarıyla. Ben mesela Rum olmayan ama şakır şakır Rumca konuşan Burgazlı tanıdıklarıma nereden Rumca öğrendiniz diye sorduğumda, Burgaz’da öğrendim diyorlar…

Kalpazankaya’da denize girerken – 1955 (G.Reitinger)

Tabii ki! Gerçi Büyükada’da da Rumca konuşan var ama Burgaz’da daha yoğundur bu. Benim yaşıtlarımın hepsi gayet güzel Rumca konuşur. Zaten Büyükada’yla karşılaştıracak olursak, burası bir Rum balıkçı köyüydü. Büyükada daha metropoldü. Bir kere oteller, örneğin “Hotel des Etrangers”, “Hotel Splendid”, “Giacomo” vb. Bunlar daha çok Frenkler ve Levantenler’in ağır bastığı mekanlardı… Mesela Splendid’i ben İsviçre’de, Lac Leman’da, önünde ileri yaşta misafirlerin oturduğu büyük otellere benzetirdim. Bir de niye bugün bir ayrıcalıktır? Daha tenhadır, daha az turist var. Buraya daha az tekne turu düzenleniyor. Her gün gerçi iki tekne geliyor, turist getiren; burada iniyorlar, kırk beş dakika kadar dolaşıyorlar, biraz incik boncuk alıyorlar. Ardından ise Büyükada’ya gidip orada yemek yiyorlar. Ayrıcalıktan kastım bundan ibaret. Yoksa “daha üstünüz”, “daha iyi adalıyız” gibisini kastetmiyorum her halde! Bunu başlığa taşıdığım zaman tepki alacağımı elbette tahmin ediyordum, dediğim gibi o yüzden tırnak içinde tuttum.

Sözlü tarih anlatılarının çok büyük önemi var malum. Özellikle tarih yazımında. Siz de bunu belirli bir dönem içinde derlediniz kitapta. Peki nasıl yapıyorsunuz bu seçkiyi? Kimlerle göre? Çünkü çok da çeşitli bir seçki var kitapta. Bunu kendiniz de vurgulamıştınız; çok farklı yaş gruplarından çok farklı yerlerden yörelerden insanlara erişebildiniz. Kaç senelik bir çalışmanın ürünü bu? Nasıl yaptınız bu seçkiyi?

1998 yılında bir İstanbul Dergisi vardı, Tarih Vakfı’nın çıkarmış olduğu…Bugünkü İST dergisinden daha akademik, daha kaynak olarak kullanılabilecek bir dergiydi. Orada bir dosya yayımlanacaktı, “İstanbul Bir Müzedir” başlığı ile. Benim kafamda hep Burgaz’ın canlı bir etnografik müze olduğu fikri oluşmuştu. Dolayısıyla ben ilk olarak bu konuyu oradaki bir makalemde işlemeye başladım. Ondan sonra tabii ki bir dergi yazısını kaç kişi okur, kalıcılığı nedir falan filan derken, bu oluşumu bir belgesel yapmak istedim. Belgesel için birkaç kişiyle görüştüm. Para bulamadık. Dışişleri Bakanlığı’nın kültür bölümünde çalışan Burgazadalı bir dostum vardı, ona da söylemiştim. Olmadı. Sonra arkadaş ne yazık ki vefat etti. Sonunda Nedim Bora ile bu filmi yaptık: “Yakın Ada, Uzak Ada, Burgazada”. Ardından da bu filmi kitaplaştırmayı düşünmeye başladım!

Aslında bunun genelde tersi olur. Kitabın filmi yapılır.

Aynen! Burada ivmeyi film sağladı. Ve 2019 yaz aylarında Burgaz’da karşılaştığım yirmiye yakın değişik etnik/dini grup üyeleriyle söyleşiler yaptım. Ondan sonra 2020 pandemi sırasında bunları kitaba döktüm. Bu kişiler çoğunlukla demeyeceğim de, yarısından biraz fazlası bizim Su Sporları Kulübü’ndendir; oraya gittiğinizde halen beş-altı lisan konuşulduğunu duyarsınız. Türkçe’nin yanı sıra Rumca, Ermenice, Fransızca, ender olmakla beraber Bulgarca, Ladino, Almanca… Orası bana kalırsa o çok kültürlülüğün bir nevi nüvesiydi.

Bir mikrokozmos gibi sanki.

Evet, kişileri oradan seçtim daha çok. Ondan sonra bu kitabın ikinci baskısını yaptık malum geçen yıl… İkinci baskıyı genişleterek yaptık. Çünkü benim unuttuğum, yani o kitapta saymış olduğum gruplardan başkaları da vardı. Polonyalıları atlamışım mesela. Polonya asıllı birkaç aile var Ada’da. Sonra expatlar gözüme çarpmıştı. Örneğin, Türk bir sinemacı ile evli, “masal anlatıcı” Fransız bir hanım, ayrıca Türk bir yazar hanım ile evli, edebiyat çevirileri yapan bir Amerikalı expat var… Bu kişileri böyle sağdan soldan kollayarak, adeta “kanca atarak” ilk kitabımın ikinci baskısına dahil ettim. – Son kitaba gelince, “Ben de Burgazadalıyım” diye bir grup var Facebook’ta. O gruba bir çağrıda bulundum. Zaten fikir oradan doğdu. Ben bu ikinci kitabı aslında hiç düşünmüyordum. Ancak o grupta çok güzel birkaç anı yayınlandı. Birkaç kişi, kısa kısa hikayeler paylaştı. Eski fotoğraflar ortaya çıktı. Geçen kış, Kasım ayıydı galiba, şimşek çaktı. Adalı Yayınları’ndan Halim Bulutoğlu dostum ile dedik ki, bu insanlardan malzeme toplayayım, onları birleştireyim, harmanlayayım. böyle bir anılar kitabı çıkaralım. O Facebook grubuna yazdığım duyuruya, belki otuz tane beğeni geldi. Ama bu iş böyle bitmez! Beğenenlerin hepsine tek tek yeniden yazdım. Oradan belki on-on beş kişi cevap verdi. Kitap için yetmez. Onun üzerine daha odaklı çalışmaya başladım, bazı ilginç kişilikler, kimi “duayenler” buldum. Bu şekilde altmış kişiyi toparladım, çok eski / daha az eski altmış Burgazlı’yı. Üç kişi de Burgazlı olmayıp da Burgaz hakkında yazı yazmış olanlar…

Çok ilginç. Bu iş bir tür yapboz gibi. Peki mesela bu malzemeyi toplarken Burgazada tarihine dair hiç hatırlanmayan ya da bilinmeyen bir şeyler çıkıyor mu ortaya? Onları da gözlüyor musunuz? Şurada da şu yaşarmış. Meğer bu da buradaymış. Buraya da böyle gidilirmiş. Bu sokağın adı da buymuş gibi.

Pek bilinmeyen tipler var; onlar ortaya çıkıyor. Profesör Rupert Wilbrandt var mesela; Almanya’da nefroloji uzman. Babası da 1930’larda Türkiye’ye sığınmış olan ziraat profesörüydü. “Rupi” Wilbrandt, 1950’lerin başında Burgaz’da çocukluğunu geçirdiği  evlerinin nerede olduğunu tarif ediyor. Bunun üzerine Halim Bulutoğlu aradı beni, müzedeki mimari envanter çalışmasından bahsetti, o anlatıya uyan bir evin fotoğrafını yolladı, ben de onu Rupert’e gönderdim ve gerçekten de o ev çıktı! Arada yıkılmış tabii… Ama en azından izi bulunmuş oldu. Yine ilginç bir tesadüf daha oldu; onu da kitabın en başına aldım. Aynı Facebook sayfasında meraklı bir genç, yıkık bir ev hakkında bir küçük YouTube filmi yayımlamıştı. O genç aslında Burgazlı değil. İlginç bulduğu bu evin içine giriyor çekim için. Ben de onun üzerine gruba yazdım, bu ev hakkında, bu evde yaşamış olan Bayan Hristina hakkında bilgisi olan var mı? diye. Aşağı yukarı otuz cevap geldi. Anlatılanlardan da aynen sizin dediğiniz şekilde, yapboz gibi Bayan Hristina’nın gerçek portresi çıktı. Öyle güzel tarif ediyordu ki bu yazanlar: Ruj sürerdi ama ruj dudaklarının üstüne taşardı diye anlatıyordu biri… Hatırladım birden; biz “Yakın Ada, Uzak Ada”yı çekerken böyle bir kadınla çok kısa bir söyleşi yapmıştık. Filmi buldum, söyleşiden fotoğraf aldım ve kitaba koydum.

İnanılır gibi değil. Hepsi birbirine bağlanıyor.

Evet, evet; onun için de yazarken çok keyif aldım. Ben emekliyim, biliyorsunuz. Yazı yazmayı da severim. E Burgaz’ı da severim. Bu kitabı yaratmak çok zevkliydi. Diğerini yazmak da güzeldi ama üçte biri daha çok araştırma ve tarihti; yarı-bilimsel bir çalışmaydı o. Bu ise tamamen canlı, dediğiniz gibi sözlü tarih…

Büyükada’da da bunu görüyoruz, belirli dönemlerde ama Burgaz’da sanki daha çeşitli bu çoklu etnik kimlikler, demin de bahsettiğimiz gibi. Bu tesadüfi değildir diye tahmin ediyorum. Nasıl görüyorsunuz o dönemlerde bu kadar çeşitlenmiş olmasını? Polonyalılar’dan da bahsediyorsunuz, İtalyan, Alman, Avusturyalılar’dan da. Bir de nispeten küçük bir yer; en azından Büyükada kadar göç almıyor gibi görünen bir ada ve her şeye rağmen kendi içinde korunaklı. Bu çeşitlilik sizce neden kaynaklanıyor?

Bunun çeşitli nedenleri var; bir tanesi tercih. Şöyle söyleyeyim, benim yine ilk kitapta değinemediğim ama ikinci baskıda çok önem verdiğim Selanikliler grubu var. Selaniklilerden halen torun ve dördüncü kuşağın altındaki gençler Ada’da mevcut. Onlarla konuşurken şunu anladım: mübadeleden önce, 20. yüzyılın başlarında Selanik taraflarında birçok korkutucu çete varmış. Soyguncu çeteleri. Bu kişiler oradan kurtulmak için o zamanın Dersaadet’ine, yani İstanbul’a göç etmişler. Bir bölümü, özellikle Burgaz gibi Rumca konuşulan yerlere yerleşmiş, çünkü ana dilleri Rumcaydı. O aileler hala burada yaşıyor. Sonra mübadelede de bir kısım gelmiş. Onlara da burada yer vermişler. Avusturyalılar’a gelince, onlardan sadece adamızda var. Keza, ayrıcalık ve yegânelik dediğim de, başta Avusturyalılar ve Almanlar’dır. Avusturyalılar 20. yüzyılın başlarında İstanbul’da bir hastane ve bir okul kurmuşlar, orada çalışanlara yazlık diye önce Anadolu tarafında bir yer tutmuşlar, sonra burayı seçmişler. 1900’ün hemen başlarında halen mevcut iki köşkü inşa etmişler. Biri papazların oturduğu, şimdi Avusturya Lisesi öğretmenlerinin yazlık olarak kullandığı ana bina. Diğeri de rahibelerin kaldığı bina, ki orada küçük bir şapel de var ve oradan her Pazar günü Burgaz’da çan sesleri duyulur. O şapele hem İstanbul’dan bir papaz gelir duayı yapmak için, hem de Ada’da yaşayan Katolikler -mesela Keldaniler Katoliktir- o şapele gider. Almanlar’a gelince, bugün Moda Kulübü olan yerde 1930’larda büyük bir tesisleri varmış. Orada hem denize girerler hem yelken yapar hem balık tutarlarmış. Sonra -nedenini şimdi anımsamıyorum ama anlatmışlardı bana- Burgaz’ı tercih etmişler ve yavaş yavaş çoğalmışlar. Geçmişten kalan yirmi-yirmi beş ailenin halen torunlarının çocukları az olmakla beraber yaşıyor. Eskiden sıralama şöyleydi: Rumlar, Yahudiler, Levantenler, Bulgarlar ve 1930’lardan sonra Müslümanlar, keza 1940’lardan başlamak üzere Aleviler.

1970-80’ler – Restoranlar Burgaz sahilini henüz işgal etmeden….

Peki, gidişatınızı nasıl görüyorsunuz? Değişim yine devam edecek, bir kısım azalacak, iyice kaybolacak mı? Yoksa bu ayrıcalığı tutmak adına geri dönüşler de oluyor mu? Büyükada’da ben bunu yaşadım mesela: On altı-on yedi yaşına kadar şahane bir çocukluk/ilk gençlik, beraber büyüme, sonra adanın sosyal imkanlarının yetmemesi, ardından üniversite dönemi derken evlenip de çoluk çocuk sahibi olana kadar on-on beş senelik bir boşluk yaşandı adaya geri dönüşte bizim aramızda.  Sonra burası da çok cazip, çocuk içinde idealmiş, mis gibi de havası varmış deyip çok geri gelen oldu. Siz Burgaz’da bu dönüşümü nasıl görüyorsunuz?

Şimdi şöyle. Burgaz’da da birkaç kırılma noktası oldu. 1999 depremi çok önemliydi. Çok kişi adaya sırt çevirdi ve tekrar gelmedi. Nasıl millet pogromlardan kaçardı, burada millet depremden kaçtı. Yani bizi de çok kişi, “Sen enayi misin, sen burada nasıl yaşıyorsun, bu denize nasıl giriyorsun” diye sorguladı. Yanı sıra, sizin söylediğiniz Burgaz’da da geçerli: Ben çok aile bilirim ki çocuklar artık on yedi-on sekiz yaşında ve burada sosyalleşemiyorlar. Son zamanlardan gençleri biraz buraya çekmeye başlayan birkaç güzel girişim oluştu. Mesela Adalar Su Sporları kulübünde çok güzel bir teras diskoteği var, çok trendy bir yer oldu; gençleri özellikle hafta sonları adaya çekiyor. Biliyorsunuz eskiden Adalar’da neredeyse herkesin bir kayığı vardı. Bunlar gittikçe büyüdüler, burası teknelere dar geldi, güneye taşındılar. Burada kanoyu başlatan Yaman Alkan; geçen gün baktım, onun gibi birkaç kano daha gördüm. Bizim kulüpte yelken öğretiliyor. Yani gençleri buraya çekme girişimleri var. Ama makro açıdan bakarsanız, ben “eski Burgaz”ı artık kayboluyor diye görüyorum. Hatta bu yıl eşime dedim, galiba bu yaz bizim son gelişimiz olacak. Bir kere bu imar durumu rezaleti. İkincisi restoran rezaleti. Eskiden biliyorsunuz, adalarda kimse kapısını kilitlemezdi. Şimdilerde bu mozaik ya da ebru dediğimiz şey yok oluyor… O mozaikten taşlar düşüyor. Artık “Frenkler” yok burada, Fransız Levanten’ler yani… Malum nedenlerle Rumlar zaten çok azaldı. Yakında burada Makedon, Bulgar kalmayacak. Almanlar başka etnisitelerle evlene evlene Burgaz’daki tarihe karışıyor… Bu gruplar, Ada’nın birer “baharatıydı” sanki! Ben biraz pesimistim; üzülerek söylüyorum bunu ve bu kitapları da biraz da onun için toparlayayım dedim. Eskiden burası cennetti, söyleşi yaptığım bir dostuma göre “büyük bir meyve bahçesi gibiydi”. Gidiyordun, meyveleri yiyordun her yerde. Artık yok. Büyükada çok daha kötü. Şimdi hele bu “azmanbüsler”, aşırı oranda turistler… Ada maalesef tükeniyor.

Yarısından fazlasını dergiye sığdıramadığım bu keyifli sohbet için Robert Schild’e çok teşekkür ediyorum. Devamını 14 Ağustos’ta Burgazada Adalar Su Sporları’nda düzenlenecek söyleşi ve imza gününde hep birlikte getirmek dileği ile…

Robert Schild kimdir?

Avusturya asıllı Dr. Robert Schild, 1950 İstanbul doğumludur. Alman Lisesi ve İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesinden mezun olduktan sonra, Linz Üniversitesinde Uluslararası Pazarlama konusunda doktora tezini verdi. Bu çalışmasıyla “1975 Eduard Haas Ödülü”nü aldı. Ardından Türkiye’ye dönerek demir-çelik sektöründe şirket kurucu ortaklığı/yöneticiliği yaptı ve 2015’te emekli oldu.

1971-72 yıllarında Yeni Gazete ve Cumhuriyet, 2000 yılı sonrasında ise Milliyet, Hürriyet Avrupa, Agos Gazeteleri; Cumhuriyet Kitap, Radikal Kitap, Hürriyet Kitap Sanat, Kitap Kirk, Radikal İki, Cumhuriyet Dergi, Milliyet Sanat ile Adalı, Tarih Vakfı’nın İstanbul ve Toplumsal Tarih, YKY’nin kitaplık ve TÜSİAD’ın Görüş Dergilerinde yazıları yayınlandı ve halen yayınlanmaya devam ediyor. Ayrıca Frankfurter Allgemeine Zeitung ve Viyana’da Die Presse gazetesi ile çeşitli pazarlama dergilerinde makaleleri ve ABD University of Illinois’un Export Marketing: Lessons From Europe kitabında da bir araştırması basılmıştır.

Diğer eserleri:

  • Değinmeler (denemeler; İstanbul, 2000)
  • Savunmanın Son Çaresi: Gülmek – Aşkenaz Mizahında Gezintiler (İstanbul, 2014)
  • Österreich in Istanbul (Viyana, 2017) başlıklı tarih kitabı, İstanbul Aşkenazları hakkında bir araştırmasını içermektedir
  • Stefan Zweig’ın Veda Mektubu / öyküler (İstanbul, 2022)
  • Ayrıca 2001’de Avusturya’da yayımlanan bir Ladino Şiirleri Antolojisi, 2017’de yayımlanan Siren Bora’nın “Ege’de Yahudi İzleri” ile A.Mayer / E.Samsinger’in “Mayer Mağazaları – İstanbul’un Gözde Hazır Giyim Mekânları 1882-1971” kitaplarının editörlüğünü yaptı.

Projesini oluşturduğu “Yakın Ada Uzak Ada Burgazada” belgeseli 2005’te NTV’de gösterildi. Açık Radyo’da Caz ve Klezmer müzikleri hakkında program dizileri yaptı. İKSV 2018 Müzik Festivalinde “Galata Müzik Rotası” etkinliğinin projesini oluşturdu. Tiyatro Eleştirmenler Birliği’nin “Oyun” dergisi ve 2003’den yazmaya başladığı, Yazı Kurulu üyesi olduğu “Tiyatro… Tiyatro…” dergisi ile devamı sayılan www.tiyatrodergisi.com.tr portalında halen tiyatro eleştirileri yayımlamaktadır.


Yayınlanma Tarihi: 09 Ağustos 2024  /  Son Güncellenme: 10 Ağustos 2024


Bu yazı hakkında yazarımıza ve editörlerimize iletmek istedikleriniz mi var?
Aşağıdaki formu kullanarak kendisine ulaşabilirsiniz.
(Bu formdaki bilgiler, yazarımız ve editörlerimizin mail adreslerine iletilecektir.)


Çerezleri Yönetin!

Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.

Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.

Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.