Paylaş
Tüm Sayılar      2023      Sayı 213 – Mart 2023      Yıllar Önce Basında Adalar: Mart 1938

Yıllar Önce Basında Adalar: Mart 1938


1938 Şubat ayında balık ve balıkçılık konusuyla ilgili önemli gördüğümüz gazete yazılarını geçen ay vermiştik. Konu Balıkçılar Derneği’nin kongresi vesilesiyle Mart ayında da gazete yazılarını doldurmaya devam ediyor.

Tan gazetesinde “Balıkçı” imzasıyla yayınlanan bir dizi yazıda balık ve balıkçılık oldukça ayrıntılı olarak ele alınıyor. Günümüzde de aynı kapsamda konuşulan bu konulara 85 yıl önce nasıl yaklaşıldığını görmek ilginç olacaktır.

1938 Mart ayının gazetelerindeki gezimize buyurun.


Balıkçıların kongresi çok gürültülü oldu

Halkevi salonu, içtimaa gelen balıkçıları almadığı için bir kısım aza sokakta kaldı

Balıkçılar Cemiyeti senelik toplantısını dün öğleden sonra Halkevinde yapmıştır. Bu münasebetle, daha öğle saatlerinden itibaren Halkevi etrafında bine yakın balıkçı toplanmıştı. Balıkçıların hepsi, salona sığmadığı için, bir kısmı sokakta kalarak toplantının bitmesini sabırsızlıkla beklemişlerdir.

Celse, açıldıktan sonra 937 senesine aid hesab raporu okunmuştur. Bu arada, azadan birisi bunun yalnız kasaya giren ve kasadan çıkan parayı gösterir adi bir hesab olduğunu, rapor mahiyetinde bulunmadığını söyliyerek bazı itirazlarda bulunmuştur.

Bunun üzerine, balıkçılar arasında uzamak istidadını gösteren hararetli münakaşalar olmuş ve başlarında sabık idare heyetinden Sabihin bulunduğu bazı kimseler, kongrede söz hürriyeti olmadığını ileri sürerek, toplantıyı terketmişlerdir. İdare heyetinden diğer bazı zatların da, istifa ettiklerini bildiren mektubları okunmuştur. Bu vaziyet karşısında, intihabı yenilemek zarureti hâsıl olmuştur.

Bazı balıkçılar, kürsüde söylenen sözlerden bir şey anlamadıklarını tekrar ederek:

  • Açık Türkçe konuşun! diye bağırmışlardır.

Müteakiben hesab raporu, bir heyet tarafından tetkik edilerek netice, umumi heyete arzedilmiş ve balıkçılar hep bir ağızdan:

  • Helâl olsun! Seslerile, hesab raporunu kabul ederek, eski idare heyetini tebriye etmişlerdir.

Bundan sonra, sandık herkesin gözü önünde mühürlenerek intihab yapılmış ve tasnif neticesinde, Mehmed Remzi Aksun reisliğe, ve Yusuf Yarar, Hamdi Bütün, İsmail  Deniz, Arif Denizci, Zekeriyya Giridli, Sadık Yavaş, Ömer Erkman, Bürhan Baştimar asli azalıklara seçilmiştir.

Saru Mehmed, Kâmil Abduş, Mehmed Denizel, Kirkor İnceyan, Kasım Alemdar, Dadaş Mahmud yedek aza olmuşlardır.

Balıkçılar, dünkü toplantıda, işin şahsiyata dökülmesi endişesile, kendi mesleki vaziyetlerine temas etmemeği tercih etmişlerdir. Bir sabah gazetesinin, gırgırla balık tutulmasına karşı yaptığı itirazlar, balıkçılar arasında hoşnudsuzluk uyandırmıştır.

Çünkü, son senelerde, İstanbul balıkçılarının yüzde sekseni, gırgır kullanmaktadır. Balıkçıların anlattığına göre, dalyanla balık tutmak zamanı geçmiştir. Son zamanlarda balığın nisbeten bollaşması, ve bilhassa uskumrunun ucuza satılması, balık avlarının gırgırla yapılmasından ileri gelmektedir. İstanbul Vilâyeti hududları dâhilinde, cemiyete kayidli 4000 kadar balıkçı ve Pendik, Çekmece ve Boğazlar arasında, irili ufaklı otuz kadar dalyan vardır. Hersek, Tuzla ve Çekmecedeki göllerden de ayrıca tatlı su balığı çıkarılmaktadır.

İçtimaı terkeden bir azanı söyledikleri

Eski idare heyetinden Sabih içtimaı terketmesinin sebebini şöyle anlatmıştır:

“Cemiyet varidatından 10 bin liraya yakın paranın tahsil edildiği halde kasaya yatırılmaması, buz satışından cemiyete ayrılan hissenin de sandığa yatırılmaması, varidat ve sarfiyatın banka kasasından yapılması icab ederken bunun iki seneden beri yapılmaması ve balık fiatlarının tanzimi için teşkili lâzım gelen birliklerin yerine mahdud birkaç kişinin idareyi ele almalarını ve bunların balıkçıları tuttukları balıkların parasını vermemek suretile usulsüz cezalandırılmalarının hesabını sormak için bir takrir vermiştim.

Nizamnamenin verdiği hakka müsteniden verdiğim bu takrir nazarı itibara alınmadı, ben de toplantıyı terkettim. Yeniden yapılan intihabat da nizamsızdır. Çünkü umumi heyetin içtimaa daveti sırasında ilan edilen ruznamede intihabat meselesi mevzubahis değildi. Bu madde toplantıdan beş gün evvel ikinci bir ilânla ilâve edilmiştir ve bu hal nizamsızdır.”

Cumhuriyet, 1 Mart 1938, Salı


Balık Servetimiz Ve Yine Gırgırcılar

Yazan: BALIKÇI

Muhterem okuyucularımı günlerce “Gırgır,, diye gırgırın ne olduğunu anlatmaksızın gıra tuttum. Affımı rica ederim. Maalesef apansız ve pek nizamsız bir surette karşıma çıkan “Balıkçılar Cemiyeti,, ile aramızda sevimsiz bir müsademe oldu. Mevzuun ahengi bozuldu. Lâf uzadı.

Bilmem niçin, memleketimizde bir bahsi sonuna kadar dinliyerek itiraz edilecek cihetleri varsa yine ana hatlar üzerinde yürümek şartile mukabele müyesser olmaz; hiç değilse ilmi ve ciddi mevzularda olsun!

Teessürle kaydedeceğim ki, bu hal, ekseriya, fert veya zümre menfaatlerinin, cümhur menfaatine tercih edilmesinden ileri geliyor galiba! Cidden hazin bir nasip! Mesela şu balıkçılık bahsinde “Balıkçılar Cemiyeti,, vazifesini hakkile idrak etseydi, şekvaları sonuna kadar dinliyecek, cümhuru ızrar edenleri tespit eyliyecekti. Ve her bakımdan itimada lâyık salahiyetleri bir araya toplıyarak davayı esasından tetkik ettirecekti. İlmi ve müspet raporlara, müşahedelere istinat ede ede hakikati ortaya koyacaktı. Maalesef böyle yapmadı. Bütün şekvaları bir yana savurdu, attı. Yalnız gırgırcılığı müdafaaya kalkıştı. Kendi hesabıma söylüyorum: Hüviyeten vakur bir teşekkülde bu hafif meşrepliği görmek istemezdim doğrusu.

Ortada herkesi alâkadar eden bir hakikat var. O da şu: sevkitabii ile hareket eden hayvanların hiçbiri fevkattabiiye bir hal hâdis olmadıkça hicret ahenklerini bozmazlar. Leyleklere, kırlangıçlara bakınız. Zamanları gelince, tarihi tarihine, günü gününe hicretlerini yaparlar. Bu intizama o kadar alışılmıştır ki, fırtınalar esimlerine adlandırılmış; takvimlere geçirilmiştir. Deniz takvimlerinde de her balığın tenasül ve hicret tarihleri mazbuttur. Beş on yıl evveline kadar İstanbul balıkçıları her balığın muayyen mevsimine göre hazırlanırlardı. Mesela palamut boğaza girince çaparıcılar boğaz haricine çıkarlar, ellerile koymuş gibi de uskumruyu bulurlardı. Palamutlar Marmaraya akar, uskumrular boğaza dolardı. Denizin münim bereketi muntazam bir merbir insicam ile Çanakkaleden Karadenize kadar teselsül ederdi. Gırgır çoğaldı; bu ahenkte seneden seneye bozuldu. Bugün ucu bulunmaz dolaşık bir yumak şeklini aldı. Elbet bunun bir sebebi var. Kuvvetli bir amilin uğursuz eli karışmasa bu dolaşık, vücude gelmez, gelemez.

Deniz servetine kıymet verilince bu illeti bulmak, bu kör dolaşığı açmak, mecburi bir vazife değil midir? Her şeyi hükumetten beklemek te benliğini müdrik medeni teşekküller için ayıp sayılmaz mı?

Gerçi sabah gazetelerinden birinde sevinçle karşılanacak bir fıkra gördüm. Fakat dikkatle bir okuyunca neşem durgun bir suya çarpan hafif bir rüzgâr örpertisini andırdı, Tesiri silindi, hüznü kaldı. Meselâ: “gırgır vasıtasile yapılan avlanmanın balıkçılığımız için zararlı olduğu hakkında bir iddia ortaya atılmış, bunun üzerine tetkiklere başlanmıştır.,, tepşiratında bulunulduktan sonra sevincin ümit damarlarına sinmesine bile vakit bırakmadan: “Balıkçılar bu iddiayı varit görmemektedirler!,, deniliyor. Bilmem bu ifade de biraz gırgır çeşnisi yok mu? Açıkta palamut kızartıldığını hissetmiyor musunuz?

Her ne ise şüphelenmiye hakkım yok. Fakat çaresiz ben de munazara usulünü bozacağım. Acaba sorabilir miyim?. “Bu tetkiklere” nerede ve hangi şerait altında başlanmıştır? Gırgırın zarar vermediğini temin eden muhterem balıkçılar kimlerdir? İlmi salâhiyetleri, umumi bilgileri hangi ayarda adamlardır?

Yanılmıyorsam, zararın başlangıç yerini boğaz ağzı ve tam akın mevsimi olarak tespit etmiştim. Marmara sahasını da elektrik gibi muzır vasıtalara müracaat ve taahhüde mazhar hukuklara tasallut etmemek şartile gırgıra açık bırakmıştım.

Balıkçılara gelince: Açıkça söyleyim ki, balıkçı başka; müdekkik başka vasıfta adamlardır. Sanatkar ile münakkit gibi. Bahusus öyle ağcılar, dalyancılar, voliciler voltacılar tanırım ki, Tekirle Barbunyayı, kolyozla uskumruyuayırt edemezler. Hele balıkların tabi bulundukları tabiat kanunlarını bir yana koyunuz. Umumi hayatları hakkında bile iptidai malumatları yoktur.

Eğer tetkiklere bozguna uğramış, bir kısmı sağa, bir kısmı sola hasılı dört yana savrularak biribirine karışmış şuursuz balıklardan başlanacak, tecrübe ve malumatı ilmiyeleri meçhul hakemlerden de karar alınacaksa: Ört ki ölem! ..

Vicdani kanaatim şu ki: Umumi menfaatlere taallûk eden zararlar tam salahiyet ve amme indinde itimat sahibi adamlarla tetkik ve teşhis edilir.

Hayır efendim, bu iş böyle halledilmez. İlmi, ihtisası, bilhassa dikkat ve müşahede tarafları müsellem adamları bir araya toplamalı, tam zamanında ve öz mekanında tecrübeler, tetkikler yapmalı, hattâ bir sene boğaz ağzında gırgırcılığı meiade ve muhafaza eylemeli; netice ne hâsıl ederse hüküm ona göre verilir. Bunun harici her söz akortsuz (saz) da kulak tırmalayıcı falso bir sesi andırır ki, itimadı okşamaktan ziyade iştibahı kuşkulandırır.

Ben niçin gırgırı ittiham ediyorum? Bunu bir daha ve daha etraflıca izah edeyim de muhterem okuyucular hükümlerini versinler. Haklıyı haksızı cümhur ve tarih huzurunda ayırsınlar:

Belki veya muhakkak görmüşsünüzdür. Bir motör geri tarafları ağ dolu ve arka arkaya bağlı iki büyük balık kayığını sürükler, götürür. Bu tastamam bir gırgır takımıdır. Her kayıkta – büyüklüğüne göre – reislerile beraber on ikişer tayfa, beherinde de diğerile muttasıl olmak üzere 80 nerden 150 kulaca kadar ağ bulunur. Yani her iki kayığa taksim edilmiş 160 tan 300 kulaç tulünde bir tek ağ demektir bu. Bu ağın alt yakası kalın, üst kısmı daha ince iplerle mücehhezdir, üst kısmında ve beher kulacında beşlik simitler cesametinde kocaman yedi sekiz mantar, alt yakasında ise her mantar mukabilinde demir veya pirinç halkalar vardır. Ağın her iki başında da 40-50 kilo sıkletinde mermer iki ağır taş bağlıdır.

Motör bu kayıkları av yerine götürür bırakır. Reis ön kayıktaki direğe çıkar. Kayıklar da arka arkaya merbut olarak sahada dolaşmıya başlarlar. Gündüz balığın suyunu; gece yakamozunu ararlar. Balık sürüsüne rastgelince kayığın biri sağa, diğeri sola (alaberaber) eder, muntazam bir daire halinde o yeri kuşatırlar, bu suretle iki kayık baş başa gelir, yekdiğerine yanaşır. Yirmi yirmi beş tayfa hep birden iplere yapışırlar. Ağın kurşun yakasını, yani alt kısmını süratle büzerler, torba haline getirirler.

Gırgırın bizde tatbik tarihi pek yenidir. İlk zamanlar bu ağ minhaysilmecmu 100-150 kulaç tulünde, azami 15-20 kulaç derinliğinde idi. İcadını da Kumkapılı “Agop” adında ermeni bir balıkçıya atfedenler var. Bu ağın bizim sularımızda ilk tatbiki su üstünde gezen ve dip ağlarına hayır etmiyen (çiroz) u tut – mak içindi. Yani bu avcılık su üstü ve açık deniz balığı avcılığıdır. İlk zamanlar dolaştığı saha da Kumkapı açıklarile Maltepe ve adalar civariydi.

(Agop) un bir iki muvaffakıyeti şayi olunca heveskârlar yekdiğerini velyettiler. Her karlı işe emsalsiz bir cesaretle atılmak hasletinde bulunan (lâz) lar da bu işe heveslendiler. Karadeniz boğazında palamutlar için tecrübeye giriştiler. Muvaffak olunca her nevi balıkçılığı bıraktılar, işi gırgırcılığa döktüler. Ağları büyüte büyüte bazıları tulen üçyüz ve arzen elli altmış kulaca kadar mehabetli bir şekle soktular. Su üstü altını dipaltını mahiyetine getirdiler. Şüphe götürmez ki, işin bu ciheti takdire sezadır.

Fakat, şurasını unutmamak gerektir ki, aletle iş arasında bir müvazene husule getirmek icat edilmesi lâzım bir teknik kanunudur. Mesela, bir ceviz ağacının masulünü sopalarla vura vura düşürebiliriz amma bir incir ağacının mahsulünü ayni şartlarla düşüremeyiz. Elimizi uzatıp ezmeden, örselemeden toplamıya mecburuz. Her makineye kendi siklet ve kuvvetile mebsuten mütenasip yatak yapmıya mecbur olduğumuz gibi…

Bu kanuna riayet edilmezse alet müfit olmaktan ziyade muzır mahiyet iktisap eder. Vazifei vataniyesini müdrik asker elindeki kurtarıcı silahın, şaki elinde iktisap edebileceği mahiyet gibi ..

Gırgırcılık ta vazifesini tebdil ederek boğaz ağzına geçince akın intizamında da şuriş başgöstermişti. Hatta o zaman boğazın yukarı kısmında bulunan dalyancılar, voliciler hayli telaşa düştüler. Gırgır aleyhine kıyam ettiler. Fakat ya meramlarını yolile anlatamadılar, yahut başka kargaşalıklar yüzünden muvaffak olamadılar, zaman, kendi zararlarına ilerledikçe onlar da meslek değiştirdiler, kısmen gırgırcılığa veya gırgırları istismaren madrabazlığa başladılar. Sahayı büsbütün sahipsiz bulan gırgırcılık ta hızlandıkça hızlandı. Balıkların da balıkçıların da başında bir âfet kesildi. Bugün İstanbul balıkçılığı kâmilen gırgırcı inhisarına geçmiş bir haldedir.

Zaten halkımızın tuhaf bir hastalığı yok mudur? Bir tarafta küçük bir kâr kendini gösterince herkes o cepheye hücum etmez mi? Nasıl ki, şilepçilik, otomobilcilik, apartımancılık ta ayni iptilayı geçirmiş fakat işinin bilançosuna gelince hücum neticesi hazin bir zararla kapanmıştır. Aralarında bir fark varsa diğer teşebbüsler ferdi servetleri bir elden diğerine nakletmiştir. Gırgır ise milli ve tabii serveti mezara götürmektedir.

Bedbinliğimin de ledünyatını öğrenmek .isterseniz, gelecek makaleyi bekleyiniz. Sizinle denizde tecrübeler, ve Boğaziçinde mükemmel bir balıkçılık yapacağız.

Tan, 9 Mart 1938, Çarşamba


YİNE BALIK SERVETİMİZ

Zavallı Balıklar Neler Çekiyormuş!

Yazan: BALIKÇI

Aziz okuyucularım;

”Gırgır,, davasını neticelendirmek için sizi tecrübelere ve bir av partisine davet etmiştim. Arzu buyurursanız sahile inelim. Muhayyilenizin yadırgamıyacağı tefekkürden yapılmış bir sandaI hazırladım. Ona atlarız, gündüz ve gece balıkçılığından mümkün olabilen zevkleri tada tada Karadenize kadar yükseliriz.

Bilmem denizi sever misiniz? Tavsiye ederim seviniz. Gönül sızılarını deniz kadar muvaffakıyetle dindirecek hiç bir tesliyetkâr bulamazsınız. Ne yazık ki herkes zahir görünüşüyle iktifa eder. Harimine merak salmaz. Hatta o yüzden geçinen balıkçılar bile… Balığını tutarlar, midyasını, süngerlerini sökerler. Ellerine geçen pamuk gibi yumuşak sünger (nebat) mıdır, “canlı hayvan” mıdır? bilmezler. Kara gözlü, yeşil ve lacivert hareler, sedef ve altın yaldızlarla süslenmiş balığın güzelliğini görmezler. Hayat maceralarını araştırmazlar. Sadece: “balık” der geçerler. Dirayetlerince: balığın aklı yoktur. Zekası yoktur. Pazarda çakıl satar gibi balık satarlar!

Halbuki, şöyle bir eğiliniz, bakınız, şuracıkta, zümrüt gibi yeşil ve yumuşacık yosunlar arasında iki balık var. Görüyor musunuz? “Lapina” dır onlar. Hareketlerine dikkat edin, bu çalâk hamleler, şûhane bükülmeler. yosunları savurmalar, dağıtıp saçmalar hep muaşeret cilvesidir. Kendilerine yuva hazırlıyorlar. Dişi bu yuvaya sevgisinden son hatıra olarak yumurtalarını bırakacak. Erkek o yadikârları okşayacak, aşılayacak, yavruların çıkmalarını bekliyecek, onları muhafaza için herhangi düşmanla mücadeleden kaçmıyacak, velev mukabili ölüm olsa bile …

Kuşku ve zekâ bahsine gelince, bunun da tecrübesi kolay: Bakınız şuracıkta satha yakın beş on “gümüş” var. Güneşe göre öyle bir vaziyet alınız ki, kolunuzu sallarsanız gölgesi onlara aksetsin: Tamam; kolunuzu sallayınız. Görüyor musunuz, gölgeden bile nasıl ürktüler, yıldırım gibi süzülüp derinlere gittiler?!.

Beş on adım daha yürürsek akıntı başında bir tecrübe daha yapabiliriz. “Kefal” sürüleri geçerken bir taş atayım da neticeye dikkat ediniz. Gördünüz mü efendim? Küçük bir taşla koskoca sürü ince bir şişe gibi parçalandı, dört yana savruldu saçıldı! Artık bu sürü bozulmuştur. Eski çalımını alamaz.

Buyurunuz, artık sandala binelim. Ortaköyde “seğirtme” ile palamut tutuyorlar. Biz de bahtımızı sınarız. Müsaade edin de şu balıkçıya sorayım, ona göre volta açarız:

– Merhaba arkadaş. Ne haber bereketten?

– Köpoğlu hayvan çabucak ayarlandı be kardeşim. Nafile.

Ne demek istiyor, anlayabildiniz mi?.. İlk zamanlar ellerindeki takımlarla tutmuşlar amma artık voltayı seziyormuş, tutulmuyormuş. Adamcağızın elindeki voltaya dikkat ettiniz mi? Hayli kalın. Önünde de ancak bir buçuk kulaç Japon misinası var. Zokası da çok ağır. Biz şu düz büküm voltaya üç kulaç incecik hakiki misina bağlıyalım, bu uzunca ve köşeli hafif zokayı da takalım, bu zoka hem daha seri sıçrar, hem giderken de fazla yalpa yapar. Buyurunuz. Voltayı düzgün bir çekişle çekip bırakınız. Tuttunuz değil mi? Elbet tutacaksınız. Balık yok değil ki.. Ancak balıkçıların “ahmak” dedikleri kurnaz hayvan tehlikeyi seziyor. Voltaya sokulmuyor. ‘Farkında mısınız? Birkaç balık tuttuktan sonra siz de tutamamaya başladınız, sebebini anlatayım: Bakınız, zokanın üstünde diş yaralarından hasıl pürüzler var. Bu pürüzler suda birtakım gayritabii çizgiler husule getiriyor. Hayvan da bunu seziyor. Bu miyar, balığın hassasiyetine ölçü olamaz mı dersiniz?

İhtimal tek tecrübe size tam bir kanaat vermiyecektir. Şuracıkta batmış bir gemi vardır. Orada zaman zaman “fağri” ler bulunur. Bu, (mercan) fasilesinden bir cins balıktır. Büyük taşlıklı yerlerde yaşar ve sürü halinde dolaşır. İyi bir avcı iseniz mebzulen tutabilirsiniz. Ancak volta koparmamak, tutulan balığı kaçırmamak şartile … Alınız şu voltayı, bırakınız, bakalım ne var ne yok?. Tuttunuz değil mi? Bir daha .. bir daha deniyorsunuz. Şimdi çekerken sert bir hareket yapınız ki, volta kopsun. Kopsun efendim, ne zarar var. Hakikate insan kolay kolay yaklaşamaz. Bakınız balıklar gelmez oldu. Kanaatiniz tebellür edinceye kadar bekliyelim. Artık ne kadar ince takım bırakırsanız bırakınız, ne kadar sabır ve tahammül ile beklerseniz bekleyiniz. Nafiledir. Canı yanan hayvan bulunduğumuz mıntakayı terketmiştir. Kaçışındaki korku alametleri diğerlerini de ürkütmüş, peşine takıp sürüklemiştir.

Bu neticeye hiç şaşmayınız. Bilirsiniz ki, hayvanlarda “huy” aşağı yukarı biribirinin aynidir. Koyunlar da böyle değil midirler? Bir koyun ürküp kaçınca diğerleri de onu takip etmezler mi? Hatta biz insanlar da böyle değil miyiz? Umumi heyecanlar, bir sözün veya bir hareketin neticesi olarak husule gelmezler mi? Ayni elektriki intikal ve teessür balıklarda da caridir.

Bilmem sizi sıktım mı çok? Mevzu “millet” mevzuudur, tahammülünüzü rica ederim. Hem bakınız avlaya konuşa “Poyraz” a kadar geldik. Dikkat ettiniz mi? Buraya kadar Boğaz, zaviyeli bir huni borusuna benzer, dapdaracıktır. Buradan itibaren huninin ağzı açılır, çizinin Anadolu, Rumeli fenerleri arasındaki en geniş yeri ancak ve takriben iki mildir. Burada sular da pek derin değildir. 8-10 mil açılsak, 20 ile 50 kulaç arasında mütemevviç bir derinlik bulabiliriz.

Evet, pek iyi görüyorsunuz Maşallah . O kalabalık gırgırcılardır. Fakat neden hayret ettiniz rica ederim? Şöyle bir hesap etsenize: En az (20) takım çıksa ikişerden kırk kayık eder. (20) de motör 60; bunlara 15 te yani (navlun) cu motörü iltihak ederse yekûn seksene baliğ olur. Bu kadar gürültü daracık bir huni kâsesini mütekasif panayir yerine çevirmek için kafi değil midir?.

Biz de onlara doğru açılalım. Biraz dikkat ederseniz, balığın kabarışını, Boğaza doğru gelişini siz de farkedebilirsiniz. Hususile bugün hiç rüzgâr yok. Deniz çizgisiz, tertemiz bir ayna sathını andırıyor. Bakınız şurada, durgun suda hafif bir rüzgar kırışıklığı, mailiği hasıl oldu. Görüyor musunuz? Hareket halindeki balığın hasıl ettiği izdir o. İşte sağımızdaki reis te balığı gördü. “al beraber” etti. Dikkat ediyor musunuz? Yirmi kürek birden nasıl hınç ve hırs ile denizi şamarlıyorlar! Çevirdiler. Bakınız, diğer kayıklar da (al beraber) ettiler. İkincisi de birinciden kurtulan parçayı kuşatmıya çabalıyor. Bir üçüncüsü de onun yanına mola etti. Fakat yetişemedi galiba. Dördüncü takım ileri hücumuna geçti. İşte o da çeviriyor

Vakayı gördünüz ya? Bir de bunun blânçosunu yapalım şimdi: Her takımın ağı (160) kulaç tulde olsa bir anda denize “640” kulaç ağ döküldü demektir. Her ağda (1280) den fazla mantar, bir o kadar da kurşun kaydediniz, halatları, pamukları, halkaları, makas taşlarını da ilâve buyurunuz, her ağ aşağı yukarı 500 kilo tutar. Şu halde? Tam iki ton ağırlıkla deniz bombardıman edilmiş sayılır. Değil mi efendim?!. Bunun bir de gece manzarası var ki, daha meraklıdır. Size onu da göstereyim. Şimdilik kıyıya inelim. Bir iki yem alalım. Güneş batarken “lüfer” e de bakarız, talihinizi denersiniz. Şu adamda belki yem vardır.

– Dokanıyor mu arkadaş’?

– Seyrek meyrek geliyordu amma etekte kış kış vurdular. Denize çekildi hayvan.

Birşey anladınız mı bu konuşmadan? Balıkları ağa vurdurmak için sahilde taş atmışlar. Buradaki hayvanlar ürkmüş, açığa çekilmişler.

Tam vakit te geldi işte. Size dört kılla örülmüş incecik bir volta vereyim. Buyurunuz. Yemi de hazır. Bırakınız bakalım. Hemen geldi değil mi?. Tutuldu, çekiniz. Pek eğlenceli buluyorsunuz değil mi? Ar tık gelmiyor mu dediniz? Tabii gelmez efendim, ortalık karardı. Elinizdeki voltayı nazarlarınızla dibe doğru takip ediniz. Görüyor musunuz? Biraz evvel suda hissedilmiyen volta şimdi kıvılcım saçan bir sütun gibi görünecek. Hele biraz “elinizi oynatırsanız işte bu “fosfor” hadisesine “yakamoz” derler. Geceleri balıklar yakamoz pırıltılarile yemlerini, düşmanlarını ayırt ederler. Gayri tabii bir çakıntı görürlerse sokulmazlar. Bilakis uzaklara kaçarlar. Gırgırcılar da bu yakamozu severler. Çünkü gündüzleri rüzgârlı ve çırpıntılı havalarda her reis balığı farkedemez. Gece yakamozunu kolayca görebilir.

İşitiyor musunuz? Açıkta yine bir telaştır başladı. Gırgırcılar lambalarını yaktılar. Balık çevirdiler. Oraya kadar gidelim isterseniz. Bakınız, hemen şurada bir takım “istinga” ediyor. Görüyor musunuz, denizde ne müthiş bir aydınlık hasıl oluyor?! Balıkçılar buna “deniz yanıyor!” derler. Mümkün olsa da orta suya inebilsek göreceğimiz manzara, tam bir fecri şimaliyi andıracaktır. O fecri şimali ki, hani geçenlerde Garbin bazı diyarlarında görünmüştü de mektep talebeleri görmüş ve onları çılgına çevirmiş, sokaklara düşürmüştü. İşte onun beş on kat daha sunturlusu!

Lûtfunuzu, nezaketinizi fazla israf ettim, af dilerim ve teşekkürler ederim, geldiniz, tecrübelere iştirak ettiniz. Balıkların his ve kuşku kabiliyetlerini ölçtünüz, balıkçıların sözlerini işittiniz. Son bir lûtuf olarak elinizi vicdanınıza koyunuz da: Sabahtan aksama, akşamdan sabaha kadar bütün akın mevsimi tam methalde denize durmaksızın ağla atılır, çekilir, geceleri sabahlara kadar deniz yangınları ihdas edilirse akına zarar verir mi?. vermez mi?. Hükmünü lûtfen siz veriniz aziz karilerim.

Tan, 21 Mart 1938, Pazartesi


Kesif sis, dün akşam limanı altüst etti

İki motör vapuru karaya oturdu, « Heybeli » vapuru tehlike atlattı

Diin İstanbul limanı, Boğaz, Marmara ve şehrin üzeri son senelerde görülmemiş derecede kesif bir sisle örtülmüş, sis yüzünden denizde münakalat kamilen durmuştur.

Sis, dün sabahtan itibaren Karadenizden esen rüzgarlarla evvela Boğaz mıntakasında görülmüştür. Bu sebeble Boğaz mıntakasında vapur seferleri güçlükle yap1labilmiştir. Öğleden sonra saat on beşten itibaren sis limanda ve Marmara ağzında fevkalade kesafet kesbetmiş ve saat 16 da şehrin üzerini tamamen örtmüştür.

Saat 18 de sis o kadar kesif bir hal almıştır ki, şehrin sokaklarında bile otuz metre ileriyi görmek kabil olamamıştır.

Denizde saat 16 dan itibaren seferlerin intizamı bozulmuştur. Sis en ziyade Marmara tarafında olduğu için Akay vapurları bulundukları iskelelerde kalmışlardır. Şirketihayriye vapurları ise evvelâ seferlere devam edebilmişlerdir. Boğazdan gelen 69 numara Beşiktaşta, Köprüden kalkan 16.35 postası da Kabataşta kalmıştır. Ara postası, deniz üzerinde kalmış, mütemadiyen düdükle istimdadda bulunmuştur.

Heybeli vapuru büyük bir tehlike atlattı

Akşam saat 16.30 da Köprüden hareket eden Heybeli vapuru, Haydarpaşa açıklarında kesif sis yüzünden demirlemek istemiş, atılan demir, bu sırada bir Alman şilepinin zincirine takılmıştır. Vapurun kurtarılması için hayli çalışılmışsa da sarfedilen gayret netice vermemiştir.

Gece, bir aralık sisin hafiflemesi üzerine «Heybeli» nin zinciri kesilmiş ve vapur yolcularını ancak 23,30 da Haydarpaşaya ,çıkarabilmiştir.

İki motör karaya oturdu

Gece, limanda sis kesafeti saat yirmi ikiden sonra nisbeten hafiflemiş, bu arada Köprü, Haydarpaşa ve Adalardan hareket eden vapurlar yolcuları yerlerine nakledebilmişlerdir.

Gece geç vakit öğrendiğimize göre, biri Salacak önlerinde, diğeri de Ahırkapı civarında olmak üzere isimleri henüz tesbit edilemiyen iki motör karaya oturmuştur. Saat 23 e doğru vaziyetten haberdar olan Liman İdaresi, motörlerin imdadına koşmuştur. Her ikisinde de yolcu vardır.

Demiryollarında

Sisin gece dahi devam etmesi ihtimaline karşı dün akşam hareketi icab eden Ankara ekspresi, hareketini tehir etmiştir. Ekspres, ancak yolcularını saat 23 te almış ve Havdarpaşadan ayrılmıştır. Hava raporu

Hava, dün, yurdun Kocaeli, Karadeniz kıyılarında ve Egenin şimal kısmında çok bulutlu, diğer bölgelerde de az bulutlu geçmiştir. Rüzgârlar şimali kısımlarda cenub, diğer bölgelerde de şimal istikametinde hafif esmiştir.

Rüzgâr şimali istikametten saniyede 1-2 metre hızla esmiştir. Hava tazyiki 762,2 milimetre. sühunet en yüksek 8,4 en az 5,2 santigrad olarak kaydedilmiştir.

Cumhuriyet, 27 Mart 1938, Pazar


Mahkemelerden

Bir Vapur Kaptanına Tecavüze Kalkışmışlar

İki Suçlu, Dün, Hapse ve Para Cezasına Mahkûm Oldular

Evvelki gün Akay idaresinin Pendik vapuru Fenerbahçe ile Kınalıada arasında yol alırken bir hadise olmuş, iki genç kaptan İsmail Hakkıyı boğmak istemişler, muvaffak olamayınca da dövmüşler ve sövmüşlerdir. Cürmü meşhut mahkemesine intikal eden ve dün karara bağlanan bu hadisenin tafsilatı şudur:

Köprüden kalkan vapur Kınalıadaya yanaşırken kaptan İsmail Hakkı vapurun alt katından bir insan boğulmasını andıran boğuk boğuk sesler işitmiş, aşağıya inince şu manzara ile karşılaşmıştır:

Alt kamaranın loş bir köşesinde bir çocuk bir başkasının kafasını baca ile manika arasına sıkıştırmış, elini gırtlağına çengellemiş bağırtıyor. Bunun bir çocuk kavgası olduğunu öğrenince, kaptan ikisini ayırmış, birisini vapurun baş tarafına, diğerini de kıç tarafına götürerek kavgayı bertaraf etmek istemiştir. Tam bu sırada Burgazadasında Gündemir aralığında 9 numarada oturan 20 yaşlarında Niko oğlu Panayot, birdenbire kaptanın arkasından kafasını koltuğu arasına almış, gırtlağını sıkmaya başlamıştır. Yolculardan Burgazda oturan Sava oğlu Yako isminde 18 yaşında bir genç te kaptanın yakasına sarılmış, tekme ve yumruk indirmiştir.

Kaptan, tayfadan birisine hemen imdat zilini çaldırmış, vapur denizin ortasında durmuştur. Tayfalar gelmişler, bu arada Panayot tayfadan İlyas oğlu Ahmede de boks yumruğu indirmiş ve yere sermiştir. İki genç ayni zamanda kaptana da küfürler savurmuşlardır.

Nihayet tayfalar Yako ile Panayotu sımsıkı tutmuşlar, vapur, böylece on dakika denizde kaldıktan sonra Kınalıya yanaşmıştır. Kaptan, iki genci de polise teslim etmiştir. Polis, dün, suçluları meşhut suçlar müddeiumumiliğine vermiştir.

Müddeiumumi muavini Reşat Saka tahkikatı yapmış, Yako ve Panayot biraz teville suçlarını itiraf etmişlerdir. Müddeiumumi lüzumu muhakemelerine karar vererek ikisini de Sultanahmet sulh üçüncü ceza mahkemesine göndermiştir. Hâkim, sorgularını yapmış, suçlarını sabit görerek Panayotu 4 gün hapse 52 lira 50 kuruş para cezasına, Yakoyu 2 gün hapse ve 22 lira para cezasına mahkûm etmiştir.

Tan, 15 Mart 1938, Salı


Heybeli sanatoryomunda inşaat

Yüz altmış yataklık olan Heybeli sanatoryomuna yüz yatak daha ilavesile ikl yüz altmış yatağa çıkarılmasına karar verilmiş ve bunu temin edecek şekilde inşaata başIanmıştır. İnşaat mayıs sonunda tamam olacaktır. Burada her ihtiyacı karşılıyacak tesisat vücude getirilmekle beraber bir de sinema salonu yapılmaktadır.

Cumhuriyet, 30 Mart 1938, Çarşamba


POLİSTE

Büyükadadaki Ceset

Evvelki gün Büyükada sahillerinde 60 yaşlarında ihtiyar bir adam cesedi bulunmuştur. Cesedin kime ait olduğu ve denize nasıl düştüğü hakkında henüz bir malûmat yoktur.

Tan, 8 Mart 1938, Salı


Büyükadadaki Ceset

On gün evvel Büyükadada bulunan cesedin hüviyeti anlaşılmıştır. Bu, Üsküdarda Torbalı mahallesinde Himmet baba sokağında 20 numaralı evde oturan mütekait Hasana aittir. Kaza neticesinde düşerek boğulduğu anlaşılmıştır.

Tan, 16 Mart 1938, Çarşamba


Ayini ruhani

Ölümünün kırk günlük devriyesi münasebetile TODORİ PR. SAROĞLU istirahati ruhu için 13 mart pazar günü saat 10.30 da Büyükada Rum Ayios Dimitrios kilisesinde bir ayini ruhani icra olunacaktır. Tanıdıklarının teşrifleri rica olunur.

Bayan Dul Vasiliki Saroğlu ile bütün akrabaları

Köprüden hareket eden 8,45 vapurile merasime iştirak olunur.

Cenaze levazimatı P. Angelidis

Cumhuriyet, 11 Mart 1938, Cuma


SATILIK MOTÖRLER

Anadolu Kulübü Büyükada şubesinde mevcud 3 aded motör, 2 dinamo ve bir hurda motör satılığa çıkarılmıştır. Talib olanların Büyükadada kulüb şube muhasebeciliğine müracaatlerile motörleri görmeleri ve verecekleri fiatları bir mektubla Ankarada Anadolu Kulübü Müdürlüğüne gönderilmesi; fazla malûmat şube muhasebeciliğinden alınabilir.

Cumhuriyet, 9 Mart 1938, Çarşamba


Adalar Malmüdürlüğünden :

Muhammen değeri

Lira K.

Büyükada : Karanfil mahallesinin Karanfil sokağında 12 sayılı arsanın 64/96 hissesi.          142 50

Heybeliada : Bahariye yeni Çiçeklidağ sokağında yeni 15 – 17 eski 1 sayılı evin tamamı.     850 00 Yukarıda yazılı mallar 14/4/1938 perşembe günü saat 14 te peşin para ve açık arttırma ile satılacaktır. İsteklilerin % 7,5 pey akçelerile Adalar Malmüdürlüğüne müracaatleri. (1705)

Cumhuriyet, 30 Mart 1938, Çarşamba


Adalar Malmüdürlüğünden :

Dölaplai Oteli Satılacaktır.

Tamamı Satılık Otel: No: 17/35 Altın Ordu Caddesi Yalı Mahallesi BÜYÜKADA.

Alt kat: Büyük Gazino halinde taşlık iki oda bir mutfak ve otele bitişik çamaşırlık iki sarnıç ve yan tarafta harap bir makine dairesi.

1 inci kat: Bir koridor üzerinde 10 oda 2 Hela ve ön taraf balkon ve arka tarafta büyük bir tarasa.

2 inci kat: 10 oda 2 hela ve ön ve arka taraf balkon.

3 üncü kat: 2 Büyük oda, 8 küçük oda.

Otelin sol tarafında 160 metre bahçe ve etrafı dıvarla çevrilmiştir. Tamamının mesahaı sathiyesi 879 metre murabbaıdır. Arka taraf tamamen deniz sahili ve Adanın şerefli bir yerindedir.

Tahmin edilen kıymeti defaten ve peşinen verilmek şartiyle 9800 liradır. Kapalı zarf usuliyle satılığa çıkarılmıştır. Satış muamelesi 7 / 4/1938 Perşembe günü saat 14 te Adalar Mal Müdürlüğünde yapılacaktır. Şartnameyi görmek ve izahat almak istiyenlerin Adalar Mal Müdürlüğü Milli Emlak Masası ve İstanbul Defterdarlığı Milli Emlak Müdürlüğüne müracaatları.    (1536)

Tan, 28 Mart 1938, Pazartesi


Yayınlanma Tarihi: 04 Mart 2023  /  Son Güncellenme: 04 Mart 2023


Bu yazı hakkında yazarımıza ve editörlerimize iletmek istedikleriniz mi var?
Aşağıdaki formu kullanarak kendisine ulaşabilirsiniz.
(Bu formdaki bilgiler, yazarımız ve editörlerimizin mail adreslerine iletilecektir.)


Çerezleri Yönetin!

Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.

Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.

Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.