Adalar MAG üyelerinden deprem bölgesine yardıma giden gönüllülerimiz arasından MAG-AME gönüllüsü Murat Kanberi ile İslâhiye dönüşünde ve ikinci tur için Hatay’a gitmeden kısa bir süre önce Adalı Dergisi okurları için bir söyleşi gerçekleştirdik. Anlatması, dinlemesi çok zor; yaralar çok derin, çok taze, yıkım ise tarifsiz…
İsterseniz önce depremi nasıl haber aldığınız ve görev bölgesine nasıl ulaştığınız ile başlayalım ve gerisini sizden dinleyelim…
Depremden bir gece önce epey geç yatmıştık. Sabah 10-10:30 gibi uyandığımda bir baktım deprem… O sırada MAG-AME olarak çağrı gelmiş. İlk ekip öğlen saatlerinde havaalanına gitti, bana da yetişebiliyorsan hemen gel, ilk uçakla gidiyoruz dediler. Zeynel ve Önder vardı o ilk ekipte Heybeli’den. Üç AME (Acile Müdahale Ekibi) de Büyükada’da var; birin benim, diğerleri de Konuralp (Sunay) ve Umay (Kozak). Yetkililerle konuştum; o uçağa yetişmem mümkün değildi adadan. Onun üzerine bana 2-3 gibi yola çık, 6 gibi havaalanında olun dendi. Havaalanında epey bir bekledik; uzun bir süre orada geçti. Sabaha karşı 2’de uçağa binebildik. Çok kalabalıktı tabi, içerisi tıklım tıklım ekiplerle doluydu. Ama asıl kalabalığı oluşturan AFAD’ın gönüllüleri idi. Onlara açık çağrı yapılmıştı “hazırlanın gelin” diye. Çoğu online eğitim almış ya da onu bile tamamlamamış bir sürü insan akın etmişti oraya. Her birine birer yelek giydirmişler, AFAD Gönüllü yeleği. Einde teçhizatla bekleyen eğitimli ekiplerin önüne koydular onları. Bir ara bize “haydi gelin” dendi gece 12 gibi. Ekibin yarısı kapıdan geçebildi uçağın bekleme salonuna, yarısını durdurdular, “doldu gidemezsiniz” dediler. Onun üzerine bayağı bir tartıştık oradaki yetkililerle. Tartışmanın sebebi ise şuydu: Biz hazır, donanımlı bir ekiptik ve bir takım halinde gitmemiz şarttı çünkü geride kalan arkadaşlarımızda da teçhizatımız vardı. Sonunda, “Eğer istemiyorsanız çıkın” dendi. Bizi çıkarttılar ve bizim yerlerimize yine vasıfsız gönüllüleri aldılar. Bizim son isyanımız şu oldu: “Biz olmazsak bu arkadaşlar orada ne yapacaklar? En azından bizim onları yönlendirme donanımımız var ve ilk müdahaleyi yapacak ekip biziz.” Cevap alamadık; “bekleyin ya da evinize dönün” dendi. Oysa oraya kadar gelmişiz ve bölgeye gitmemiz şart; bizim işimiz, görevimiz bu. Bir sonraki uçağın saati belli değildi. İsterseniz Adana ya da Maraş’a gidin dendi. Bizim görev yerimiz İslâhiye idi. O uçaklara binsek bile İslâhiye’ye ulaşımımız mümkün olmayacaktı. Biz de inatla bekleyeceğimizi, biz ve bizim gibiler için bir uçak getirtilmesinin ya da hazırlatılmasının gerekli olduğunu ifade ettik. Sonunda saat 2 gibi bir Antep uçağı olduğu söylendi, ona nihayet alındık ama saat 6’ya kadar uçağın içinde bekledik. Sabah 7:30-8:00 gibi Antep’e vardık. Zaten ilk müdahale için 72 saatimiz var; 24 saati böylece geçmiş oldu. İndiğimiz alanda da bir zayiat olmuş, sadece küçük bir bölümü çalışıyordu. Birçok uçak oraya indi. Çıktık, bu sefer de otobüs yok; iki otobüs gelmiş ama başka ekiplere tahsis edilmiş. O sırada vali geldi. Vali gelene kadar biz otobüslerden birini ele geçirdik. Şoförü yoktu. Hani otobüslerin alttan bir düğmesi vardır basarsın kapıları açılır. Açtık otobüsü, eşyalarımızı doldurduk, aracı ele geçirdik resmen. Şoför geldi bu sefer onunla tartışma başladı. Vali girdi devreye, şoför valiye itiraz ediyor olmaz bu başkasının aracı diye. Saat 9 oldu bu arada. 10’a doğru yola çıkabildik. Gaziantep merkezindeki AFAD koordinasyon merkezine gittik önce. Durumumuzu bildirdik, görev iznimizi aldık ve yola çıktık. Yol da zorlu geçti çünkü İslâhiye’ye yaklaştıkça depremin etkisinin daha çok hissedildiği bölgelerde anayollar parçalanmıştı. Hatta üst geçit olan bir viyadük anayola çökmüştü. Onun etrafındaki tarlaları geçip, engebeli bir yoldan otobüsü tekrar anayola çıkardık. Kaç saat sürdü hatırlamıyorum ama İslahiye’de bizim ilk giden ekibin bulunduğu yere vardık ki o da İslâhiye Merkez İtfaiyesi’nin binasıydı. AFAD da o binanın içindeki ofisleri koordinasyon merkezi olarak kurmuştu. Girişte otobüsten indik tüm eşyalarımızla. Zeynel ve Önder bizi karşıladı, “yerimiz yok; geceyi otobüste geçirdik,” dediler. Sabah kalktığımızda AFAD’ın yeni model bir tırı vardı binanın önünde, şoför haricinde kimse yoktu içinde. “Bana git dediler geldim” demiş. Boş bir tır olarak gelmiş bekliyordu. Zeynel ve Önder bunun üzerine tıra yerleşmişiler, telsiz antenlerini de tırın üzerine kurmuşlar, telsizlerini açmışlar ve muhaberata başlamışlar. AFAD koordinasyon merkezi olarak halk oraya geliyordu tabi bir takıp çağrı ve taleplerle, “biz 200 kişi şuradan geldik yardım ekibi olarak, ne yapalım?” diye soranları çeşitli afet alanlarına yönlendirmişler, malzemeyi koordine etmeye çalışıyorlardı. Ben nereye yerleşelim diye sorunca, Zeynel bana konuşlanacak bir yer bulmamı söyledi. Ben ekipten iki-üç kişiyi daha yanıma alıp bakmaya başladım; etrafta üzüm bağları, tarlalar vardı tabi oralara yerleşmek mümkün değil. Hem büyük kayalar, taşlar var hem de bitkiler tabi. Aradık, sonunda İtfaiye Merkezi’nin arkasında yapılmış garaj gibi bir yer buldum, hem de rüzgârı kesiyor, gayet uygun bir alandı. AFAD yetkilisi ile konuşup, kendimizi tanıtıp izin istedik, o da izni verince, hemen oraya ilk çadırı kurduk, malzemelerimizi taşıdık, kendi sırt çantalarımızı bıraktık. Zaten çok kalabalık da değildik; 40-50 kişilik bir grup olduk ilk 1.5 günün sonunda. İlk ekipten giden arama-kurtarmacı arkadaşlar kendi inisiyatifleri ile şehre inmişler ve AFAD ile konuşup işe koyulmuşlardı. O gün akşamüzeri bir araç ayarladık ve şehirde çalışmaya başlayan gruba dahil olduk ama o gün hava da kararınca çok az şey yapabildik jeneratörlerimiz daha gelmediği için. İstanbul’dan geliyordu malzemeler ve yol şartlarından dolayı onda da bir gecikme oldu haliyle. Onlar da gelince yeniden çadırlar kuruldu ve ertesi gün itibarı ile, yani üçüncü günün sabahı göreve çıkabildik. İlk 48 saati neredeyse hiçbir şey yapamadan geçirmiş olduk. Üçüncü gün görev verilen bölgeye gittik tam teçhizatlı bir şekilde ve çalışmaya başladık İslahiye’de. Ondan sonraki altı gün boyunca oradaydık; belli adreslerde çalıştık. Etrafta başka yıkıntılardan sesler gelmesine rağmen oralara müdahale edemedik; biz verilen yerden çıkmamamız istendi. Hiç uykusuz çalışıyorduk. Gece çok soğuktu; eksi 6 ile 10 arasındaydı. Günde altı saat bir molamız vardı—dinlenme, yemek ve uyku ama zaten soğuktan uyuyamıyorduk. Hayatta kalanların psikolojisi çok ağırdı, hiç beklemediğimiz bir psikoloji içindeydiler.
“Değişik bir psikoloji hiç görmediğimiz” derken kastettiğiniz kabullenme mi, şok hâli mi, nasıl tarif edersiniz?
Şok hâli ve herkes -haklı olarak- canlı ya da cansız bir an evvel kendi yakınlarının bulunması arzusunda ama ekipler çok az. Kimi varamamış, varabilenler geç kalmış çeşitli sebeplerden ve izinlerden dolayı çünkü onay istediğin merci bir üstten, o da bir üstten onay bekliyor, kimse kendi inisiyatifini kullanıp “haydi gidin, yapın” diyemiyor çünkü sonunda verecekleri raporun kendilerine göre doğru olması derdindeler. “Bekleyin” diyorlar. E biz buraya beklemeye mi geldik? Hayır, ama onay almadan gidemiyoruz. Psikoloji ise şuydu: bizim onca istekli çalışmamıza rağmen, belli bir vardiyamız vardı; sekizer saatlik vardiyalarımız vardı ki o sekiz saati eksiltmediğimiz gibi on bir- on iki saate çıkardığımız çok oldu. Çalışma esnasındaki on dakika molalarımıza bile müsaade etmiyordu bekleyenler. Bağırıyorlardı, küfrediyorlardı, taş atıp “siz buraya kamp yapmaya mı geldiniz? Bizim içeride yakınım varken siz burada çay içiyorsunuz” diyorlardı. Tartışmalar bir noktada temasa dönüşmeye başladı, halk enkaza çıkmaya yeltendi, “çekilin o zaman biz yaparız” diye. Bir noktada ben müdahale ettim, anlattım, gönüllü olarak geldiğimizi ve tamamen yardım amaçlı geldiğimizi, beşer dakikalık molalara ihtiyaç duyulduğunu, orada elimiz titrese faydadan çok zararımızın dokunabileceğini. Tehlikeli aletler kullanıyoruz; büyük Hiltiler, büyük aletler. Bir yandan da artçılar devam ediyor ve biz enkazın içindeyiz; her an üzerimize yıkılma ihtimali var ki bunlar da yaşandı, başka ekiplerin başına geldi. Ben böyle konuşunca konuştuğumuz arkadaş elini omuzuma koydu, “Siz de haklısınız ama bizim de burada durumumuz ortada” dedi. Ben de kendisinden diğerlerini sakinleştirmesini rica ettim. Vardiyamız bittiğinde çünkü sopalarla gelip yolumuzu kesiyorlardı, oysa iki dakika içinde diğer ekip gelecek, vardiya değişikliği yapacağız. Her seferinde silahlı asker ya da polis çağırıyorduk yanımıza güvenliği sağlamak için, ancak vardiya değişikliğini öyle yapabiliyorduk. Hatta ilginç bir şey yaşandı; ben gözümle şahit olmadım ama bizim ekiplerin olduğu başka bir bölgede meydana geldi. Enkaz başında bekleyen yaklaşık yüz kişilik bir akraba grubu buldukları kazma, kürek ve sopalarla birbirlerine girdiler. Otuz-otuz beş kişisi hastanelik oldu. Sebebi de “önce benim yakınıma müdahale etsinler, yok önce benimkine” kavgası.
Başka ne gibi zorluklarla karşılaştınız?
Bunun dışında soğuk, elektrik, ama hepsinin üzerinde su ve tuvaletin olmaması bizi çok zorladı. Alışkanlıkların ötesinde bir durum bu tabi. Üç gün tuvalete gidemediğim oldu; enkazda eğilip kalkamıyordum bu yüzden. Sonunda enkaz civarında yıkılmamış köy evlerinin kapılarını çaldık, onlar bizi buyur ettiler. Gıdada, suda hiçbir sorunla karşılaşmadık. Çadır alanında mutfağımız kuruldu, oradan hazırlıklar yapıldı. Kaldığımız bölgenin hemen arkasında bir mesire yeri vardı. Orada da çeşitli illerden gelmiş belediyeler aş evlerini kurmuşlardı, oradan tabldot yemek çıkıyordu.
İslâhiye ne büyüklükte bir yer?
İslâhiye bir ilçe; büyücek bir yer. Mesela oranın bir köyü yirmi bin nüfuslu. Benim gördüğüm %60-70’i yıkılmıştı. Çok kayıp vardı.
Siz oradayken ekip genişledi mi?
Evet, ekibimiz çoğaldı, peş peşe gelişler oldu. Sonunda MAG olarak 170 gibi bir sayıya ulaştık İstanbul ve çevre illerden, güneyden yardıma gelenlerle. Kalabalığımız arttıkça daha çok alana yayılabilme şansımız oldu. Lojistik olarak çok iyiydik. Araçlar bulundu, hazırlandı, belediyeler ve kaymakamlık vasıtası ile bize kamyonlar tahsis edildi. Jeneratörlerimizi, Hiltilerimizi taşıyabildik, o sayıda verimli olduk, epey canlı vatandaşı kurtarabildik ama tabi çok da X’e ulaştık. Hayatım boyunca unutamayacağım görüntülerle de karşılaştım; birbirine sarılmış kardeşler, bebeği kucağında kiriş altında kalmış insanlar.
Çok zor gerçekten. Belki o esnada hem adrenalin ile hem yorgunlukla insan onu bastırıyor ve tek bir şeye odaklanıyor, o da ne kadar canlı çıkartabilirsek o kadar iyi. Nasıl insan ilk kaza anında adrenalin etkisi ile acıyı hissetmez ama sonrada muazzam bir ağrı saplanır adrenalin etkisi geçince. Bu da öyle olsa gerek…
Sanırım öyle çünkü şimdi halkımıza olduğu kadar oradaki ekiplerimize de psikolojik destekler başladı. Ekipler kuruluyor, online ya da yüz yüze psikolojik danışmanlık ve rehabilitasyon çalışmaları yapılıyor. Önümüzdeki Cumartesi yapılacak hatta bizim ilk giden ekibe. Ben Cumartesi bu kez Hatay’a gidiyorum, bir haftalık bir görevimiz var. Bu sefer lojistik görevi, yani çadır kurmak, gelen tırların içindeki malzemeleri doğru indirip doğru yerlere yönlendirmek. Bir yandan artçılar da devam ediyor. Yıkılabilecek binalarda yine arama-kurtarma olasılıkları da söz konusu. Ama asıl amaç artık lojistik.
Peki hasarla binalarda hala oturan var mı, hepsi tahliye edilmedi mi?
Büyük çoğunluğu edildi ama yine de Xler’e ulaşmak gerekiyor. Bu saatten sonra artık canlıya ulaşma ihtimali yok ama yakınları en azından cenazelerine ulaşmak istiyorlar. Bunun çalışmasının yapılması gerekiyor ama bir yandan da dozerlerle girildi, enkaz kaldırılmaya başlandı. Geçen hafta bununla ilgili tatsız haberler de duyduk; dozerlerin canlı kaldırdığı, cesetlerin toplandığı, torbalara konduğu gibi bilgiler de geliyor ekiplerimizden. Çok acı bir şekilde devam ediyor süreç. Keşki daha iyi organize olabilseydik, keşki ilk günden izinler daha kolay çıkabilseydi.
Akreditasyondan bahsedelim biraz. MAG olarak AFAD akreditasyonu almış olmak gerekiyor sanırım?
AFAD’dan akredite olduğumuz için AFAD ekipleri ile çalışma içindeydik. İzmir Depremi’nden sonra akreditasyon konusu gündeme geldi. Mantıklı bir sistem aslında çünkü üç farklı klasmanda çalışma ve akreditasyon sınavına sokuluyor gönüllüler. Birincisi hafif arama-kurtarma, ikinci orta, üçüncüsü ise ağır seviye. Biz MAG-AMEler olarak hafif arama-kurtarma seviyesinde akreditasyonlarımızı almıştık. Eylül’de de orta seviyenin eğitimlerini aldık ve sınavlar için gün bekliyorduk ki deprem oldu. Orta seviyede hazır olarak gittik fakat ağır arama-kurtarma çalışması yapmak durumunda kaldık felaketin boyutu çok büyük olduğu için. O noktada hafifi-ağırı kalmıyor artık, akreditasyonun varsa var. Umarım önümüzdeki günlerde bu çok daha iyi bir organizasyona bürünür. Sonuçta burası bir deprem ülkesi, bu felaketleri yaşayacağız; coğrafyamız buna çok müsait. Bu depremle gördük ki Anadolu yaklaşık üç-dört metre kadar hareket etti. Bunun baskısı ya önce Ege’ye ya da İstanbul fay hattına etki edecek. Tahminler önce Ege diyor ama bir kısmı önce İstanbul da olabilir diyor. Sonuçta iki tarafta da olsa yine felaketin boyutları çok büyük olacak. Bu durumda da biz şimdi ne yapabiliyorsak çok daha iyi organize olup, çok daha eğitimli insan yetiştirmenin yolunu bulmamız gerekiyor.
Elbette, Adalar özelinde de “bizi kurtarmaya kimse gelmeyecek” sözü çok doğru. Dolayısıyla Adalar’da çok iyi organize olup alternatifleri, lojistiği, suyu, konaklamayı çok iyi örgütlemek gerekiyor. Anakaradan buraya yardım gelemeyecek çünkü.
Tabi, anakarada o kadar muazzam bir ihtiyaç olacak ki Adalar’a erişmek çok daha zor olacak. Burada da az da olsa bir tsunami beklentisi de var. Dört ila sekiz metre arası bir dalga boyutu telaffuz ediliyor ki bu da bütün ihtiyaçlarımızın olduğu çarşı bölgesini sular altında bırakacak—erzakların olduğu, nalburların olduğu, alet edevatın olduğu yer orası. Ne ekmeğimiz olacak, ne marketimiz kalacak. Bazı şeyleri daha yüksek kısımlarda depolama kimsenin işine gelmiyor.
İkinci konuşmamız gereken de şu: MAG’a ait bir konteynerimiz var fakat sistem dahilinde MAG’ın başındaki atanmış olan yetkili anahtarı teslim etmiyor; bir “esas MAG biziz” söylemi var. Bu yetkiliyi toplantılarda bir ikna ediyoruz, sonra ertesi gün yine fikir değiştiriyor. İki sene geçti ilk eğitimimizin üzerinden, hala anahtarı alamıyoruz. Bunun sorumluluğunu da o yetkilinin üstlenmesi gerekecek bir felaket durumunda. Biz oraya gittiğimizde felaket anında, anahtarımız olmamasına rağmen o kilidi kırıp konteyneri açacağız ve içindeki hiçbir aletin çalışmadığını, her şeyin pas-küf içinde olduğunu, botların tabanlarının patladığını, jeneratörün paslandığını, halatların çürüdüğünü göreceğiz. Bu malzemeler yıllardır bu şekilde duruyor ve zaman geçmeye devam ediyor. Gün gelip de ihtiyaç olduğunda bu yetkilinin bunun sorumluluğunu bir şekilde üstlenmesi gerekecek yoksa bizim elimiz onun iki yakasında olacak. O yetkili kendisini bilir; yönetmelikte geçiyor adı.
Bunun dışında AFAD’ın iki ya da üç konteyneri daha var Büyükada’da, daha küçük boyutlu. Okulun yakınına koydukları ikinci gün soyuldu. Bir tanesi Adliye’nin bahçesinde duruyor; o sağlam başında polisler olduğu için. Eğitimlerde de açtık AFAD konteynerlerini, içindeki malzemelerin tanıtımı yapıldı. Malzemeler sağlam, yeni fakat mesela jeneratör çalışmıyor çünkü benzin bulunamadı. Aletin olması kadar onu çalıştıracak malzemenin de olması çok önemli. Ada’da belki deprem binalara çok hasar vermeyecek ama deprem sebebiyle yangınlar çıkacak. Bu yüzden yangına karşı da hazırlıklı olmamız gerekiyor. Ahşap binaların en büyük tehlikesi o. İtfaiye’nin de yerinin değişmesi gerekiyor zira tsunamiden etkilenecek bölgede yeri.
Bu konularda adalılar olarak baskı uygulamamız ve daha kalabalık olmamız gerekiyor ki sesimiz duyulsun. Yeni başvurularla sayımız epey arttı. Daha çok yüz yüze toplantılar ve çalışmalar yaparak insanları ekip olma psikolojisine hazırlamakla görevliyiz. Diğer yandan da kamuya baskı yapıp deprem sonrasını, felaket sonrasını düşünmemiz gerekiyor çünkü gıda stoğumuz yok. Mutfak kurmamız lazım, barınak kurmamız lazım, çadır konuşlandırılacak alanları tespit etmemiz lazım. Ada’da hayatta kalanlara nasıl bir imkân sağlayacağız? Belki sağlam evlere yerleşilecek. Yüz-yüz elli civarı ölü bekleniyor Büyükada’da simülasyona göre. Tabi hazırlanan simülasyonlar da Marmara fay hattının tek fay olması esası üzerinden hazırlanmış ama halbuki dört fay olduğu da söyleniyor. Bu dört fayın aynı anda kırılması halinde etkinin çok çok daha fazla, düşünülenin çok daha fazla üzerinde olması bekleniyor. Şimdi biz neye göre hazırlık yapacağız? Ya da bayram veya tatil günü olduğunu düşünün. Dışarında binlerce insan gelmiş. O sayı yüz-yüz elli olmayacak. Sahillerde, plajda kalabalık olacak, oradakileri de muhtemelen dalga alıp götürecek. Hesaplar yerleşik nüfusa göre yapılıyor. Bunlar bizi sonrasında çok zorlayacak konular. Ne yapabiliriz ki burada? Bir avucuz sonuçta.
Buraya gelen AFAD hocalarımıza da Adalar’ın özel durumunu belirterek sorduğumuzda “Bekleyelim mi sizi ilk 72 saat” diye, “Beklemeyin, bizim buraya ulaşmamız değil 72 saat, 720 saatte bile olmayabilir” dediler.
Belki yüksek yerlerde gıda stoğu bulundurmak da iyi olabilir mi?
Bulunduralım tabi de ikinci gün kilitleri patlatıp yağmalıyorlar insanlar. Korumalı bir gıda stoğu talep etmek söz konusu olabilir belki, tarih bitimi yaklaştıkça onlar bakkallara verilip yerine yenileri konabilir. Konteynerlere erişim hakkımız olması, onları kontrol edebilme hakkımız olması lazım… Örneğin AFAD konteynerlerini belediyelere zimmetlemiş. Belediyeye sorduğumuzda bizim bilgimiz yok deniyor, AFAD’a sorduğumuzda, biz belediyeye zimmetledik diyor. Bu sefer geçen zaman zarfında oradaki malzemeler de çürüyor, eskiyor.
Adalar Belediyesi ve İBB ile de bir koordinasyon sağlamak mümkün olabilir mi?
Geçenlerde Paşabahçe vapurunda yaptığımız MAG toplantısında bir hanımla bey beni özel konuşmak için dışarı çağırdılar. Bir tanesi CHP İl Teşkilatı’ndan olduğunu, bizim buradaki heyecan ve kalabalığımızı çok takdir ettiklerini, zaten belediyelerin de İBB’nin de kendi içinde böyle bir oluşum hazırladığını, mahalle afet timleri gibi hazırlıklar yapıldığını söyledi ki bu bizim MAG’ın projesiydi baştan, sonradan el değiştirdi. “İster MAG, ister başka ekipler, biz buradaki oluşumu sizlerle birlikte yapmak istiyoruz, sizinle bir toplantı yapacağız, eksikleriniz neyse, konteynerse konteyner, içinin malzemesi ise malzeme, biz bunların hepsini tedarik edeceğiz ve sizin kullanımınıza vereceğiz” dediler. Bu ümit verici bir durum. Adalar’da kendimizi bir şekilde organize etmemiz gerekiyor.
Bu esnada MAG başvurularında bir gelişme var mı?
Bugün MAG-AME derneğinin yetkilileri ile konuştum. İstanbul’da başvuru sayısının sekiz-dokuz bini bulmasından, buna karşılık elde yeterli hoca, yer imkân olmamasından ve çok hızlı bir şekilde herkesin eğitim bekliyor olmasından dolayı biz AME’lere görev düştüğünü söylediler. “Taşın altına elinizi siz koyun, kendinize bir eğitim modülü seçin, biz size o konuda destek verelim, bilgileri, slaytları göndereyim, siz bunlara çalışın ve eğitimlerinizi kendiniz verin” dedi. Bu da Adalar’da ne yaparsak kendimiz yapacağımızın başka bir göstergesi. Bu arada kamu ve hükümetle de birlikte çalışmanın yollarını bulmamız gerekiyor. Şu sıralarda MAG’ın birçok yerde, birçok TV kanalında, dergide, gazetede adı geçiyor ve o kadar çok alkış alıyor ki. Ama bu da bazı çekememezliklere mahal veriyor. Bir yandan karalama kampanyası sürüyor, bir yandan da ihtiyaç da var. Ama neticede biz de AFAD’dan akredite olmuş bir ekibiz. Bizim herhangi bir polemiğe düşmeden işimizi yapmamız lazım. Biz gönüllüyüz sonuçta. Gönüllülük her şeyin üzerinde bir ilke. Herkesle iyi geçinip, kendi işimizi de en iyi şekilde yapıp hazırlıklı olmamız gerekiyor. O yüzden bizim işimiz herhangi başka bir kurumu, kuruluşu, kişiyi kötülemek ya da karalamak, onlara bir mukayese içine girmek değil; en doğru şekilde kendimizi en doğru şekilde bu felaketlere hazırlamamız gerekiyor. Görev bilinci, liyakat ve yeterlilik sahibiyiz. Bunları da doğru ve etkin kullanmamız şart. Biz AFAD hocalarından eğitim aldık ve AFAD’ın bu işi yapan hocaları on numara; artık bu konunun piri olmuşlar. Biz de ne kadar çoğalabilirsek, aynı yetkilerde, aynı eğitimlerde çok insana ulaşabilirsek aramızdan, kendi adımıza o kadar iyi.
Yakın zamanda bir toplantınız da geçtiğimiz Pazar yapıldı sanırım ormanda?
Evet, yaklaşık yetmiş-seksen kişilik bir katılım oldu ve çok keyifli geçti. Pandemi döneminde Adalar’a yerleşmiş ve birden fazla STK’da görev yapan aktif, kırk yal-altı genç insanlarla tanıştık. Hemen aksiyon alıyorlar, heyecanlılar, dinamikler. Çok umutlandırdı bu bizi. Bir konu konuşmuştuk o gün, hemen hazırlık yapıldı. Mesela şöyle bir konu da gündeme geldi: felaket sırasında GSM şebekesinin çökmesi durumunda telefonların çalışmayacağını düşünerek kendi aramızda nasıl haberleşme ağı kurarız konusu tartışıldı. Tamam telsizler var ama kaç kişi telsiz alabilir?! Onun üzerine bu gençlerden bir tanesi, “ben yazılımcıyım” diye atıldı, “bir uygulama hazırlarız, ben üç günde uygulama yazıyorum” dedi. Çevrimiçi indirilen bir uygulamayı çevrimdışı kullanabiliyorsunuz. Hemen bir ekip kuruldu. Bluetooth ya da kendi ağı üzerinden telefonları birbirine bağlaya bağlaya ağı kurabileceğimizi söyledi bu genç arkdaşımız. Aynı zamanda Greenpeace’de de faal, dolayısı ile Pazar günkü buluşmaya dört Greenpeace aktivistini davet etti. Bütün malzemeleri ile geldiler; bizde olmayan, servet değerinde bir malzeme! Bu eğitimi bu ekibin sayesinde verebildik. Bunlar aslında bizde olması gereken şeyler. En azından beş-altı takım edinmemiz lazım yoksa bizim eğitimimiz bir işe yaramaz. Kazma kürek ile ne yapabiliriz! Diğer birimler bizimle eşgüdümlü çalışırlarsa en azından malzeme temin edebiliriz, güneş panelleri ediniriz örneğin, telsiz hattını hayata geçirebiliriz. Deprem anında elektrikler kesilmiş olacak ve en azından o esnada bir akü sistemini devreye sokup, aydınlatmayı kurup çalışmaya başlamamız gerekiyor. Kameralar koyabiliriz, bunları karakola bağlatabiliriz. Bu altyapı ve yazılımları yapabilecek gençler var aramızda.
Nasıl bir yol haritası düşünülüyor MAG’da?
Şimdi MAG’da çeşitli çalışma grupları oluşturup o gruplara görevler vererek ilerleyeceğiz Örneğin bir grup adalarda yaşayan inşaat işçilerini, nalburları organize edecek. Bunlar zaten işinin ehli insanlar, enkaz eğitimine ihtiyaçları yok. Nitekim bu sahada geldi benim başıma. Benim yönettiğim grupta MAGlar da vardı ve hevesliydi. Yapıyor, ama yapış biçimi açısından vakit kaybediyoruz. Aşağıdan bağıranlar oldu, “ben demirciyim çocukluğumdan beri, beni de alın” diye. Hemen bir baret takıp aldık ekibe, üç saatte yapılacak işi on dakikada yapıverdi. Bir madenci ve bir inşaat ustasını da aldık, işi muazzam hızlandırdılar. Kendi bölgemizi iki misli hızda bitirdik. Öyle ya başına bir şey gelse sorumluluk bizde ama o koşullar altında artık onu düşünmüyorsunuz. Tek odağınız can kurtarmak. Bundan esinlenerek bir MAG ekibi de hazırlamamız gerekiyor. Birbirlerini tanıyorlar, malzemeye, demire, taşa hakimler. O an geldiğinde bizimle çalışacak ekibe katılabilirler ve bu da Adalar’da bizi çok güçlendirir. Buradan yola çıkarak doktorları, eczacıları, psikologları, veterinerleri, hemşireleri bulup onlarla görüşmemiz gerekiyor. Hastanenin durumu ne olacak, depolarında ne tür malzeme var, ne işimize yarayabilir. Hasar görmeyecek okulların durumunu tespit edip onların salonlarını yemekhane haline dönüştürmek konusu var mesela. Sınıfları barınak haline getirebilmek üzere planlar yapmak gerekiyor.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Bu noktada artık yapıcı, yaratıcı ve üretken olmak gerekiyor. Hızlı plan yapıp doğru bir şekilde çalışmak esas. Sistem çarpık olsa da insani ilişkileri her zaman olumlu sürdürmek gerekiyor. Sonuçta aynı felaketi birlikte yaşayacağız, içinden de ancak birlik olarak çıkabileceğiz.
Yayınlanma Tarihi: 04 Mart 2023 / Son Güncellenme: 06 Mart 2023
Sitemizde sizlere daha iyi hizmet verebilmek, güvenlik ve sizi tanımak adına çerezler kullanmaktayız, detayları öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.
Gizlilik Politikanızı ve KVKK Aydınlatma metnini okumak için buraya tıklayınız.
Eğer sitede gezinmeye devam edersiniz politikamızı onaylamış sayılacaksınız.